Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    Buno (Bunalım Hakan) bir kız'a fecaat yanık, kız da ona bosch değil ama bir yandan da kendini ağırdan satıyor. Buno hiç bir fırsatı kaçırmıyor, her türlü desteği ve de aklı (..ki buna gerçekten ihtiyacı var) alarak yazıyor da yazıyor ... kız Sainte Pulchérie'de okuyor (acaip sosyetik bir okuldur) ... bizim eleman üni'den erken kaçıp onların çıkışa yetişicem diye dili bir karış dışarıda Taksim'in yolunu tutuyor. Diyeceksiniz ki tutuyor da ne oluyor? ...hiç! Kız okul çıkışı servis'e binerken iki satır muhabbet ediyorlar, o kadar.

    ... Buno'nun kız kardeşi olası yengesini tanıyor, aynı arkadaş grubundalar. Bu sayede Buno Manitu'nun sosyal aktivitelerini takip edebiliyor ve alakalı - alakasız ortamlarda kızın karşısına çıkıp "ceee" yapabiliyor.

    Aslında biz de eğleniyoruz, neden derseniz? Hakan'ın gösterdiği amacını aşan çaba büyük ihtimal ile kızın bir tarafını extra kaldırıyor ve de abla bu sayede hiç kasmadan Buno'nun saçmalıkları ile kafa buluyor.
    ... ama kabul etmek lazım. Buno azimli...

    Affetmiyor ve asla işin peşini bırakmıyor.
    ...azim ile s*ç*n taşı delermiş ... kız'da en sonunda pes ediyor ... tamam diyor.

    Hakan manitu'yu FB Klübünde düzenlenen yaz partisine (havuzbaşında canlı müzik + yemek) götürecek. Arkadaşları olarak biz de seviniyoruz, neden sevinmeyelim ki? Herif ortalıkta inleyip dolaşıyordu, belki biraz rahat ederiz.

    ...araya adam falan sokup buna düzgün bir masa ayarlıyoruz. Piste ne yakın, ne uzak. Böylece müzik dinlenebilecek ama aynı zamanda da muhabbet konabilecek. Havuz'a görece uzak ama deniz kenarına yakın, böylece ortam romantik olacak...

    Hakan berber'e gider Conan saç kesimini medenileştirir ve de çenesinde 11'er den maç yapan sakalını temizletirken biz de ona bir araba buluyoruz. Buno'nun babasında bi Renault12 var ama daha düzgün bişi lazım ... bulduğumuz araba ise Chevrolet Nova

    ...h.sonu geliyor ve sırtını sıvazlayıp takım elbise giydiği için garipsediğimiz Buno'yu b*k rengi emanet Nova ile yolluyoruz. Biz de çınar altına geçip (f.bahçe girişindeki çay bahçesi - kave) başlıyoruz hesabına king çevirmeye.

    Ses seda yok ... demek ki sorun da yok. (bkn.no news, good news) ... sonra Hakan'ın kız kardeşi beliriyor tepemizde.

    - Hakan'a bakmaya gitsenize...
    - Ne oldu ki?
    ...şaşırıyoruz tabi. Eleman'ın FB Klübünde yemek yiyiyor olması lazım, neden gidip bakıcaz ki?
    - Abim Kızıltıoprak karakolundaymış ... annem duymasın, siz bi ilgilenir misiniz?
    ...ilgilenmesine ilgileniriz de ... niekine?

    Kızıltoprak karakolu tanıdık, semtin p*çl*ri olarak zırt-pırt oraya gittiğimiz için amirinden memuruna herkes bizi tanıyor, biz de onları. Atlayıp gidiyoruz tabi. Bizi gören kapıdaki bekçi doğru şekilde yönlendiriyor... Hakan nöbetçi amirin odasında oturmakta.

    - Hayırdır?
    ...cevap yok. Ama Buno'nun canı sıkkın. Amir kaş - göz işareti yapıyor ...
    - gitmeyin üzerine, bu akşam kalsın, siniri yatışsın ... sabaha salarız.
    ...eh ! peki! ...en azından Buno iyi durumda.

    Dışarıda konuşuyoruz ... biri diyor ki ...

    - Fark ettiniz mi?
    - Neyi?
    - Buno ıslaktı
    - Nasıl ıslak?
    - ne bileyim? denize mi düştü acaba? resmen ıslaktı herif...

    lan?
    ... Nova orada (emanet) arabada hasar falan da yok. Demek ki araba ile düşmedi suya ...ee? ne oldu buna?

    Sabah erkenden (börekçiye uğrayıp su böreği alarak) karakola gidiyoruz ... çay gelsin diye bekliyor ve kahvaltı ediyoruz. Çok geçmeden bir iki evrak düzenleyip Hakan'ı salıyorlar.

    ...bizim oğlanın ağzını bıçak açmıyor ama...

    ...üsteliyoruz ... yok, çıt yok anam!

    - olm ne oldu?
    ...tıSSSS

    Bu dönüp evine gidiyor ... alalala? ne oldu be?

    ...herkes bir şeyler uyduruyor.
    - Dans ederken kızı suya atmıştır bu hayvan, sonra da pişman olup arkasından atlamıştır.

    ...bir başkası diyor ki...
    - kız buna çektir git dediyse denize atlayıp intihar etmeye kalkmıştır.

    ..vs.vs. ama işin gerçeği ne? ...bilen yok.

    Atlayıp evlerine gidiyorum. Zaten uzak da değil ... kız kardeşi karşılıyor beni.
    - kapattı kapıyı, hiç birimiz ile konuşmuyor.

    ...alalala?
    - cigaran var mı?
    - var...
    - gel bi...

    kapının önüne çıkıyoruz. Hakan'ın kız kardeşi olup biteni kendi arkadaşlarından duymuş ... cigara içerken anlatıyor.

    Hakan iki dirhem bir çekirdek kızı almaya gidiyor. Buraya kadar her şey normal ... Nova'yı tam apartmanın dış kapısına çekip aşağıdan zile basıyor ... kız balkona çıkıp buna "bi saniye" yapıyor. Annesini balkona çağıracakmış meğer ... "ben bununla dışarı çıkıyorum" hesabı Buno'yu anasına göstercekmiş.

    Bizim Buno biraz geri çekilip bekliyor ... apartmanın kapıcısı'da o sırada bahçeyi suluyor. Bizim Buno arabayı tam dış kapıya çekmiş ya, ona ayar olmuş.

    - Kardiş! Girişi tıkadın, ordan çeksene arabayı ... diyor.

    Buno gergin, Buno'nun hormonlar coşmuş durumda. Kapıcı o an aklının kapsama alanında değil.
    - *kt*r g*t lan, kırarım boynuzunu deyyus ...diyor Kapıcıya.

    ...yahu! öyle söylenir mi? Eleman apartmanın sorumlusu, sen de tabir-i caiz ise onun krallığına dalmışsın ve de elemana atarlanıyorsun. Artık düşünerek mi bunu yaptı bilmem ama kapıcı küfürü yiyince elindeki hortumu Buno'ya doğru çeviriyor ve balkonun altında müstakbel kayınvaldesini görmek için bekleyen Buno'yu tepeden tırnağa ıslatıyor.

    ...Hakan önce ne olduğunu anlamamış. Sonra bakmış ki kapıcı buna hortum ile su tutuyor. Kendi bunu doğrulamıyor olsa da bir efsaneye göre Conan gibi nara atıyor!
    - Crom, ölüleri say!
    ...ve kapıcıya dalıyor.

    Dalıyor derken cidden dalıyor ... kapıcıya ağız - göz girişiyor Buno. Gürültüye evden kapıcının karısı ve oğlu fırlıyor, onlar da karışıyor kavgaya ve foursome hesabı ön bahçede yermisin? yemez misin? kavgaya tutuşuyorlar.
    ...kız yanında annesi ile birlikte balkona bir çıkıyor ki Buno apartman hizmetlileri ile Malazgirt 2.0'ı başlatmış. Anası bunun kolunu tutup kızı içeri sokuyor.
    - Ne işin var bu serseri ile? ...diyor ve kapı kapanıyor.

    Kapanan sadece kapı değil tabi ... Buno dediklerine göre o an tamamen kopuyor ve kapıcı, kapıcının karısı ve hatta kapıcının ergen oğlunu fecaat dövüyor. Konu komşu yardıma geliyor ama Buno bir kere "berserk" mod'a geçmiş ... polisi çağırıyorlar, o arada da bizim eleman ile aralarına mesafe koyuyorlar.

    Polis Hakan'ı karakola, kapıcı ve ailesini de hastaneye gönderiyor ... sonrası malum ... tutanak, alkol raporları ... herkes birbirinden davacı falan - filan.
    ... ama olan oluyor ve kız bir daha Hakan'ın gözüne dahi bakmıyor.

    Bakmıyor ama bizim Buno'da bu huy oluyor. Hani Matador'un salladığı pelerin Boğa'da ne tepki yaratırsa kapıcının markete falan giderken kullandığı sepet onda aynı etkiyi yaratıyor. Adam o anın ve red edilmenin acısı ile f.bahçe/kalamış/dalyan civarında ne kadar kapıcı varsa yolu kesiştiğinde kavga çıkarıyor. Kolunda sepet olan adam gördüğü zaman Buno'nun ağzı köpürüyor, yanında onu zapt edecek biri yoksa Hakan kuduz köpek gibi saldırıyor ve ne olup bittiğinden haberi olmayan kapıcı'nın haşatını çıkarana kadar adamcağız'a dalıyor.

    Anlayacağınız "arıza" DNA'sına kadar işliyor ...pıFFF
  2. Kaan Yagizer
    ...adaşım Kaan'ın babası sigortacı, adam yurt dışına toplantıya gitmiş ... dönerken de oğluna sevdiğini bildiği Paris-Dakar rallisinin fırından yeni çıkmış official VHS'sini getirmiş.

    - Kaset geldi, annemler h.sonu bir yerlere gidecek ... bizde seyredelim mi yarışı?
    ...daha önce konuşmuşuz olayı. Yarış videosunu hasretle bekliyoruz ...
    - olur
    - ama kalabalık takılmayalım,ev acaip dağılıyor ...annem fırça atmasın.
    - tamam

    ...Kaan bir kaç kişiye, daha doğrusu iki kişiye daha haber veriyor (çaktırmadan) Bunalım Hakan, Rauf ve ben akşam Kaan'a gideceğiz ve toplam dört VHS'lik Paris - Dakar'ı seyredeceğiz.

    ...kimseyi ayıktırmıyoruz. "Akşam bilmemnereye gidelim mi?" diyene bahane uyduruyoruz ve erkenden topuklayıp (ayrı-ayrı) Kaan'ın evine akıyoruz.

    Kaan'ların ev Kalamış parkının tam karşısında, girişin üzeri ve de güzel bir mekan. Gidip salona yerleşiyoruz, salonda kocaman oyma ahşaptan acaip zevksiz ama bir o kadar da rahat (hani türk filmlerinde fabrikatörlerin evlerinde demirbaştır ;hatta altın varaklı aslan başı oymaları falan vardır o mobilyalarda ... hulusi kentmen amca puro içip onlarda oturur) TiVi'yi açıyor ve çağın son teknolojisine sahip Philips video oynatıcıya ilk VHS'yi atıyoruz.

    ...olay aşmış abi.

    Resmen ağzımızın kenarından salya akıtarak araçların hazırlanışını (ilk kaset ön hazırlıkları ve yarış takımlarını gösteriyor) seyrediyoruz. Hayaller kuruyoruz, kendimizi o araçların içinde düşlüyoruz.
    ...bildiğiniz ergen rüyaları işte.

    Sonra telefon çalıyor... önce sallamıyoruz. VHS daha ilginç, ama Kaan'ların telefonu kocaman, beyaz ve 1950'li yıllardan falan kalma aşmış bir şey. Elemanlar telefona öyle bir zil koymuşlar ki al onu arabana tak, yolları aç ... ambulans'a tak o trafiği kendisi için açsın. O derece yani.

    ...öff bee! çekiyoruz. Kaan kalkıp video'yu -pause- ediyor, gidip telefonu açıyor. Biz bekliyoruz ki Kaan yerine yerleşsin.

    Kaan telefonda ona söylenenleri bir süre dinliyor, ardından da
    - ya bi s*kt*r git be kardeşim ... diye bozuk atıp telefonu kapatıyor.

    ...yani merak etmemek elde değil.

    - hayırdır be?
    - ya boş verin, salağın teki aptal aptal konuşuyor işte...
    - ha iyi, devam mı abi?
    - devam..

    -pause* kaldırılıyor ve toz tutucular, şnorkeller, araç önü -ram-'lar dünyasına geri dönüyoruz. Çok geçmeden kaset bitiyor ... ikinci kaset'te Paris'te verilen start ve araçları Afrika'ya geçirecek ferry'e kadar Fransa geçişi var.
    - olm bunlar ne ya? aşmış adamlar .... falan muhabbeti yapıyoruz.

    Sonra gene telefon çalıyor.

    - kesin aynı manyak, olm çok acaip şeyler söylüyor bu lan ... geçin arkadan paralel'den dinleyin.

    o zamanlar evde kablosuz ağ falan yok, en baba teknoloji "75'lik kablo ile evin içine hat döşeyip ikinci telefonu bağlamak seviyesinde (bkn.cilalı taş devri) arka tarafa koşuyoruz ... telefonu aynı anda açalım diye Kaan ön taraftan bir - iki - üç çekiyor ve koordineli şekilde telefonu açıyoruz.

    ...biri konuşuyor telefonda. Sanki iki kişinin kendi arasında sürdürdüğü sohbete katılmış gibiyiz ... telefon hattının ucundaki eleman biz hattı açmadan önce konuşmaya başlamış gibi.

    len?!?

    " İşte benden, ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın "

    ...biz de başlıyoruz ona laf yetiştirmeye.
    - Ne diyon leyn sen sibob!, ağzını yırtarım leyn senin cincozzzz ... falan şeklindeyiz. Dört velet iki telefondan kazıtıyoruz elemana.

    ... karşı taraftaki eleman bizi santim sallamıyor. Sesi değişmiyor, konuşmayı kesmiyor ve harbiden garip laflar ediyor.
    Tırsıp kapatıyoruz telefonu...

    Salonda toplanıyoruz ve klasik - ne manyaklar var be abi! - geyiği çeviriyoruz. Kendi adıma konuşayım bir gözüm telefonda, koltukta oturuyorum ama o sayko gene ara mı acep? diye de aklımdan geçiryorum.

    - neyse salla, hadi devam edelim.
    - tamam

    İkinci VHS atılıyor, start hazırlıkları ... ilk bayrak ve Fransa kırsalına doğru akan birbirinden güzel araçların kaydını seyrediyoruz.

    ... telefon gene çalıyor.

    Koşturup düzen alıyoruz ... gene aynı abi.
    " Burnunu ve kulaklarını kesip düşürecekler. Ve senden arta kalan kılıçla düşecek. " falan diyor ... leyn? Ne burnu? ne kılıcı? ...

    - sen ne diyon be abi? yok mu başka işin? ... falan havasındayız artık.

    eleman aynen devam ediyor ... herif bizi santim umursamıyor be abicim.
    " Sizi kılıcın kısmeti edeceğim ve hepiniz boğazlanmak için bekleyeceksiniz "
    auwww ... ne diyor bu ya?!?

    Telefonu kapatıyoruz ama kimsede VHS seyredecek hal kalmamış.

    - karnım acıktı... diyor biri, sandviç falan yapmaya başlıyoruz ama kimsede neşe kalmamış. Oturup ekmeğimizi çiğniyoruz sessiz sedasız. Saat 11,00 falan olmuş, aslında devam etsek kasetleri bitiririz ama keyif kaçmış işte.

    ...gene telefon çalıyor.

    Ayaklarımızı sürüyerek telefona gidiyoruz. Abi gene saçma salak konuşuyor ama bizim nefes epey bir kesilmiş, ilk başta olduğu gibi abiye "Ozurukkk" felan diyemiyoruz.
    ...abi bize kazıtıyor, kazıtıyor ... ve sonra diyor ki.

    - Evin karşısındaki telefon klübesindeyim, sizi oradan arıyorum.
    ...bu defa telefonu o kapatıyor.

    Lan?!?

    hemen salona koşuyoruz. Kapının önünden bir geliş ve bir gidişlik sokak geçiyor ve sokağın karşı tarafında da sarı telefon klübesi. Onun hemen arkasında diz boyu park duvarı ve duvarın arkasında da Kalamış park'ı...

    - Orda mı lan?
    - Saniye sürmedi cama koşmam, bir yere gidemez. Oradadır kesin.... falan diyoruz.

    Burnumuzu cama yapıştırmışız, kapısı kapalı telefon klübesini seyrediyoruz. Buno'nun Conan damarı kabarıyor.

    - Ben gidip bakıcam, hala ordaysa da kafasını gözünü kırarım itin.
    - olm yapma ...falan diyoruz (yarım ağızla tabi) Hakan ayakkabılarını giyip çıkıyor dışarı, biz de camdan onu seyrediyoruz. Buno karşı kaldırıma geçiyor, bi duraksıyor sonra klübenin kapısını açıyor ... artık orada ne görüyorsa bir keskin "Ah!" çekiyor ve topuk koyup (arada kesin 100metre rekorunu kırmıştır) eve geri geliyor.

    - ne oldu lan?
    Hakan'ın yüzü bembeyaz olmuş.
    - olm var ya telefon öyle kablonun ucunda dıt-dııt diye sallanıyordu lan, herif harbiden oradaymış olm! ... diyor.
    Hassssssss!!!!

    ...bizim moraller eksi bin beşyüz ... tırsıyoruz ve bir yandan da "nereden sardık kı bu sapığı başımıza?" diyoruz.
    Telefon çalıyor (gene)

    ...abi telefonda ... gene garip şeyler söylüyor ve gene sessizce onu dinliyoruz. Sonra diyor ki ...
    - geceyi şefaat dileyerek ve tövbe ederek geçirin, sabahın ilk ışıkları ile gelip canlarınızı alacağım.
    anaaa?!?

    Kaan tutturuyor ...
    - Babamı arayalım, polisi arayalım ...
    ...ama bizim genel fikir farklı.

    - Şimdi bu adam bize kafayı taktı mı?
    - Taktı
    - Polis bunu alır, az tutar sonra salar ... dimi?
    - Evet
    - Peki bu elemanın sonradan bize harbiden yazmayacağı ne malum?
    - ...değil valla
    - Belki bizi tek tek yakalayıp boş anımızda ensemizden bıçaklayacak
    - Belki de yamyamdır ... ne belli?
    - Yani ne yapacağız?
    - Geldiğinde onu biz öldüreceğiz
    - Evet
    - Bize daha sonra dert olmayacak
    - Evet
    - Nefsi müdafa deriz ... herifi dilim dilim doğrarız
    - Evet
    - Ciğerini de yer miyiz?
    - Yok ...
    - Neden?
    - O zaman nefsi müdafa olmaz ki
    - Olmaz dimi? Peki ... sadece öldürelim öyle ise.
    - Taam

    ...ne yapacağımıza karar verdiğimiz için hazırlanmaya başlıyoruz. Kaan evin ön ve arka tarafındaki pancurları indiriyor, böylece sokak kapısı tek giriş haline dönüşüyor. Salondaki büyük oymalı koltuğu hol'e taşıyıp deviriyoruz ve o koltuğun arkasına Kaan geçiyor. Elinde babasının çiftesi ve ayağının dibinde de yedek mermiler. Onun hemen yanında Hakan ... Hakan belindeki ekmek bıçağı ve ipi sökülmüş bir buçuk metrelik zıpkın ile silahlı.

    Kapıda ise bizler yani Kaan ile Rauf ... bende et satırı var, Rauf ise büyük hindi çatalı ve kocaman bir et bıçağı ile silahlı.

    Plan şu ...

    Rauf koridorun sağ, ben de sol tarafında olacağız. Rauf yerde yatacak ve ben kapının yanında ayakta bekleyeceğim. Sapık geldiğinde kapıyı açacak ve rauf'un yanına yere yatacağım. Kaan ile Hakan divanın arkasından kalkıp tüfek ve zıpkın ile sapığa ateş açacak. Biz yerde yattığımız için mermi serpintisinden etkilenmeyeceğiz ... Kaan ateş ettiğinde kalkıp satır ve bıçak ile sapığa saldıracağız ve henüz ölmediyse onu et sote kıvamına getirene kadar keseceğiz.

    - Anlaştık mı?
    - Hee...
    - Hapse girmeyiz dimi?
    - Yok lan, yaşımız küçük ... nefsi savunma var, korktuk daldık *bn*'ye deriz.
    - Taam

    ...başlıyoruz beklemeye. Herif sabah dedi ama belki daha erken gelir hesabı sıra ile kulağımız kapıda, gözümüz kapı periskobunda bekliyoruz. Nöbeti biten diğerini kaldırıyor.

    - Şişt...şişt lan

    Nöbetçi Rauf ... saat 06,30 falan ... Rauf fısıldıyor.

    - Geliyor, otomata bastı. Ayak seslerini duyuyorum.

    Hemen pozisyon alıyoruz. Kapı koluna elimi atıp Hakan ile Kaan'a bakıyorum. Kaan çiftenin emniyetini düşürüyor, Hakan zıpkının lastiğini geriyor ve ben bekliyorum.

    ...elemanın mermer zemindeki ayak seslerini duyuyorum ... sonra da onun kapı'ya bir şeyler yaptığı, aramızdaki bir kaç santimlik kapının az ötesinde haşır-huşur eden şeyler ile uğraştığını duyuyorum.

    Bizim elemanlara bakıp elimle işaret ediyorum, kapıyı ardına kadar açıyor ve yüzü koyun yere atıyorum kendimi.

    - Ananı s*kt*m lan p*şt diye bağırıyor Hakan, Kaan ise sadece "Arghhhh" falan diye bağırıyor. Ama silah sesi gelmiyor ... azıcık başımı kaldırıyorum. Bir çift ayakkabı başımın az ötesinde, eee? Niye ateş etmedi ki bunlar?

    Yuvarlanıp duvara yapışıyor ve kapıdaki elemana bakıyorum ... adamın kolunda sepet ... sepette ise ekmek, gazete falan var. Adam elinde süt şişesi ve plastik poşet ile donup kalmış. Demek o duyduğum haşır - huşur buydu. Kapıcı sokak kapısının koluna poşet takıyordu diye geçiriyorum aklımdan. Kaan bize sesleniyor...

    - Dalmayın, bu bizim kapıcı. Rauf ....
    - Evet?
    - Kapat

    Rauf yattığı yerden uzanıp kapıya abanıyor ve sokak kapısı kapanıyor.

    - Ulan az daha harcıyorduk kapıcıyı ... ehehehe ... falan yapıyoruz.

