Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×
  • Hoş Geldiniz!

    Tüm özelliklerine erişmek için şimdi kaydolun. Kayıt yaptırdıktan sonra, konu açabilir, konuları yanıtlayabilir, kullanıcıların mesajlarını beğenebilir, özel mesaj yollayabilirsiniz.

    Kayıt olduktan sonra bu mesaj silinecektir.

30 Ağustos Zafer Bayramı


İbrahim Maden

Önerilen Mesajlar

az önce 12.28 yani aptal kameraman uçakları kaybetti hareketi görmedik ya :D

  

TRT'deki spiker de kameranlar da kafayı mı yemiş ne yapmış anlamadım. Saçmalıyorlar sinir oldum.

Ayar oldum ya ilk kez bu kadar kötü hem spiker hem kamera yönetmeni mi sorumlu artık o işten kimse o.

Gösterinin yarısı boşa gidiyor şu anda.

Balkondan canlı izleme şansım oldu, tek kelimeyle harikaydı.......

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

30 Ağustos Türkiye CUMHURİYET'i devleti tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır, bu zaferi Türk milletine hediye eden M.Kemal ve silah arkadaşlarına ve pek tabii tüm şehitlerimize şükran ve minnet duygumuz büyüktür. Bugün yapılacak resepsiyon için davetiye yayınlayan reisi cumhur kendi makamı için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yazmaktan utanmış, yazıklar olsun.

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 11 ay sonra...

26 Ağustos… Yunan ve Türk orduları karşılıklı mevzilenmiştir.

Yunan mevzileri, İngilizlerin de desteği ile güçlendirilmiştir.

İngilizlerin deyişi ile “Türkler burayı 6 ayda geçebilirlerse, 1 günde geçtikleri şeklinde övünebilirler” şeklindedir.

Taarruz öncesi Mustafa Kemal, komutanları ile stratejisini paylaşır.

Düşman hatlarına eldeki tüm güçle sol kanattan, süvari hücumu ile saldırılacak, kanat yarılıp, merkez ve diğer kanat arkadan kuşatılacaktır.

Bu, savaşlarda hiç kullanılmamış bir stratejidir ve çok risklidir.

Aynı zamanda Harp Okulunda hoca da olan bir General itiraz eder. Çünkü bu şekilde hücumda, saldırı başarılamazsa, merkez zayıf bırakıldığından, geri çekilme şansı kalmamakta ve bozgun kaçınılmaz olmaktadır. Diğer komutanlar da benzer düşünmektedir. Kocatepe sırtlarında, Başkomutan ile aynı zamanda hocası da olan komutan arasında ciddi fikir ayrılığı ve tartışma yaşanır.

Tartışma, Başkomutanın Mustafa Kemal, “Sarı Paşa”nın, sertçe söylediği “Başkomutan benim, benim emrim uygulanacak” sözleri ile kesilir.

Gerçekte, geleneksel olduğu gibi, göbekten saldırı durumunda, Türk Ordusu’nun, İngilizlerin dediği gibi, Yunanlıları yarıp geçme ve bozguna uğratma şansı neredeyse yok denecek kadar azdır. Top, tüfek ve mermi sayısı son derece azdır. Yunanlılar da, bu geleneksel stratejiye göre mevzilenmiştir.

Türk Orduları, sabaha karşı, Yunanlıların sol kanadına süvari hücumu saldırır ve mevzileri yarar geçer. Beklemediği bu saldırı karşısında paniğe de kapılan Yunan ordusuna arkasından saldırarak, tüm düzenini bozar ve Ege’ye kadar kovalar.

Büyük komutanlar her zaman başkalarını alamadığı riskleri alan ve kendi savaş stratejilerini özgün olarak yaratanlardır ..
Atatürk, insanlık tarihinin büyük komutanlarından biridir.

Büyük ozanlar da, büyük ihtilallerin şiirlerini yazarlar.

Sözü Nazım Hikmet’e bırakalım....

 

 

26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER 
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR 
VE 
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E BAKAN NEFER

Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, 
ne ağaç, ne kuş sesi, 
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin, 
gece yıldızların altında kayalardır. 
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, 
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan 
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için 
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi 
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den 
dünyanın en yıldızlı karanlığını.

Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa 
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek. 
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde 
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var: 
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir 
Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar. 
Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir, 
bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.

Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından 
gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp 
yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.

Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve 
yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.

Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? 
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce 
ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken 
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. 
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam 
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu 
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, 
birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar. 
O, saati sordu 
Paşalar: 'Üç', dediler. 
Sarışın bir kurda benziyordu 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.

Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.

İzmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla 
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi 
baktı manga efradına birer birer: 
Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer. 
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. 
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam. 
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam, 
memlekette toprağını ve tek öküzünü 
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu 
mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için 
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı. 
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı 
ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir, 
yine de dimdik ayakta kalabilir. 
Sekizinci İbrahim korkmayacaktı bu kadar 
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar. 
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki: 
tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.

Saat: 4

Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.

On ikinci Piyade Fırkası. 
Gözler karanlıkta, uzakta. 
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde. 
Herkes yerli yerinde. 
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı, 
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp 
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır. 
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, 
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir 
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

Saat: 4.45.

Sandıklı civarı.

Köyler.

Sarkık, siyah bıyıklı süvari, 
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.

Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu: 
dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...

İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, 
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. 
Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari 
ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında, 
düşman elinde kalan bir başka horoz vardır: 
Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. 
Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.

Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak sökecek. 
'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' 
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde. 
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, 
uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak, 
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:

— Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, 
bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam, 
fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. 
Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın. 
'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. 
Onu biz, kendimiz vadettik kendimize. 
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. 
'Kim bilir belki yarın...'

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor. 
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. 
Gün ağardı ağaracak. 
Kokusu tütmeğe başladı: 
Anadolu toprağı uyanıyor. 
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp 
ve pırıltılar görüp ve çok uzak 
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak 
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada, 
şahlanıp ölesi geliyordu insanın. 
Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi. 
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa. 
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. 
Şimdi bir hamlede o kadar büyük. 
Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü 
ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını 
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu:

— Saat kaç?

— Beş.

— Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden 
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, 
bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için 
ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık, 
siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına. 
Nureddin Eşfak baktı saatına:

— Beş otuz... 
Ve başladı topçu ateşiyle 
ve fecirle birlikte büyük taarruz...

Sonra. 
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. 
Bunlar: 
Karahisar güneyinde 50 
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra. 
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.

Sonra. 
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.

Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı. 
Nureddin dedi ki: 
'Teselyalı Çoban Mihail,'

Nureddin dedi ki: 
'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...'

Sonra. 
Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürürken 
serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu. 
Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu. 
Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar: 
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları 
her seferkinden kocamandılar. 
Ve bu postallar daha bir hayli zaman 
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından 
seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.

Sonra. 
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken 
kederinden yüzlerini toprağa döndüler.

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı, 
Kan içindeydi yüzü gözü. 
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. 
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere 
ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da. 
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı 
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu: 
'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e 
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...'

Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten, 
Ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
suda balık, havada kuş kadar çokturlar, 
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar 
ve kahreden yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...

Kuvayi Milliye/Destan

Nazım Hikmet Ran

  • Beğen 6
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

26 Ağustos… Yunan ve Türk orduları karşılıklı mevzilenmiştir.

Yunan mevzileri, İngilizlerin de desteği ile güçlendirilmiştir.

İngilizlerin deyişi ile “Türkler burayı 6 ayda geçebilirlerse, 1 günde geçtikleri şeklinde övünebilirler” şeklindedir.

Taarruz öncesi Mustafa Kemal, komutanları ile stratejisini paylaşır.

Düşman hatlarına eldeki tüm güçle sol kanattan, süvari hücumu ile saldırılacak, kanat yarılıp, merkez ve diğer kanat arkadan kuşatılacaktır.

Bu, savaşlarda hiç kullanılmamış bir stratejidir ve çok risklidir.

Aynı zamanda Harp Okulunda hoca da olan bir General itiraz eder. Çünkü bu şekilde hücumda, saldırı başarılamazsa, merkez zayıf bırakıldığından, geri çekilme şansı kalmamakta ve bozgun kaçınılmaz olmaktadır. Diğer komutanlar da benzer düşünmektedir. Kocatepe sırtlarında, Başkomutan ile aynı zamanda hocası da olan komutan arasında ciddi fikir ayrılığı ve tartışma yaşanır.

Tartışma, Başkomutanın Mustafa Kemal, “Sarı Paşa”nın, sertçe söylediği “Başkomutan benim, benim emrim uygulanacak” sözleri ile kesilir.

