Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    ... uzun bir aradan sonra "tüKKan'a" geri döndüm, bir-iki gün daha fuar'a gidip geleceğim ama çoğu bitti, azı kaldı (şükür)
     
    Bilen bilir Fuar'da Ford'un performans! araçlarının (bkn.kuZu) başında dikiliyorum ... amaç olası cins! ve detaylı soruların ilk anda cevaplanması, bunun ötesinde potansiyel müşteriler ile temasın mümkün olduğunca erken kurulması.
    ... doğal olarak pek çok soru ve yorum ile karşılaşıyor insan.
     
    Eleman - Mustang'ın bagajı küçükmüş, kaç litre bu?
    Ben - Dikey koyarsanız üç, yatay yüklerseniz iki ceset! alıyor.
     
    veya
     
    Eleman - Bunun (Mustang 2,3EB) Dizel'i var mı?
    Ben - Yok ama isterseniz LPG taktırırsınız ...
     
    yada
     
    Eleman - Bu kaynaklar (bagaj kapağının altındaki şase kaynaklarını göstererek) neden eğri-büğrü?
    Ben - O kaynaklar Simetri hastalarını krize sokmak için bilerek tasarlandı efendim ...
    Eleman - Neden?
    Ben - Kötülük şirket DNA'mızda var, ayrıca bize çok yakışıyor.
     
    ...gibi,gibi. (siz anladınız)
     
    Sonra "zirve"  noktasına ulaştık.
     
    Öncelikle konu "bu"
     

     
    Malum ABD'de radyo yayınları dijital hale geldi, bu nedenle Stang'ların bagaj (convertible) kapakları üzerinde veya tavanlarının arka kısmında (fastback) minik "yumru"lar var. GPRS ve dijital radyo anteni olan bu yumrular hala "analog" yayın yapılan (Avrupa'nın çoğu ve Türkiye) ülkelerde pek bir işe yaramadığından Avrupa versiyon kuZularda ayrıca bir anten (Convertible) var.
     
    Eleman bagaj kapağının üzerindeki "yumruyu" merak etmiş ... sormuş,  soruşturmuş ... biri ona demiş ki ... "şu kel,sakallı adam var ya ... git ona sor!" Ben bir müşteri ile RS'in kaputunu açmışım, twinturbo ve açık hava filtresi muhabbeti yapıyorum.
     
    - Tık,tık ... aaa? Eleman sokak kapısı çalar gibi işaret parmağının eklemi ile sırtıma vurmaz mı? Tamam! İri yarı bir adamım ama -çelik kapı- muamelesi görmek?!? ... RS'çi arkadaşa "bir saniye" deyip döndüm arkamı. Dana yalamış gibi yatırılmış saçlar, kahverengi yünlü takım elbise, Ayhan Işık'ı ağlatacak kadar ince ve dikkatle düzeltilmiş "mübarek" bıyık ... hııı! dedim kendi kendime, buyurun buradan yakın.
     
    Ben - Efendim?
    Eleman - Bir şey soracaktım...
    Ben - Beyefendi ile konuşuyoruz (başımla RS'çiyi işaret ederek) biraz beklemeniz mümkün mü?
    Eleman - Bu acil ama ...
    Ben - Acil? Hayırdır? Kanamanız mı var?
    Eleman - Anlamadım..
    Ben - Belli! ... buyurun, yardımcı olayım.
    Eleman - Bu ne? (GPRS antenini göstererek) çok merak ettim de...
    Ben - içimden "ey göklerdeki babamız ... bana sonsuz sabır ihsan eyle!" dışımdan = TUTAMAK efendim?
    Eleman - Tutamak mı?
    Ben - Evet ...
    Eleman - ...... "mavi ekran"  (bkn. 404 error)
    Ben - Hiç Amerikan filmi izlemediniz mi? Hani giden arabanın üzerine atlarlar, tavana falan tutunurlar ... kavga sahnesi falan olur ya.
    Eleman - (biraz tereddüt ile...) e...evet?
    Ben - (elimle GPRS antenini işaret ederek) İşte tutamak bunun için konuyor. Biri arabanızın üzerine atlarsa tutunacak yer bulsun,  tutunamaz yere düşer ve ölürse .... Mazallah yani! Başınıza dert alırsınız.
    Eleman - Haaaaaaaaaaa!
    Ben - Yaaaaa!
    Eleman - Teşekkür ederim.
    Ben - Bişi diil ...
     

     
    bkn. aklınızda bulunsun.
     
    The End  ... dağılın, tükkanın önünde kalabalık yapmayın.  
  2. Kaan Yagizer
    ...pek severim Kahire'yi. Özellikle Serbest/Freelance çalıştığım sıralarda Kahire benim için bir sıçrama noktası / üst'tü. Afrika'da bir yerlere mi gideceğim? Ya da işim bitmiş,  eve geri mi dönüyorum? Önce Kahire'ye uğrar,  tozumu ... toprağımı orada bir dökerdim. (G.Asya'da ki sıçrama noktam da Bangkok'tu ... onu ayrıca yazarım)
    Özellikle uzun süre uçtuğunuz zaman uçak kabini içindeki filtre edilmiş hava + saatler boyu sigara içememenin etkisi ile kapılar açılıp yerel atmosferi kokladığınız zaman ülkeler/şehirler size "değişik" kokar.  Afrika'nın geneli nemli/killi toprak ya da rusya paslı demir tadında olsa da Kahire bildiğiniz baharat kıvamındadır.
    ...İstanbul'da ki tarihi mısır çarşısına ilk kez girdiğinizde burnunuza yüzlerce çeşit baharatın kokusu aynı anda toslar ya ... işte uçak kapısı açıldığında Kahire aynen öyle kokar.  Tabi ilk anda, dakikalar içinde o koku hissi azalır ... bir anlamda beyniniz ve koku reseptörleri yeni duruma uyum sağlarlar. Ama yalan yok, o ilk anın hissini pek severim.
     

     
    Kahire değişik bir yerdir, ne aradığınızı ... nerede arayacağınızı biliyorsanız size garanti ediyorum bulursunuz. Benim aradığım/beklentim (Kahire için) genelde kafayı temizleme, sıfırlama olduğu için hep aynı rutini tekrarlardım. 
     
    Öncelikle otel ... pek çok "güzel" otel olmasına rağmen ben her zaman Hilton Nil'de ... yani Nil ırmağının kıyısındaki eski (...ve biraz da dökük) Hilton'da kalırdım. Aynı paraya kent merkezindeki -yeni- Hilton'da ya da Marriot kulesinde oda tutabileceğimi bilmeme rağmen nehir kıyısında konaklamamın tabi ki nedeni vardı.
     
    İlk neden El Khalil'di ( Halil ) Khan el-Khalili veya türkçesi ile El Halil Hanı aynı ismi taşıyan caminin arkasındaki orta boy bir meydana ve meydana bağlı çarşı demektir.  https://en.wikipedia.org/wiki/Khan_el-Khalili
     
    Türk çarşısı'da (bizim kapalıçarşıya cidden benzer) denen Halil epey eğlencelidir. Hilton Nil'den çıkıp eski Kahire müzesine doğru nil kıyısında eller cepte yürürseniz bolca seyyar satıcı'yı mafi! yallah! diyerek geçmek zorunda kalırsınız. Ama az sabrederseniz Halil camisinin yanından dolanıp Halil meydanına çıkarsınız ki sizi burada küçük hasır tabureleri ve alçak masaları ile kave'ler beklemektedir.
     
    Arka taraflarda (ön tarafta yani meydana yakın oturmak aynı zamanda seyyar! saldırısına açık olmak anlamına gelir) bir yere çöker ve seslenirsiniz ... Sevvi Şay! Şişha! ... yani çay ve nargile. Bizim nargile'den narin ve küçük olsa da arapların şişha dediği şey temelde aynıdır. Nane aromalı çayınız ve şişha'nız gelir ... artık keyfinize bakıp etrafı seyretme zamanıdır.
     
    Halil'in ön tarafına turist otobüsleri gelir ... inen yolcular bilinç altı dürtü ile istavrit sürüsü gibi safları sıkıştırıp onları "güden" rehberin komutları ile üzerlerine saldıran seyyarları yararak El-Halil çarşısına yönelir. Seyyar'lar balık sürüsüne saldıran torikler gibi vur-kaç yapıp sürüden av kapma derdindedir. Bir turist boş bulunup yürümeyi keser ve ona teklif edilen dandik şeye ilgi gösterirse aynı anda on seyyar ona dalar ve "avı" resmen aptal eder. Rehber ve sürü tuzağa düşürülen turist'i kurtarabilirse ne ala ... kurtaramazlarsa eleman epey hafiflemiş, kadınsa hafiften taciz edilmiş ve elinde çarşıdan yarı fiyatına alacağı bir şeyler ile bulur kendisini.
     
    Turist grubu halil'in girişini geçtiği an avcı/seyyar sürüsü dağılır, çarşı esnafı onları kovaladığı için meydandaki seyyarlar sokaklara girmez, çarşı içinde mal satan veya cazgırlık / hanutçuluk yapıp müşterileri dükkanlara sokan tayfa ayrıdır ... yani çarşı kapısındaki avcılar ile çarşı içindekiler birbirlerinin sınırlarına saygı gösterir.
     
    El Halil'de belki de binlerce dükkan vardır. Ud telinden cibinliğe, kum taşı kolyeden yarı değerli mücevherlere, kaliteli baharattan mısır ketenine kadar neredeyse her şeyi satan bu mağazalara sadece bakmak bile insanı yorar. Paralel sokaklar çarşı içinin insan yoğunluğunu ve mısır'lı esnafın gürültünün hayırlı bir şey olduğu düşüncesini de hesaba katınca aklınızı bulandırır, insanı hiç bir şey yapmasa dahi yorar. Peki zevkli midir bu gezinti? Bence evet ... kahire'ye yolunuz düşerse Halil'i en az bir kere ziyaret edin, bolca pazarlık yapın ve paranızı sağlam yere koyun derim.
     