    ...adam resmen gitti geldi ya, göçüp gitmiş atalarının elini öpüp yaşayanlar dünyasına geri geldi bile denebilir. O derece yani....

    Dakikalar sonra -çat- die bir ses geliyor ... kapıya bakıyoruz. Poşet ve süt şişesi yerde, şişe kırılmış ... yer süt içinde ama kapıcı yok, gitmiş ...

    ...biraz daha bekliyoruz ama belli ki sapık gelmeyecek. Yorgunuz zaten ... s*kt*r et diyip evlerimize dağılıyor ama önce Kaan'ın salonu topluyoruz.

    Meğer şöyle olmuş.

    ...Rauf'un manita Kaan'larda toplanıp VHS seyredeceğimizi biliyormuş (Rauf söylemiş) muhabbet edilirken o da bizim aslında ne yaptığımızı ağzından kaçırmış. Arkadaşlar da gaza gelmiş...

    - Vay! Bizi ekerler ha?

    ...intikam için böyle bir tezgah kurmuşlar. Gidip telefonu boşa sallandırmışlar, teyp'e tevrattan parçalar okuyup telefonu hoparlör'e yaklaştırıp o kaydı bize dinletmişler ve de biz telefonda inleyip ağladıkça altlarına işeyene kadar da eğlenmişler.

    Anlayacağınız pish tezgaha gelmişiz.

    Sonuç : Hafta arası başka bir evde bu defa 20 kişi seyrettik Paris - Dakar'ı ... intikam konusuna gelince, intikam alındı tabi.

    Kapıcı ne oldu derseniz? Adam Kaan'ı babasına şikayet etmiş, Peder bey'de Kaan'ı bir güzel dövmüş ... ama tabi hikayenin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Öyle deil mi?

    ...peki ya sizin "intikam" ne oldu? diyen çıkacaktır ... alındı tabi ama bu başka bir hikaye.
  3. Kaan Yagizer
    Kaan kafaya takmış, kariyerini yarış alanında yapacak. Ünlü olucam, paraya para demiycem, adımı pistlere altın harfler ile yazdırıcam havasında. Bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, sanayi sitelerinde sürtüyor, Şişli Turing'te ve Marmara Café'de bolca zaman geçirip yarışçı abilerinden kırıntılar kapmaya çalışıyor.
    ...bir gün bana geldi.

    - Kaan
    - hıı?
    - ben yarışa katılıcam
    - ee?
    - bana co-pilot lazım
    - ee?
    - sen olur musun?
    - ne?
    - co-pilot
    - o ne ki?
    - oturuyon yanımda, haritaya bakıp sağa git, sola git falan diyon
    - arada ben de kullanıyom mu peki?
    - yok
    - niekine?
    - kurallar öyle olm
    - hııı

    Kaan başladı ballandıra ballandıra anlatmaya. Yarış bitecek arabanın üzerine çıkıp şampanya patlatacağız ... ama çamurluk kenarında dikileceğiz, kaputun üzerine hayvan gibi çıkıp kaportayı çökertmeyeceğiz. Yarış üzerine yarış kazanacağımız için bize kovalar ile para verecekler.
    - neden kova ile? yani neden bavulla değil de kova ile para veriyorlar?
    - bilmiyorum ... hep kova diyorlar, daha bavul ile para alanı duymadım
    - ilginç...
    - evet

    ...anlayacağınız Carlos Sainz ve Louis Moya havasına girmişiz ... bir kere karar verdikten sonra kim bizi durdurabilir ki?
    - ama antreman yapmamız lazım ... video seyrettim, adamlar devamlı antreman yapıyor
    - ii ... yapalım
    - taam

    iki motorsiklet kaskı ayarladık (kolay) iki tane de bildiğiniz işçi tulumu, ayakta lastik ayakkabı, boyunda da fularlar.
    - fular ne iş be?
    - olm bütün baba yarışçılar takıyor bunları, pederin çekmeceden arakladım ... çaktırma
    - i*n* gibi oldum ben bununla, çıkartıcam
    - çıkartma olm ... uğursuzluktur
    - harbiden mi?
    - valla
    - ... peki

    Kaan'ın babasının bi Opel Manta'sı var. İki litrelik bu kuZu adamın gözünün bebeği, o zamanlarda ... o araba yokluğunda tek kapı spor otomobilim var diye hava atıyor adamcağız.

    ... hatırlamayanlar için kuZu işte böyle bir şey.



    ...zamanının güzel arabalarından yani.

    Pazar sabahı erken Manta'yı alıp uzayacağız. Kilyos'a gidip orada köy yollarında gazlayacağız. Kaan bir yıl önceki istanbul Rallisinin etap notlarını bulmuş, oradan uğraşıp bir harita çıkarmışız ... hatta üzerine not bile almışız. Yarım A4 kağıda el ile çizdiğimiz harita'da böyle bir şey ...



    ... düz beyaz kağıda tükenmez kalem ile çizilmiş haritamız, motorsiklet kasklarımız, iş tulumu ve fularlarımız ile Pazar sabahı erkenden buluşup sessiz olmaya özen göstererek Kaan'ın pederin kuZu'yu çalıyoruz.

    Artık yollar bizim...

    Arabayı Kızıltoprak benzinciden full'leyip Ümraniye üzerinden basıyoruz köy yollarına.

    Kısa zaman sonra kask'lardan dolayı ter basıyo ... çok sıcak be, bir şey de göremiyorum kapalı motorsiklet kaskı ile ...
    - ya bize bişi olmaz, ben çıkartıcam bu kaskı
    - beynim kulaklarımdan aktı lan, s*k*r*m kaskını, ben de çıkarıcam

    kasklar arka tarafa atılır, camlar açılır ve tulumların fermuarları gevşetilir. Kaan yanlamakta, ben de elimdeki kağıt parçasından ona bir sonraki virajı söylemeye çalışmaktayım. Tabi teoride ... çünkü o sallanan , debelenen ve savrulan arabada harita'ya bakarken midem bulanıyor.
    ...dur lan dur
    - ne oldu?
    - kusucam

    Şarampol'de içimi temizledikten ve biraz nefeslendikten sonra elimi yüzümü yıkayıp arabaya geri dönüyoruz.
    - olm harbiden iyi gidiyoruz ha, yarışta bu tempo'yu tutturursak ve de sen kusmazsan birincilik kesin
    - harbiden mi?
    - valla
    - kova ile para vericekler ... dimi?
    - aynen ... kova ile
    - vay be!

    O gaz ile arabaya biniyor, gazlıyor ve ..............
    ilk virajda şarampolden aşağı uçuyoruz.

    Opel önce sağ tekeri düşürüyor, Kaan toparlamaya çalışıyor ama arka kayıyor ve biz buzda kayıp kıç üstü oturan teyze hesabı alçak şarampolden aşağı langır - lungur yuvarlanıyoruz.
    ... bir tavandayız ( kaan ile birlikte) bir yerde ... bir sağ direğin orada birbirimize sarılmış vaziyetteyiz, bir arka pandizot civarında romans ortamında.

    Sonra Manta tavanın üzerinde duruyo , ön cam yerinden fırlamış ... zaten emniyet kemeri takılı değil, oradan çıkıp biraz uzaklaşıyoruz.
    - aa ... Walkman'ım arabada kaldı

    Kaan Opel'e sürünerek girip Walkman'ını alıyor. Birer cigara içiyoruz, kafa göz şişmiş ama kanamamız falan yok. Kol - bacak da kırık değil (bkn.Allah baba'nın aptalları koruması vakası)
    - sigorta var , salla a.q

    doğru diyor, Kaan'ın babası sigortacı zaten ... saLLa

    yola çıkıyor, ilk gelen minibüs ile köye geri dönüyor. Kave'den bir amca buluyor ve üç kuruş karşılığı onun traktör ile arabayı düzeltip yola çekiyoruz. Opel'in yağı boşalmış. Araba hem ezik, hem de leş gibi...
    ...yeniden yola çıkıyor ve bu defa benzinciye gidip iki plastik patlak yap alıyor, yağ koyuyor, yerinden çıkan akü'yü takıyor ve basıyoruz marş'a ... karbiratör biraz pislik yapıyor ama çalışıyor Manta.

    ...araba ikinci dünya savaşında düşman tank'ının ateşi altında kalmış gibi ama hala yürüyor ... yolun sağından tın-tın gelip arabayı park'a çekiyoruz. Kaan tembih ediyor ...
    - hiç ses etme, peder arabayı görünce manyağa bağlar ama biz saf'a yatalım ... mahallenin piçleri çalmış, yatırmış - kaldırmış ve yerine bırakmış ayağı çekeriz...
    - taam

    eve gidip yıkanıyor ve standar pazar günü aktiviteme (bkn.göbekten pamuk çıkarmak) başlıyorum ki biri kapı'ya abanıyor ... ev yıkılıyor yahu. Kapı'ya gidiyoruz ki ... auwww ... Kaan'ın peder gelmiş. Yanında da suç ortağım :
    - bizim piçler arabamın ağzına *çm*ş diye beni pedere şikayet ediyor. Kaan'ın babası arada ona bi tane çakıyor, benim peder de bana yazıyo .. resmen stereo dayak yiyiyoruz be. Arada olay çapraz'a döner mi? Gangbang'a kurban olur muyuz diye ufaktan endişe duyuyorum ama olmuyor... buna da şükür.

    Kaan'ın babası işi biliyo...
    - Bunlar arabayı alıp gelmiş ama olmaz ki ... arabayı aynı yere götürücez, olay yerine jandarma çağırıcaz ve rapor tutturucaz, gerisini ben hallederim.
    ...eder de, adam sigortacı.

    Peder çizgili pijamalarını çıkarıp giyiniyor, bizim arabaya biniyorlar (Doğan SLX - Füme Renk) biz de Kaan'ların Manta'ya tırmanıyoruz ... iki araba başlıyoruz olay yerine gitmeye.
    - Burası mı?
    - evet
    - epey de yüksekmiş be, kaç takla attınız?

    omuz silkiyoruz, ne bileyim be? takla atarken 7 - 8 - 9 diye saymayı unuttuk işte (bkn.gençlik cehaleti) Kaan'ın babası olayı ele alıyor.
    - yaklaştırın arabayı, aynı yerden sallayalım aşağı.
    - taam

    aynen dediğini yapıyoruz ve Manta'yı yolun kenarına iyice yanaştırıp bi abanıyoruz ... lümp! aynen langır - lungur gidiyor aşağı ve...
    GÜMMM!
    ...hasss!

    Araba yanmaya başlıyor ... muHAHAHA
    ...ilk defasında vermediğimiz hasarı ikinci yuvarlamada verdiğimiz için veya onu devirince kızgın motora benzin döküldüğünden araba alev alıyor .. lan - hop falan diyene kadar, hatta babam bizim arabadan koltuk altı spreyinin hallicesi yangın söndürme! aletini alıp gelene kadar Opel ocak çırası gibi alev alıyor. Şarampolün kenarına tespih gibi dizilip oturuyoruz, peder bi tane daha çakıyor enseme...
    - eşş*ğl* e**k diye kazıtıyor. Şimdi ben bu şaplağı neden yedim? Ulen hep beraber atmadık mı arabayı?
    - en azından jandarmayı çağırmaya gerek kalmadı... birazdan gelirler ... diyor Kaan'ın babası.

    Adam haklı, gerçekten çıkıp geliyor Jandarma. Onlar rapor falan tutarken Kaan mırıldanıyor.
    - Ulan kaza'da almadığımız hasarı babalarımız verdi be ... her tarafım çürük içinde a.q
    - aynen
    - haftaya sizin araba ile antreman yapalım mı?

    peder'in Doğan'a göz ucu ile bakıp sırıtıyorum
    - neden olmasın? kova ile di mi?
    - kova ile a.q
    : : :
  4. Kaan Yagizer
    ...acayip parasızım. Akşamları okul çıkışında pizza'cı da kaçak çalışıyorum ve -malzemecilik- yapıyorum. Önüme boş pizza hamuru geliyor, domates sosu serp, kaşar serp ... sonra adisyona göre malzeme yerleştir. iki parça sucuk pizza'nın üzerine, bir sucuk ağza ... iki tutam peynir pizza'ya, bir tutam ağıza hesabı gece saat 02.00'a kadar saatte 5 dolar'a çalışıyorum. Ortalığı temizleme, çöpü çıkarma, tıkanan tuvalate el atma da yan işlerim. Ama akşam yemeği beleşe geliyor. (kurdeşen döküyorum ... o ayrı)

    ...sonunda öğrenci işleri kağıt karmaşasının arasından çıkıp bana yarım gün çalışma izni veriyor ... heyooo be! Sonunda sıcak yemek yiyebileceğim.

    Çalışma belgemi alıp göçmen ofisine kendimi kaydettiriyorum ve cebimde sosyal güvenlik kartı ile iş aramaya başlıyorum.

    ...tataaaaa .... neredeyse anında iş buluyorum. Hyundai'nin lojistik merkezi iki blok ötede ve adamlar "Help Wanted" ilanı asmışlar. Hemen girip espri yapıyorum ...

    - Yardım etmeye geldim
    Sekreter kız bana b*k* bakar gibi bir bakış fırlatıp birilerini çağırıyor. O gelene kadar oturup bekliyorum ve de ustabaşı gelince biraz laflıyoruz.

    - İşi biliyor musun?
    - iş ne?
    - PDI (Teslimat öncesi hazırlık)
    - Biliyorum
    - gel, göstereyim ... (belli ki bana inanmadı ... ama harbiden biliyorum be!)

    O zamanlar Hyundai doğrudan ithal ediliyor, limana gelen araçlar lojistik merkezlerine taşınıyor ... burada iç sevk için hazırlanıp bayilere yollanıyor. Benim gittiğim yer de öyle bir nokta. Kocamaaaaaaan bir alan, beton zemin ... iki sundurma, bir prefabrik ofis binası ... o kadar.

    ...iş basit aslında. Önce gidip dispozisyon'dan araç anahtarı ve park bilgisini alıyorsun. (Kırmızı 27 gibi ...) kart basıyorsun ve aracı bulup sundurmaya çekiyorsun. Araç nakliye modunda, jant kapakları vs. bagajda zaten ... onları tak, paspasları ser, silecekleri tak, teybe (kaset devri) Hyundai'nin Wellcome kasedini tak, istasyonları ayarla son check list'e geç. Yağına, suyuna, akü gerilimine bak, aracı kontrol et.

    ... sonra arabayı otomatik yıkamaya götür, deterjan sık, zincire tak ... araba otomatik yıkamadan çıkınca kurula, teslimat hazır noktasına götür, kitle. PDI O.K etiketi yapıştır, anahtarları götür ... kart bas ... 11 dolar senin.

    Kafamda hesap yapıyorum ... günde 5 araba yapsam 55 dolar, 50 dolar günlük yaşam için bana yeter de artar bile ... üç öğün yemek yerim ki bu o dönem resmen lüks. Günde 7 arabaya çıksam ufaktan para biriktiririm be!

    Tulum giyiyorum, işe giriş evraklarımı hazırlıyorlar ... gidip ilk kartımı basıyor ve ilk aracıma girişiyorum.

    ...2.2'lik bir sedan bu ... deri koltuklu, sunroof'lu lüks bir banliyö aracı.

    Aynen girişiyor, bir yandan da saate bakıyorum. Bakalım günde kaç araba yapabileceğim. Atlamadan, işi şişirmeden tüm listeyi takip ediyor ve aracı yıkamaya çekiyorum. Bas deterjanı ... arabayı zincire tak ... makina Hyundai'yi çekerken öbür tarafa geçip kurulama bezi alıp beklemeye başlıyorum.

    ...sonra araba otomatik yıkamadan çıkıyor.

    Çıkıyor da .... araba bir garip ... ???

    Hani çok büyük bir yanlışlık vardır (mesela Pisa kulesi) ona baktığınızda beyin doğrudan algılamayı red eder ama durumun fecasi yanlış olduğunu hissedersiniz. Aynen benim durum bu ...

    kuZu'ya bakıyorum ... bakıyorum ... kafa basmıyor bir türlü, beyin durmuş.

    Kapıyı açmam ile -FOŞŞŞŞ- su boşalıyor dışarı, arabada belki bir ton sabunlu su var .... nasıl ya?
    ...haSSSSSS Sunroof'u açık bırakmışım.

    Off yaaa! Panik içinde ve inleyerek kendimi yere atıp elimle ayak havuzuna dolmuş suyu boşaltmaya çalışıyorum (toprağa kemik gömen köpek gibi) koltuğa elim değiyor, canım deri döşemenin dikişlerinden cof! diye su boşalıyor, ön göğüsten aşağı su akıyor ... LAN! Arabayı boğmuşum resmen.

    Sonra arkalardan bir yerden - HIAGHHH- diye bir ses geliyor ... dönüp bakıyorum bana işi gösteren ustabaşı prefabrik binadan çıkmış naralar atarak bana doğru koşuyor.
    ...ne yapmalı?

    TopuKKKK ... o dev park alanında tam bir tur atıyoruz. Ben önde -anam, anam- modunda kaçıyorum, ustabaşı ağzından köpükler saçarak arkamdan geliyor.

    ...ana kapının oraya geldiğinde sola sinyal patlatıp kendimi sokağa atıyor ve gaz kesmeden aynen Topuk! olayını sürdürüyorum.

    İzimi kaybettirince tulum çöp'ü boyluyor ... ve ben bi cigara içip kendime gelince iş aramaya başlıyorum. Takip eden gün Cadillac'ta iş buluyorum. Ustabaşı soruyor bana ...

    - İş tecrüben var mı?
    - Evet Hyundai'de PDI'cılık yaptım, mekanik tamirde de iyiyimdir. (...ne var? Yalan mı?)
    - Haa ... iyi o zaman. Sana saatte 18.30 veririm, uyar mı?
    - Taam

    ..anlayacağınız Hyundai'deki kariyerim kısa ama verimli bir şekilde sonlansa da o iş bana Cadillac'ın kapılarını açıyor...
  5. Kaan Yagizer
    ...malum Autoshow zamanı ... bir -fuar- katkısı da ben yapayım.

    Avrupa'da Autoshow'u yani main event/ana etkinliği Paris ile Frankfurt arasında dolaştırırlar. O sene etkinlik Paris'te ... İstanbul'dan göz etmiş bir ailenin işlettiği Golden Tulip'te kalırız hep. Napoleon'un meazr anıtının dibindeki bu apartmandan bozma sakin mekan bir çeşit olmaz ise olmazdır (bizim için) Sabah kahvaltıda ince belli bardaktan çay içer, beyaz peynir - zeytin ve reçel yer ... mekan sahipleri ile geyik çeviririz.

    Her zaman ki gibi gittik, fuar'ı gezdik ... Şanzelize'de Renault Showroom'a uğrayıp konsept otomobillere "aüww ... çook çirkinler" dedik, Hippopotamus'ta kaburga kemirdikten sonra hava alanı yolunu tuttuk.
    ...bavullar teslim edildi, biniş kartları alındı ... her şey yolunda.

    Elimi cebime attım ... üüü ... bi ton bozuk para kalış. X-ray'den geçeceğim (uçağa binerken) onları ceplerinden çıkar, doldur ... üff ... uzun iş. Gidip şunları harcayayım dedim kendi kendime.

    Hemen yakında bir mağaza var ... daldım içeri. Kızıma çukulata falan alırım diyorum ... sonra bir baktım ... aaa ... Jack'leri ikili şekilde paket etmişler. Üzerlerine ağ takmışlar ve 2xJack'i bir arada -tek- fiyatına veriyorlar. Yahu ben 7 numarayı pek severim bea...

    Aldım Jack'leri (bozukluklar ucu ucuna yetti, artan üç beş kuruşu da bağış kutusuna attım) attım poşete, geçtim X-Ray'den (o zamanlar uçağa sıvı sokuluyor) gidip bizimkilerin yanına oturdum.
    ...anons yapıldı.

    - THY'nin Paris - İstanbul uçağı bir saaat rötarlı?

    ...yanımızdaki körükte Lufthansa uçağı var, bizim bagajları Alman uçağına ... Almanların bagajları da bizim uçağa koymuşlar .... işi düzeltiyorlarmış ama pardon - pardon'muş.
    ...*i* kafalı fransızlar diye söylendik, galiba ayağım falan çarptı .. poşet tıngırdadı. Nasıl tıngırdamasın ki? İçinde 2XJack Daniels var.
    - Ne var o poşette?
    ...ehüe ... ne denir ki? İtiraf ettim tabi.
    - Jack
    - Numara 7'mi?
    - Evet
    - İyi ... kurun tezgahı abiler.
    Biri otomattan cips ve fıstık aldı, biri cebinden plastik bardak çıkardı ...

    ...şimdi bir durun ve düşünün.

    Kim havaalanında cebinde iç içe geçmiş 10 adet (yaklaşık) plastik bardak ile dolaşır ki? Yani bunun olma ihtimali nedir? Şu anda Mitsubishi Türkiye'nin Pazarlamasını yürüten arkadaşın cebinden çıkan bardaklar benim dimağımı kitledi dersem inanabilirsiniz.

    ...devam ededlim.

    Böylece biz hava alanı bekleme salonunda cips ve fıstık ile oda ısısında 2xJack Daniels'i içip bitirdik (yaklaşık 6-7 kişi) ... kafalar cilalandı. Sinirler gevşedi, rötar kimsenin umrunda değil.
    ...anons yapıldı, kalkıp uçağa geçtik...yerimize oturduk, kemerleri bağladık ... gazete dağıtıldı, günlerdir türk gazetesi okumamışım... aldım bir tane, standart anonslar vs. sonrası kısa bir taksi ile piste çıktık ... uçağımız yükselmeye başladı, gazetenin sayfasını çevirdim ve...

    G-Ü-M-M

    Gözlerimi bir açtım ... ilk fark ettiğim kollarımın ağrıdığı. Ağzım kurumuş, başım ağrıyor ama kollarım kopacak sanki. Baktım hala gazeteyi tutuyorum ... baktım uçak yerde ... baktım neredeyse kimse kalmamış (uçakta) ... baktım ... AaAaA? Ulan Yeşilköy'deyiz.
    ...yahu ben bütün yol boyunca uyudum mu?
    ...nasıl?

    Kollarım kopacak sanki ... gazete okur durumda kendimden geçmişim ve 3 saat kadar o pozisyonda kaldığım için kaslarım aşırı gerilmiş, kramp üzerine kramp giriyor. Zar - zor kalktım yerimden, çapraz'da oturan arkadaşa baktım...

    ...aAaAaAa ... ölmüş.
    Cesedi koltukların üzerinde sırt üstü yatıyor, üzerine lacivert THY battaniyesi sermişler ve garibimin bir eli battaniyenin altından çıkmış.
    - Hadi beee .... dedim, gittim yanına ... baktım ... ölmemiş, hatta ÖKÜZ gibi horluyor.