Gerçekte, geleneksel olduğu gibi, göbekten saldırı durumunda, Türk Ordusu’nun, İngilizlerin dediği gibi, Yunanlıları yarıp geçme ve bozguna uğratma şansı neredeyse yok denecek kadar azdır. Top, tüfek ve mermi sayısı son derece azdır. Yunanlılar da, bu geleneksel stratejiye göre mevzilenmiştir.

Türk Orduları, sabaha karşı, Yunanlıların sol kanadına süvari hücumu saldırır ve mevzileri yarar geçer. Beklemediği bu saldırı karşısında paniğe de kapılan Yunan ordusuna arkasından saldırarak, tüm düzenini bozar ve Ege’ye kadar kovalar.

Büyük komutanlar her zaman başkalarını alamadığı riskleri alan ve kendi savaş stratejilerini özgün olarak yaratanlardır ..

Atatürk, insanlık tarihinin büyük komutanlarından biridir.

Büyük ozanlar da, büyük ihtilallerin şiirlerini yazarlar.

Sözü Nazım Hikmet’e bırakalım....

26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER

İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR

VE

İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E BAKAN NEFER

Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,

ne ağaç, ne kuş sesi,

ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,

gece yıldızların altında kayalardır.

Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,

daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan

ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için

kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi

okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den

dünyanın en yıldızlı karanlığını.

Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa

Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.

Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde

şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:

Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir

Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.

Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir,

bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.

Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından

gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp

yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.

Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve

yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.

Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?

Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce

ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken

Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu

Paşalar: 'Üç', dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.

Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.

İzmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla

sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi

baktı manga efradına birer birer:

Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer.

Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.

Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.

Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,

memlekette toprağını ve tek öküzünü

ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu

mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için

ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.

Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı

ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir,

yine de dimdik ayakta kalabilir.

Sekizinci İbrahim korkmayacaktı bu kadar

bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.

Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki:

tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.

Saat: 4

Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.

On ikinci Piyade Fırkası.

Gözler karanlıkta, uzakta.

Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.

Herkes yerli yerinde.

Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,

kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp

el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.

Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,

meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir

Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

Saat: 4.45.

Sandıklı civarı.

Köyler.

Sarkık, siyah bıyıklı süvari,

çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.

Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu:

dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...

İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,

atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.

Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari

ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında,

düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:

Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.

Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.

Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak sökecek.

'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'

Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde.

On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci,

uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak,

mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:

— Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,

bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam,

fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.

Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.

'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.

Onu biz, kendimiz vadettik kendimize.

Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.

'Kim bilir belki yarın...'

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor.

Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.

Gün ağardı ağaracak.

Kokusu tütmeğe başladı:

Anadolu toprağı uyanıyor.

Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp

ve pırıltılar görüp ve çok uzak

çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak

bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,

şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi.

Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa.

Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.

Şimdi bir hamlede o kadar büyük.

Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü

ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını

ağlanacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu:

— Saat kaç?

— Beş.

— Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden

yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,

bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için

ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık,

siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.

Nureddin Eşfak baktı saatına:

— Beş otuz...

Ve başladı topçu ateşiyle

ve fecirle birlikte büyük taarruz...

Sonra.

Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.

Bunlar:

Karahisar güneyinde 50

ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra.

Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.

Sonra.

Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.

Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı.

Nureddin dedi ki:

'Teselyalı Çoban Mihail,'

Nureddin dedi ki:

'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...'

Sonra.

Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürürken

serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu.

Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu.

Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar:

önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları

her seferkinden kocamandılar.

Ve bu postallar daha bir hayli zaman

üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından

seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.

Sonra.

Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken

kederinden yüzlerini toprağa döndüler.

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı,

Kan içindeydi yüzü gözü.

Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.

Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere

ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.

Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı

ardarda çakan aydınlık bir bütündü.

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:

'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e

bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...'

Sonra.

Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,

Ümitten ağlıya ağlıya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı.

Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,

Türk halkı bağışlasın bizi,

onlar ki toprakta karınca,

suda balık, havada kuş kadar çokturlar,

korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar

ve kahreden yaratan ki onlardır,

kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...

Kuvayi Milliye/Destan

Nazım Hikmet Ran

Eline sağlık abi. Bu yazıyı paylaşman bile eli öpülesi bir Abimiz olduğunun kanıtıdır. Keşke bu devirde rahatça yaşayıp bir ömür süreceğime kurtuluş savaşında savaşıp 20 yaşında vatan için canımı verebilseydim. Bu Vatan için canını veren her insanımızı saygıyla anıp minnnetimi dua olarak sunuyorum.
  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.