    Genelde şişha'mı bitirip kalkar ve meydanın ucundaki eczaneye uğrarım ... küçük ama kapsamlı bir eczanedir burası. Humma, sıtma ve dizanteri ilaçları,deri  kremleri, sinek kovucular, zehir serumları (yılan,çıyan,akrep vs.) ateş düşürücüler, tuz hapları ... kısaca Afrika'da ihtiyaç duyacağım tıbbi malzemeyi oradan alır ve bu defa nil'e sırtımı dönüp yaşayanlar şehrinin eğri,büğrü sokaklarına dalardım.
     
    Turistler genelde Riché'ye falan gitse de https://en.wikipedia.org/wiki/Café_Riche ben daha geleneksel davranıp "esnaf" lokantalarında falafel ve fatta yemeği tercih ederim. bkn.zevk meselesi.
     
    Kakuleli kahve, bir-iki cigara ve biraz daha kafa dinlemek için nehir kıyısındaki kafe'ler idealdir. Boğucu sıcaktan etkilenmemeniz için tavana monte edilmiş kocaman vantilatörlerin altında keyif çatarken güneş düşmeye başlar. Artık otele dönüp biraz uyuklama,  duş alma, üstünü değiştirme ve gece hayatına akma zamanıdır.
     
    Mısır'da eğlence mekanları hızla açılıp-kapandığı için "Nereye akayım?" sorusunun güncel cevabını concierge'den almakta yarar vardır ... onlara beklentilerinizi (örnek : çok parçalanmak istemiyorum, tekno müzikten ve lübnanlı @r@spulardan hazzetmiyorum) derseniz size mekan tavsiye ederler.  Şimdi gelelim ulaşım işine ... ulaşım deyip geçmeyin, Kahire'de zor iştir.
     
    Otelden veya civarından taksi'ye binecekseniz önce gideceğiniz yerin ismini/adresini (talep ederseniz ön bürodakiler bu bilgiyi bir kağıda sizin için yazarlar.) şoföre göstermeniz ve gidiş - dönüş için sıkı pazarlık yapmanız gerekir. Mısır'lı taksi şoförleri yarı yolda pazarlık bozmaları veya sizi istediğiniz yere değil, komisyon alacakları bambaşka bir noktaya götürmeleri ile meşhurdur. 
     
    İşin en kolay çözümü şudur ... arabanın ve plakanın resmini çekip (resim çektiğinizi şoföre göstererek) otel ön bürosu ile paylaşın ... pazarlığı sağlam yapıp elemanı gidiş-dönüş için tutun ama ona anlaşılan bedelin sadece üçte birini ödeyin ... geri kalan parayı beni istediğim saatte alıp otele geri getirdiğinde alacaksın diyin. 
     
    Bunu yaparsanız kelek yemezsiniz,  aksi durumda maceraya yelken açarsınız
     
    Sonuç : Eski Mısır'dan kalan anıtları gezmeseniz dahi Kahire eğlencelidir... severim, tavsiye ederim. 
  3. Kaan Yagizer
    Eylül sonu aniden rahatsızlandım. (bilen biliyor...) gün ortası bir ağrı girdi karnıma, bursa işi çakı gibi resmen ikiye katlandım.
    ... yapılacak şey belli. Hemen Hastane'nin yolunu tuttuk.
     
    Acile girdik, oram ağrıyor ... buram buruluyor hesabı Acil Doktoruna durumu anlatıyorum. Eleman biraz mıncıkladı beni, sonrası malum ... kan tahlili, serum, ultrason, serum, MR, serum ... akşam üstü odaya çıkardılar. Sabah uzman doktor gelip bakacak ama serumla karışık tonla ilaç bünyeye girince rahata kavuşmuş olduğum için mızmızlanmıyorum. 
    NatGeo - People açmışım TiVi'de ... sıra dışı kadınlar (açık deniz yat yarışı) seyrediyorum.
     
    ...akşam hemşiresi geldi, nabzıma baktı, ateşimi kontrol etti, serumu çıkarıp ağrı kesici/antibiyotik (ya da ona benzer bir şeyler) taktı ... arada da muhabbet ediyoruz.
     
    Kızcağız demez mi?
     
    -  Amca nasılsın? Daha iyi misin?
     
    Anaaaa! 
     
    O saate kadar çekyat hesabı açılan divan/yatakta oturmuş sessiz sedasız kitap okuyan benim hatun bir anda "arıza" moduna geçmez mi?
     
    http://giphy.com/gifs/error-2kzAP7X0rWNgY
     
    Lan!
     
    Hatun bir anda tasmanya canavarı moduna geçti ve başladı yüksek frekansatan caz yapmaya ...
    - Ne amcası? Amca nereden çıktı? Amca değil o ... benim kocam ... amca deme ona, amca değil o ...
     
    Hemşire kızcağız şaşırdı, ben şaşırdım ... ikimiz de olduğu yerde tepinip bağıran benim hatun kişiye bakıyoruz.  Hemşire kızcağız bir şeyler geveleyip (özür babında) odadan kaçtı. 
    ...eh be ablacığım, sen kaçtın da ... ben ne b@k yiyeyim? ben nereye kaçacağım.
     
    Hatun başıma dikilmez mi?
    - Hemen keseceksin o sakalları, kimse sana amca falan demeyecek, dememeli ... o sakallar ... gi-de-cek!
     
    Eşşedü....!! Ben gittim/geldim modundayım, hatun sakal kestirme derdinde.
    ... ama serde (hasta olsam dahi) erkeklik var.  Kararı iç işleri bakanına mı bırakacağım? Son söz söylenecekse .. ben söylerim be! (tieyt!)
     
    - Peki ... dedim, konu kapandı
     
    Sonuç : Hastaneden çıkınca sadece ve sadece o da canım çektiği için kestim sakalımı.  
     
  4. Kaan Yagizer
    ... Türkiye'ye yeni dönmüşüm. 
     
    BMW'de servis delegeliği yapıyorum, ev tutmuşum (Anadolu Yakasında) ve her gün servise binmekten gına gelmiş. Çalar saat çaldığında kalktın, kalktın ... yoksa toplu taşıma ile işe (Firuzköy) yarım günde gidiyorsun. LAN!
     
    Bir akşam üzeri serviste otururken karar verdim. "Bana araba lazım!" ...her gün kullanmayacağım tabi ki, ama oldu ki servis'i kaçırdım. Atla arabaya, işe git. Ya da akşam bir yere uzanacak ... sabahtan araba ile git, akşam ortama ak.
     
    Hemen ertesi günü bir yoklama çektim.
    - Bana şirket aracı verir misiniz?
    ...vermezlermiş, bi s*kt*r*p gidecekmişim.
     
    Lan!
     
    ...yahu bir çaycıda şirket aracı yok, bir de bende be.
     
    hımmm... ne yapmalı? ne yapmalı?
     
    ...çözümü 48 saat kadar sonra buldum.
     
    - Madem onlar (BMW) bana araba vermiyor, o zaman ben de kendi arabamı (parası ile...) alırım.
    Hemen o hafta sonu açık pazara gittim, öğle saatlerinde kaparo vermiş ve aracımı bağlamıştım.
     

     
    nihahoho!
     
    1980 model Mercedes 280SEL (resimdeki SE aama rengi tuttuğu için bu görseli kullandım) benim Merso uçak gemisinden hallice, 100km'de 20 litre felan yakıyor ama her şeyi var. Açılan tavan, elektrikli koltuklar (çalışmıyor) deri döşeme (epey yıpranmış) klima (aslan gibi üflüyor...ama sıcak) elektrikli camlar, merkezi kilit.
     
    80 model kuZu'da yok yok yani
     
    Aldım arabayı çektim kapıya, tam ana girişin karşısına. Hemen o gün sormuşlar ...
    - Personel park alanındaki Mercedes kimin?
     
    ...hehehe
     
    Millet öğle tatilinde falan gelip ben kuZu ile uğraşırken çene çalıyor. Klima klepelerini tamir edince A/C devreye giriyor. Elektrikli koltuk motoru sağlam, sadece spiral bozulmuş. Spiral alınıp koltuğa takılınca ...  tataaaa ... o da aslanlar gibi çalışmaya başlıyor. Cam yıkama motoru kireç ile tıkanmış, yanmış... onu değiştiriyorum, bombaaa!
     
    Hemen her gün öğle saatlerinde bir - iki kişi Merso'yu mıncıklıyoruz.
     
    Hem de bürolardan görülecek bir yerdeyiz. Bir gün, iki gün ... sonra Personel Müdürü odasına çağırdı beni.
    - Kaan senin Mersedes'i bizim parka sokma, çok itici duruyor.
     
    Eywallah dedim, artık Merso kaldırımda (ana girişin tam önünde) park ediyor. Öğle saatlerinde mıncıklanıyor tabi ki ... bir gün açılırken ses yapan kapı gergisini değiştiriyoruz, bir başka gün motor ayarı yapıyoruz. Yani "operayon taciz!" tam gaz sürüyor.
     
    Merso'nun merkezi kilidi "Pnomatik" yani hava ile çalışıyor. Arabanın marşına basmadan kapıları birkaç kez açıp kapatırsanız Westinghouse ünitesi içindeki hava bitiyor ve kapılar açılamıyor (ya da kapanmıyor) ...gülmeyin yahu! 80'lerin ileri teknolojisi bu
     
    Kapılardaki hava kaçağını tamir ederken (sistemi söküp kurumuş, bozulmuş contanın yerine silikon çekmeniz yeterli) haber geliyor ... Genel Müdür Yardımcısı beni çağırıyormuş.
     
    ...hehehe
     
    Gittim tabi (istersen gitme) .. kulakları çınlasın Müşerref hanım direk konuya girdi.
     
    - Kaan kapıdaki o ceset ne?
    - Aaa! Kırıldım şimdi, güzelim Merso'ma "ceset" denir mi hiç? (tabi ki kırılmadım) ...gidip geliyorum efendim, ayağımı yerden kesiyor sonuçta.
    - Oğlum hiç öyle şey olur mu? Neden BMW almadın? 
    ...para s*ç*y*r gibi mi gözüküyorum? (öyle demedim tabi ki)
    - Bütçem ancak ona yetti efendim.
     