    Hostes geldi ...
    - Uyandıramadık bir türlü, yolcular şikayet ediyordu ... biz de biraz -ses- azalsın diye üzerini örttük ... demez mi?

    Kaldırdık arkadaşı, kalktı ama resmen kendinde değil. Uçaktan çıkıp tuvalete attık kendimizi ... yüzümüzü gözümüzü falan yıkadık biraz. Görece ferahladık ama hala kafa nal gibi...
    ...bavulları nasıl aldık? nasıl gümrükten geçtik? ... inanın hala doğru düzgün hatırlamıyorum.

    Olay ne peki?

    Biz deniz seviyesinde kafayı çektik, kan henüz alkole doyarken de uçakla düşük basınç alanına çıktık ya ... bizim Jack'ın etkisi ikiye, üçe katlanmış. Anlayacağınız 30,000feet'te alkol komasına girmişiz Yere inip 1 Atmosfer'e geri dönünce de -ayılmışız- ... tam bir rezillik yani.

    ...kollarım günlerce ağrıdı dersem inanın.

    Ulan gazete okur pozisyonda sızar mı adam? Vay Hayvan ben ... (bkn.yuh yani) kimbilir millet ne dalga geçmiştir bizimle.
  6. Kaan Yagizer
    Bodrum yat limanında oturmuş bir yandan diş fırçası ile enjektör temizliyorum bir yandan da gelen geçene bakıyorum. Artık kanıksamaya başladığım -boşan,boşa düş,yeniden düzen kur- havasındayım, kafamı dinlemek için okuldan arkadaşım Yunus'un teknesine atmışım kapağı. Yunus gel evde kal diyor ama tekne'de rahatım ...akşam oldu mu beyaz minderleri yere çekip üzerlerine havlu atıyor ve hoRRRRR ... yani keyif kEkA ...

    http://bodrumdive.com (yunus'un web sayfası ... dive boat seçeneğinde de teknenin resimleri var.)

    Kimi zaman dalmaya gidiyorum ben de, tek yıldız asistan eğitmen (açık deniz / padi) sertifikam var ama yıl boyu bütün gün bu işi yapan Yunus ve arkadaşları ile kondisyon adına yarışmam söz konusu bile değil. Yunus ve onun baş eğitmeni Gökhan ile zaman geçirmeyi ya da teknede falan tamir edilecek bir şeyler var ise (...bilen bilir, teknelerde tamirat işi asla sona ermez) tercih ediyorum.

    Akşamları genelde tekne mutfağında Gökhan'ın -türlü- olarak adlandırdığı ama bence -elinde olan her şeyi bir tencerede kaynat, salça ve tuz ekle, sonra da yumul- olan yemeği yiyiyor, minderleri başüstüne çekip yıldızların altında sessizce sohbet ediyoruz. Genelde uzaktan gelen müzik sesleri ve bodrum'un gecelerinin o anlaşılmaz karmaşası arka planda bize eşlik ediyor ama ne gam?

    Fört ile görüşmüşüm ... henüz orada işe başlamamış ama İ.K ile "yaz sonu gibi gelirim işte,kasmayın beni" şeklinde anlaşma sağlamışım ... yani endişe duymam gereken (o an itibarı ile) bir aile hayatım ya da kariyer endişem yok ... deyim yerinde ise şeyim şeyime denk (siz anladınız bunu...) takılıyorum.

    ..yaz sonu gibi giderim, uyar mı? ... demişim Yunus'a ... ona uyar tabi ... neden uymasın ki? Para falan almadan takılıyorum teknede, tencereye attığım kaşık ya da ince belli bardak'ta içtiği çay onu zorlmıyor ... buna karşı "dolu" mevsimde dümen tutacak, zincir atacak, motora bakım yapacak, sintineyi temizleyip onun eski MAN'ı çalışır durumda tutacak bir adamı var.

    ...yani Yunus'a uyar benim durum... bana da uyar ... low profile takılıyor ve kafamı dinliyorum. Sabah yüzümü yıkamak yerine denize atlıyor, karnım acıktığında teknenin mutfağına dalıyor ya da kordon'u geçip yolun karşısındaki market'e gidiyorum. Verilecek hesabım ve beklenecek aybaşım yok

    Yunus sakin ötesi bir adam ... Nirvana'ya ulaşmış, geri dönmüş ... şimdi ikinci tur'u yapıyor diye dalga geçiyor olsak da adamdan resmen -huzur- yayılıyor. Gökhan ise ateşli, neşeli ve -her şey hemen olsun- havasında bir laz uşağı. Bir de ben ... kafası kırık İstanbul çocuğu olunca bizim geyik katmerleniyor tabi.

    - Hava var, kaçakçı'ya gidelim ... diyor Yunus.

    Yaz ortası ama arada hava hala patladı mı patlıyor, Ege böyledir zaten ... PMS'li hatun gibi aniden manyağa bağlar, bir an bakarsınız size sırıtıyor, bir an sonrasında da kül tablasını kapmış kafanıza vurmakta.

    - Taam

    -Derin- (Yunus'un teknesinin eski adı) kaba suyu kese kese gidiyor, Kaçakçı tersanelerin kuzey - kuzeybatısında kısmen kapalı bir koy. (kara ada) Eski zamanda Yunanistan'dan gelen kaçakçılar bu koya'a girer ve Bodrum'dan gelen ufak teknelerin getirdiği tütün, incir vs. yükler sonra da bu malı Ege adalarının ahalisine üzerine kar koyarak ve vergi falan ödemeden satarmış. Koyun adı kaçakçı kalmış ama koy aynı zamanda gemi karinasına benziyor ... tekneyi fi tarihinde atılmış tonoz'a bağlayıp suya atladığınız zaman ilk fark edeceğiniz şey bu. Sanki koca bir gemi batmış ve siz onun karinası içinde yüzüyorsunuz.

    Dalgalar koy'u gemi gövdesi biçiminde oymuş ... yüksek cidarlar da rüzgar'ı kestiği için hava karayel'e çevirmediği sürece Kaçakçı süt-liman ... o gün götürülecek grup oryantasyon - sığ su dalışı yapacağı için (5m civarı) kaçakçı ideal ...

    Gökhan çok geçmeden suya atlıyor ve yavrularını arkasına takmış anaç ördek gibi koy'un dibine (bir anlamda hayali teknemizin burnuna) gidiyor, orada su bel hizasında ... millete maske kullanmayı, regülatörü ağızda tutmayı vs. gösterecek. Yunus sonradan suya girip insanların pek sevdiği su altı fotoğraflarını çekmek için kamerasını falan hazırlıyor ... bir kızcağız var teknede (ismini unuttum) o da miço ile birlikte karina'da -türlü- ve pilav pişiriyor.

    Ortam sakin yani ... ben de göbekten pamuk mu çıkarsam? Yoksa tembellik etmeyip zodiac'ın kıçındaki 10'luk Mercury'i mi söksem??? diye düşünüyorum.

    ..sonra birisi bağırıyor.

    Bağıran kocası suya giren Alaman hatun, köşkün damına çıkmış güneşleniyordu hatun ... ben de oturduğum yerden kalkıp onun işaret ettiği noktaya bakıyorum. Suda halka halka köpükler var hala ... sonra fark ediyorum ki o köpüklerin içinde biri yüzü koyun durumda batıyor.

    - Suya adam düştü...

    Gemiciliğin temel öğretilerindendir bu ... tekneden biri suya düştü diye geçiriyorum aklımdan ve elime geçen can yeleği ile birlikte atıyorum kendimi suya. Allahtan koy geniş değil, bir kaç kulaçta yanındayım elemanın ... su derin değil, belki 6-7 metre ... dalmamı engellemesin diye can yeleğini bırakıp makas yaparak dalıyor ve elemanı yakalıyorum.

    Yüzeye çıktığımız an Yunus geliyor, uyanık adam Zodiac'ı kapmış motoru çalıştırmadan (kapalı koyda, hele suda adam ve aşağıda dalgıç varken motor çalıştırılmaz) seyyar kürek ile iki suya basıp gelmiş. Onun yardımı ile salağa bağlamış elemanı Zodiac'a atıyoruz. Can yeleğini kapıp ben de çıkıyorum yanına. Yunus elemanı yan çevirmiş, su yuttumu ona falan bakıyor.

    - Bu bizim müşteri değil... diyorum Yunus'a ... sadece başını sallıyor.
    ...ee? Bu adam nereden geldi o zaman? Uçaktan mı düştü *****?

    Herifi milletin yardımı ile kıç küpeşteden tekneye alıyoruz. Adam perişan durumda, su istiyor ... veriyoruz. Kırık dökük türkçe, ingilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor.
    - Arkadaşları varmış sanırım
    - ne ulan bunlar kazazede mi?

    Yunus Zodiac'ı alıp koydan çıkıyor, biz de adamın karnını doyurup biraz daha sıvı takviyesi yapıyoruz. Yarım saat kadar sonra Yunus geliyor, yanında 3 kadar kadın ve 4-5 çocuk ... durum anlaşıldı ... bunlar adalara gitmeye çalışan kaçak göçmenler.

    Zodiac iki sefer daha yapıyor ve 15 kadar kadın - çocuk - adam derin'in kıç altına yığılıyor. Alayı perişan durumda, üç gece kadar önce insan kaçakçıları onları ada'ya bırakmış ... burası yunanistan, siz sabaha kadar takılın sonra da teslim olup siyasi sığınma isteyin demişler. Ulan kara adada ne su var, ne de korunak bir gölge ... bunlar da o insan geçmez - kuş uçmaz yerde sıkışıp kalmışlar.

    ...bildiğin vicdansızlık işte...

    Yunus sahil güvenliğe haber uçuruyor hemen ... sudan çıkan dalgıç grubunun da katılması ile teknede adım atacak yer kalmamış, sahil güvenlik gelene kadar kaçakçı'da kalıp yemek yiyiyor, çay keyfi yapıyor ve bekliyoruz. Iraklı kaçaklar yakalandıkları için üzgün (sonuçta kaçakçılara verdikleri para yandı,gitti) ama sağ kaldıkları için de mutlu. Biz şaşkınız, teknedeki turistler desen onlar paso resim falan çekiyor.
    ...döndüklerinde anlatacakları bir hikayeleri oldu işte, hem de beleşe.

    ...o ara öğreniyoruz ki sudan çıkardığımız eleman yardım arıyormuş, bizi koyun tepesinden görmüş ... aşağı inecek yol olmadığı için de kaldırıp suya atmış kendisini ... saLak adam, ya boynunu kırsaydı? Ama o kadar çaresiz kalmışlar işte ... mecburiyet adama neler neler yaptırmaz ki?

    Sahil Güvenlik sonunda gelip bot ile kaçakları devir aldığında hava'da ufaktan kapatmaya başlıyor...
    - Dönelim mi abi? Millete yarın bizdensiniz der, ek ücret ödemeden turu tekrar ettiririz ... bu da dükkandan olsun, napalım?
    - Taam diyor ve tonaz bağına gidiyorum.

    Yunus Man'ın marşına basıyor ve yaşlı kız anında çalışıyor. Kulak kabartıp onun düzgün rölantisini dinliyorum, tornistan konduğunda şanzımandan cızırtıda çıkmıyor artık ... işi düzgün yapmışım diye içimden geçirip avara ettiğim ıslak halatı roda'ya sarıyorum.

    ...adalet olmasa da hayat hala güzel be abijim :)))))
  7. Kaan Yagizer
    12 yaşına kadar Galata'da ikamet ettik, Galata dediğin Yüksekkaldırım'a iki sokak mesafe, doğal olarak bizim çocukların mekanı. Tarlabaşı'lı p*çl*r Zürafa'ya takılır, Dolapderelilerin mekanı zaten malum durumda, Tophaneli veletler dersen onlar -aşağı- karhane civarını mesken tutmuş ... yüksekkaldırım ve o dönemin anılan nam'ı ile "lüküs" karhane ise galata veletlerinden sorulur.

    ... yaşın ufak ise girişteki koca kapıyı tutan bekçi amca'nın kolunun altından geçmek öyle kolay iş değil, yol - iz bileceksin. Mesela kaşını gözünü oynatmadan elemanın gözünün içine bakıp...

    - Annemgil çağırtmış bea! ..diyebilmen lazım, lazım ki Bekçi seni avluya salsın....

    Kapıyı bir kere aştın mı seni içeride bambaşka bir dünya bekliyor. Girişin solunda vukuat çekmiş elemanları dövdükleri polis klübesi, hemen onun yanında emanetçi, onun karşı tarafında benim favori p*z*v*nk*m olan Şevki abi'nin işlettiği on numara. Onun az altında da büfe ve tuvalet.

    ...kapıda kimlik kontrolüne takılan veletler arkandan atar yapar, bekçi'ye...

    - Onu neden aldın da bizi almıyorsun ...der ve bekçi de onlara...

    - Onun durumu ayrı, o *r*sp* çocuğu diye cevap verirken ilk iş Şevki abi'nin mekana dalıyorum...

    Şevki abi, adı üzerinde ... ağır ve şevkli bir abi. Karhanede'ki bütün ağır abiler gibi o da Madam (Manukyan) için çalışıyor, bir anlamda emanetçi. Yanında katlara bakan abiler ... ki bunlar saat tutup işi ağırdan alanın kapısını yumruklar ve ...

    - İçine mi düştün bilader, hade ... hadee..

    ..diye bağırırlar, ya da vitrinciler ...ki bunlar kalabalık içinde kararsız kalmış elemanları ...geç anlaş! koçum, ya da s*kt*r git ... kapatma dükkanın önünü diye kışkışlardı ... çalışsa da mekanın tek ve de en baba abisi Şevki abi (doğal olarak) ...dik yokuşun altındaki yangın yerine Murat 131'ini çekişi, yumurta topuklu ayakkabıları ile dükkanına ağır adımlarla gidişi ve hemen her zaman sakin tavırları hala aklımda... Şevki abi. Ağır abi, karizma abi...

    Hesap kitap ondan sorulur, karhane'nin en ağır abilerinden biri olmanın getirdiği karizma gereği 7/24 Orhan Baba dinlerdi Şevki abi. Her gün okul çıkışı onun yanına gider, bahşiş toplamak ve ayak işi yapmak için ortalıkta mal mal dolaşan diğer Galata p*çl*rinin aksine onun görüş alanından pek çıkmazdım. Neden çıkayım ki? Adam resmen seni fırtınadan koruyan kadim ağaç gibi .. mağrur, güven veriyor insana.

    ...sermaye'ye tost'mu alınacak ... koş Kaan, Şevki abi'nin ayakkabılar boyacıda mı? Koş Kaan, kapıya taksitçi mi geldi? Koş Kaan ... akşam yemeğine, yani gececilerin ufaktan gelmesine kadar on numara'da takılır ... akşam da eve resmen cebim para dolu gelirdim.

    Sermaye bahşiş verir, p*z*v*nk bahşiş verir, kapıda ki bekçi kendi payını alır (ne de olsa gir - çık mevzuunda sorun yaratmıyordu ... bunun bir karşılığı olacak değil mi?) tatlıcı'ya yollanan para'nın üstü sende kalır, yemekçi'den taşınan pilav üstü karşılığı bahşiş cebe indirilir.

    Yüksekkaldırım o zamanlar acaip popüler, escort işi henüz icad olunmamış ... kaçak ve güvensiz randevuevlerine ya da dolapderede ki çingene karhanesine takılmayacaksan adres belli. Millet geliyor, karhane çalışanları kendi deyimleri ile "ağırlıklarını alıp" müşterileri iyice "silkeliyor" ve hemen herkes paraya para demiyor.

    Arada yamuk yapmak isteyenler de çıkıyor tabi. Ama mal sahibi yani Madam uyanık. Hemen herkesi bordrosuna almış, dönemin en baba abileri, mesela Beyoğlu tarafının belki de tek hakimi Kürt İdris'in dahi Madam'ın duvarlarının arkasında söz hakkı yok.

    ...kıllık mı yaptın? Arıza mı çıkardın? Hemen p*z*v*nk takımı seni paketliyor, polis'e teslim ediyor ... onlar da Allah ne verdiye sana ikram ediyor. İçeride emanet! taşımak madam tarafınca yasaklanmış, müşterilerin üzeri aranıyor ... çalışan ağır abiler de kapının karşısındaki hamam'a uğruyor ve bellerindeki emanetleri hamamcı abi'ye teslim ediyor ... akşam çıkarken de geri alıyor.

    ...hayat güzel be ... hem eğleniyorum, hem de o biçim para kazanıyorum. Babam durumu santim sallamıyor, Annem ise bozuk atıyor "Ağzını bozuyo o karılar" falan diyor ama ne gam? ...çok da tıNNN!

    Bir gün okul çıkışı gidiyorum ki tezgahta bir başka abi oturuyor.

    ...kim lan bu?

    Sermayelerden biri anlatıyor ...Şevki abi önceki akşam dostu ile kavga etmiş, olay büyümüş. Birileri daha dahil olmuş ...Dolmabahçe'de deşmişler Şevki abi'yi, o da çekmiş emaneti iki kişiyi indirmiş. Sonuç o hastanede, vurduğu abiler ise imam'ı görmeye gitmiş.

    Sermaye'ye soruyorum ... bu kim?

    - Aşağıdan geldi, Madam Şevki abi'nin yerine yollamış ... diyorlar.

    O gün yeni -abi- ile takılıyorum ma ıHHH! ...çocuk aklımla pek ısındığım Şevki abi'nin yerini tutmuyor. İki yıl'ı aşkın süre ile her gün gördüğüm abi'mi özlüyorum.

    ...ben gelmeyecem, bi başka ayakçı yollarım, olur mu? ...diyorum yeni abi'ye?

    Belli ki üzüntümü anlamış, cebime para koyuyor ...bir ihtiyacın olursa gel diyor. O da iyi bir abi ama ... Ohannes'e devrediyorum on numarayı. Artık yeni abiye o ayakçılık yapacak ...on yaşımın kışında "emekli" oluyorum karhane'den.

    ...bir kaç gün sonra haberi geliyor, vefat etmiş Şevki abi. Cenaze Paşakapı'dan kaldırılacakmış.

    Anama ısrar ediyorum ama götürmüyor beni helalleşmeye ... bir de bozuk atıyor "ne işin var elin p*z*v*nginin cenazesinde be!" diyor. Ulen senin p*z*v*nk dediğin adam bana yol yordam öğretti, abilik ... arkadaşlık yaptı demek istiyorum ama veledim daha ... resmen dilim tutuluyor.

    Gidip mum yakıyor, dua ediyorum Şevki abime, Allah Rahmet eylesin ... mekanı cennet olsun diyorum.

    ...artık gitmiyorum karhane'ye, gidesim yok. Okuldan eve, evden okula ... resmen hevesim kaçmış. Kimi zaman evimizin köşesindeki avizecinin vitrinine saatlerce bakıyor, öyle saksı gibi oturuyorum kaldırımda. Şevki abi'mi, kartuşlu teybinde orhan baba çalmasını, kurvaze takım elbiselerini, arada tek kaşını kaldırıp benim saçmalıklarımı sabırla dinlemesini hatırlıyorum.

    Mırıldanıyorum ... adamdın be abi! Ne özledim seni...
  8. Kaan Yagizer
    Noel zamanı, henüz ailem ile papaz olmamışız ... dolayısı ile o geleneksel aile toplaşmasına ben de katılıyorum. Toprağı bol olsun yengemgil henüz sağ, dolayısı ile ona önceden weiss salad (bir çeşit soğanlı - mayonezli patates salatası) siparişi vermişim. Dayımlara giderken aklımda birazdan sömüreceğim yanı "beyaz" hindi eti ve malzeme dolu weiss salad tabağı epey bir yer tutuyor.

    Arabayı park edip elimzide hediyeler ile dayımların eşiğini aşıyor, yükümüzü ağacın altına boşaltıp zencefilli kurabiyelere dalıyoruz. Benim hatuna bağlama çekiyorum ... "zenbeöğgrebenebuyundadifin" ... türkçe meal'i ... "sen de öğrensene bunun tarifini!" ...ağız tepeleme kurabiye dolu olunca ancak bu kadar konuşuluyor.

    ... aile geleneği, her Noel bir kişi veya aile dışarıdan davet edilir. Kör inanç diyebilirsiniz, ya da rızkı paylaşma olarak algılamak ta mümkün, işte o kadro'yu yeğenim Akut'tan bir çalışma arkadaşı ile doldurmuş ... eleman epey ünlü ama bir tarafı kalkmamış, el sıkışıyoruz ve ona ilk sözüm ...

    - Beklediğimden kısaymışsın yahu! ...oluyor. Aldığım cevap beni güldürüyor.
    - Ama her santimim irade ve kararlılık dolu!

    Çok geçmeden ev doluyor, kardeşim -solo- uçuşta, gene sevgilisinden ayrılmış, yanlız geliyor yemeğe. Annem ve Babam bir köşeye çekilmiş pıSpıS bir şeyler konuşuyor. Kuzenlerim Eggnog'a -alkol- takviyesi yapması için yengeme bağlama çekiyor ama o her zaman ki Alman disiplini ile emrediyor.
    - Olmaz öyle şey, içinde zaten yeterince alkol var. Ailenin dişi nüfusu ... mutfağa!

    Yengem ailenin kadın nüfusunu toparladığında kardeşime soruyorum ...
    - XYZ'yi niye getirmedin?
    Canı sıkkın, biraz surat yapıyor. Yeğenim alt yazı veriyor ...
    - Kız ne zaman evlenicez biz? ...demiş.
    Auuu!! Benim birader evlilikten çok korkar be...
    - Ee? Napıcan? ... diye üsteliyorum
    - Çin'e gidiyorum, patronla konuştum ... önümüzdeki hafta taşınacağım.

    Birader ülkenin en büyük kağıt toptancısında çalışıyor, firmanın yurt dışında fabrika ve depoları var. Demek Çin'e kaçıyor.
    - Yuh hayvan! Evlenmemek için Çin'e mi taşınıyorsun? ... karıdan bu kadar korkulur mu be?
    ...başlıyoruz bununla dalga geçmeye... bildiğin salak ya!

    Yeğenim sanki kendi günahsızmış gibi üst üste atıyor taşları...
    - Arabayı sota bir yere park ettin mi? Hatun bizde olduğunu anlarsa gelir basar evi ...
    - Ya seni orada da bulursa? O zaman napıcan? ...vs.vs

    ..."hadi masaya!" çağrısı kurtarıyor biraderi. Geçip yerimizi alıyor ve başlıyoruz tabakları elden ele dolaştırmaya. Masanın etrafına bakıyor ve sırıtıyorum. BM gibiyiz be!

    Benim tarafım durumu zaten malum! İkisi de Katoliklik'ten dönme Protestanlar ... Dayım Müslüman, Yengem ise koyu Katolik ... Yeğenim Katolik, onun karısı ise Evangelist. Kuzenlerimden biri bildiğin ateist, onun kocası ise Yahudi ... diğer kuzenim ve eşi de Hristiyanlar ... ama onların ki tel maşa ... neden derseniz ilk bebeklerini vaftiz ettirdiklerinde çocuğun nerede ise askerliği gelmişti. Kilise'ye o kadar sık gidiyorlar yani ...
    ...muhabbet muhabbeti açarken ünlü konuğumuz niçin sırtıttığımı soruyor, anlatıyorum.
    - Mantıklı .. diyor ... sonra da soruyor.
    ... ama kafama takılmıyor değil, bu karmaşada çocuklar hangi inanç sistemine yöneliyor?

    ...ona bizim "ailenin" çözümünü anlatıyorum.
    - Bak bin yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, bu dediğim de o kadar eski bir aile geleneği. Biz çocukların dinine, inancına karışmayız. Nasıl olsa aile o açıdan aşure gibi, her din ve her ırk'tan gelinler, damatlar, kuzen ve yeğenler, teyzeler ve amcalar var. Çocuk büyürken her çorbayabir kaşık atıyor ... büyüdüğünde de canı hangisini çekerse o porsiyonu tüketiyor.

    Başı ile arka tarafta Kuzenimin Grand Danua köpeği ile oynayan çocukları işaret ediyor...
    - Sen hristiyansın, karın ise müslüman
    - evet
    - kızın büyüdüğünde müslüman olursa bir şey demez misin?
    - haddime mi düşmüş?
    - ...harbiden mi?
    - evet

    ...sessizlik oluyor, belli ki bizim konuğun kafası karışmış. Sırıtmayı sürdürerek tıkınıyorum, ailemin bir millenium'da ulaştığı kafa frekansına konuğumuzun beş dakikada park etmesini beklemiyorum tabi ki...

    Bir gözüm kız'da, Victoria (Danua) uysal bir hayvan ama öküz kadar, istemeden çocuğun kafasını gözünü kırmasın hesabındayım. Diğer gözüm de ağacın altında, bana ne hediye aldılar acep? diye merak ediyorum ... bukalemun gibi takılıyorum ***

    Dışarıda hava soğuk, arada hafiften kar serpiştiriyor ama evin içi sıcacık, insanlar rahat ... ortamda diz boyu huzur var.
    ...seviyorum Noel arifesini be...
  9. Kaan Yagizer
    Fazlası ile velet olduğum ve Galata'da beraber koşturup azıttığım güruh'un etkisi ile telaffuzum bozulduğu gerekçesi ile Pazar okulu'na gitmeme karar verildiğinde 10-11 yaşında falanım. Olay ben sokakta "Muerté" diye bağırıp korsancılık oynarken kopmuş, tabi ben bunu uzun zaman sonra öğrendim ... o ayrı. Ailem genelde Sefayat'ların kullandığı Ladino " https://en.wikipedia.org/wiki/Judaeo-Spanish " diline doğru kaymaya başladığımı görünce müdahale etmek istemiş ... müdahale de Pazar okulu. (bkn. hay bin kunduz!) Ya ne işim var benim okulda? Zaten bütün kış okuldayım falan dediysem de ... nafile! 
    Pazar okulu dediğime bakmayın ... Pazar sabah, Çarşamba akşam ve Cuma akşam olmak üzere üç kere gidiliyor okula ,yani resmen kabus beee ... her bir kur en az 2,2.5 saat ediyor .. yani tam bi ızdırap. Ya yapmayın ya etmeyin ... ıhhh ... dediğim dedik.... yok arkadaş, yırtamıyorum. 
    Muerté be! Mille Muerté!! gidip bi fıçı Aqua de Lişiya (Çamaşır Suyu) içsem yeridir ... 
    ee? Dios Mio! ... Nereye gidicem?
    Cevap St.Maria!!! 
    Lan! Onlar Katolik be ... neden Alman Kilisesine takılmıyorum?  Neymiş efendim Alman Kilisesindeki reverant'a (vaiz) bizimkiler -ayar- oluyormuş ... eee? Siz reverant'a ayar oluyorsunuz diye ben neden Katolik kilisesine gidiyorum ki? Yok mu yakında bi Protestan kilisesi? ...yokmuş. Var mış ama uzakmış, ulaşım dert olurmuş. 
    ...ohh be! Millet evde fosur-fosur ederken ben kalkıp Pazar okulunda sürünücem ... adaletini s******m dünya!
    Ne kadar cırlasam da hemen o çarşamba aynen götürülüyorum, arada bacağıma kramp giriyor ... karnım ağrıyor ama annem kulağıma bir yapışıyor ki ... oy, oyyy.
    Biber gibi yanan ve Mr.Spock modeli kulağımla ( bkn.Über mutsuz ) St.Maria'ya adım atıyor, kulağımı annemden alan Rahibe ile birlikte sınıfa "tıpalanıyor" ve iki kocaman saat boyu monoton ses ile teslis ( Testis değil, iyi biliyorum çünkü testis/teslis dil sürmesi nedeni ile fena pataklanmıştım ) doktiririnini dinliyorum. Daha doğrusu bir süre sonra uykuya dalıyor ve ağzımın kenarından salya akıtarak resmen kendimden geçiyorum.
    ...ya hacı bunlar bozuyor beni bea!!!
    St.Maria Draperis ufacık ve bakımlı bir kilise, gene de mekan bana ağırlıklar bastırıyor ... daha eşikten geçip merdivenlerden avluya inerken ruhum daralıyor. Ya sev-mi-yo-rum kardeşim ... sevmiyorum işte.  ( bkn.sallayan yok )
    Rahip Paolo benim gibi kıçını başını oynatan veletlerin kafalarına patlatıyor şaplağı, Rahibeler desen ... onların bir tek döner-uçar tekme atmadıkları eksik ... yahu dayak arsızı olucam ya da beyin sarsıntısı geçirip çişimi tutamaz hale gelicem ... o derece yani.
    ...nefret ediyorum Pazar Okulundan. Mahallede piç takımı ile azmak varken neden günlerimi St.Maria'da geçiriyorum ki?
    Sonra beklediğim an geliyor ... Bakire Meryem ve Kutsal doğum geyiği açılıyor.
    - Ne yani? Onca yıllık evliliklerinde Yusuf bir gün bile Meryem'e elini sürmemiş mi?
    .......falan-filan
    - Hiç mi dokunmamış?
    .......falan-filan
    - Yani İsa Yusuf'un çocuğu değil ...
    .......falan-filan
    - Eee! 4 kardeş deniyor, diğer kardeşler kimden peki?
    .......falan-filan
    - Hepsi mi piç? Harbiden mi?
    İşte olay bu noktada kopuyor ... İsa'ya "piç" demesem belki medeni sınırlar içinde kalacağız ama piç söyleminin son "ç" harfini telaffuz ederken linç ediliyorum ... "!Cabrona" bu hijo de puta'ların elleri de harbiden ağır be kardeşim. Beni resmen E.T formuna sokana kadar hırpalayıp hademe ile eve gönderiyorlar. Bir de not yazılmış ... not anneme veriliyor ( benden arta kalanlar ile birlikte ) ve Pazar okulu serüvenim resmen sona eriyor.  Notta -terbiyesiz- ve -uyumsuz- olduğum için istenmediğim yazılmış, bu cono'lar ellerinden gelse beni afaroz edecek ... ne dedim ki? Yani bunca sinir neden?
    - Ne oldu be?  ..babam daralmış ( annem ona notu gösterince )
    - İsa piç mi diye sordum? O chinga du madré takımı da beni dövdü be!
    - Neden öyle dedin ki? Ayıp ama ...
    - Babası belli değilmiş ... ya ne diyecektim? Mariquita işte...  
    ...babam gülmesini zor engelliyor, annem hala gergin. Ben mi? Kızgınım abicim ... alt tarafı "piç" dedim ya, bu laf için el kadar çocuk pataklanır mı? Hayallerimde hızlıca büyümek ve St.Maria ruhani ekibini ağlatana kadar eskitmek var ( bkn.türk filmlerinden etkilenmek ) 
    - Gel sana anlatayım o mevzuyu, ama bir daha İsa'ya piç demek yok ... tamam mı?
    - !Si
    ...bi şaplak daha yiyiyorum kafamın arkasına. Annem hala kızgın ...
    - Türkçe konuş -mierda- diyor.
    Gülmeye başlıyoruz, annem önce kaşlarını çatıyor ... sonra o da bize katılıyor.
    - Galata'dan taşınmamız lazım, hepimizin dili bozuldu yahu ...
     
     
  10. Kaan Yagizer
    Serviste çalışıyoruz ... o zamanki patronum Melih Pekol (kulakları çınlasın, adam gibi adamdır) bizim bir tarafımızdan ter akıtıyor.
    Almanya'dan teknik servis bülteni gelmiş, 3"kasa araçlardaki M40 (4 silindir - benzinli) motorların triger gergilerini kontrol ediyoruz. Almanya "ortam ısısını göz önüne almadan triger ayarı yapmış olabiliriz, lütfen kontrol!!" diye not yollamış ... belli bir üretim aralığındaki 3"leri çağırıp jet hızı ile gergi paletlerini vs kontrol ediyoruz. İşi hem düzgün hem de hızlı yapmak zorundayız ... yani terliyorsak boşuna değil.
    Bu arada servisin geri kalanında doğal akış devam ediyor ...
    Sigara içmek için servisin yan kapısından dışarı çıktığımda gözüm hemen camın yanına kurulu yedek parça ön bankosuna takılıyor ... adamın biri elini -  kolunu sallayarak bir şeyler anlatıyor ... adam sinirli! Belli ki yolunda gitmeyen şeyler var, konuşulanları duyamıyor olsam da vücut dili ve yüz ifadeleri yeterince açıklayıcı. 
    ...demek ki müdahale lazım.
    Yeniden içeri girip bankoya yollanıyorum. Tahminim doğru, bizim ön bankoda çalışan yedek parçacı resmen iş istasyonunun arkasına gizlenmiş ... adam veriyor , veriştiriyor buna.
    ...olay dahil oluyorum.
    - Size nasıl yardım edebilirim?
    Adam dönüp yakamdaki kart'a bakıyor "Servis Delegesi" ...belli ki yetkiliyim.
    - Bu arkadaş (parmağı ile bizim parçacıyı işaret ediyor) benimle resmen dalga geçiyor!
    Bizim yedek parçacı bir şeyler söyleyecek ama elimi sallayıp onu susturuyorum, inatlaşmanın gereği yok ki.
    - Buyrun size çay - kahve ikram edeyim, sorunu bana anlatın ... ben yardımcı olmaya çalışayım.
    Elemana ve de kendime biraz kave söylüyorum ... adam biraz sakinleşsin diye bekliyor, soruyorum.
    - Size nasıl yardımcı olabilirim.
    - Bana parça lazım.
    - Veririz, sizden mi esirgeyeceğiz. Aracınızın şase numarasını alalım ... stokta varsa hemen teslim ederiz, yoksa da acil getiririz.
    Adam biraz daha rahatlıyor ...
    - Parça neydi?
    - Tavan
    - Tamam, buluruz ... geçmiş olsun bu arada. Sizde bir şey yok değil mi?
    Adamın canı hala sıkkın ...
    - Yok ... diyor, kısaca.
    Bana yazdırdığı şase numarasını alıp bankoya dönüyorum, eleman kave içerken parça stokta var mı? Hızlıca bakacağım...
    - Abi ... o araba Cabriolet ... adama bunu söylediğimde direkt arızaya geçti.
    - Harbiden mi?
    - Bak ...
    Bakıyorum ... bizim parçacı zaten şase numarasını alıp araç dökümünü açmış ... ulan! araba harbiden cabriolet be. Adamın yanına geri dönüyorum.
    - Biraz kafam karıştı ... siz Hard Top'mu istiyorsunuz? (bez tavanın üzerine takılan alüminyum koruyucu kaplama)
    - Yok ... tavan istiyorum
    - Tente mi yani?
    - Yok ... komple tavan.
    Dayanamıyorum ...
    - Ne oldu ki tavanınıza
    - Kaybettim...
    ..............................................dumur!
    Adam kave'sini içiyor, üsteliyorum.
    - Sorunu doğru anlama ve buna göre çare bulma adına üsteliyorum ... tavanınıza ne oldu?
    - Kaybettim işte...
    - Şunu bana tam anlatsanıza Allah aşkına....!
     
    Olay şu ... abi Almancı, TüV tarihi yaklaşmış bir 320i Cabriolet araç almış kendine. Manitayla birlikte tatile gelmişler ... Edirne'den geçmişler, hava güzel ... bizim eleman tavanı açayım demiş. Demiş ama BMW'de tavan öyle kolay açılmaz. Sağ ve sol güneşliklerin yanında iki küçük kolçak var, önce onları "açık" konuma getireceksin, sonra dikiz aynasının arkasında kocaman bir levye var, onu çekip aşağı indirecek ve çevirip kaldıracak, yani A sütunu üzerindeki kilitleri serbest bırakacaksın. Sonra da el freninin yanındaki tavan düğmesine basacaksın ki tente katlansın ve bagaja girsin.
     
    Adam'da aynen böyle yapmış ... ama ufak bir noktayı atlamış.
     
    Araç otobanda, sol şeritte ... eleman bunu yaparken 120 - 130 ile gidiyor ... 
     
    O tavan 30-35km/h de açılması için yapılmış, hadi de ki toleransı var ... 50km/h.  Bizim eleman 130 ile giderken tavan düğmesine basınca -BAM- etmiş önce, sonra arabanın ön tarafı savrulmuş ve kocaman bir GÜM ile tavan ... yani tente, makina, spiraller vs. kopup gitmiş.
     
    Hani savaş uçaklarında Jettison tahliye (roket koltuğu) vardır ya ... o hesap uçmuş, gitmiş tavan.
     
    Yani eleman "kaybettim" derken sallamıyormuş, harbiden kaybetmiş be!
    - Kopan tavan nerede?
    - Yolun sağına çektim ama arkadan gelen kamyon ezmiş onu, parça parça etmiş ... bir ton'da küfür yedim (kamyoncudan) doğrudan buraya geldim.
     
    Tente, tavan, spiraller, motor .... OoOoOoO ... deli para tutuyor, bizim parçacının hesabına şöyle bir baktım. Yahu o parçalar (zaten stokta yok) Alman plakalı 320iC'nin oradaki (Almanya) bedelinden fazla tutar. 
    ... Elemana bunu söyledim, adamın yüzü daha da düştü tabi.
    - Ama sizi çaresiz bırakmak olmaz ... gelin size bir branda verelim, arabayı park edip gittiğinizde brandayı çekersiniz üzerine. Almanya'ya döndüğünüzde de ya satarsınız arabayı, ya da hurdacından çıkma tavan bulursunuz.
     
    ... ne yapsın adamcağız? Kimseye kızamaz ki (kendisinden başka) tavandaki kilitlerin üzerinde kocaman etiket var ... "35km/h'den yüksek süratte açmayın" diye Sarı/Turuncu yazıyor kocaman (el kitabında da) ...aldı brandayı ... gitti.
     
    Yaa ... adam tavanını resmen "kaybetmiş" işte ... olmaz demeyin, oluyor  
  11. Kaan Yagizer
    ...istek üzerine ... devam.
     
    Borusan'dan ayrılmışım ve Ford ile görüşüyorum ... boş kalmayayım diye ajans ile konuştum (malum boş duranı Allah sevmez) dedim ki bana kısa bir iş ayarlasanıza. "Afrika'ya gidermisin?" dediler ... giderim tabi? Neden gitmeyeyim? Severim Afrika'yı (cidden) ...iş aslında basit. Araplar Sudanlılara 400 kadar 4x4 pickup satmış, bunları Bur Sudan'a gemi ile sevk ediyorlarmış. (Şimdiki adı ile Port Sudan) araçları karayolu ile Hartum'a getireceğiz, ardından da bir "kademe" kurup Sudan'lı mekanikerlere nasıl araç bakımı yapılır? O kuzu'lar nasıl yolda tutulur ... göstereceğiz.
     
    ...tamam dedim. Atladım uçağa, Kahire (Afrika'ya genelde hep Kahire üzerinden girerim) oradan da gene uçak ile Hartum.
     
    Gece Hilton'da kaldım (...evet orada da Hilton var, oldukça değişik bir otel ... ama o ayrı bir hikaye) sabah Genelkurmay başkanlığına gittim. Nil nehri kıyısında üç katlı, geniş bahçeli bir bina. Biraz beklettiler, sonra bir yarbay karşıladı ... sevkiyat işinden o sorumluymuş. Ne yaparız? Nasıl yaparız? konuştuk ... bir mühendis daha geliyormuş (İskoçyalı) o gelince hep beraber Bur Sudan'a geçelim, gemiyi orada bekleyelim dedik. Ben otele döndüm ... yapacak fazla bir şey yok. Bekliyorum işte.
     
    İkinci günün akşamı canım sıkılmaya başladı. Hartum'da da yapacak fazla bir şey yok. İçki satılan bir kaç yerden biri olan Hilton'un brında oturup kafa çekebilirsin, çarşı pazarda dolaşıp otele geri dönebilirsin ya da bahçeye çıkıp Nil'i seyredebilirsin ... ama o kadar.
     
    ...gittim resepsiyona, elemanlara dedim ki "Bana bir araba ayarlasanıza, piramitlere gitmek istiyorum" ...tamam dediler. Daha önce Sudan'a geldiğimde piramitlere gitmek için zaman bulamamıştım, madem bu defa mal mal oturuyorum,gidip piramitleri göreyim dedim.
     
    Sabah kalktım ... baktım arabam gelmiş, yanıma iki parça bir şey aldım ... atladım arabaya. Şoförlü kiralık arabamız bir beyaz 240 dizel ... bilen bilir, dikiş makinesi gibi sesi vardır 240 D'nin ... dardardarrrr diye dolaşırsınız Şoför üç beş kelime ingilizce biliyor, yolu biliyormusun diye sordum? Biliyormuş ... ne olur ne olmaz harita üzerinde rota'yı konuştuk, anlaştık ... yol yaklaşık 200km falan, bir şey değil diye düşünebilirsiniz ama Afrika'nın bazı kesimlerinde bu 1 - 1,5 günlük yolculuk demektir, tabi aracınız bozulmaz ya da başınıza b*ktan bir şey gelmezse.
     
    Neyse ... bindik kuzu'ya , başladık güneye dardardarrrr akmaya. Zaten çok geçmeden çöl yoluna girdik, manzara ipnotize edici, hava 50 derece falan. Yapacak en iyi şey cigara + bolca su içmek ve uyuklamak.
     
    su iç, uyan cigara iç ... su iç ... uyu ... uyan su iç ... ama nereye kadar?
     
    ...çişim geldi ya!
     
    Akşam üzeri olur, biz de Meroe'ye yaklaşırken manzara biraz değişmişti, artık yolun sağında solunda kimi zaman yanlız kalmış ağaçlar ve bolca da dikenli çalılıklar görüyordum. Kimi çalılıklara ya da yol kenarına dikilmiş değneklere falan bezler, çaputlar bağlanmış ... hani bizde "adak" yaparlar ya ... öyle bir şey diye düşündüm ... anlayacağınız fazlaca da sallamadım.
     
    Ama böbrekler alarm sinyali vermekte ... Dedim şuralarda bir yeri sulayayım (kendi kendime) hem rahatlarım, hem de ekolojik açıdan faydam olur. Şoföre "dur" dedim, durdu ... arabadan indim, yolun kenarına yürüdüm ve gene bez falan bağlanmış bir çalının arkasına yöneldim.
     
    Ana!
     
    Şoför attı kendini arabadan ... başladı tepinmeye ... ne oluyor be?????
     
    Aklıma ilk gelen tanrı humbabubumba'ya saygısızlık mı yapıyorum oldu ... yerel de olsa inanışlara saygısızlık yapmak istemediğim için durdum. Üzerine çaputlar bağlanmış çalının yanı başında, yoldan da 10 metre falan uzaktayım.
     
    - Ne var be? ...şoför heyecandan ingizlice'yi unutmuş ama tepiniyor + çığlıklar atıyor.
     
    ...kesin tabu'yu bozuyorum diye düşündüm ... çölde işeyecek yer mi yok? Gider yolun öbür tarafında hallederim işimi dedim, tam bir adım attım. Şoförün çığlıkları daha da yükseldi. Ne var be?!? Menepoza'mı girdin kör olasıca?
     
    Sonra ingilizce'yi hatırladı herif ... başladı eli ile yeri gösterip "mine, mine bumbum!" demeye. (Mine = Mayın)
     
    - Hassss!!!!!!!
     
    Sudan'da iç savaş sürmekte, demek ki birileri etrafa mayın döşemiş (büyük ihtimal ile hükümet) ve o bez parçaları falan (hani bizde tabela koyarlar ya) uyarı amacı ile asılıyormuş. (nasıl bir uyarı o be?)
     
    ...eee? Nasıl dönücem geri? Zemin beton gibi, ayak izlerim belli değil ki ... ya mayına basarsam?
     
    - Arabayı getir buraya! ... diye seslendim şoföre ... -olmaz- diye başını sallayıp geçti oturdu arabaya ... Lan! p*ç, getirsene arabayı! Yok abicim, herif sallamıyor.
     
    - Sen gel sırtına bineyim dedim :)...bu teklifimi zerre sallamadı.
     
    Hay muhterem validen!!! İş başa düştü ... Allahtan mayın neye benzer biliyorum, topuk patlatana, zıplayan betty'e ya da salak kara mayınına yabancı değilim. Hemen dört ayak üzerine indim (miyobum ya) önüme bakarak ve anten, basınç levhası vs. olabilecek ıvır zıvır (mesela küçük kaya parçası, duyarga saklayacak ot vs.) uzak durarak ve on metreyi yaklaşık yarım saatte alarak yola geri döndüm. (Bkn.yusuflamak)
     
    Arabaya bindim, korku ve sıcak nedeni ile ağzım kurumuş ... bir buçuk litrelik Nestle suyu içip başladım kazıtmaya, bir tane de şaplak patlattım ensesine. (dallama resmen bıraktı beni be...) öfke nöbetim geçene kadar tepinip bağırdım biraz daha ... sonra piramitleri görmeye gittik.
     
    ...yani teoride.
     