    Baktım patron kaşlarını çatmış ... şebeklik yapayım dedim.
    - Aslında epey konforlu, aybaşında bir de teyp aldım mı.. çiçek
    (bkn.ehüe modu!)
     
    - Git sat bunu, o "şeyi" kapımın önünden kaldır Kaan.
    - .... ee .. ben işe nasıl? kem-küm ve de gak-guk?
    - Sana şirket aracı vereceğiz. Tamam mı?
    - Taam
     
    Tatataaaaa ... Operasyon Taciz başarı ile sonuçlandı (bkn. Mission Accomplished) 
    https://eksisozluk.com/mission-accomplished--161932
     
    Sonra ne mi oldu?
     
    Ben 318İS'e binerken Merso Göztepe'de bir galericinin kapısına çekildi. Haftasında satıldı ve Kayseri'ye gelin gitti.
     
    Bu hikayeden çıkacak ders : Azim ile s*ç*n taşı deler  
     
  5. Kaan Yagizer
    Selamlar ... yeniden aranızdayım  
    ... yalan yok yoruldum, resmen tabanlarım patladı ... ama değdi mi? Evet.
     
    Bu yıl ki Neste - Finlandiya Rallisi ya da daha çok bilinen adı ile 1000 göller rallisi iki ayrı kategoride tarihe geçti. Öncelikle yarışı İskandinavya dışından (İrlanda) bir sürücü kazandı (1950'li yıllardan beri bu altıncı kez oluyormuş) ve tarihin en hızlı (ortalama 120+ Km/h) 1000 göller rallisi yaşandı.
     
    Tabi bir de gayrı-resmi istatistik var ki ... o da ralliye katılan araçlar ve ekipler resmen "kırıldı" ... neredeyse her köşede bir kaza vardı dersem sanırım abartmış olmam. Zamanında müdahale, güvenlik önlemleri ve bilinçli organizasyon can kaybını önledi, mal kaybını azalttı ama takımlar cidden "döküldü"
     
    ... gelin en başa dönelim ve ralli dışında ne yapılıyor, nasıl gidiliyor, nedir bu iş? Bir bakalım ...
     
    Öncelikle Finlandiya'ya nasıl gidilir?
     
    ... elemanların elçiliği var, doğrudan vize başvurusu yapabilirsiniz ama bence hiç kasmayın. Arkadaşlar bir ay sonrasına randevu veriyorlar. Onun yerine gidin sağlam bir Schengen vizesi alın (Örn:Fransa / Almanya) ...sınırdan geçin ... gidin.
     
    THY İstanbul'dan (Atatürk) Helsinki'ye her gün (bazı günler birden fazla) uçuyor. O nedenle THY'yi rahatlıkla kullanabilirsiniz. Ama iş Helsinki'ye ulaşmak ile bitmiyor. Aslında daha yeni başlıyor bile denebilir. 
     
    Adamlar "Wellcome to Hel!" diye boşu boşuna söylemiyor ...
     

     
    HEL sadece Helsinki hava alanının kısaltması değil, ulaşımınızı daha önceden ayarlamadıysanız aynı zamanda "durumunuzun" özeti. Neden derseniz ralli zamanı trenler, otobüsler vs. tamamen dolu.  O nedenle 1000 göller izlemeye gidecekseniz otel ve lokal ulaşımınızı da dikkatle ve epey önceden planlamanızı tavsiye ederim.
     
    Castrol'un davetlisi olarak gittiğim için (heyooo!) benim o konuda endişe duymama gerek yoktu. 
     

     
    Hava alanından dışarı adım attım ki ... anamm ... M-Sport yarış takımı "TEMSA" otobüsleri ile bekliyor. (bkn.heyooo!) Hemen Castrol ve Ford'dan gelen arkadaşlar ile birlikte otobüse doluştuk tabi ki ... pass'lar dağıtıldı, küçük bir brief verildi ve yola çıkıldı.
     

     
    Hava alanı ile (ralli boyunca üst olarak kullandığımız) otelin arası 250+ Km olduğu için genelde uyuyarak, uyunmadığı zamanlarda da geyik çevirerek (malum,  Finlandiya geyik için en ideal mekan) yolu resmen yedik ...
     

     
    Arada bir takım kararlar aldık tabi ki ... Fince'ye kimsenin dili dönmediği için otel'e "OTEL" , kaldığımız ilçe'ye "YOZGAT" kod isimlerini verdik. Tabi biz otele yerleşir, yemek yer, etrafı keşfederken lokal yarışçılar çoktan tezgah açmış, trafiğe kapalı alanda oyuncaklarını ralli için gelenlerin beğenilerine sunmaya başlamıştı.
     

     
    Bu arada bir not. Yarış döneminde lokantalar ve pub'larda (özellikle makul ücretli olanlarda) yer bulmak mümkün değil. Bizi Castrol davet ettiği ve adamlar para harcamaktan çekinmediği için (bkn.kesenize bereket yahu) gayet kaliteli mekanlarda yemek yedik, eğlendik ama solo giderseniz bir ton aç + susuz İskandinav arasında başınızın çaresine bakmak zorunda kalacaksınız. (bkn.benden uyarması)
     

     
    Yemekler lezzetli,  özellikle somon (ne de olsa milli yemek) ve et ürünleri hem kaliteli hem de ucuz. 1/2 litrelik yerel bira ise 0,95 ile 1,5 Euro arasında bedeller ile tüketilebiliyor. Yani aç ve susuz kalmazsınız ... yukarıda da belirttiğim gibi tek sorun oturacak / yemek yiyecek mekan bulmak.
     
    ... gelelim işin yarış seyretme kısmına.
     
    Öncelikle belirteyim. WRC'nin tamamını, en azından 1000 göller'i seyredemezsiniz. Teknik olarak mümkün tabi, ama çok zor. Etaplar birbirlerinden kopuk, üstelik ortam çok kalabalık.
     

     
    Araç ile ulaşacağınız yere gidip arabanızı orada bırakıyor ve sonra yola yaya devam ediyorsunuz. Genelde park alanları ile etaplar arası 3-4 kilometre mesafede oluyor ve siz de diğer binlerce (abartmıyorum) seyirciye takılıp tabana kuvvet etaba gidiyorsunuz.
     

     
    ... yani ayağınızda sağlam / trekking ayakkabıları olacak, su ve katlanır iskemle taşımanızı da tavsiye ederim.
     
    Yapılacak en iyi şey yarış güzergahlarını gösteren haritalardan (bedelsiz) edinip kendinize bir rota çizmeniz. Bir yarış gününde 4 etap seyrederseniz bilin ki başarılısınız ... 5 - 6 etap planlarsanız çok zorluyorsunuz demektir.
     
    İşin güzel yanı doğa kelimenin tam anlamı ile muh-te-şem, hava güzel (20C civarı) ve resmen oksijen sarhoşu oluyorsunuz.
     

     
    ...tabi iş etaba ulaşmakla bitmiyor.
     

     
    Her yer insan dolu ... LAN! diyorsunuz, ben nereden yarış seyredeceğim?
    ... böyle düşünen sadece siz değilsiniz.
     

     
    Resimdeki gibi vinç getiren de var, karavanını sürüp onun tepesine şezlong atan da.
    Tabi "Parama geçer hükmüm" diyenleri de görüyorsunuz.
     

     
    Burası ViP noktası. Her etapta bunun benzeri yapılar kurulmuş. Millet yemek yerken yarış seyrediyor (dev ekranlarda kurulu) isterse tribünlere yayılıyor ve iş bittiğinde ViP'ler helikopter ile bir sonraki etaba geçip orada keyfe devam ediyor. (bkn.kelle başı 12k Euro) 
     
    Hizmet vericiler sırf bu amaç için 5 (beş) tane helikopter kullanıyor (bkn.zengin abileri 25'lik partiler ile uçurmak) 
     
    ... yok usta !! ben o parayı vermem! derseniz başlıyorsunuz elden gelenin en iyisi için milleti itip - kakarak kendinize yer açmaya.
     

     
    ...tabi hem para vermeyip hem de konfor arayanlar var. Yanında "Jakuzi" getiren mi istersiniz?
     

     
    At ile gelen mi? Drone ile yarış seyreden de var, uzak / hakim noktaya yerleşip askeri dürbün kullanan da.
     

     
    1000 göller ilk rallim değildi, daha önce Monte Carlo'yu da seyretmiştim ama orası Finlandiya gibi değildi. Millet karnı burnunda karısını da yarışa getirmiş, 30 günlük bebeğini de. 90 yaşındaki dede yanında 5 yaşındaki torunu ile oturmuş radyo'da yarışı dinlerken torunu ona zaman çizelgesini okuyor ... ralli başladığında İskandinav'lar her ne yapıyorsa durup yarış seyretmeye geliyor dersem inanın abartmış olmam.
     

     
    Tabi ki tek eğlence ralli değil. Fabrika takımları bir yandan marka reklamı yaparken bir yandan da milleti eğlendiriyor.
     

     
    İnsanlar pilotlar ile tanışıp imza topluyor, resim çektiriyor ... pilotlar bir çeşit "kahraman" muamelesi görüyor. Tabi kapalı alanlara geçip süre kısıtlı pit'lerde araç onarımı yapılışını da seyredebiliyorsunuz.
     
     
    Para her yanda resmen oluk - oluk akıyor. WRC kesinlikle "gariban" işi değil ... örnek mi?
     

     
    ... sizce bu jant + lastik kaç para?  Takım sezon boyunca bundan kaç tane kullanıyor?
    100km'de ortalama 75litre yakan (yola döken) kuZu'nun fiyatından bahsetmiyorum bile.
     

     
    Ama takımlar memnun, sponsorlar memnun ve en önemlisi halk memnun. 
    ... herkes kazanıyor,  herkes eğleniyor.
    Gidilir mi? ... imkanınız var ise kaçırmayın derim.
     
    Hadi biraz da eğlenelim ...  ufak anılar paylaşayım (izninizle)
     
    "Yozgat ekibi" 
     

     
    - Haberim yokmuş gibi çek kanka -
     

     
    Beşinci olduk ama buna da şükür.
     

     
    I believe I can fly!
     

     
    Sevmiyorum seni ...
     