    Gece ortası Meroe'ye yaklaşık 20 km kala Sudan ordusu yolu kesti, ileride çatışma varmış. (Hay Bin Kunduz) daha ileri gidemezmişiz. Mecburen döndük geri, bir ara durduk ve yolun tam ortasına çişimizi yaptık ... hatta "daha az toz kalkar sayemizde..." diye espri patlattık ve sonraki gün öğleye doğru komple toza bulanmış, yorgun ve piramitleri görememiş olarak Hartum'a geri döndük. (hiç bir şey yaparak geçirilen 36 saat sonunda)
     
    İskoçyalı gelmişti ... profesyonel nezaket gereği (Afrika'da beraber yola çıkmadan önce oturup içki içmek beyaz adamın adetidir.) birer viski içtik, odaya çıkıp duş aldım ve yola çıktık. Yolda ona maceramızı anlattım ... ne dese beğenirsiniz?
     
    - Ben beş sene kadar önce gidip görmüştüm, abartılan bir nokta ... yarıya kadar kuma gömülü boktan taş parçaları işte
     
    ...arghhhh! (Şeytan diyor ki sık gırtlağını...)
     

  12. Kaan Yagizer
    İş yerinde oturuyorum, telefon çaldı… açtım.

    - Kaan bey sizi patron arıyor.
    - Bağla …
    - Kaan
    - Buyur patron
    - Yanıma gelsene …
    - Peki …
    - ….. dıttt, dıt, dıt,dıt.

    Kalktım yerimden, çıktım odasına. Patron yok. İndim aşağı, santrale sordum.

    - Patron nerede?
    - Dışarıdan aradı …

    …hımmm … peki. Cepten aradım, ulaşılamıyor. Nerde yahu bu adam? Evi aradım … yenge biliyordur diyorum kendi kendime. Hoşbeşten sonra sordum.

    - Patron nerede?
    - İki gün önce Amerika’ya gitti Kaan
    - Peki … kolay gelsin.

    ..ben çıkıyorum dedim millete. Eve gittim, el çantasına bir – iki şey koydum … pasaportu aldım yanıma, bir zaman yokum diyerek çıktım evden. Taksi ile iskele, vapur ile karşıya geçiş … taksi ile hava alanı.

    - İyi günler … bir bilet istiyorum.
    - Tabi … nereye?
    - Amerika’ya ilk uçuş ne zaman?
    - Hangi kente?
    - Fark etmez, mümkün ise doğu yakası … ama midwest veya kuzey’de olur.
    - Amerika’ya ilk uçak yarın sabah …
    - Peki o zaman bana Sciphol’a bilet verin, oradan zıplarım.
    - Vizeniz var mı?

    (vize gösterilir) bilet alınır ve KLM ile turist sınıfta Amsterdam’a uçulur. (3 saat bekleme + 3 Saat uçuş) Amsterdam’da gümrükten hızla geçilir ve bilet aranmaya başlanır. NW gişesi umut vericidir (Northwestern ve KLM iş ortağıdır)

    - İyi günler … bir bilet istiyorum
    - Tabi … nereye?
    - Amerika kıtasına , mümkün ise doğu yakası … ama midwest veya kuzey’de olur.
    - Tam olarak nereye?
    - Güney Carolina, olmazsa Kuzey … ya da Baton Rouge veya Miami … Boston’a kadar kuzeye çıkabilirsiniz ama NY olmasın. Maine bile olur ama NY’de zaman kaybetmek istemiyorum.
    - O’Hara?
    - Olur.


    (2 Saatlik bekleme sonrası 8 saatlik Chicago uçuşu) O’Hara’da uçaktan iniş, gümrükten geçiş … bir kullan at telefon satın alma ve şirketi geri arama. “Patron’a söyleyin ben Amerika’dayım … yerel numarasını size bıraksın”

    Yaklaşık yerini biliyorum … ama sadece yaklaşık!

    Yeniden NW’nin gişesine yanaşmaca.
    - İyi günler … bir bilet istiyorum
    - Tabi … nereye?
    - Güneye, Konfederasyon bölgesine (gişe memuru zenci olduğu için esprime gülmez)
    - Tam olarak nereye?
    - Spartanburg’a bilet var mı?


    Varmış …

    (3 saat bekleme +4 saat uçuş … spartanburg) Yerel hava alanından şirketi arıyorum.
    - Patron numarasını bıraktı mı?
    - Evet … numarayı verirler.
    - Charlotte’deymiş.
    - O.K


    Ana kapının yanındaki Thrifty’den Mid-Size Sedan kiralama (Opel çakması Caddy Cimarron) ve yola çıkmaca. Charlotte 75mil kadar uzakta. Telefon açılır ama patronun numarası cevap vermez, voice mail’e düşer.
    - Patron ben geldim, Charlotte’ye gidiyorum, lütfen beni bu numaradan ara (numara bırakılır)


    Kafam önüme düşerken Charlotte’ye varılır, kent girişindeki Best Western’e nakit ile girilir ve banyo dahi yapmadan sadece ayakkabılar atılarak uykuya dalınır.
    Saatler sonra uyanılır, telefonda –sarı- ışık yanıp sönmektedir. Sesli mesaj dinlenir … patron Houston’dadır. Kalkılır, duş yapılır … gömlek, çorap falan değiştirilir. Charlotte hava alanına gidilir (kentin diğer ucu) araba bırakılır, Houston’a bilet sorulur … vardır.

    (2 saat bekleme, 2,5 saat uçuş)

    Houston’da Hertz’ten SUV kiralanır (Chevrolet) ve patron aranır.
    - Sesin kesiliyor Kaan … ne Houston’da mısın? Ben Albuquerque’ye geçiyorum, sen de oraya gel.
    - Orada nerede kalacaksınız?
    - Havalimanı Ramada, sana da yer ayırtırım.
    - Eyvallah.


    Chevy’ye binilir ve SUV vitese takılır. Yaklaşık 900mil gidilecektir. Gidilir de … sabaha karşı Ramada’ya varılır, oda rezerve edilmiştir. Duş atılır, yatağa yığılmak ile kendinden geçme arasında 10 saniye falan zaman aralığı vardır.

    …birkaç saat sonra telefon çalar.
    - Hadi abi kalk, kahvaltı ediyoruz, yola çıkıcaz.
    - Peki


    Saate bakılır, üç saat önce yatağa devrilmişsinizdir … duş atılır, son temiz çamaşır ve çorap giyilir, kahvaltıya inilir. Patron yanında bir arkadaşı ile kahvesini içmektedir.
    - Hadi bir şeyler ye de gidelim.
    - Nereye gidiyoruz?
    - Chicago’ya uçup oradan araba kiralayacağız ve doğu kıyısı boyunca güneye inip depo’ya kadar milleti ziyaret edeceğiz ( Depo = Charlotte)


    (içinizden CİNAYET! Çığlıkları yükselir ama onun yerine ağzınıza bir üzümlü muffin atmak ile yetinirsiniz.)

    Albuquerque hava alanına gidilir, Chevy bırakılır. Uçağa binilir ve O’Hara’ya uçulur…(cinayet işlenmez, patrona surat bile yapılmaz)
  13. Kaan Yagizer
    ...geçmiş zaman Borusan'da (BMW) çalışıyorum. O zamanlar İstinye falan yok, Firuzköy/Avcılar merkez ... Satış Sonrası Müdürümüz (kulağı çınlasın, Melih Bey) yok, ben de -patron yok...sal gitsin- havasında yalandan bültenlere falan bakıyorum, aslında odamda cigara+kahve keyfi yapıyorum.

    Telefon çaldı ... zaten telefonların vaz geçemediği huyudur bu, gerekmeyen zamanlarda çalarlar. Arayan şimdilerde Borusan'ın Bodrum şubesinin müdürü Nuri abi.
    - Alo
    - Kaan az aşağı gelsene, dertli bi araba var.
    - Peki...

    Normalde sallamam, sonuçta servisteki araç benim işim değil (teknik olarak) ben diğer servislerden sorumluyum, yani Adana'da bir araba coFLarsa atlayıp oraya gidiyorum ama Firuzköy'de tonla usta (ciddi ustalar hem de) var. Neyse, indim aşağı ... servisin arka kısmında (..ki biz genelde orayı Motorrad -BMW Motorsiklet- ambalajlarını açmak için falan kullanırız) bir 7" kasa yatıyor.

    ...Nuri abi açıkladı
    - Arabada ses varmış, alet Bodur'ların (Çanakkale Seramik) Patron özel olarak ilgilensinler demiş ...
    ...cırlayacağım, hevesim kursağımda kaldı. Patron demiş sonuçta ... seve seve ilgilenicez.

    - Ne sesi varmış abi?
    - Gel sen de duy.

    Bindik arabaya, Borusan'ın arka parkında deniyoruz.
    ...normalde ses yok, hatta çıt bile yok ...ama aniden gazlayınca ... işte o zaman ses var. Nasıl bir ses bu? ...şöyle anlatayım. Arabanın içinde metal bacaklı bir örümcek dolaşıyor sanki ... yani bir tıkırtı var ama tıkırtı sabit değil, dolaşıyor.

    Ses dolaşır mı be?!? ...diyeceksiniz. Zaten olay o ... bin tane ses problemi ile karşılaştık, kimini çözdük ama ses yapan şey genelde -sabittir- böylece sesin nereden geldiğini bulabilirsin. Ama bu ses -göçmen- dolaşıyor körolasıca.

    - Tamam ... sokun atölyeye.
    Prosedür belli, torpido gözü, kapı cepleri falan boşaltılır ... koltuk altlarına bakılır, kriko gevşekmi? Kapı döşemeleri gevşek mi? Elektrikli koltukların altından kablo vs. sarkıyor mu bakılır... sonra gene denenir.

    ...denedik ... hayır ... aniden gazlayınca (sonradan fark ettik ki aniden fren yapınca da örümcek koşturmaya başlıyor) arabanın içinde o ses dolaşıyor.

    AlAlAlAlAlA?

    - Atölyeye geri giriyoruz, sökün abi.
    - Arabayı mı?
    - Evet

    Başladık sökmeye .... ve dinlemeye. Bagajı boşalttık denedik ... hayır
    Arka koltuğu söktük ...denedik ... hayır
    Arka koltuğun altındaki akü çerçevesini, kol dayamayı , pandizot altındaki cd değiştiriciyi söktük denedik ... hayır
    Ön koltukları söktük ... söktüğümüz koltukları kucaklayıp (altın beşik hesabı) salladık ... hayır
    Tavan kaplamasını söktük, kapı döşemelerini söktük, cam krikolarını söktük ... hayır
    Taban halısını söktük ... hayır
    Ön göğüsü söktük ... hayır
    Klima borularını ve kalorifer kazanını söktük ... hayır

    ...ulan kafayı yiyicez ... gece saat 03.00 olmuş, yarın devam ederiz dedik.

    Bir sonraki gün öyle yaptık ... benzin pompası kontrol edildi, depo kontrol edildi ... hayır
    Egzost'u söktük (tüm sistem) salladık ... hayır ... içinde tıkırdayan bir şey yok
    ...kafa durdu

    - Almanya'ya soralım ...dedik
    Açtık telefon, Almanya'da ki Mesiter'lere derdimizi anlattık. Nuri abi'nin Almanca 10 numara (Allahtan) adam bizi dinledi, dinledi...
    - Sökük araba ile teste çıkın, ani gaz ve freni deneyin ... ses taban sacından geliyor olabilir ... demez mi?

    pıFFFF ... iyi de biz arabayı söktük be abi!

    Manzara

    7" serisi bir araba (Long) şoför banyoda falan kullanılan (pembe) bir plastik taburede oturuyor. Bir kişi yerde sırt üstü yatıyor (şoförün arkasında) ve ayaklarını onun sırtına dayamış, böylece gaza bastığında şoför arkaya - yere düşmüyor. Aracın içinde ayrıca 3 kişi daha var, bunlar bir yerlere tutunmaya ve zemine kulağını dayayıp o örümceğin taban saçında dans edip etmediğini anlamaya çalışıyor.
    ...rezillik yahu

    Yarım saat kadar sonra bir arkadaş...
    - Buldum ... dedi
    - Nerede?
    Sağ marşbiyel kaplamasını işaret etti ...
    - O şey bunun içinde

    Marşbiyel mi?
    ...haSSSSSS

    ...emin olmak adına dinledik ... evet ... haklı

    Örümcek Marşbiyelin içinde. Gaza basıyorsun arkaya gidiyor, frene basıyorsun kinetik enerji nedeni ile öne geliyor .. piçe bak ya!
    ..bildiğin terörist işte.

    O sırada Melih bey gelmiş ... mevzuyu ona da anlattık, arabaya binip o da yattı yere ... sesi dinledi
    - Teşhis doğru, siz bi çay için ... bakalım ne yapacağız?

    Yarım saat sonra haber geldi
    - Kesin arabayı
    ... 7" kasayı mı kesicez?
    ... Harbiden mi?
    ... Yemin et?

    Aldık taş motorunu, -B- sütunu hizasından marşbiyel'i kestik ... kesiği yatay olarak büyütüp içeri teleskopik mıknatıs attık ve çok geçmeden ... tak!
    Mıknatıs teröristi yakaladı.

    Yaklaşık 5 kuruş boyutlarında bir -kof- kaynak parçasıydı suçlu.

    Resimler çekildi, rapor yazıldı ve Almanya'ya yollandı.
    ...bir kaç gün sonra cevap geldi.
    -Refund- yapın...

    Müşteriye yeni bir 7" sipariş edildi, araç bedeli Münih tarafınca karşılandı ve bizim kaportacılar da (kuşkusuz bize küfrederek) 7" kasayı topladı. O araç uzun süre şirkette -transfer- işinde kullanıldı ... hava limanından milleti götür - getir vs. sonra da satıldı gitti (kim bilir ona şu an kim biniyor?)

    Epey bir süre sonra BMW'den TSB geldi ... belli şase numaralarında kontrol istiyorlardı. (gaz ve fren ile ses dinleme)
    ...fabrika'da pres'e saç normalde el ile konuyormuş (besleme hattına) ve o elemanlar gene normalde eldiven takıyormuş ... ama ne olmuşsa birileri veya biri olay günü eldiven takmamış ve çıplak el ile saçları pres hattına taşımış. Elemanın elinde yağ benzeri bir şey varmış (kalıntı) ...günahını almayayım, belki de bir şey yedi o an. Sonuçta elemanın elindeki yağ saç'a bulaşmış ... tam o nokta kaynak robotunun punta attığı yer olmasa gene sorun olmayacakmış ama tesadüf ya ... işte tam o noktaya denk gelmiş.

    Sonuç? -Kof- kaynak, pres ve büküm ile marşbiyelin iç kısmına denk gelen kof kaynak parçası bir süre sonra kopup marşbiyel'in içine düşmüş ... sonrasını biliyorsunuz işte. Bebek gibi 7" kasayı p*ç ettik ... pıFFF
  14. Kaan Yagizer
    Ben Galata’da büyüdüm, ailem nesillerdir “Üzerine kulenin gölgesinin düşmediği” yerde oturmadı .. nesillerdir derken, cidden nesillerden bahsediyorum. Ya da tam olarak söylemek gerekirse +800 yıl önce İstanbul’a geldiklerinden beri…

    Büyük dedemin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesi bu gün Milano olarak bilinen şehir devlet’in sınırlarında yaşıyormuş. Fakir insanlarmış dedelerim (kısaca dedelerim diyorum … siz anlayın işte) o zamanlar lonca’lar ticaret’e hükmettiği ve bizimkilerde de lonca’ya katılacak para olmadığı için seyyar ayakkabı tamirciliği yaparlarmış.

    O çağlarda seyyar tamircilik zor zanaatmış … ayak bileklerine kadar gelen uzun deri önlükler giyer, çarşı – pazarda dolaşırlarmış.

    Biri ayakkabısını , çarık ya da çizmesini tamir ettirmek mi istiyor? Hemen yere çöker ve yanlarında dolaştırdıkları tabureyi (..ki bunun alt kısmında alet – edevatlarını taşırlarmış) yere koyar … Müşteriyi tabureye oturtup müşterinin ayaklarını da kucaklarına koyarlarmış.

    O zamanlar aile ismi olarak “cuir”i kullanırlarmış (kösele/ayakkabı derisi demek) … anlayacağınız durumları sokak köpeklerinden azıcık halliceymiş.

    Sonra bir şey olmuş. 1198’de tahta çıkan yeni Papa (…ki bu Papa kendine Innocentius = Masum ismini almış ..peHHH) Haçlı seferleri düzenlemeye karar vermiş. Tahta yeni çıktı ya, dosta – düşmana Hristiyan dünyasının efendisi kim? Batı’da raconu kim keser? Bunu göstermek istemiş (bildiğiniz i**e işte…) Kafirlerin (…Serazenler,yani Müslümanlar) elindeki kutsal toprakları (Kudüs ve çevresi) ele geçirmekmiş i**e papa’nın dileği.

    …tabi ki dilemek başka şey, dileğin gerçekleşmesi ise bambaşka!

    Hristiyan kralları Papa’ya pek yüz vermemiş. Hazineleri boşmuş, daha önceki seferlerin –kötü- sonuçları- hala hafızalardaymış ve de ismi –Masum- olsa da yeni Papa’nın fazla ateşli!! Olduğunu düşünüyorlarmış. Onu sallamamışlar!

    …ee? Papa ne yapacak? Adam Haçlı Seferi ilan etmiş bir kere, … “Ehue! Pardon! Pardon! … başka zaman yaparız artık!” diyip karizma’yı çizecek hali yok ki!

    Düşünmüş taşınmış ve sonra da çözümü bulmuş … demiş ki…

    - Sıradan halkı haçlı ordusuna katılmaya çağıracağız, haçlı ordusuna katılan herkese bir af belgesi vereceğiz ve sefer sırasında ölen herkese de cennet’e serbest giriş vaat edeceğiz.
    - Yerler mi?
    - Yerler …

    …yemişler de (bizim dedeler dahil)

    Endüljans denen belgeleri üretmişler … buna göre belgeyi taşıyan kişi Hristiyan topraklarını terk ettiği andan itibaren ne günah işlerse işlesin (hiçbir kısıtlama olmaksızın) peşin olarak affedilecek ve sefer sırasında ölür ise cennetten deniz manzaralı (tamam bu kısmını attım) arsa kapatacakmış.

    …beHHH

    Bizimkiler papazların anlattığı (Bkn.yalan pazarlama) yağ, bal ve süt ülkesine gidip taşıyabilecekleri kadar servet sahibi olmak için orduya katılmışlar. İsimlerini yazdırıp af belgelerini almışlar ve 1203 yılının sonunda ordu ile birlikte yola çıkmışlar.

    İki kardeş (içlerinden birisi bizim dede … ama hangisi? …onu bilmiyoruz) neredeyse silahsızmış, öyle filmlerdeki gibi zırh – kalkan falan yokmuş ellerinde. Birisi bildiğin odun taşıyormuş, diğerinde ise paslı bir satır varmış, o kadar.

    Odun ve satır ile Selahattin Eyyübi’nin ordusuna karşı sefere çıkmak hem de bunu yaya olarak yapmak … beHHH

    Ordu ilerlerken kentlerden ona katılım sağlanıyormuş. Her kent deli , dilenci, serseri ve hapishanelerde yatan başı bozuk takımını Haçlı Ordusuna teslim ediyor (Papa’lık emri gereği) az miktarda da askeri (mümkün olduğu kadar az) bu güruh’a katıyormuş.

    Ordu arada saçmalamış (balkanlarda slav asıllı insanlara saldırmışlar, kent ve köyleri yağmalamışlar) ve 1204 senesinde İstanbul’a … eski adı ile Konstantinopolis’e varmışlar.

    Dediklerine göre şehri ilk gördüklerinde hemen herkes yere kapanıp ağlamaya başlamış, şehir öyle güzel ve öylesine zenginmiş ki ordu’da bulunan hiç kimse daha önce o kadar güzel bir şehri ne görmüş, ne de hayal etmiş.

    Bizans’lılar ayrı mezhepten olsalar da bu yeni orduyu karşılamış, doyurmuş, tedavi etmiş. Haçlıların bi b*k yiyemeyeceklerini biliyor olsalar da doğu’ya doğru ilerlerken o yönden baskı yapan Serazen güçlerine hasar verirler, hepsi geberir gider ama en azından biz de birkaç yıl rahat ederiz diyorlarmış.

    Bilmedikleri şey ise Haçlıların “ganimet burada hacı, ne gerek var taa Kudüs’e kadar gitmeye” dedikleriymiş … gerçekten şehir fazlası ile iştah açıcıymış ve her şey olup bitene kadar Bizanslılar i**e papa’nın toparladığı it sürüsünün esas amacını anlamamış.

    Böylece Haçlılar Konstantinopolis’e saldırmış … önce başarılı olamamışlar, sonrasında da (kendilerinin bile pek inanamadığı şekilde) surları aşmışlar.

    Yağma ve katliam başlamış … çalabilecekleri her şeyi çalmış, gözlerine kestirdiklerini de katletmişler. Boğazlananlar arasında Bizans imparatoru ve ailesi de varmış … hemen bir konsül kurmuşlar, aralarından bir tanesini İmparator seçmişler ve de şehre yerleşmişler.
    Benim dede’de (daha doğrusu dedeler) savaştan sağ çıkmayı başarmış. Yağma işinde de başarılıymışlar. Ceneviz’li bir taciri boğazlayıp onun deri depolarına ve evine konmuşlar. Ortalık biraz sakinleşince de kent surlarının dışındaki Ceneviz kolonisine (bu günkü Galata) taşınmışlar ve orada deri ticaretine başlamışlar.

    İki kardeşten biri Galata’da mallara ve eve bakmak için kalırken diğer kardeş gemi ile (parayı buldu ya, iki dakikada g*t* kalkmış) ailenin geri kalanını getirmek için Milano’ya dönmüş ve gebermeden geri gelmeyi, gelirken de çocuk ve kadınları Konstantinopolis’e ulaştırmayı başarmış. (Anlayacağınız benim dedeler temelde serseri olsalar da becerikli serserilermiş)

    …işte o gündür bu gündür benim ailem Galata’da yaşamış. Bizanslılar 1260’lı yıllarda kenti Latinlerden geri alıp bu defa kentte kalan Latinleri boğazlarken de Galata’da kalıp manzarayı seyretmişler, onlardan sonra gelen ordular şehri kuşatırken de.

    Fatih’in gemileri karadan taşınırken Osmanlı’ya don yağı, temiz su … hatta urgan ve ip çekmek için deri parçaları sattıkları bile söylenir (…tabi işin bu kısmı rivayet)

    Anlayacağınız “maceracılık” bizim Büyük dedenin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesinden kalma … bir çeşit aile mirası...