     
    70'li yıllardan kalma gibi gözüken (disko topu bile vardı) otelimiz.
     

     
    Kaza yapmadığı (ender) durumlarda hep gülümseyen Camilli (ortada M-Sport yöneticisi St.Andrew)
     

     
    "Yabancı bi cisim yaklaşıyor"
     

     
    Kaç kere dedim filtreler ile o kadar oynama diye ...
     

     
    ... son olarak kısa bir video.
     
    Önce açıklama.
     
    Ev sahibimiz Castrol bizi yarış sonrası M-Sport'un üssüne davet etti. 
    Yozgat'ın hemen dışında bir çiftliği kiralamış ve TIR'ları oraya çekmişler. Takım ile tanıştık, geyik yaptık ... bir şeyler içtik ... kaza geyiği yaptık.
    Arada haber geliyor ... bilmem kim hastaneden çıktı, Çin'de yarışabilecek vs.
     
    Sonra (üzerinde WRC ayarlı motor olmayan) Camilli'nin kuZu'suna bindik. 
    ... araç yakın zamanda çok ağır kaza geçirmişti.
     
    Mekanikler kuZu'yu toplayıp üzerine -test- motoru atmışlar. Camilli bizi yanına aldı ve çiftlikteki toprak alanda biraz dolaştırdı. (her tur yaklaşık 3 dakika sürüyordu) ... yeniden burnu kanamaya başlayınca (kaza nedeni ile sol kulağında ve burnunda bir sıkıntı varmış) takım doktoru onu arabadan indirdi. Muayene etti ve uçağa binmeyi yasakladı. (eleman eve feribot + kara yolu ile döndü)
     
    ...bu tur sırasında Fiesta RS'in sağ arkasını bir yere vurduk. Sağ paçalık gitti, aks koruyucu yerinden çıktı vs.vs.
     
    işte video. (interkom bağlantımızda bir sorun var ... Camilli'nin söylediklerini duyamıyorum) 
     
     
    ... the end. 
     
    ek:
     
    İki minik video daha ...
     
    Bir - Etap içinde yer bulma (beyhude) savaşı.
     
     
    İki - kuZu'lar start alıyor (ortaya karışık)
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  6. Kaan Yagizer
    Bilen bilir uzun zamandır BlackBerry kullanıcısıyım. Alışkanlıkları olan ve alışkanlıklarını seven bir kişi olarak elimdeki BB geberdiğinde (bkn.elektronik cennetini boylamak) onu en yakın elektronik dönüşüm kutusuna atmak ve giden BB'nin yerine BB koymak alışkanlıklarımdan biri ... daha doğrusu biriydi.
     
    ...ta ki ...
    Geçenlerde bizim IT ile konuşuyoruz.
     
    Ben - İbraam (aslında İbrahim'de ben kıllığına İbraam! diyorum) şu benim BB'ye bir baksana.
    İbraam - Nesi var ki?
    Ben - Bir şeyi yok, sadece şu BBWorld'e girip güncelleme işini otomatik yapabilir miyiz? Onu bilmiyorum ... bunun illa bir ayarı var da şimdi bilemedim ki... sen aslansın, yaparsın kehkeh...
    İbraam - Ya ben pek anlamıyorum ki onlardan
    Ben - Gözümsün, kesseler acımaz ... çözersin sen
    İbraam - İi... bi bakiim.
     
    Ben de saf-saf verdim telefonu. İbraam alıp telefonu ÇaT! diye yere atmaz mı? (bkn.şeytan taşlar gibi) LAN!
    ..benim BB karpuz gibi patladı tabi ... yer mermer ... alet 30k feet'ten düşen ilyuşin gibi dağıldı, içi-dışına çıktı.
     
    Ben - Naaptın ya?
    İbraam - Tüh ... düştü
    Ben - Tüh'mü? Harbiden mi?
    İbraam - Hemen geliyorum.
     
    ....5 dakika kadar geçer. (bkn.burnundan soluyarak beklemek)
     
    İbraam - Geldim.
    Ben - .......
    İbraam - İşte yeni telefonunuz
    Ben - ...ne alaka?
    İbraam - İPhone işte, ne alaka değil ki...
    Ben - Manyakmısın İbraam?
    İbraam - Yok .. IT'ciyim
    Ben - ...eh .. peki ... saol
    İbraam - Ayarlarını yapiim mi?
    Ben - ...ehem ... yok, teşekkür ederim. Bunu kırma bari.
    İbraam - Peki ...
     
    Soru : Alayı mı manyak bunların? (IT'ciler) yoksa manyaklar IT'ci mi oluyor? (bkn.kariyer planında sosyopatlara özel seçenek)
  7. Kaan Yagizer
    ... o ne be ??? demeyin.
     
    Skavenç (Scavenge Box) deniz makinelerinde yağ ve yakıt buharı ile temiz havanın karıştığı ve ardından ateşleme odasına yollandığı yere skavenç denir. Şimdi bu noktada durun ve gözünüzde canlandırmaya çalışın. Pistonunun üzerine masa koyup 4 kişi yemek yiyeceğiniz boyutlarda bir makineden bahsediyoruz, düşük devirli olsa da atalet ve malzeme yorgunluğu nedeni ile elinizi üzerinden çekemeyeceğiniz. Karterine girip dolaşacağınız (...ki an gelir gerçekten girip dolaşmanız ve yağ pompası emme ünitesinin ağzında biriken küspeyi kürekle temizlemeniz gerekir) ya da somunları boru anahtarı ve balyoz ile sıkacağınız (genelde o somunu üç kişilik ekip söküp-takar) boyuttta bir makine bu.
     
    Şöyle anlatayım.
     
    Körüklü belediye otobüsü vardır ya ...
     

    işte o otobüsün üzerine bir tane daha koyun ... aHanda!! karşınızda deniz dizeli
     
    ...üstelik makina dairesinden bu canavardan iki tane var.
     
    İskele - Sancak makinalarının arasında, etrafında, altında ve üstünde ise yardımcı makinalar (genelde 3 adet Cat955 veya muadili) kompresyon tüpleri, santürfüjler, vanalar, onlarca kilometre boru hattı, yüzlerce kilometre elektrik kablosu, merdivenler, köprüler vs.vs.
     
    ...tam bir karmaşadır aşağısı. (bkn.obareyy)
     
    ...bir de skavençler vardır tabi.
     
    Hadi skavenç'e geri dönelim ...
     
    Önden siz buyrun. (resimler http://www.denizciyiz.com/ adresinden alıntıdır) "not:resimdeki makina -minik- tabir edilen cinsten, 35-40k Grosss tonluk gemilerdeki makinalar bu canavarın bir kaç katı büyüklüğündedir."
     
    Ana makina dayanılacak derecede soğusun (40-50 derece) diye beklendikten sonra başlarsın kapakları sökmeye.
     

     
    kapakları açıp ortamı havalandırmak esastır. 
     

     
    kimse zehirlensin, bayılsın istemeyiz ... değil mi?
    ...sonra sıra içeri girmeye gelir.
     

     
    içeri girdiğinizde ise sizi bekleyen manzara (yaklaşık) budur.
     

     
    duvarlar karbonize olmuş yağ ve is + yakıt buharından kalan çiğ fuel-oil (MDO - Marine Diesel-Oil) kalıntısı sizi bekler. 
    ... skavenç temizlenmelidir ... yoksa...
     
    Yoksa yangın çıkar, açık denizde en son isteyeceğiniz şey ise yangındır. (bkn. xxki tutmak) 
     
    O nedenle yılda bir kaç kez (3-4 ayda bir, yakıt kallitesi skavenç temizlik süresini etkiler) dalarsınız içeri.
    Başlarsınız kazımaya - ovalamaya - terlemeye ve lanet okumaya.
     
    ...debelenir - terler - o daracık metal tabutun içinde ister istemez soluduğunuz yakıt buharı artığının bünyenize (sonradan) vereceği zararı düşünmemeye çalışarak daha fazla ve daha fazla ter dökersiniz.
     
    Çıkar, biraz soluklanır ... tuz hapı yutar, su içer ... cigara yakar, daha fazla su içer ve geri dönersiniz.
     
    Tam günlük iştir skavenç temizliği ... sancak makinayı bitirir ... kapatır ... ısıtmaya alır ve iskele'ye geçersiniz. O da bitti mi? Bu defa santürfüjler, süperfan (arabadaki egzost gibi ... ama bunun içinde elleriniz cebinizde dolaşabilirsiniz) yardımcılar, kompresörler, pompalar, tezgah ve panolar ile boğuşursunuz.
     
    Liman makinacı için mesai yapma, iş kazası geçirme ve yemekte falan karşılaştığınızda sizinle kafa bulan güvertecilere kazıtma zamanıdır. Onlar bir gün içeri, bir gün dışarı çekerken siz (belki) tek bir gün karaya çıkar ... o günü de ihtiyaç karşılama, alış veriş yapma vs. ile geçirirsiniz. Soran olursa "aa!bilmem nereye tabi ki gittim, gitmez miyim?" deseniz de ... o kent/liman ile ilgili bilginiz (genelde) liman girişi - gümrük - en yakın market + alış veriş merkezi - bar - kerhane - gümrük ve liman girişinden ibarettir. (bkn.10 kere gidip harita'da Hamburg'u gösterememek) 
     
    ... dertlidir gemicilik, makinacılık ise +1'dir.
     
    Öyle sizi her limanda sevgili felan beklemez  (bkn.olsa iyi olur ama...)
     
    ...macera derseniz ...genelde ölümden ve/veya yaralanmaktan nasıl son saniye'de kurtulduğunuz, nasıl batmadığınız veya limanda hangi boyutta xxxlik sergilediğiniz ile kısıtlıdır.
     
    (forumdaşımız olan) Meslektaşlarım (gerek duyarlarsa) ek yorum yaparlar ama bence gemicilik "Karıyı dul" bırakmaktır, b*k gibi para kazanıp (işi bilen, kafası çalışan denizde iyi para kazanır) onu keyifle ezememektir.
     
    Yapılır mı?
     