    Meraklısına referanslar.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%B6rd%C3%BCnc%C3%BC_Ha%C3%A7l%C4%B1_Seferi
    http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Innocentius
    http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCljans
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Latin_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

    - aha! Af Belgesi Böyle Bir Şey İşte!-


  15. Kaan Yagizer
    - Kaan
    - ...buyrun benim?
    - Amnesty International'ı duydun mu?
    - Vitamin hapı'mı satıyorlar?
    - Yok be ... İnsanhakları örgütü bu...
    - Duymadım ... eee?
    GE'den enerji paketi almışlar, kurulması lazımmış.
    - Açık kontrat, 8k ... istermisin?
    ...düşündüm. Açık kontrat demek iş 15 dakika'da sürse, 15 gününüzü de alsa da aynı parayı kazanacaksınız anlamına geliyor... yani işi B*k edip teslimat süresini aşarsanız taksimetre size yazar.
    - İş nerde?
    - N'Djamena
    - Orası nerde be?
    - Gidince öğrenirsin...

    AirFrance / Taksim'e voucher yollamışlar, gidip mektubumu aldım. Fransız konsolosluğuna uğrayıp sarı defterimi (aşı karnesi) ve voucher'i gösterdim ... Çad'a teleks çekip cevabını beklediler ... ben de gidip Beyoğlunda oyalandım, akşam üzeri elçiliğe geri döndüğümde yazışmalar bitmişti.
    - İşte biletiniz, yarın yola çıkıyorsunuz ... Fransa üzerinden aktarma yapacaksınız. Bu teleksinizin kopyası (bir anlamda yetki belgem) , size Hotel Eurpoé'de yer ayırtmışlar, havaalanında karşılanacaksınız.

    Eve döndüm (vapurla) ufak bir çanta yaptım ... eczaneye uğrayıp pişik için pudra, dezenfektan ve malarya için ilaç aldım. Sırt çantama bir iki parça şey ... iki sabun, beş - altı çorap, bir şapka vs. attım.

    THY ile De Gaulle'ye uçtum, oradan Orly'e geçip AirFrance ile Çad'a yollandım.

    N'Djamena havaalanı Nazilli garajları gibidir (...gerçi Afrika'nın çoğunda öyledir) uçaktan inip kanat veya kuyruk gölgesine sığınır. Bavulunuz indirilsin (aslında lönk diye aşağı atarlar) diye bekler, sonra eşyanızı alıp bi cigara yakar ve terminal'e yürürsünüz.

    ...gümrük görevlisi klasik "iş için mi geldiniz? yoksa tatil mi?" diye falan sormadı bile (kim oraya tatil için gelirdi ki?) pasaportumu aldı, boş bir sayfa bulup ... çTONK! Terminal kalabalık, gelen - giden çok ama sadece bir iki tane Mzungu var etrafta (kabaca çeviri : Beyaz adam ... biraz daha özenli çeviri .. emelsiz/hedefsiz gezgin) sırt çantamı alıp kalabalığı yararak attım kendimi terminal'den dışarı.

    Taksiler falan var ama ben ne aradığımı biliyorum ... çok geçmeden onları buldum. Çöl kamuflajlı uzun land'ı gölgeye çekmiş ikisi arabanın içinde uyuklayan, üçüncüsü elindeki beyaz kağıt parçasını sallayan askerlere doğru yürüdüm.
    - Hotel Europé?
    - Oui, Oui ... dedi asker.
    ...eywallah çekip land'ın kasasına tırmandım ve sabit ayağa monte edilmiş MAG'ın altına oturdum. Çok geçmeden bir Mzungu daha geldi, asker elindeki kağıdı katlayıp cebine koydu ... land çalıştı, güneş gözlüğünü takıp şapka'yı kafama geçirdim ve -yallah- yola çıktık.

    Diğer Mzungu Hollanda'lıymış, o da Amnesty için gelmiş, su arıtma sistemi kuracakmış...
    - Ben enerji paketi kuracağım, sanırım onunla da su dağıyacaklar ... sen de o suyu temizleyeceksin, mantıklı ...

    Enerji Paketi denen şey aslında şu. Bir (kısa) konteyner tabanı alıp buna 500Kva'lık jeneratör koyuyorsunuz. Sonra elektrik panosu, hava filtresi, yakıt tankı, egzostlar vs.vs. geri kalan her şeyi o konteyner sınırları içine sığdırmaya çalışıyorsunuz. İşiniz bittiğinde konteyner'in duvarlarını geri takıyor, sağlam şekilde kaynaklıyor ve gitmeye hazır hale getiriyorsunuz.

    ...yani böyle bir şey den bahsediyoruz.



    Bunlar C130 tipi orta gövdeli nakliye uçaklarına sığıyor (zaten o amaç ile yapılmışlar) ve hemen her yerde de çalışıyorlar. Anlayacağınız ben enerji paketini taşıyacak, kuracak, çalıştıracak ve teslim edeceğim ki ... diğerleri de benden sonra işlerini yapsın.
    ...sorumluluk büyük ...

    Land'ın arkasından görebildiğim kadarı ile N'Djamena pek büyük bir şehir değil, zaten başka da kayda değer şehir yok etrafta. Dandini binalar, kirli ve tozlu sokaklar. Kıtanın genelini sarmış olan o başa çıkması zor "fakirliğe/yokluğa alışma" hali Çad'da da geçerli. Afrikalı'ların en büyük derdi de o zaten. Millet bir şey yapmak istiyor ama işe girişmek için adamın yüreğinde olması gereken kıvılcım orada değil. -Yeter- noktasına kadar çalışıp sonra bırakıyorlar çalışmayı ...anlayacağınız yarın'ı da yarın düşünürüm hastalığına yakalanmışlar.

    Legion Etrangé (Yabancılar Lejyonu) askerleri ile muhabbet ediyoruz ... yanımda MAG'da dikilen Alman'mış, Türk olduğumu duyunca başladı bana türkçe "Naber Komşu?" çekmeye. Öndekiler ise İspanyol ... ben de onlara sardırıyorum "Vive la mort" çekiyorum arkada. (Vive La Mort, Vive La Guerre, Vive Le Sacre Merchanerié ... Yaşasın Ölüm, Yaşasın Savaş, Yaşasın Lanetli Paralı Askerler diye çevrilebilir.) dedikodu da yapıyoruz. Güney fena değilmiş, başkent eh işte idare edermiş ama kuzey b*kt*nmış ... çöl ve savaş varmış o tarafta. 16" paralel civarındaki hattın (Libya - Çad) sorunlu olduğunu ve orada 7/24 ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğünü bildiğimden soruyorum.
    - Siz de karışıyor musunuz çatışmalara?
    - Resmi olarak burada bile değiliz ki ... yani cevap "evet" karışıyorlarmış.

    --- devam edecek---
  16. Kaan Yagizer
    Gene kızışmış ortalık, millet açlıktan ölmesin bari diyerek bir karar çıkartılmış ve Birleşmiş Milletler üye ülkelerden Lübnan’a gıda yardımında bulunmalarını istemiş. Deniz Nakliyat’ta staj yapıyorum, 2000’de özelleştirilmiş olsa da o zamanlar Deniz Nakliyat Milli taşımacılık şirketimiz ve doğal olarak Türkiye’nin Lübnan’a bağışladığı darı onunla taşınıyor.

    Çalıştığım General Doğan 1970’li yıllarda Polonya’da yapılmış, ortadan davlumbazlı 12,500Gt’luk bir gemi … hafiften gözü toprağa bakıyor olsa da damarlarında Akdeniz’de sefer atacak kadar can kalmış (hala) ama o gemi ile Cibraltar’dan çıkacaksan önce vasiyetini vermen lazım … o derece yani.

    http://www.tcl.com.tr/tr/ResimGoster.asp?filo/foto/jpg_big/b_generalzdogan.jpg

    Mersin silo’dan doldurduk darı’yı … bütün gemi yeni pudralanmış bebek kıçı gibi, darı tozu her yere sinmiş, acayip de kaygan. Sanırsınız ki güverte kış olimpiyatlarına hazırlanmış, yanlış adım atan kafa üstü çakılıyor. Yaşam mahallini falan temizlemiş olsak da özellikle merdivenlerde ve üst güvertelerde dikkatli olmak lazım.

    Lübnan garip bir arada kalmışlık yaşıyor … sırtını Suriye’ye dayamış, güneyde de İsrail var. Beyrut deseniz daha da vahim durumda.
    Ağzı kuzey batı’ya dönük bir hilal canlandırın gözünüzde … hilal’in kuzey ucunda Şii Emel, Baas ve benzeri Suriye destekli militan gruplar var … hemen onların arkasında da Suriye ordusu. Liman kısmı BM kontrolünde (İtalya+Fransa) , kentin sırtını dayadığı dağlarda ise Dürzi’ler mevzilenmiş durumda. Bitti sanıyorsunuz ama hayır, bitmedi. Hilalin batı ucunda Sünni milisler ve Filistinliler var ve Hilalin doğu kısmında da Falanj (Hristiyan Falanj) ve onların arkasında da İsrail ordusu.

    Teknik olarak bu güçlerin tümü birbirleri ile savaş halinde … yani Filistinliler hem Dürzi’ler ile savaşıyor hem de Falanj, İsrailliler, Emel ve Suriyeliler ile … diğerleri için de aynı şey söz konusu. Bir çeşit gang bang, orgy durumu söz konusu (Bkn.bahçıvan,aşçıya, aşçı. Şoföre … şoför de artık kime denk getirirse hesabı)

    BM’in baskısı ve açlık nedeni ile bir çeşit De Facto barış söz konusu, gün ışığı varken kimse (çok mecbur kalmaz ise) diğerlerine ateş etmiyor. Deyim yerinde ise birbirlerini görmezden geliyorlar.


    Bizim iş ise şu şekilde ilerliyor.
    Gün doğarken limana girip …ki bu kolay bir iş değil çünkü tam limanın ağzında yarı batık bir İsrail hücumbotu var, ambar kapaklarını açıyor ve sifon tabir edilen (dev elektrik süpürgesi gibi bir şey gözünüzde canlansın) hat ile gelen kamyonlara darı veriyoruz. Herkesin ağzı, gözü kapalı … nefes almayı zorlaştıran pis darı tozu her yere uçuşuyor.

    Akşamüzeri, mesela 15,00 gibi işe ara verip palamar çözüyor ve 10 mil açığa, alarga’ya çıkıp demirliyoruz. Gemide 20,000 ton civarı darı var … bir kamyon en fazla 25 ton falan alıyor, sifon ile kamyon doldurmak ise yaklaşık yarım saat sürüyor. Anlayacağınız o kadar kolay veya verimli bir iş değil bizimkisi. Liman tesisleri bombardıman sırasında harap olduğu için başka çare de yok ne yazık ki.

    Falanj kamyonunu dolduruyoruz, onların arkasında bekleyen Filistinliler sabır gösterip onlardan sonra darı alacak olan Emel milisleri ile futbol oynuyor … garip ve grotesk bir durum söz konusu. Sanki akşamları birbirlerini öldürmeye çalışan insanlar bunlar değil miş gibi davranıyorlar.

    Alarga’ya çıkınca genelde kıç üzerine masa kuruyoruz. Balık tutmuşsak ne ala, tutamamışsak artık buzhanede ne varsa onunla yapılan yemek çıkıyor ortaya.

    Yemek bitince ortalığı el birliği ile toparlıyor, sonra da oturup çay – kahve içiyoruz. Saat 20,00 gibi ilk karanfiller açılıyor Beyrut tepelerinde … biz neresinden baksanız 20 kilometre uzakta olduğumuzdan Dürzilerin ateşlediği Katyuşa roketlerini Beyrut’un karanlık profilinde yapraklarını açan ateş kırmızı karanfiller gibi görüyoruz.

    Sonra roketlerin düşme/patlama sesleri geliyor … uzaktan – pes ve boğuk “bom-bom” … Dürzi’lerin akşam solo’su aynı zamanda müziğin başlangıcı gibi bir şey. Herkes başlıyor birbirine ateş etmeye, seri atışlı izli mermileri kırmızı/turuncu ışık şeritleri şeklinde görüyoruz, obüsleri ise beyaz/gri şimşekler.

    Telsizci (işi gereği) dinlemede … saat 21,30/22,00 gibi dahili haberleşme’den bizi uyarıyor.

    - Gece kuşu geliyor

    Gece kuşu denen uçak gemisinden kalkan Intruder uçağı. 6.filo kuzeyimizde açık denizde yatıyor ve çatışma fazla şiddetlendiğinde ya da limandaki BM askerleri hedef alınmaya başladığında hedef tespit etmek için üzerimizden geçip Beyrut’a doğru uçuyor.

    Çok geçmeden ikinci anonsu duyuyoruz.

    - Şişman kadın şarkı söyleyecek

    Şişman kadın ise Amerikan New Jersey zırhlısı. 6.filonun topçu gücünü temsil ediyor ve onların deyimi ile VW ağırlığında + Cadillac fiyatındaki ağır patlayıcı yüklü mermilerini az önce geçen Intruder’in tespit ettiği hedeflere yolluyor.

    New Jersey’in borda ateşi üzerimizden geçerken tren gibi ses çıkarıyor. Hiç üzerinden tren geçerken bir köprünün altında ya da yakınında bulundunuz mu? Ses bire bir aynı … takataka-tak, takataka-tak diye geçiyor mermiler.

    Sonra küçük yıldırımlar çakıyor dağda, kıyıda … artık Intruder nereyi işaret etmiş ise orada. Çok geçmeden de deniz topçusunun ateşlediği mermilerin sesi geliyor … boğuk bummm-bummmm’lar bunlar.

    Şişman kadının söylediği şarkı o geceki çatışmanın sona erdiğini gösteriyor. 03,00 gibi “genel alesta” çekileceği için, yani herkes uyandırılacağı için yataklarımıza çekiliyoruz. Artık tek duyulan kıyıdan gelen siren sesleri … o kadar.

    Sabah motorlar devreye alınıyor, demir çekiliyor ve Beyrut limanına gidiliyor. Toz için hazırlık yapıyor, ağzımızı – burnumuzu kapatıyor ve ambar kapaklarını açıp gelen Dürzi kamyonuna darı dökmeye başlıyoruz. Kentin içinde bir yerler hala yanıyor, gece birileri BM mevzilerini havan ile vurmuş … askerler delik deşik edilen su tanklarını onarmakta onlara yardım eder miyiz diye sormaya gelmiş … Beyrut’ta sıradan bir gün daha.
  17. Kaan Yagizer
    Sub-Sahara (kabaca: Sahra Altı) gavurlar! Sahra çölünün güneyindeki "araplaşmamış" Afrika'ya böyle diyor. Aslında bu terim genelde Kuzey-batı bölgesi, yani Nijerya - Nijer - Burkina Faso - Gana - Togo - Moritanya vs. için de kullanılıyor. Anlayacağınız Afrika'nın genelinde görülen karmaşa terminolojide de yerini almış.



    Vize'mi almışım (sanki oralarda kalmak istermişim gibi bir de vize uygulaması koymazlar mı? ....komiksiniz be!) ...üstüne benim gariban -sarı- defteri de mühürletmişim. Sarı defter ottan - b*kt*n yerlere gidiyorsanız yanınızda olmazsa olmaz bulunmalı. Ateşli Humma, Dizanteri , Uyku Hastalığı, Malarya, Tifo , Kolera vs.vs. özellikle Batı Afrika/Sub-Sahara bölgesi bu hastalıkların kol-kola girip sınır tanımadan halay çektikleri bir coğrafya. (bkn...tey-tey-tey çeken virüsler)



    THY ile Akra'ya (Accra) uçacağız, orada bir gün mola ... ardından kuzey/kuzey batı'ya topuk. Bize Akra'da katılcak olan arkadaş ile birlikte Abidjan'a uğrayacak (Fildişi Sahili) ve Abidjan'dan sonra da gene kuzey'e Monrovia'ya yöneleceğiz. Akra'dan Abidjan 500km falan, oradan da Monrovia 1,000km kadar çekiyor. Dönüşte Abidjan'da aracı bırakacağız, THY Akra'dan kalkıp önce Abidjan'a uğruyor, sonra da İstanbul'a uçuyor ... haybeden 500km daha yapmaya gerek yok.

    ...öyle de yaptık. Uçuş millerini kullanarak bizim -ezik- biletleri upgrade ettirdik, pilotun az gerisine kurulup koca k*çl*rımızı deri koltuklara serdik ve İstanbul'dan Akra'ya efendi gibi uçtuk. Premium yolcusu olduğumuz için gümrükten hızlıca geçip kendimizi dışarı, havalanının köhne binasının kapısında bizi bekleyen arkadaşın yanına hemencecik attık.

    ..hoş beş, bavul yerleştirme vs. sonrasında laguna'ya geçip (Akra'da bir bölge) DNR'da masa kurduk ... DNR her ne kadar ismi -kitapçı- gibi olsa da aslında bir Türk restorant'ı ... günde 20 saat, haftada 7 gün açık ve sub-sahara'da iş yapan her türk o mekanı bilir. O derece yani. Evden uzakta ev yemekleri + beleş wifi ... DNR bilinmez mi?

    Ne yaparız? Nasıl yaparız? falan diyoruz ... bir yerli şoför ve Akra'da ki bağlantımız ile birlikte tek araç ile çıkmaya karar veriyoruz.

    Abidjan'da iki kamyon ile buluşacağız, gemi ile Fildişi Sahiline gelen mallar ile birlikte Liberia'ya gidilecek. Gece'yi Akra'daki kanka'nın evinde geçirip sabah erkenden L.Cruiser'e doluşuyoruz ve çok geçmeden Akra arkamızda kalıyor.

    Aracı Philip (yerel bağlantı) kullanıyor, muhabbet edecek çok fazla bir şey de olmadığı için burnumu cama dayıyor o bildik (...ve sevdiğim) Afrika'yı seyretmeye başlıyorum. Kabile renklerine bürünmüş kadınlar yol kenarında meyve, sigara, masa örtüsü, duvar saati ve tütsülenmiş bir şey eti satıyorlar ... her kavşak seyyar satıcılar ile dolu. Biz de biraz muz alıyoruz ama fazla yemiyorum, yeşil muz'a abanırsan motor conta yakar ... tecrübe ile sabit.

    ...en iyisi şişe suyu + cigara. Öyle devam ediyorum.

    2,500km yol normal koşullarda hiç br şey değil, kassanız bir günde yaparsınız (Türkiye'de) ama mekan Afrika olunca konu değişiyor ... o coğrafyada 2,500km bir hafta'da demek olabilir, bir ömür de.

    Gana sınırında pasaport kontrolüne fazla takılmadan geçiyoruz, pasaportların içine konan 10USD yol barikatının kolayca kalkmasını sağlıyor, çıkış damgası alıp geçiyoruz. Fildişi tarafında da transit vizesi ve damgası alıyoruz, bu defa 50USD buharlaşıyor ve o buhar pasaportlarımıza vize+damga olarak geri dönüyor.

    ...yeniden seyyar satıcılar, trafik ve bozuk yollar. Telefonda arkadaşlar ile konuşuyoruz, konteynerleri yüklemişler ... bizi bekliyorlarmış. İyi diyoruz, akşama orada oluruz. Kötü yol kalitesi, Afrikalı şoförlerin berbat direksiyon kontrolü ve sıfır aydınlatma nedeni ile kara kıta'da özellikle geceleri yolculuk yapmak akıl karı değil, ama biraz abanıyor ve hava karardığında Abidjan'a ulaşmış oluyoruz.
    - İyi geldik be... diye birbirimizi tebrik ediyoruz.

    Ibis'te konaklayıp (evet orada da Ibis var) sabah TIR'lar ile buluşuyoruz. Cruiser önde, epey yaşlı ama hala faal durumdaki TIR'lar arkada yola çıkıyoruz. Kuzey batı'ya doğru gittikçe yol kalitesi kötü'den berbat'a doğru yöneliyor ve kimi zaman ortalıkta yol falan da kalmıyor. Allahtan Philip bu rota'yı bir kaç kere kat etmiş, ileride gene yol başlıyor diyor ... nerede? diye soruyoruz ... eli ile ileriyi işaret ediyor.
    - İleride işte ...

    Fildişi kısmen güvenli, Liberia'da ise bitmek bilmez iç savaşlar arasında arada sırada yaşanan o aldatıcı sükunet durumu var ... ama Afrika'da sınırlar görecelidir ... hele ki kabileniz veya geçim kaynaklarınız sınır tarafınca bölünmüşse.

    Haritalar çizilirken kabileler, etnik ve/veya dini yönelimler göz ardı edilerek dümdüz çizgiler çekilmiş. Kabile bir tarafta kalmış, otlaklar ve su ise karşı tarafta (ya da tam tersi) veya bir etnik grup kendini A ülkesinde çoğunluk, B ülkesinde de azınlık olarak bulmuş ... hala süren onca yerel ve iç savaşın en önemli nedenlerinden birisi bu işte ... berbat çizilmiş sınırlar (en azından ilk 5'e girer)

    Doğal olarak Liberia sınırına doğru ilerlerken hafiften geriliyoruz. Sınırın öbür tarafında gene b*kl*k başladıysa öğrenmek istiyoruz ama bunun pek verimli bir yolu da yok. Gidince göreceğiz işte...

    Liberia sınırında bizi kötü haber bekliyor. Sınır görevlileri kaçmış ... Fildişi tarafında araçları park edip askerler ile konuşuyoruz ... bir gün önce silah sesleri gelmiş, sonra bakmışlar ki sınırın Liberia tarafında asker/gümrükçü kalmamış.
    ...durum biraz netleşene kadar bekleme kararı alıyoruz. Araçları fildişi ordusunun kendi araçlarını tuttuğu duvarla çevrili avlu'ya çekip (toprak duvarlar) karakolun arkasındaki café'ye yerleşiyoruz.

    André ... café'nin sahibi - işletmecisi ve şefi bize kırık dökük ingilizcesi ile biraz daha bilgi veriyor. Mel ve Kru'lar arasında "hayvan hırsızlığı" nedeni ile çatışma çıkmış. Mel ve Kru'lar bölgedeki etkin kabileler ... iş büyümesin, sonradan hükümet suçlanmasın diye sınırı kapatıp askerleri geri çekmişler.
    - Bir kaç gün bekleyin, belki de bir hafta ... her şey normale döner... diyor.

    Normal ile kastettiği ne bilinmez? Ama kendimizi ve malzemeyi kabileler arasındaki bir çatışmanın ortasına atmayı düşünmediğimiz için öyle yapıyoruz. André konuk sever bir evsahibi ... bizi, bizden de öte yanımızdaki dolarları pek seviyor. Mangal yapıyor ve Fildişi'li askerleri de mangal'a davet ediyoruz. Yanlarında bolca bira getiriyorlar ve birlikte kafa çekip keçi eti pişiriyoruz.
    ...hala beyaz adam'dan çekiniyorlar, çekinmiyor olsalar da nasıl desem? saygı ile yaklaşıyorlar ... ama buzları kısa zamanda kırıyoruz. Bizim -kasan- tipler olmadığımızı kısa zamanda fark ediyorlar.