    Tabi ki
     
    ...gemicilik aynı zamanda özgürlüktür, 3,000 yılı aşkın bir geleneğin parçası olduğunu bilmek ... doğa ve fizik yasaları ile kavgaya tutuşmak, biri size "Ümit burnunu görmek istiyorum hacı!" dediğinde sırıtıp aklınızdan kıyıda tavuk hesabı kovaladığın penguenleri geçirmektir. 
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  8. Kaan Yagizer
    Bilen bilir "Tadım" Otelcilik işinin parçasıdır, özellikle -Zincir- markalar reçete (recipie) içindeki malzemenin kaynağı / türevi / tadı konusunda hassastır ve birden fazla mutfakta aynı tad yakalanması amaçlandığı için malzeme kaynağı değişimine pek sıcak bakmazlar.
    ... kimi zaman bu kaçınılmazdır.
    Başaşçı (...ki kendisi Mutfakta İmparator muamelesi görür) yeni sezon için menü oluşturur, tabi ki bu menü'nün ve içeriğinin test edilmesi, onaylanması ve hatta sunumun dahil (tabaktaki malzemenin nasıl duracağı) kontrol edilmesi gerekir.
     
    ...kötü bir adamım ya! (malum) gidip arada Otel müdürüne yazıyorum ...
    - Orhan bey, Orhan bey ... o kadar tadım yapıyorsunuz ama beni hiç çağırmıyorsunuz!
     
    Eğri oturalım, doğru konuşalım .. ben tadım'dan ne anlarım? Motor yağı desen eyvallah ama buharda terbiye edilmiş mini brüksel lahanasının çukulata sosunda nasıl duracağını (doğal olarak) bilmem ... yer geçer, ahçı'ya da "Eline sağlık!" derim ... ama o kadar.
     
    Amacım belli, işi bilen abilerin masasında oturup sonradan ukalalık malzemesi olarak kullanacağım bir, iki püf noktası öğrenmek + beleş / güzel yemek yemek.
     
    Otel Müdürü kibar adam, görmüş - geçirmiş ... kim bilir benim gibi kaç tane kendini bilmez ile uğraşmış ... bozmuyor (...ki ben onun yerinde olsam terlikle döve döve kovalardım.) "Bakarız" , "Ayarlarız" falan diyor.  Belki bu taktik tutar ama sorun şu ki ben -yüzsüzüm- hem de had safhada.
    - Orhan bey beni ne zaman tadım'a çağıracaksın?
    - Hallederiz Kaan bey
    - Orhan bey tadım yapmıyoz mu?
    - İnşallah Kaan bey
    - Orhan bey tadım ne oldu?
    - Ayarlarız Kaan bey
    ... 8,981 deneme sonunda bir gün telefonum çaldı.
     
    - Alü!?!
    - Kaan bey, yarın tadım'a gideceğim, isterseniz siz de gelin.
    - aaa!Tamam, ne zaman? 
    - Öğlende Divan Taxim'de buluşacağız.
    - Taam
     
    Heyooo .... beleş kayıntı
     
    Atladım gittim tabi, özel salon ayarlanmış. İçeri girdim ki bilmem kaç tane Divan otel müdürü ve şef oturmuş menü inceliyor ve not falan alıyorlar. Benim işim olmaz, kibarca tanıştırıldım ... geçtim, bir kenara oturdum. Kayıntı başlasın diye bekliyorum.
     
    Garsonlar geldi, önüme su koydular ... 4 - 5 tane de bardak ... Başaşçı demez mi!!
    - Hadi başlayalım!
     
    Eleman Alman, baktım herkes disiplin içinde önündeki şişelerden biraz su koyuyor, kokluyor - ağzında çalkalıyor, suyu bardağa geri püskürtüyor ve not alıyor.
    .... ne oluyor be?
     
    Orhan bey yanımda, eğilip sordum ...
    - Noluyo ya?
    - Tadım yapıyoruz Kaan bey?
    - .... yemek yok ama...
    - Su konusunda karar veriyoruz Kaan bey
    - Su'mu? ...ben su içmeye mi geldim yani?
    - Evet Kaan bey.
    - .......(küfür/sessizce) ......(küfür/alçak sesle)
    - .....
    - Ben Brasserie'ye geçiyorum, karnım aç ... tadım bitince haber verirsin.
    - Peki (bıyık altından gülerek)
     
    ...keleğe bak ya !!! Tadım'mı istiyorsun? Al sana Tadım   Hakkını vermek lazım, gayet kibar bir hamleydi (kaPak) 
    Ders oldu mu? ...şüpheliyim. 
  9. Kaan Yagizer
    Afrikanın Atlantik ile birleştiği sahranın kuzeyindeki topraklardan taaa Şattülarap'kıyısına kadar Türklere (genelde arkalarından) -Atrak- denir. Kelimenin sözlük karşılığı gece gelen seyyah, kapalı han kapısını açtıran gezgin olsa da günümüzde (sokak jargonu ile...) ve en hafif tabiri ile Atrak "ONLAR!" diye çevrilebilir. Hani lanet/b@ktan/nursuz biri vardır da, ismini anmak istemezsiniz ... "Malum Kişi!" dersiniz, herkes anlar ... işte o hesap.
    ... çölün dibindeki Varzazat'ın (Fas) namını duymuşum ama gitmek nasip olmamış. Yolum düşünce kendime söz verdim, bu defa ne yapıp edersem edeyim muhakkak zaman ayıracak ve Varzazat'ı göreceğim. (İngilizce ismi Ouarzazate) 
     
    Onun gibi yerleşim alanlarına Berberiler -Medina- diyor, S.Arabistan'da ki adaşı ile karıştırmayın. Burada kastedilen çölün ortasındaki bir vaha'nın etrafına kurulmuş yerleşke, bir çeşit sığınak. Yani gideceğim kentin tam ismi Medina Varzazat.
     
    Varzazat veya bedevilerin telaffuz ettiği şekilde Warzazat "Sessiz" olarak çevrilebilir, ama oraya gitmek pek de kolay değil. Arada sırada Atlas dağlarının yamacındaki bu şehre giden uçaklar var ama denk getirmek ... nasıl desem? Şans işi. Diğer yandan çölün ortasındaki M'Hamid'e gitmek kolay. Marakeş'ten vaha şehri M'Hamid'e hemen her gün uçak var, oradan da ... bir şekilde gidiliyor işte. Haa! sağlamcıyım derseniz o zaman Marakeş kasbah'a gidip oradan otobüs'e atlayıp bolca çöl manzarası eşiğinde karayolunu kullanabilirsiniz.
     
    Ben turist taşıyan charter uçağına atlayıp oradan "bir şekilde" karayolu ile gitmeyi tercih etmiştim, tabi seçim sizin ... isterseniz otostop bile yapabilirsiniz. 
     
    M'Hamid Sub-Sahara'dan gelen ve çoğu Tuareg + yarı göçmen olan insanlarla dolu. Mali'ye kadar olan bölgenin asıl sahibi Tuareg'ler, hükümetler dahil kimse onlarla kötü olmak istemezler, elemanlar da zaten onları (hükümetleri) sallamıyor. Sınırlar, yerele kanunlar falan Tuareg'ler için gereksiz sayfa kenar süsü gibi bir şey.
     
    ...alan çıkışından kalkan otobüse atlayıp pazara indiğimde baktım M'Hamid çarşısı'da Tuareg dolu, demek ki dedim kendi kendime Varzazat'a gitmek için Tuareg kafalamak lazım. Otobüs sordum, 5 - 6 saatlik yolmuş (karadan) ama sabah serinliğinde kalkıyor arabalar ... gece çiği kumulların sırtlarını sertleştiriyor, yani yolculuğun önemli kısmı rüzgarla taşınan kum'dan muaf şekilde geçiyor ... saat 11'den sonra başlıyor kum esmeye "rüzgar değil...kum esiyor resmen. Yani millet işini o arada görmeye çalışıyor. Hımmms ... iyi de zamanım kısıtlı (10gün falan) onu da M'Hamid'de harcamak istemiyorum ki ... ee? nasıl olacak o zaman?
     
    - Kamyon olur bazen, sor istersen ...
     
    Aaa! İyi fikir ... başladım Varzazat'a giden kamyon aramaya. Buldum da ... elemanlar kasaya tuz yüklüyor. Mali tarafındaki büyük tuzlalardan deve kervanları ile gelen (torpil biçimli) tuz -sosisleri- sahra'da popülerdir. Bedevi, Tuareg falan demez herkes bol-bol tuz alır ... keçiler ve develer için tuz olmazsa olmazdır. Hayvanlarınıza yeterli tuzu veremezseniz su kaybından ani ve aşırı kilo kaybeder, hatta ölürler.
     
    Gittim şoförün yanına ... "Accept Vous Passanger?" eleman demez mi "No Tourist, No Tourist" ... lan! Yapma beee! Üsteledim tabi ... "Je ne suis pas tourist" ekledim ... "Je suis ATRAK!" adam dondu kaldı resmen ... sordu ... Atrak?!? ... sırıttıım ... "Qui ... je suis Atrak" .... başladı gülmeye.
    ...dedi gel ... madem Atrak'sın, o zaman kamyonuma binebilirsin.
     
    Nınınınııııı .... beleş yolculuk ... o kadar da değil. Omar (Ömer) Bin-Ali bana Varzazat'ta ev kiraladı, günlüğü 5USD (akşam yemeği dahil) ... tatilim biterken M'Hamid'e kamyonuna aldı (beleş) hatta beraber dededen kalma Enfield tüfeği ile çöle gidip çakal bile avladık (vuramadık ayrı) 
     
    Ya ... tek bir kelime "Atrak"  nelere kadir, değil mi?
     
    Bu arada "kafa dinleme" mekanının kralından bir kare (ben çekmedim) 

     
    edit : Vaha'da ne yaptın diyenlere not : Kafa dinledim, incir yedim, kahvaltıda naneli çay - tandır ekmeği ve otlu/kokulu keçi peyniri (tulum) ... öğlen ve akşam yemeklerinde de bol baharatlı (safranlı) ve yağlı pilav ile bir parça keçi eti tükettim. Günde yaklaşık 2lt. çay ve yaklaşık 1lt Mırra içtim ... yanımdaki şibumi'yi (kitap) sindire-sindire iki kere okudum, pişik oldum ... pudraya bulandım, akrep dövüşü seyretmeye gittim, bir deveye yumruk attım, çölde çakal avına çıktım, neredeyse hiç işemedim (ama bolca terledim) sulama kanalına atlayıp dibindeki tortu'ya saplandım ... yani epey bir eğlendim, pişman değilim  
     
  10. Kaan Yagizer
    - Ya yok mu bunun kolay bir yolu?
    ... dedim buyur, otur ... bir çayımı iç ... tam anlat derdini. Öyle de yaptık ... sonra başladı kafasına takılan konuyu anlatmayı.
    - Yahu neden benzin deposu kapakları bazı araçta sağda, bazılarında ise solda? Neden bunu standart hale getirmiyorsunuz?
    Şimdi bu derin konu, taaaa araç tasarımına ... hatta trafik yönüne kadar giden upuzun bir hikaye. 
    - Hadi ondan geçtim, belli ki anlaşamıyorsunuz, neden aracın içine işaret koymuyorsunuz?
    - Ne işareti? ... diye sordum.
    Gel .. gel ... dedi ... çıktık dışarı, aracın ön göğsüne ... kalorifer ızgarasının yanına "Depo Kapağı ->" diye yazı yazmış, seloteyp ile yapıştırmış.
    - Al benden size bir beleş teknik tavsiye, bunu araçlarınıza koysanıza.
    Dayanamadım, kıkırdadım ... bozuldu tabi. Açıklamak zorunda kaldım.
    - Eh yani, var ya o işaret.
    - Nerde var?
    - Aracınızda ... yani benzin deposu kapağının hangi tarafta olduğunu gösteren ok işareti var zaten, üstelik sadece bizim araçta da değil. Bütün araç imalatçıları aynı sistemi kullanır.
    - ...harbiden mi?
    - Valla, billa
    - Nerede?
    - Şurada...
     

     
    benzin göstergesinin yanındaki ışıklandırılmış minik "ok" işareti depo kapağının sağda mı? solda mı? olduğunu gösteriyor zaten.
    ...baktım hala kızgın.
    - Neden benim haberim yok?
    - Yani ... söylemeyi unutmuşuzdur sanırım. El kitabında yazıyordur ... herhalde.
    - Hass ... boşuna mı kastım o kadar?
    - Amaaan ... boş verin, türk kave'si içelim mi? İçiniz açılır.
    - İçelim valla, daraldım yahu.
     
  11. Kaan Yagizer
    Alın size bir arıza arama komedisi
    İsmi bende saklı bir arkadaşımızın kuZu'suna bakıyoruz. Araç 2012 model Eb ve uzun zamandır halledilemeyen bir de sorunu var.  Sorun şu ... kuZu anasının ak sütü gibi helal olan anahtarlarını tanımıyor. Anahtar ile araç arasında bir soğukluk, küskünlük durumu var ... ama neden?
    ...alalala?
     
    Başladık kafa patlatmaya ... Savaş - Yaşar ve kulunuz k*****n teoriler üretiyoruz, anahtar pilinin bitmiş olmasından girip bozuk immobilizer'e doğru uzanıyor ... yanlış kodlamadan girip uzaylıların lazer saldırısından çıkıyoruz. (bkn. atmak serbest) 
    Lan?!?
     
    Anahtarlar bir türlü kod tutmuyor.
    Keyless'in ana ünitesini kontak anahtarı çerçevesine dokunduracak kadar yaklaştırıyorsunuz ... kuZu o zaman "Ah canımmm! neredesin sennn?" diye sarılıyor ona, ama aracın içinde olsa da diğer zaman anahtara "aşağı mahallenin çocuğu!" muamelesi yapıyor.
    Lan?!?
     
    Bizim Yaşar (elektrikçi) en sonunda daralıyor ....
     
    - Bu böyle olmayacak abi, komple dağıtalım arabayı.
    Savaş (elektrikçi) de fikren ona katılmaz mı?
    - Dağıtalım valla ...
     
    ...Allahtan elemanların ikisi de "Master Tech" yani dağıtsalar da kuZu'yu toparlayacak gibiler.
    - İyi ... dedim, dağıtın o zaman ... ama kuZu'yu b*k etmeyin, topladığınızda sağından solundan çıtırtı gelmesin., parça felan da artmasın!
    - Taam
     

     
    kablo tesisatına bakalım, ön göğüs altı tesisata bakalım, vites konsolunun altındaki alıcı'ya da bakalım ... orada da mı sıkıntı yok? Arka koltuğa bakalım o zaman derken ... anammmm!
    Lan?!?
     
    ...sonra mutlu haber geliyor.
     
    - Bulduk *****!
    - Helal ... neredeymiş?
    - Arka koltuk...
    - ...... hönk?!?
     
    Olay şu ... biliyorsunuz Focus'ta İsofix bağlantısı (kullanacağınız bebek koltuğunun tipine bağlı olarak) müşterinin talebi doğrultusunda (ücretsiz) ayrıca takılıyor. Yani arabaya bebek koltuğu bağlayacaksanız bayinize diyorsunuz ki "Benim XYZ marka koltuğum var, bunun için İsofix takın" bayiniz talep doğrultusunda İsofix koltuk karşılığı getirip aracınıza takıyor, siz de o karşılığa bebek koltuğunu kolayca monte ediyorsunuz.
    ...buraya kadar sorun yok.
     
    Sorun keyless araçta toplam üç tane anahtar okuyucu/algılayıcı olması. Sırası ile arka koltuğun altında, orta konsolun altında ve ön göğüsün içinde üç tane anahtar algılayıcı var ve bunların her birinin (yaklaşık) bir metrelik algılama menzili bulunmakta. Cebinizde anahtar ile bu üç algılayıcıdan her hangi birisinin menziline girdiğinizde kuZu sizi yakalıyor ve "OOoo! abim gelmiş, kapılar!!açılmaya hazır olun ... patron arabaya biniyor" diyor.
     
    Arka koltuğa İsofix karşılığını takan eleman koltuğu devirip kilit mekanizmasını monte ederken kaza ile bu algılayıcıların kablosunu katlamış, katlamak ile de yetinmemiş ... isofix'i tam o kat yerinin üzerine denk getirip kabloyu iyice ezmiş. (bkn.yuh!) kablo ezilince doğal olarak sinyal alıcılar arasında sıhhatli şekilde gidip - gelmez olmuş ; yani aracı anahtar'a "sağır" etmiş.
     
    Kablonun kat yeri düzeltilip İsofix bağlantısı düzgün şekilde yerine oturtulunca ve ezik bölüm elden geçirilince (bkn.kulaklarımı yıkattım, karşı komşudaki sineği bile duyuyorum) kuZu bir anda düzeldi tabi ... anahtar marşbiyel hizasına yaklaşınca "abimsin, hojgeldin!" demeye başladı.
     
    ...Allaha şükür ...şükrediyorum çünkü benim elektrikçilerin kafasına takılmıştı bu mevzu. ViN ile araca yeni anahtar set'i getirtmekten (belki eski set'in içindeki kartlarda bozukluk vardır diye) immobilizer'i komple söküp atmak ve yerine yenisini takmak noktasına kadar gelmişlerdi. (bkn.kafaya takmak) meğer basit bir kablo arızasıymış ... ferahladık yahu  
     
    Servis indim ... elektrikçiler yok.
    - Nerde lan bunnar?
    ara ... ara ...
     
    Arka bahçeye çıkmışlar, çay / cigara keyfi yapıyorlar. Suratlarda y****k bir gülücük. Belli ki arızanın nedenini bulunca rahatlamışlar. Ama bende i***k bitmez ki...
     
    - Cigaranızı için de gelin ... sıkıntılı bir aracım var.
    - ...hayırdır?
    - Sağa sinyal verince radyonun sesi kısılıyormuş...
    - ...hadi be!
    Aslında öyle bir şey yok, ama insanları mutsuz etmek hoşuma gidiyor ... (bkn.evet i****m ne olmuş?)
    - Akşam gerekirse mesaiye kalın, halledin bu işi.
     
    Oğlanların suratları allak bullak ... ben de gülmemeye çalışarak arkamı dönüp gidiyorum.
    muHAHAHA ... yaŞasın kötülük! 
  12. Kaan Yagizer
    Advertorial (bir çeşit reklam işte) yapacaz dediler ... bizim pazarlama tarafı ile işi bitirmişler, bana da "Size mail atalım, yazılı cevap verin ... röportaj olur" diye haber yollamışlar.
     
    ...piki ... didim
     
    Neyse yolladılar soruları, cevap yazdım ... sonra Alo! geldi ... efendim editör sayfanın ortasına resim koymak istiyormuş, röportaj çok uzun olmuş, bu kadar metni kimse okumaz ... yazıyı kısaltalım, resim koyalım demiş.
     
    ...koyun mustang'ın resmini ... didim
     
    Olmazmış ... işin raconu aracın yanında röportaj veren kişinin resmini basmakmış ... böylece metin okuyucunun kafasında maddi olarak yer edermiş ... öbür türlü "anonim" basın bülteni olurmuş vs.vs.
     

     
    ...hay Allah benim belamı versin be!
     
    Neyse ... geldi fotoğrafçı, güleç yüzlü ... neşeli bir kızcağız. Başladık resim çekmeye. Elini oraya koy, başını kaldır, gıdını toparla ... olmadı ... göbeğin sarktı, az sağa dön ... yok kıçın resmi kapattı falan.
     
    ...daraldım be!
     
    Bir ara isyan ettim
    - Miss Turkey yarışmasına katılmayacağım yahu ... ne kastın!
    ...kız demez mi
    - Hafifsağ yap, omzunu geriye at ...
    ...aaa! Santim sallamıyor be.
     
    Bir süre ve ikibin kadar resim çektikten sonra teşekkür etti gitti kızcağız. Sonra editör deneme'yi gönderdi (bkn.ek) resme bi baktım ... ülen ... ne güzel çıkmışım be! ...ben?!? ...Alalalal?!? ...bu ben miyim?
    - Yahu ne güzel çıkmışım ...fotoğrafçı epey terletti ama eline sağlık.
     