    Günler kısa zamanda rutin'e oturuyor. Akşam hamakta (cibinlik gererek) uyuyoruz, André zaten café'nin arka tarafında ailesi ile birlikte yaşıyor. Kahvaltıyı hazırlıyorlar, hep bilikte karnımızı doyuruyoruz bazen karakol'dan da askerler geliyor. André'nin karısı küçük tatlı mısırları acaip güzel pişiriyor ve bende onları pek seviyorum. Günün geri kalanında André'nin radyosundan haber ve müzik dinleyerek café'de takılıyoruz. Genelde king atıyoruz, bazen de uyukluyoruz. Akşamları topluca yemek ve içki, kimi zaman biraz hoş vakit geçirmek isteyen -yerel- misafirler de uğruyor ... takılıyoruz işte.



    beşinci günün sabahı Liberia'lı askerler görev başı yapıyor ... ortam sakinleşmiş (görece) fırsat bu fırsat diyerek André ile vedalaşıyor, fildişinden çıkış yapıp pasaport içine konan -destek- belgeleri ile birlikte sınırı geçiyoruz.

    Teoride Monrovia'ya kadar önümüzde ki yol açık ... Philip "iki günde gideriz" ... diyor ... "ya da üç" ama en fazla "dört"

    Yol çalılıklar arasında kimi zaman görünüp kaybolan bir çizgi .... akşam olurken bir yol kenarı istasyonunda konaklıyoruz ... varillerden el pompası ile mazot alıyor ve 5 dolar karşılığı tutulan bekçilerin korumasında geceyi orada geçiriyoruz.
    - bekçi diye tuttuğumuz bu elemanlar bizi soyarsa ne gırgır olur di mi? ... geyiği dönüyorsa da elemanlar sağlam çıkıyor. Soyulmuyoruz.

    Yolculuk hadisesiz devam ediyor, sırası ile önce ilk TIR, sonra da ikinci TIR arıza yapıyor. Neredeyse yarım günü onları yeniden faal hale getimek için çalışıyor ve ikinci günü de bir başka istasyon'da geçiriyoruz. Teneke bir baraka'da, mangalda pişirilen ve tülben ile süzülen kahve'yi içip (acaip lezzetliydi) bolca KOV sürünerek cibinliklere sarınıyor ve yeniden arabanın içinde uykuya dalıyoruz.

    ...sonunda Monrovia.

    Kent 25 raunt boyunca dayak yemiş boksör gibi. Yıllar süren iç savaşın izleri her binada, her köşe başında kendini gösteriyor. Kent girişinde bizi bekleyen elçilik görevlileri ile buluşup (Koruma Polisleri) onların peşine takılıyor ve İç İşleri bakanlığına gidiyoruz.

    Monrovia'da elçiliğimiz yok (o tarihte...şimdi var mı bilmiyorum) Abidjan oradaki haklarımızı da takip ediyor. Elçilik kaleminden iki görevli bizden önce gelmişler,onlar ve bakan yardımcısı tarafınca karşılanıyoruz.

    Bakanlığın kademesinde TIR'lar boşaltılıyor ... yedek parçalar indirilip depolara kaldırılıyor. Ufak bir teslim töreni yapıyor ve teslim/tesellüm belgelerini imzalatıyoruz. Bakan yardımcısı elçilik görevlilerini akşam yemeğine çağırıyor (bizi davet etmiyor ... aman cennet canımıza minnet) TIR şoförlerine paralarını ödüyor Cruiser'e atlayıp Santa Ana'ya (kent merkezine yakın) gidiyoruz.

    ...su kötü kokuyor olsa da günler sonra yıkanmak ne lüks bir şeymiş be!

    Gece otel'de kalıyor (güvenlik nedeni ile...) ve sabah olunca yeniden Cruiser'e doluşuyoruz. Artık yanımızda tempomuzu düşüren TIR'lar olmadığı için güney'e yolculuk çok daha hızlı ... üç günde geçtiğimiz yolu bir tek güne sığdırıyor ve akşam olurken André'nin mekanına kapağı atıyoruz.

    ...eleman bizi kırk yıllık dost gibi sarılıp sırtımıza vurarak karşılıyor ... hemen mangal yakılıyor, bir keçi boğazlanıyor ve biz de hamaklarımızı geriyoruz.

    Sabah André bizi "gene gelin!" diye uğurluyor ... mecbur kalmazsak gelmeyeceğiz tabi ... deli mi s*kt* bizi? Ama hakkını vermek lazım, André iyi bir adam ... onun kulağını iyi çınlatacağım kesin.

    Cruise bizi Abidjan'a bırakıp Akra'ya doğru yoluna devam ediyor ... bize de otele yerleşmek, bir gece sonra gelecek THY uçağına kadar 24 saat boyunca dinlenmek ve bol bol banyo yapmak kalıyor.

    ...mallar (hibe) teslim edildi, kimse yaralanmadı - ölmedi - mal kaybedilmedi ... iş programından bir kaç gün sarkma oldu ama Afrika standartlarına göre bu hiç bir şey değil ... medeniyete (neredeyse) attık kapağı, THY bizi eve götürecek ... daha iyisi can sağlığı be!!

    ...di mi? :)
  18. Kaan Yagizer
    Arap Kerem Fenerbahçe'de pederinin yeni aldığı Merso ile dolaşıyor ... resimdeki U.S versiyon olsa da Arabın Almanya çıkışlı Merso'da kompl krom tamponlar var ve kuZu resmen ya-kı-yoooo ....

    Bize -kelek- atılalı (bkn.Paris - Dakar hikayesi...) bir aydan fazla süre geçmiş ama alınan karar gereği o süre boyunca sessiz, boynu bükük ve sakin kalmışız. İntikam alınacak ama tabi ki bunun zamanı var...

    Arabın kullandığı ve buran buram -yeni- kokan Merso işte böyle bir şey.



    Arabın babası dönemin ağır abilerinden, politikacı ve deyim yerinde ise -ensesi kalın- takımının üyesi. Ama hakkını vermek lazım, arada sırada çıkıklık yapsa da Kerem it-uğursuz değil. Bize karşı düzenlediği ve planlamasını üstlendiği o menfur -şaka- dışında aslında sevilesi bir adam.

    ...ama onun bu -sevilesi- kişilik yapısı bizim ondan intikam almamıza engel değil. (bkn.iş başka, aşk başka)

    Düşünüyoruz, düşünüyoruz ... kırmızı Merso fazlası ile dikkat çekici ... Arap'tan intikam alacağız ve bu intikam'ın konusu da Merso olacak ... işin o kısmı belli ... ama nasıl?

    Öncelikle bir göze - göz durumu söz konusu. Takıldığımız Fener - Kalamış tayfası Arap ve arkadaşlarının bizi nasıl ayara getirdiğini biliyor, hikayemiz aradan geçeni bir ay'a rağmen hala anlatılıyor ve tabi ki abartılıyor. (bir versiyonda ben altıma işemişim, bir diğer versiyonda da Bunalım camdan aşağı atlayıp ayaklarını kırmış)

    ...yani intikamımız da -epik- olmalı, bizim hamlemiz de aynı şekilde anlatılmalı. Ancak bu şekilde yediğimiz kelek gölgelenecek, bir anlamda namus temizlenecek.

    Sonra Rauf buluyor yapmamız gereken şeyi ... ben Arabın Merso'yu kaldırıp denize sürelim, batın gitsin ... akvaryum süsü olsun falan diyorum ama Rauf'un plan çok daha iyi. (bkn.elemanın kafa çalışıyo abi)

    ... Arap akşamları (neredeyse her akşam) Fenerbahçe'ye geliyor ve arabasını büfelerin oraya çekip (eskiler hatırlar ... yan yana büfeler vardı orada) bir - iki saat takılıyor. Sonra da nereye gidecekse, gidiyor.

    Rauf diyor ki ...
    - işte orada saldıracağız, büfelerin önü Arap'ın savunmasız olduğu an ve de mekan ... orada etrafı arkadaşları ile çevriliyken kelek beklemez.

    ...taam diyoruz.

    Hazırlıklar yapılıyor ve gelen ilk Cumartesi akşamı (en kalabalık akşam) plan işleme konuyor. Arap her zaman ki gibi gelip arabasını büfelerin önüne, az çaprazına yani büfelerin hemen yanındaki İETT durağının önüne geri geri park ediyor.

    ...hemen yanına bir araba geliyor. Bu arabada gürültülü müzik çalıyor ve bu da yetmezmiş gibi "OoOoO hayırlı olsun!" falan diyen bir grup mavracı (bizim suikast yancıları) Merso'nun etrafını sarıyor. Anlayacağınız Arap lafa tutuluyor, kafası karıştırılıyor.

    Sonra mavracılar başlıyor..

    - gidiyo mu bu? bi bassana ...
    - sen var ya şimdi asfalta lastiklerinle "kahramanmaraşlıabdullahwashere" yazarsın

    ... falan diyor.

    Bu da yetmezmiş gibi yanda park eden ve müzk çalan araba pati çekerek ve lastik yakarak kalkıyor. Yancılar lastik dumanı içinde veriyor gazı ...

    - bas , bas, bas

    Arap gaza geliyor, yüreğinde genç osman temposu basıyor marşa ... abanıyor gaza.

    ... millet sağa - sola kaçışıyor, Merso arka lastikleri yakıyor ... patinaj çekiyor ... çekiyor .. çekiyor ve...

    HARŞ - ŞANGIR , ŞUNGUR falan bir ses geliyor ve Merso namludan çıkan mermi edası (ve hızı ile) Çınar'a doğru uzaklaşıyor. Büfenin arkasında gülmekten geberiyoruz, intikam böyle alınır işte ...

    Yerde ... az önce Arab'ın Merso'nun durduğu noktada Komple Krom tampon (orta parça) yatıyor ... millet Kerem'i lafa tutarken tampona bağlanan çelik çekme halatı İETT durağının taşıyıcı borusunu resmen dirsek gibi bükmüş.

    ...gülmekten yerlerde yuvarlanıyoruz ... intikammm - intikammm diye nara'lar atıyor Bunalım Hakan.

    Sonra Arap geliyor ... arabadan inip yerde yatan bükük arka tamponuna, bize , etrafa , arabasına bakıyor. Gözleri boş, belli ki şaşırmış. Merso'nun arka tarafına doğru gidiyor , oradaki manzara'ya göz atıyor ve inaharghghgh gibilerden bir çığlık atıyor.

    Merso'nun arkasında içine rahatlıkla yumruğum sığacak boyutta iki tane delik açılmış ... arabanın stepne havuzu bükülmüş ve dışarı doğru uzamış.

    ...beklentimiz çelik tel'in tamponu sökmesiydi ama bağlantı ayakları fazla sağlam olduğu için tampon koparken kuZu'nun k*ç*n* resmen patlatmış. Mağara gibi iki delik var arabada ...

    Arap dizlerinin üzerine yere çöküyor ve başlıyor bağırmaya

    - Neden? Nedennnn?

    Rauf bizi dürtüyor ...

    - Karnım acıktı artiz (amerikan salatalı ve sosisli sandviç) yiyelim mi?
    - taam ... diyoruz.

    Arap dövünüyor asfaltın ortasında, etrafındaki kalabalık giderek artıyor ve biz gayet iyi biliyoruz ki gün doğduğunda aldığımız intikam ağızdan ağıza dolaşmaya başlayacak.

    ...eh, bu kutlanmaz mı?
  19. Kaan Yagizer
    ...L.A'i terk etmeden önce kaldığım Best Western'in yöneticisine yapışmışım ... Amerika'da Hintliler blok halinde Taksi işletmeciliği ve Otel işindedir. Best Western Valley'in yöneticisi de bir istisna değil ... eleman bir Singh ve beklediğim üzere Las Vegas'ta otellerde çalışan bol miktarda Singh var.

    - Kumarhanesi olsun ama pahalı olmasın, beni Bellagio'ya falan yollama ... Strip'in ucunda, arkasında olsun ama yeni - temiz ve ucuz olsun.

    - Aye, Aye Sire .. diyor ve bize SLS'te yer ayırtıyor. Otelin Geceliği 65 dolar (kahvaltı dahil)

    ..yani biz SinCity'e doğru yol alırken otelimiz belli, odamız belli.

    Las Vegas'ın en büyük hikayesi -Strip- denen rota. Strip kenti ikiye bölen ve her iki yakasında da otellerin, kumarhane ve gece klüplerinin, barların ve mağazaların yer aldığı bir çeşit cadde.
    ...strip uzaydan bile gözüküyor. O derece yani ...

    Ahanda uzaydan çekilmiş Las Vegas resmi ...



    ...kuzey - güney doğrultusunda dümdüz uzanan ışık çizgisi ünlü -strip- bizim kalacağımız SLS'de strip üzerinde ... kuzey ucunda, az daha ilerlediğin zaman çöle dalıyorsun ama olsun strip'teyiz abijim...

    Las Vegas'ın olayı şu ... odalar falan gayet lüks, bizim kaldığımız geceliği 65 dolarlık mekan böyle bir şey işte...



    tavanda "ayna" bile var, masaj yapan duş, banyo'da jakuzi ... arka bahçede tam boy olimpik havuz ... geberene kadar yiyebileceğin açık büfe, o büfenin daha da aşmış! modeli akşam kuruluyor ve adam başı sadece 7 dolar ... oto-park beleş vs.vs.
    ...tüm hikaye kumarhane de ...

    Las Vegas'ta önce kumarhane yapılır, sonra onun etrafına otel kurulur derler ... bizim otel'de farklı değil. Gırgırına Mirage ve Bellagio'ya gitmiştik, orada da durum aynıydı.
    ...Otele giriş yapıyorsun, resepsiyondan asansörlere gitmek için kumarhanenin ortasından geçiyorsun, havuza gideceksin ... asansörden çıkıp gene kumarhaneyi kat ederek cubidibap (suya atlama efekti) yapıyorsun. Tuvaletlere ödül olarak prezervatif veren kollu kumar makinesi koymuşlar ... gerisini siz gözünüzde canlandırın.

    Odaya yalandan yerleşip iniyoruz kumarhaneye ... ben canlı pokere geçiyorum, duygu'da elektronik kumar aletleri bölgesinde lokasyon tutuyor.

    ... prensibim var ... belli bir miktar parayı "bu para bana battı..." diyerek ayırırım, o parayı gözden çıkardım ya ... kaybetsem de koymaz.

    Las Vegas için ayırdığım para 300 dolar, bunun 200'ünü Duygu'ya veriyorum, bana 100 dolar yeter. 10 dolar pot'lu Texas Hold'em masasında 100 dolar yeter de artar bile (huyum değildir, canlı kumarda para kaybetmem ... cidden)

    Saat 03,00 civarında masa değiştiriyor, 50'lik tezgaha oturuyorum, Duygu iki kere beni ziyaret edip kavımdan fiş çalıyor (parası bitmiş...) sabaha karşı'da uykumuz geldiği için odaya çıkıyoruz.

    ...sabah (aslında öğleden sonra) yaptığımız kahvaltı sonrasında küçük bir hesap yapıyoruz. 300 dolar tatil bütçesine geri iade ediliyor, Duygu 500-550 falan kaybetmiş ama geceyi onun kayıplarından sonra 250 dolar kazanç ile kapatmışız.

    Anlayacağınız Strip konaklaması bedavaya gelmiş ...
    - Bir gece daha kalalım mı?
    - Olur, ama kumar baydı artık. Akşama kadar havuz kenarında leşlenelim ... sonra çıkıp yemek yer, şov falan seyretmeye gideriz. MGM'de güzel atraksiyonlar oluyor, oraya falan topuklayalım
    - Taam

    MGM'de David Copperfield var, arka taraflarda falan oturulursa yer var ve ücret kelle başı 55 dolar ... uyar diyoruz, bilet alıyoruz. Şov 22,00'de başlıyor yani yemek vs. için bolca zaman var.
    ...yemek yiyip strip'te yaya olarak tur atıyor ve şov zamanı MGM Grand'a gidiyoruz ... revü kızları, ön gösteriler falan derken Copperfield gene döktürüyor. Otele dönerken soruyorum ...
    - Buradan nereye gideceğiz? Var mı kafanda bi yer?
    - Büyük Kanyon ne kadar uzakta?
    - Sonora çölünün diğer tarafı ... 200 kilometre falandır.
    - Kaç mil yani?
    - Şimdiden mil hesabına mı geçtin kızım?
    - çevreye uyum sağlamak lazım ... dimi?
    - hehe ... 130-140 mil falan.
    - taam, oraya gidelim
    - sabah erken kalkıp topuklarız
    - eywallah

    ...devam edecek.
  20. Kaan Yagizer
    Büyük Kanyon bir millipark, yani orada kafana göre takılamıyorsun. Girişte para ödeyip gişeden geçiyorsun ve hava giderek soğuyor. Leyn ... daha sabah çöl'de terden geberiyordum, şimdi sümüğüm dondu bea.

    ...Allahtan bizim gibi kazmalar için bir alış-veriş meydanı kurmuşlar. Duygu buzdolabı magnet'i , 1,000 parçalık kanyon yap-boz'u falan kovalarken ben parmaksız eldivenler ve yünlü montlar alıyorum. Artık rahatız ...



    ... kafanızdaki "büyük" kavramını bir belirleyin önce. Sonra "büyük" dediğiniz şeyi 100 ile (yazı ile yüz) çarpın ... işte büyük kanyon öyle bir şey. Konya vilayeti kadar bir uçurumlar, düzlükler, tepeler bileşkesi.

    Onu ilk gördüğünüzde ağzınızdan bir ...
    - hadi be!?! ... kurtuluyor.

    Duygu'ya alternatifler öneriyorum ...
    - Helikopter turu var, katılalım mı?
    - cıK
    - Balon turu var ... ona ne dersin?
    - cıK
    - Askı turu var, o olur mu peki? (küçük balon, paraşüt tesisatı gibi koşum ile balonun altına asılıyorsunuz ... yani altınızda sepet falan yok ... en önde sırtında motor olan kılavuz var .. siz de tespih gibi arkasına takılıyorsunuz, kılavuz arkasındaki 7 - 8 balonu çekiyor ... acaip zevkli bir şey)


    - o hayatta olmaz
    - len! sen yüksekten mi korkuyorsun?
    - ...evet
    - hadi be
    - valla
    - ee? napicez?
    - IMAX var burada, ona mı gitsek?
    - canlısı yanıbaşımda dururken sanal tur mu atacağız?
    - oğlum korkuyom lan yüksekten...
    - ıHHHH ... peki, IMAX'a gidelim.

    Akşam yenen güzel yemekten sonra IMAX'a gidiyoruz. Bir jet uçağı ile Kanyon'a dalıyorlar ... kamera bunu manyak detaylı çekmiş, IMAX'ın dev ekranında görüntü fazla gerçekçi ... Duygu'nun midesi bulanıyor ... çıkıyoruz.
    ...IMAX serüvenimiz 10 dakika falan sürdü

    Akşam kalın battaniyelere sarınmış durumda şezlong'ta yatar (kaldığımız otelin küçük havuzu ufaktan buzlanıyordu, o derece soğuk ama hava temiz ötesi ... o ayrı) samanyolu'nu seyrederken duygu mırıldanıyor.

    - 51.bölge ne kadar uzakta?
    - New Mexico sınırı ... 600 km falan sanırım, belki de 700
    - oraya gidelim mi?
    - uzaylılardan korkmuyormusun?
    - divanda mı yatmak istiyorsun?
    - .... evet iyi fikir, 51.bölge'ye gidelim.
    - sabah çıksak ...
    - kahvaltı eder uzarız ... uyar mı?
    - ....uyar.

    Aynen öyle yapıyoruz. Yolda mola veriyor, kamyoncu lokantasında 18 tekerleklilerin arasına kiralık arabamızı çekip t-bone kemiriyor ve akşam olurken -shady- motel'e çöküyoruz.
    ...otelin ismi gırgır , ama temiz ... ucuz ve yakında güzel bir yemek mekanı var. Limonlu turta nefis, omlet ağlatıyor ... kahve de güzel ... sabah ünlü black mailbox'a bakma kararı alıyoruz.

    Adı Black olsa da Groove yakınındaki kutu aslında beyaz ... daha doğrusu bir zamanlar beyazmış. Adet olduğu üzere uzaylı amcalara bir not bırakıyoruz ...
    - İstanbul'a gelirseniz bize de uğramayı unutmayın, pas geçerseniz kırılırız ... diyoruz.

    (temsili)



    ardından ET karayolunu (üzerinden ikide birde uçan daire geçermiş) müzeyi falan geziyoruz. Akşam yemeği yerken Duygu'nun gözü haberlere takılıyor. Spiker New Orleans'ta ki Mardi Gras (Büyük Perhiz kutlamaları) hazırlıklarını anlatıyor.

    - Aaa .. Mardi Gras başlıyormuş.
    - ....evet
    - New Orleans uzak mı?
    - ...evet
    - Ama yolumuzun üstü ... dimi?
    - Sayılır
    - Gidelim mi?
    - New Orleans'a mı?
    - Evet ...
    - Mardi Gras zamanı otellerde yer yoktur ki, Baton Rouge'ye gidelim daha iyi ...
    - Sen bi baksana, kesin bi yer bulursun ...
    - Resepsiyoncu ile kırıştır diyorsun yani?
    - Ben cigara içmeye dışarı çıkarım...
    - O kadar istiyorsun yani?
    - ...hııı
    - Peki o zaman
  21. Kaan Yagizer
    Nevada'nın göbeğinden New Orleans'a menzil yaklaşık 2,000 mil, ben var ya ben uçana beş, kaçana on çakarım deseniz yapacağınız en fazla günde 1,000 mil, o da hız limiti nedeni ile -nah- mümkün...
    .
    ... üstelik arada Houston'a uğramak var kafamda. Bunalım Hakan (Buno) Houston'da ikamet ediyor, en azından adamı göreyim istiyorum, yani iki günde ~2,500mil yapacağım. Sonrasında Mardi Gras başlıyor... offf yaaa
    ... kasar be. Yazık yahu bana!

    Oysa ben bu yolculuğu 4 - 5 günde ... salına salına yapmayı planlıyordum. Gazlamak da mümkün değil, hız sınırı genelde 45, kimi yerler de ise 35 ... 55'e çıktığı sadece bir kaç nokta var. Yani kaba hesapla 72km/h ile günde 1,000 kilometre yapmaya kalksam bu 13 - 14 saat kesintisiz hem de üç gün üst üste direksiyon başında kalacağım demektir.

    ... mola yemek vs. eklerseniz uyumak için ayıracağım saatler dışında gelecek 72 saatte Cadillac ile -samimi- olacağız ... olayın en kaba ama aynı zamanda en açık ve gerçekçi tarifi bu.