    Editör demez mi...
    - iyidir arkadaşımız, model ne kadar faul olsa da o bize her zaman iyi poz'lar getirir.
    ...faul? ben mi?  ...yuhhh!
    ...........şimdi bu lafın üzerine ne denir ki? 
  13. Kaan Yagizer
    Serviste çalışıyoruz ... o zamanki patronum Melih Pekol (kulakları çınlasın, adam gibi adamdır) bizim bir tarafımızdan ter akıtıyor.
    Almanya'dan teknik servis bülteni gelmiş, 3"kasa araçlardaki M40 (4 silindir - benzinli) motorların triger gergilerini kontrol ediyoruz. Almanya "ortam ısısını göz önüne almadan triger ayarı yapmış olabiliriz, lütfen kontrol!!" diye not yollamış ... belli bir üretim aralığındaki 3"leri çağırıp jet hızı ile gergi paletlerini vs kontrol ediyoruz. İşi hem düzgün hem de hızlı yapmak zorundayız ... yani terliyorsak boşuna değil.
    Bu arada servisin geri kalanında doğal akış devam ediyor ...
    Sigara içmek için servisin yan kapısından dışarı çıktığımda gözüm hemen camın yanına kurulu yedek parça ön bankosuna takılıyor ... adamın biri elini -  kolunu sallayarak bir şeyler anlatıyor ... adam sinirli! Belli ki yolunda gitmeyen şeyler var, konuşulanları duyamıyor olsam da vücut dili ve yüz ifadeleri yeterince açıklayıcı. 
    ...demek ki müdahale lazım.
    Yeniden içeri girip bankoya yollanıyorum. Tahminim doğru, bizim ön bankoda çalışan yedek parçacı resmen iş istasyonunun arkasına gizlenmiş ... adam veriyor , veriştiriyor buna.
    ...olay dahil oluyorum.
    - Size nasıl yardım edebilirim?
    Adam dönüp yakamdaki kart'a bakıyor "Servis Delegesi" ...belli ki yetkiliyim.
    - Bu arkadaş (parmağı ile bizim parçacıyı işaret ediyor) benimle resmen dalga geçiyor!
    Bizim yedek parçacı bir şeyler söyleyecek ama elimi sallayıp onu susturuyorum, inatlaşmanın gereği yok ki.
    - Buyrun size çay - kahve ikram edeyim, sorunu bana anlatın ... ben yardımcı olmaya çalışayım.
    Elemana ve de kendime biraz kave söylüyorum ... adam biraz sakinleşsin diye bekliyor, soruyorum.
    - Size nasıl yardımcı olabilirim.
    - Bana parça lazım.
    - Veririz, sizden mi esirgeyeceğiz. Aracınızın şase numarasını alalım ... stokta varsa hemen teslim ederiz, yoksa da acil getiririz.
    Adam biraz daha rahatlıyor ...
    - Parça neydi?
    - Tavan
    - Tamam, buluruz ... geçmiş olsun bu arada. Sizde bir şey yok değil mi?
    Adamın canı hala sıkkın ...
    - Yok ... diyor, kısaca.
    Bana yazdırdığı şase numarasını alıp bankoya dönüyorum, eleman kave içerken parça stokta var mı? Hızlıca bakacağım...
    - Abi ... o araba Cabriolet ... adama bunu söylediğimde direkt arızaya geçti.
    - Harbiden mi?
    - Bak ...
    Bakıyorum ... bizim parçacı zaten şase numarasını alıp araç dökümünü açmış ... ulan! araba harbiden cabriolet be. Adamın yanına geri dönüyorum.
    - Biraz kafam karıştı ... siz Hard Top'mu istiyorsunuz? (bez tavanın üzerine takılan alüminyum koruyucu kaplama)
    - Yok ... tavan istiyorum
    - Tente mi yani?
    - Yok ... komple tavan.
    Dayanamıyorum ...
    - Ne oldu ki tavanınıza
    - Kaybettim...
    ..............................................dumur!
    Adam kave'sini içiyor, üsteliyorum.
    - Sorunu doğru anlama ve buna göre çare bulma adına üsteliyorum ... tavanınıza ne oldu?
    - Kaybettim işte...
    - Şunu bana tam anlatsanıza Allah aşkına....!
     
    Olay şu ... abi Almancı, TüV tarihi yaklaşmış bir 320i Cabriolet araç almış kendine. Manitayla birlikte tatile gelmişler ... Edirne'den geçmişler, hava güzel ... bizim eleman tavanı açayım demiş. Demiş ama BMW'de tavan öyle kolay açılmaz. Sağ ve sol güneşliklerin yanında iki küçük kolçak var, önce onları "açık" konuma getireceksin, sonra dikiz aynasının arkasında kocaman bir levye var, onu çekip aşağı indirecek ve çevirip kaldıracak, yani A sütunu üzerindeki kilitleri serbest bırakacaksın. Sonra da el freninin yanındaki tavan düğmesine basacaksın ki tente katlansın ve bagaja girsin.
     
    Adam'da aynen böyle yapmış ... ama ufak bir noktayı atlamış.
     
    Araç otobanda, sol şeritte ... eleman bunu yaparken 120 - 130 ile gidiyor ... 
     
    O tavan 30-35km/h de açılması için yapılmış, hadi de ki toleransı var ... 50km/h.  Bizim eleman 130 ile giderken tavan düğmesine basınca -BAM- etmiş önce, sonra arabanın ön tarafı savrulmuş ve kocaman bir GÜM ile tavan ... yani tente, makina, spiraller vs. kopup gitmiş.
     
    Hani savaş uçaklarında Jettison tahliye (roket koltuğu) vardır ya ... o hesap uçmuş, gitmiş tavan.
     
    Yani eleman "kaybettim" derken sallamıyormuş, harbiden kaybetmiş be!
    - Kopan tavan nerede?
    - Yolun sağına çektim ama arkadan gelen kamyon ezmiş onu, parça parça etmiş ... bir ton'da küfür yedim (kamyoncudan) doğrudan buraya geldim.
     
    Tente, tavan, spiraller, motor .... OoOoOoO ... deli para tutuyor, bizim parçacının hesabına şöyle bir baktım. Yahu o parçalar (zaten stokta yok) Alman plakalı 320iC'nin oradaki (Almanya) bedelinden fazla tutar. 
    ... Elemana bunu söyledim, adamın yüzü daha da düştü tabi.
    - Ama sizi çaresiz bırakmak olmaz ... gelin size bir branda verelim, arabayı park edip gittiğinizde brandayı çekersiniz üzerine. Almanya'ya döndüğünüzde de ya satarsınız arabayı, ya da hurdacından çıkma tavan bulursunuz.
     
    ... ne yapsın adamcağız? Kimseye kızamaz ki (kendisinden başka) tavandaki kilitlerin üzerinde kocaman etiket var ... "35km/h'den yüksek süratte açmayın" diye Sarı/Turuncu yazıyor kocaman (el kitabında da) ...aldı brandayı ... gitti.
     
    Yaa ... adam tavanını resmen "kaybetmiş" işte ... olmaz demeyin, oluyor  
  14. Kaan Yagizer
    Fazlası ile velet olduğum ve Galata'da beraber koşturup azıttığım güruh'un etkisi ile telaffuzum bozulduğu gerekçesi ile Pazar okulu'na gitmeme karar verildiğinde 10-11 yaşında falanım. Olay ben sokakta "Muerté" diye bağırıp korsancılık oynarken kopmuş, tabi ben bunu uzun zaman sonra öğrendim ... o ayrı. Ailem genelde Sefayat'ların kullandığı Ladino " https://en.wikipedia.org/wiki/Judaeo-Spanish " diline doğru kaymaya başladığımı görünce müdahale etmek istemiş ... müdahale de Pazar okulu. (bkn. hay bin kunduz!) Ya ne işim var benim okulda? Zaten bütün kış okuldayım falan dediysem de ... nafile! 
    Pazar okulu dediğime bakmayın ... Pazar sabah, Çarşamba akşam ve Cuma akşam olmak üzere üç kere gidiliyor okula ,yani resmen kabus beee ... her bir kur en az 2,2.5 saat ediyor .. yani tam bi ızdırap. Ya yapmayın ya etmeyin ... ıhhh ... dediğim dedik.... yok arkadaş, yırtamıyorum. 
    Muerté be! Mille Muerté!! gidip bi fıçı Aqua de Lişiya (Çamaşır Suyu) içsem yeridir ... 
    ee? Dios Mio! ... Nereye gidicem?
    Cevap St.Maria!!! 
    Lan! Onlar Katolik be ... neden Alman Kilisesine takılmıyorum?  Neymiş efendim Alman Kilisesindeki reverant'a (vaiz) bizimkiler -ayar- oluyormuş ... eee? Siz reverant'a ayar oluyorsunuz diye ben neden Katolik kilisesine gidiyorum ki? Yok mu yakında bi Protestan kilisesi? ...yokmuş. Var mış ama uzakmış, ulaşım dert olurmuş. 
    ...ohh be! Millet evde fosur-fosur ederken ben kalkıp Pazar okulunda sürünücem ... adaletini s******m dünya!
    Ne kadar cırlasam da hemen o çarşamba aynen götürülüyorum, arada bacağıma kramp giriyor ... karnım ağrıyor ama annem kulağıma bir yapışıyor ki ... oy, oyyy.
    Biber gibi yanan ve Mr.Spock modeli kulağımla ( bkn.Über mutsuz ) St.Maria'ya adım atıyor, kulağımı annemden alan Rahibe ile birlikte sınıfa "tıpalanıyor" ve iki kocaman saat boyu monoton ses ile teslis ( Testis değil, iyi biliyorum çünkü testis/teslis dil sürmesi nedeni ile fena pataklanmıştım ) doktiririnini dinliyorum. Daha doğrusu bir süre sonra uykuya dalıyor ve ağzımın kenarından salya akıtarak resmen kendimden geçiyorum.
    ...ya hacı bunlar bozuyor beni bea!!!
    St.Maria Draperis ufacık ve bakımlı bir kilise, gene de mekan bana ağırlıklar bastırıyor ... daha eşikten geçip merdivenlerden avluya inerken ruhum daralıyor. Ya sev-mi-yo-rum kardeşim ... sevmiyorum işte.  ( bkn.sallayan yok )
    Rahip Paolo benim gibi kıçını başını oynatan veletlerin kafalarına patlatıyor şaplağı, Rahibeler desen ... onların bir tek döner-uçar tekme atmadıkları eksik ... yahu dayak arsızı olucam ya da beyin sarsıntısı geçirip çişimi tutamaz hale gelicem ... o derece yani.
    ...nefret ediyorum Pazar Okulundan. Mahallede piç takımı ile azmak varken neden günlerimi St.Maria'da geçiriyorum ki?
    Sonra beklediğim an geliyor ... Bakire Meryem ve Kutsal doğum geyiği açılıyor.
    - Ne yani? Onca yıllık evliliklerinde Yusuf bir gün bile Meryem'e elini sürmemiş mi?
    .......falan-filan
    - Hiç mi dokunmamış?
    .......falan-filan
    - Yani İsa Yusuf'un çocuğu değil ...
    .......falan-filan
    - Eee! 4 kardeş deniyor, diğer kardeşler kimden peki?
    .......falan-filan
    - Hepsi mi piç? Harbiden mi?
    İşte olay bu noktada kopuyor ... İsa'ya "piç" demesem belki medeni sınırlar içinde kalacağız ama piç söyleminin son "ç" harfini telaffuz ederken linç ediliyorum ... "!Cabrona" bu hijo de puta'ların elleri de harbiden ağır be kardeşim. Beni resmen E.T formuna sokana kadar hırpalayıp hademe ile eve gönderiyorlar. Bir de not yazılmış ... not anneme veriliyor ( benden arta kalanlar ile birlikte ) ve Pazar okulu serüvenim resmen sona eriyor.  Notta -terbiyesiz- ve -uyumsuz- olduğum için istenmediğim yazılmış, bu cono'lar ellerinden gelse beni afaroz edecek ... ne dedim ki? Yani bunca sinir neden?
    - Ne oldu be?  ..babam daralmış ( annem ona notu gösterince )
    - İsa piç mi diye sordum? O chinga du madré takımı da beni dövdü be!
    - Neden öyle dedin ki? Ayıp ama ...
    - Babası belli değilmiş ... ya ne diyecektim? Mariquita işte...  
    ...babam gülmesini zor engelliyor, annem hala gergin. Ben mi? Kızgınım abicim ... alt tarafı "piç" dedim ya, bu laf için el kadar çocuk pataklanır mı? Hayallerimde hızlıca büyümek ve St.Maria ruhani ekibini ağlatana kadar eskitmek var ( bkn.türk filmlerinden etkilenmek ) 
    - Gel sana anlatayım o mevzuyu, ama bir daha İsa'ya piç demek yok ... tamam mı?
    - !Si
    ...bi şaplak daha yiyiyorum kafamın arkasına. Annem hala kızgın ...
    - Türkçe konuş -mierda- diyor.
    Gülmeye başlıyoruz, annem önce kaşlarını çatıyor ... sonra o da bize katılıyor.
    - Galata'dan taşınmamız lazım, hepimizin dili bozuldu yahu ...
     