    ...kısacası s*çt*k

    Yapacak bir şey yok, emir demiri keser (kesti de...) tırmandım Seville'nin direksiyonuna, Duygu açtı harita kitabını ... arada bana komut veriyor.
    - I101'den çıkacaksın, 65. çıkışı kaçırma, !61'e gireceğiz ... sonra 500 mil dümdüz 61'i takip edeceğiz.
    - Sir , Yes Sir!

    Arada gazlayayım diyorum ama polisler işi abartmış (ben görmeyeli) ... Bilboard'a ilan vermişler.
    - Reduce your speed or we will
    (kabaca ... ayağını gazdan çek, yoksa biz çektiririz!)
    ...bunu okuyup gazlamak mümkün mü? (Yusuf Mode=ON)

    O üç gün hakkında söylenecek fazla bir şey yok aslında. Araba kullandım,kullandım,kullandım,kullandım ... yemek yedim, benzin aldım, araba kullandım,kullandım,kullandım, yemek yedim, helaya gittim, benzin aldım ... Duygu eğleniyor. Arada uyuyor, cep telefonunda oyun oynuyor .. arada bana haber veriyor.
    - İstanbul'da o biçim kar yağıyormuş
    ...bizim klima açık, güney'e doğru indikçe sıcak daha da artıyor.
    Ben araba kullanıyorum, kullanıyorum...

    Buno ve karısı ile yarım gün ve bir akşam geçirdikten sonra yeniden yol ... araba kullanıyorum, kullanıyorum, kullanıyorum.

    Sonunda New Orleans ... auWWW
    ... daha önce gelmişim New Orleans'a ama Mardi Gras zamanı ne oluyor bu kent'e? Herkes sokaklarda, özellikle yer bulduğumuz (nasıl yer bulduk? ... inanın fikrim yok, tamamen kısmet.) otelin olduğu Kanal caddesi'ne girmek neredeyse imkansız.

    Duygu açtı harita kitabiını, New Orleans şehir merkezi sayfasına geldi ... başladı bana yol tarif etmeye.
    - Amedeus'tan sağa gir ... düz git sonra ilk soldan sap ...
    ...atıyo...
    ...pis sallıyo...
    ...kaybolduk...
    ...diyorum kendi kendime (sessizce tabi) ama yok! Otelin arka girişine, oto-park kapısına götürdü bizi. Oha! Hatunuma sessiz bir saygı içinde baktım dersem bana inanın. (artık kısmet midir? onu bilmem...)

    otele yerleşip kendimizi sokağa atıyoruz, millet barları mekanları bitirmiş sokakta dans ediyor, kafa çekiyor. Bütün bir şehir -azgınlık- havasına girer mi? New Orleans girmiş vallahi...
    TGIF var yakında, dalıp pork ribbon ve gumba istiyorum ... madem güneydeyiz o zaman güneyli adetlerine uymak lazım, öyle değil mi?
    ...yorgunum ama şehirdeki o aşırı pozitif enerji beni de etkiliyor. Bir ara geçit konvoyuna katılıp boncuk atarken buluyorum kendimi, bir başka aralıkta da sokakta dans ederken.

    otele nasıl döndük? kendi başımıza gelebildik mi? ...anılar bölük pörçük ama akşamdan kalma ve fecaat bir baş ağrısı ile kalkıyor, biberli domates suyu ve votka içerek güne başlıyorum. Çivi çiviyi söküyor ...
    - ey New Orleans, biz geldik ... hadi gezelim.
    - French Quarter'e gidelim...
    - yakın zaten, gidelim a.q
    - taam a.q

    L.A'den çıktığımızdan beri ideal rota ile alakamız olmamış, Amerikanın güneyinde testere ağzı gibi bir iz bırakmışız ( mavi çizgi ideal rota, kırmızı ise bizim yaptığımız ...şey)



    ...devam edecek
  22. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman GoJ ile Sincity'de (Bangkok) 10 günlük mola veriyoruz. GoJ ya da tam adı ile George Of The Jungle'ın ex-manitası evleniyormuş ... Thai diyarının ücra köşelerinden çalışmak için gelen kızlar genelde 3-5 sene para biriktirip geldikleri köylerine geri dönerler. İki buffalo, bir motorsiklet ve üzerine ev yapacak bir parça toprak aldıklarında mesleği bırakır, bir anlamda emekli olurlar ... yani GoJ'un ex-manitanın durumu bir istisna değil. 
    Epey gidip geldiğimiz mama-san ile deyim yerinde ise kanki olduğumuz için Sincity ziyaretlerimizde otel'de falan kalmıyoruz. Go-Go barlar ile dolu Soi Cowboy'un hemen arkasındaki sokakta mama-san'ın genelde working girl! tayfası için çalıştırdığı bir hostelimtrak  bina var, kızlar burada makul ücret karşılığı (aylık 5,000 bath .. kabaca 160USD) konaklıyor, boş oda varsa (...ki genelde olurdu) biz de o hostel'de konaklıyoruz. 2,000 bath verdin mi genel banyo-tuvalet kullanımı ile oda 10 gün için sizin. 
    Mama-San bir veda partisi düzenlemek istiyor, ben "sponsor olalım" diyorum, Apple iyi kızdır ... severim onu. GoJ önce biraz mırın-kırın ediyor (cimri iskoç...hepinizin mi cebinde akrep var be) sonra o da katılıyor. Mangal artık bizim sponsorluğumuzda. 
    Soi Cowboy'da akşamları mangal yapan bi Laos'lu amca var, onu bulup olayı anlatıyoruz. Mama-San tercüme ve pazarlık olayında bize yardım ediyor ve 2 metrelik mangal'ı ucundan tutup arka sokağa, hostel'in damına taşıyoruz. Eleman bolca tavuk vs. et'i getiriyor,  bir domuz kesip taşıyor ve iki çuval odun kömürünü getirip teras'a yığıyor. İşin bize maliyeti 100USD falan tutacak ... en az 40 kişinin karnı doyacağına göre bedel gayet makul.
    Akşam üzeri parti başlıyor, teneke kovalara kırma buz konmuş, Singha'mı kapıp Apple'ı tebrik ediyorum ve dalıyorum ortama.

    İnsanlar eğleniyor, Apple'a küçük hediyeler getirip geri kalan yaşamının iyi geçmesi için dileklerini iletiyorlar vs. Nanzy (benim ...arkadaş) dans edelim diye tutturuyor. Ona biraz atar yapıyorum "tough guyz don't dance" ama sallamıyor, neyse ... biraz dans ediyoruz ama ortam bir anda bölünüyor.
    - arghhh ... bloody mother of mine!
    GoJ tepiniyor, mangal'ın başına geçmiş ... tam et araklayacakken bir odun kömürü patlamış. Köz fırlayıp bizim salağın gözüne girmiş. Hemen koluna girip onu aşağı indiriyorum ... "siz devam edin" diye sesleniyorum millete ... party must go on ... dimi?
    Petchburi'de ki Bangkok Hastanesine gideceğiz ama akşam üzeri olduğu için acaip trafik var. Bangkok'da gece yarısı bile trafik berbattır ... iş çıkış saati durum daha da efsanevi hale geliyor. Mecburen BTS'ye geçiyoruz. (bir çeşit havai metro) GoJ söyleniyor, ben de kafa buluyorum ... korsan gibi bant takarsın gözüne, hatta muhteşem cam gözler yapıyorlar ... onlardan bir tane ayarlarız sana ... mesela kırmızı renk ... millet fena tırsar.
    ...bi b*k olmamış. GoJ'un gözünü temizliyorlar, yıkıyor ve merhem sürüyorlar. Gözü şişmiş iyice ... bandaj yapıyorlar. BTS'ye binip Soi Cowboy'a geri dönüyoruz ... parti sona ermiş, mangal sokağa indirilmiş, kızlar bar'a çalışmaya gitmiş. Long Gun'a uğrayıp Nanzy'e "geldik" diyorum, saat 9'a kadar dans etmesi lazım, ondan sonra Old Dutchman'da (Soi Cowboy'un köşesindeki bir lokanta) buluşalım, yemek yer ... canlı müzik dinlemeye gideriz diye konuşuyoruz.
    GoJ beni dışarıda bekliyor, Apple'ın gidişi ve gözünün durumu bir araya gelince belli ki canı sıkılmış.
    - hadi gidip bira içelim ... diyorum
    - sen mi ısmarlıyorsun?
    - taam ... cimri iskoç'un yüzü gülüyor. Kaldırımdan aşağı iniyor ve "güm" ... bir motorsiklet arkadan gelip çarpıyor bizim salağa. GoJ bir tarafa uçuyor, motor ile ona çarpan Thai hatun diğer tarafa.  Cep telefonumu çıkarıp Nanzy'i arıyorum.
    - GoJ'a motor çarptı, onu hastaneye götürüyorum ... biraz gecikebilirim, gelmemişsem beni bekle Dutchman'da ... diyorum.
    kıkırdayıp peki diyor. GoJ'u kaldırıp durumuna bakıyorum ... sonra sesleniyorum.
    - Taksi!
    ...hava epey sıcak, rüzgar'da esmiyor. GoJ'u Toyota'nın arka koltuğuna yığıp şoför'e adres veriyorum.
    - Bangkok Hospital, New Petchburi Road please. 
    GoJ inliyor ...
    - ölecekmiyim, bana doğru'yu söyle ... ölecek miyim?
    Ona bakıp içimi çekiyorum
    - hayır ... malesef ölmeyeceksin. 
  23. Kaan Yagizer
    ... eleman aynı zamanda yolun çaprazındaki köhne otelin de sahibi. 70'li yılların sonunda s*k*r*m havasına girip nesi var nesi yok satmış, savmış ve Bangkok'a taşınmış. Önceleri bizzat o duruyormuş ocağın başında, ama sonradan yetiştirdiği thai'li personeline işi devretmiş. 

    mekan aslında leş gibi, üst kat resmen döküldüğü için hizmete kapatılmış. Ahşap zemin ve duvarlar aşırı nem nedeni ile renk değiştirmiş ama ne gam? Dışarıdaki masalara kurulup geç sabah kahvaltısı (aslında öğle yemeği) götürmeyi, ya da akşam üzeri kendime bir guiness söyleyip muhabbet koymayı seviyorum. Mekan aynı zamanda bin tarakta bez dokumuş ve iki nefes almak için bangkok'a gelmiş tayfanın durak yeri. Burada Endonezyanın teneke madenlerinden gelen mühendisler ile de karşılaşabilirsiniz, tatile geldiği için koca sakalını yeni kesmiş ve hala kulağından Afganistan tozu dökülen paralı askerlerle de. 
    Ön kolunun iç tarafında Air America dövmesi taşıyan moruk ile ... hadi ona Johnny diyelim Old Dutch'ta tanışıyorum. Dövmesini görüp sorunca bana sırıtıyor.  https://en.wikipedia.org/wiki/Air_America_(airline) 
    - hala hatırlayan var mı Air America'yı? ...onur duydum ... diyor.
    tabi ki hatırlıyorum / biliyorum A.A'yı ... bilmemek mümkün mü? Laos ve Kamboçya'da hala afyon yetiştirilip dünyanın Eroin ihtiyacının önemli kısmı bu bölgeden sağlanıyorsa bu ticaretin bir sorumlusu da A.A. Tamam dağ kabilelerine silah veren, onları eğiten ve onların Afyonunu pazarlama işini başlatan CIA ama o afyonu dünyaya taşıyan ve karşılığında silah getiren de A.A ... onları nasıl unuturum?
    Johnny epey hareketli geçen -çalışma- süresinin sonuna geldiğinde emekli olmuş ve Güney Doğu Asya'ya geri dönüp evlenmiş, yerleşmiş. En büyük kızının okul (üniversite) işleri varmış, o nedenle gelmiş Bangkok'a ... işim bitince köyüme döneceğim, şehir yaşamı bana göre değil ... diyor.
    Gidip birer Ale kapıp (bir çeşit bira ... herkesin ağız tadına göre değil ama ben severim) şişeyi masanın kenarında açarak ona ikram ediyorum. Dutch personeli öyle yapmamdan nefret ediyor ama biraz old school takılmanın kime ne zararı var ki? 
    - ya sen diyor? sen ne yapacaksın? 
    - emekli olmayı düşünmüyorum, belki bir büro işi bulup çalışırım
    -sıkılmayacak mısın?
    ...düşünüyorum. 
    -büyük ihtimal ile sıkılırım ama ne fark ederki? artık göçebe hayatını bırakacağım...
    Sırıtıp parmağı ile havada küçük bir daire çiziyor.
    - bizler telefon numarasını çeviren, tüplü televizyon seyreden, emniyet kemeri takmadan araba kullanan nesiliz. Yerleşik düzene geçip dijital çocuklar ile birlikte yaşamayı becerebilecek misin? 
    -bu soruya deneyip ne olduğunu görmeden cevap vermek zor. 
    boşalan Ale şişesini gösterip mırıldanıyor.
    - bir sonraki tur benden, içersin öyle değil mi?
    ...kafam onun sorduğu soru ile dolu, başımı sallıyorum.  Adam durduk yerde içime kurt düşürdü be!  ...yerleşik düzene geçmeyi becerebilecek miyim harbiden? Bu gün o sorunun cevabını biliyor olsam da ihtiyar Johnny ile konuştuğumda ne biçim endişe yapmıştım, hala aklıma geldiğinde midem kasılıyor dersem bilmem inanır mısınız? 
     
  24. Kaan Yagizer
    Bir gün (O zamanlar Borusan'da çalışıyorum) arka bahçedeki benzin pompalarının gölgesinde oturuyor ve teslimatçı arkadaşlar ile geyik çeviriyoruz ... güvenlikçi uğradı.
    - Patron seni çağırıyor .... hadi be? Cidden mi? Ne gerek vardı ki? ehüe ... eŞŞedü çekip gittim yanına.  Patronum Melih Pekol (kulağı çınlasın) On numara adamdır, işi bilir, vardan ve yoktan anlar ama detaycı adamdır ... bir yerde yanlış yaptıysan hayatta affetmez.  Melih bey'in odasına giderken aklımdan "acaba ne b*k yedim gene?" diye geçiriyorum ... hayır tahmin etsem savunma kurgulayacağım da aklıma bir şey gelmiyor ki.
    - Kaan, sen motor kullanmayı biliyorsun değil mi?
    - Evet efendim, ama motorsiklet ehliyetim yok
    - sertifikasyonum tamam ama?
    - evet efendim .... gerçekten de BMW'nin kurslarına katılmış ve sertifika programını tamamlayıp Urkunde  almışım.
    - Polise yüklü miktarda motor veriyoruz, onların kademelerini kurmalarına yardım edip teknisyenlerine eğitim vereceksin.
    ....haSSS....of yaaa! (tabi bütün bunlar içten içe ve %110 sessiz şekilde yapılıyor) sesli ve resmi tepkim ise "Aye,Aye Boss" şeklinde.
    Tıpış tıpış yolu tuttuk tabi. Yunusların o zaman ki merkezi Eski Karayolları binası (günümüzün Zorlu Center'i...) arkasındaki alan. BMW'ler sandıklı olarak oraya geliyor, sandıkları açıp makinaları kuruyoruz. Bir kaç tane (sanırım 10-15 kadar K serisi grenajlı) makina var ama esas motorlar R100GS ...

    10 kadar motor -kobay- yapılmış, millet sıfırdan motor kullanmayı öğreniyor. Yani her eğitim motoru en az yirmi kere (günde) yıkılıyor. Alanın bir ucuna milleti bandajlamak için istasyon kurulmuş, diğer tarafında da biz motoru topluyoruz.
    - yıkıldı ... koş, koş ...
    Betona sıvanan polisi alıp bir uca taşıyorlar, biz motoru kaldırıp diğer uca götürüyoruz ... manzara bu şekilde yani.  Kıdemli trafikçi abiler Yunuslara eğitim veriyor, açılan kapı'dan nasıl kaçılır? Şaftlı motora nasıl gaz verilir? Trafikte sıyırma nasıl atılır vs.vs.  İlk zamanlar kırılan sinyalleri değiştiriyor ama sonradan vaz geçiyoruz ... o kadar çok stop - sinyal kırılıyor ki ... eğilen gidonu / ön çatalı kibarca (araya üzeri bez sarılı kalas koyup kanırtarak) düzeltmek yeterli. Makinalar boxer olduğu için yıkılsa da milletin bacakları ezilmiyor ... sadece sıcak motor ve egzost yüzünden bolca yanık vakası yaşanıyor ... millet dalga geçiyor ... "Yunus olmak için Bepanten banyosu yapmak şart abi!" 
    .. kimi zaman geç saatlere kadar çalışıyoruz.  Bir akşam (saat 23,00-23,30 gibi) çıkıcam, önce tuvalete gideyim dedim. Sivilleri giydim, karşı yakaya geçen ekip beni de müsait bir yere atacak işte. Ana binaya gittim, tuvalete girdim ... sonra da çıktım (doğal olarak) ...yani tuvalette kalmaz ki insan, çıkar değil mi?
    Bir çıktım ki ... anam!
    Tuvaletin kapısında nöbetçi amiri başta olmak üzere en az on polis hazırola geçmiş bekliyor. Tırstım tabi ki ... 
    ?!? Noluyo be ?!?
    - Kaan?
    - Buyur Amirim?
    - İçeride başka kimse var mı?
    - Tuvalette mi?
    - Evet..
    ...ehe... tuvalet tek kişilik be ... içeride nasıl başka biri olabilir ki? Safça cevap veriyorum...
    - Yooo!
    Yunuslar ferahlıyor ... ben de onlara salakça bakmayı sürdürüyorum.  Biri zahmet edip açıklıyor durumu. Meğer (ismini unuttum) Asayiş Büro Müdürü ani baskınlar yaparmış, o da iri yarı ve hafif kelmiş ... gecenin bir saati koridorda beni gören polis memuru kontrol baskını yiyiyoruz sanıp herkese haber vermiş ... onlar da tuvalet kapısına tören pozisyonunda dizilmiş. Yani klasik bir -yanlış alarm- durumu söz konusuymuş   
    ...anlayacağınız ben hela'da çatır-çatır ...... ellerimi yıkarken arkadaşlar dışarıda hazır kıta! bekliyormuş   Güvenli s*ç*ş diye buna denir, öyle değil mi?   
  25. Kaan Yagizer
    Yazlık ta ilk günün bilançosu...

    - Kaybedilen anahtar krizi (peder vs. bütün aile)

    - Belediye hoparlöründen yapılan beyin s***** anonslara toplu isyan (site halkının katılımı ile)

    - Deniz kestanesi krizi (migrostan deniz ayakkabısı toplu alımına kadar sahil bölgesinde bütün ailenin katılımı ile)

    - Kahvaltı masasına "çakma!" denmesi ile başlayan ve annemin koşulsuz desteği ile 5-0 galip geldiğimiz kayıntı krizi.

    - Düşük şeker ve naz motivasyonu ile kızımın başlattığı ve kısa zamanda gezi olaylarına dönüşen "nestle gofret isteriz *****" krizi (migrostan bi poşet gofret alımı sonrasında çözüm süreci sonlandırıldı ayrı...)

    - Soda vs. Ayşekadın fasulyesi krizi ve babamın baldızı boğazlama denemesi. (zevkle seyrettik valla)

    - Musluk suyu kokuyo lan! ve alt kattaki tuvalete 2-3 saat girmeyin çok fena s*çtım söylemleri ile açılan g*tünüz büzüşsün ve ona cevap olarak üretilen "napalım ya? gidip zeytinliğe mi s*çıcaz?" polemiği.

    - Belediye ile yaşanan ve yola konan araç bariyerine isyan etme ve zabıta tarafınca zerre sallanmama rezaleti.

    ... bu daha ilk gün ve en az bi bu kadar unuttuğum vak'a var. 

    off ya offf!!
    İkinci gün.

    Ören'de Opet olmadığının keşfi sonrası Milas'a mazot almaya gitme yanlıları ile "neden shell kullanmıyoruz?" diyen bölücüler arasında başlayan çatışma duygu'nun babasına ezelden beri kıl olduğunu açıklaması ile doruk yaptı.

    ... pazardan alınan zeytin'in telmaşa çıkması nedeni ile zaten gerilen sinirler babamın yumruğunu gösterip "sana bi çakarım bi de yer çakar!" sür kontur'u ile yeni mecralara yelken açtı. Annemin "sokarım şimdi epix terliği ağzınıza!" ara buluculuğu ve toplu olarak denize geçiş ile rafa kalkan kavgaya akşam yemeği sonrasında devam edilmesine oy birliği ile karar verildi.

    ... İstanbul' da çok acil işim mi çıksa? ... diye düşünüyorum.
    ikinci akşam ...
    Okey masasına kurulmaca.
    Annem kenarlarına el ile işlenmiş maça, karo falan olan yeşil çuhayı serene kadar onların (sülale kapsamındaki hatunların) haftada bir toplanıp kumar oynadıklarını ve de geceleri bizi zıbartıp zabahlara kadar online okey, bingo falan çevirdikleri aklıma gelmemişti. (bkn.s*çt*k)

    ... korku ile ürperdim fekat çok geç kalmıştım.

    "hadi taşları harmanla!" uyarısı ile kaBus başladı.

    ... efendi gibi oynayarak canımı kurtaramayacağım aşikar olduğundan olayı manyaklığa ve max ajitasyon ile aileyi kavga ortamına sokmaya karar verdim (sanki zormuş gibi.)

    Çabalarım karşılıksız çıkmadı.   

    Attığım saçma sapan taşlar milleti dumur ederken annem babamı ıstaka ile dövmeye kalktı. (bkn.pekmez akıtma) tabelada sokma ve eksik marka verme,üstüne milleti suçlama taktiği ile milleti iyice gerip son anda atılan okeyler ile (iki el üst-üste) namusu (kısmen) temizleyip az miktardaki kalan zararı baldızın sehpaya bıraktığı paraları çalarak ve cırlayan hatunu "Aaa! tamam oynamadın ama seni o kadar eğlendirdik abicim" savunması ile susturarak kafamı kopartma adına kurulan kumar tezgahından tapi! kalkmayı başarmaca...

    ... Aferin be bana. (Bkn.Şerrefsizim ama sor bi nie die?)

    terasta post okey tartışması gergin şekilde sürüyor olsa da bende ki hasar zero seviyesinde ... ki bu nedenle kendimi kıvrak hareketler ile aslanın pençelerinin arasından sıyrılmış antilop kadar şen,şakrak hissediyorum bile diyebilirim.

    ... yaşasın kötülük. NiHaHoHo!

    not. ne zaman bitecek bu tatil ??
    Üçüncü Günün Sabahı : Erteleyemeyeceğim bir toplantı dizisi için İstanbul'a doğru yola çıkmaca...    
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.