     
  15. Kaan Yagizer
    Spor yapmam lazım ... etrafımdaki neredeyse her insan evladı bir şeyler ile uğraşıyor ben ise göbekten pamuk çıkartma seviyesinde takılıp kalmışım. Spor yapıcam ama ne? Masa Tenisi? ...denendi ... sonuç rezalet! Fullsize tenis? cıK ... futbol'dan hiç hazzetmem, peki basketbol ... yok kardeşim, yok. El/Göz koordinasyonum o kadar kötü ki benim için özel -eksi- seviye açmaları gerekiyor. (bkn.çukur) eee?
    Yelken? Denizi severim, yelken olur mu? ...Olmazmış ... eğitime optimist ile başlamak lazım, ben üzerine çıkınca tekne batma seviyesine geliyor. Paraşüt ile atlasam? ...olmaz ... kilo sınırına yakalanıyorum, beni taşıyacak freefall paraşüt yok ...hatta "Seni T1 malzeme paraşütü ile atarız!" geyiği felan yapılıyor. (bkn.türk hava kurumunda kavga çıkarıp güvenlik tarafınca tartaklanmanın dayanılmaz hafifliği) 
    eee? ne b*k yiyicem ben be?
    Koşu sıkıcı, zaten 110kg+ adama göre değil, bisiklet desen pişik ve selenin kıçı zedeleme sıkıntısı var ... atıcılık desen, miyobum be! ...curling, buz hokeyi falan o zamanlar moda değil (hoş hala da değil...) amerikan futbolu oynayayım, vücut yapım D-Band (defans/savunma hattı) uygun ama T.C'de Amerikan Futbolu ya da Rugby oynayan yok ki. Nasıl olcek bu iş?
    Su topunu denedim ... sıkıcı ... kule atlamayı denedim, bir mavi balina kadar zarifim (4,5metrelik ilk platforma kadar su çıkarttım) yani tam bir HaSSSS! durumu...
    Sonra sporumu buldum, hem de tesadüfen. Klüpte gırgırına bench press basarken gözüme kürek çekme aleti ile debelenen veletler takılıyor. Kıçlarından ter damlıyor ama epey de eğleniyorlar ... gidip biraz seyrediyorum onları. "İş mi bu be? Yerim lan sizi!" diyorum ... "Ye de görelim!" cevabı geliyor ... 
    2km'lik (yarış standartı) menzile ayarlıyoruz ve başlıyor abanmaya ... zaman tutuluyor, kim bayrağı önce düşürürse (yani 2km'ye ulaşırsa...) o kazanacak.  çtoNK! ilk denemede kırıyorum boynunu ... "Bir kere daha ... bu defa 5km" ... "Eyvallah" diyorum ...sonuç gene aynı.
    Üst üste üç kere yarışıyoruz ( 2 - 5 - 2km) sonuç 3-0 ...ellerim su topluyor, omuzlarım ve baldırlarım adeta yanıyor ama ne gam! Zafer benim.
    "Gelip takılsana bizimle, hocalar görsün seni..." diyorlar ... neden olmasın?
    İki - üç gün sonra dereağzına gidip şahsımı gösteriyorum elemanlara ... "Bildiğin hayvan işte, çift kürek becerisi yok (solak) ama dıştan takma motor gibi ... koy tekneye gitsin." yorumu ile Genç-B'ye yedek olarak alınıyorum. Kabiliyet sıfır, çift el sıfır, yakalama idare eder, çekiş oha hayvan, kürek sonu iyi ve öne geliş fena değil ... dayanıklılık mükemmel notu ile doğal olarak sekiz tek'e ön sırada (yani ilk suyu yaran) oturmaya başlıyorum.
    Kafa çalıştırmam,taktik üretmem falan gerekmiyor, yapmam gereken tek şey küreği sağlamca tutup dümenciyi dinlemek ... tam bana göre yani.  
    Bir yıl kadar sonra Genç-A'ya çıkıyorum ... Fenerbahçe kürek'in gelene - gidene yapıştırdığı günler (hoş hala da öyle ya...) spor yapmak gerçekten iyi geliyor. Resmen kafam boşalıyor ... ders çalışmadığım ve uyumadığım her boş dakikamı antreman yaparak geçiriyorum desem yeridir. Kabataş Erkek'in olanakları gelişkin, klüpten yazı ve lisans götürünce okul yarış günlerinde -çıkış- yapmama izin veriyor (daimi yatılıyım) bunun ötesinde gündüz/gece istediğim zaman salonları ve spor ekipmanını kullanabiliyorum.
    Hiç bir zaman "Büyükler" kategorisine çıkamayacağımı biliyorum. Lise bitip üni. başladığında okul+kürek'i bir arada götürmem mümkün olmayacak (maddi ve zamansal sorunlardan ötürü) ama bu o gün gelene kadar kürek çekmeme mani değil.
    81" yarışları (Sapanca) aynı zamanda benim için bir "Son" devam edersem bir üst kategoriye (Büyük-B) geçmem lazım ama bunun ötesinde üni.var. Burslu olarak Yüksek Denizcilik'te okuyacağım ve onların Kabataş gibi sporcu öğrenciyi destekleme programları falan yok. Anlayacağınız sapanca'ya giderken ruh halim "şu son kupayı'da alalım, onurlu bir şekilde emekli olayım" şeklinde.
    77 yılından beri süren FB monopolisi var ... bizim takım kesintisiz olarak her yıl kupa'yı "lüp" ediyor. Yani Sapanca'ya giderken sadece ben değil, bütün takım -gazlı-
    ...bela biz malzemeyi kayıkhaneye indirirken "Selamınaleyküm!" diyor. 
    Bela'nın ismi GS ... bir önceki yıl Bulgaristan'da gerildiğimiz veled-ül-zina'lar kendi malzemelerini indirip yığıyor. Bulgaristan'da neden kavga çıkmıştı ki? Hatırlamıyorum ... onların da hatırladığını sanmıyorum. Ama GS takımından hazzetmiyoruz ve bu hislerimiz karşılıklı (bkn.onlar da bize boş değil) ismini şu an hatırlamıyorum ama GS'ın üç numarası şaşı bir velet var ... ona özellikle uyuzum. Oğlan bir yandan işini yaparken diğer yandan bize bakıp pish-pish sırıtıyor. Anlayacağınız ayar ve kendi kendine gaz verme modundayım (bkn.saf salaklık) dayanamayıp soruyorum. "Niye sırıtıyorsun muhterem valdesinin ellerinden hürmetle öptüğümün çocuğu?" ...ve kavga çıkıyor.
    Genel bir kavga çıkar FB vs. GS meydan savaşı başlar diye düşünüyorum ama öyle olmuyor, biz one-o-one takılıyoruz. Herkes etrafımıza toplanıyor, hatta tezahürat yapıyor ama ne kavgaya karışıyorlar, ne de bizi ayırıyorlar.
    Debeleniyor, birbirimizi yumrukluyor, yuvarlanıyor ... düşüp kalkıyoruz. Kavgamız kayıkhanede başlayıp dışarı çıkıyor, göl kıyısına gidip oradan ilerideki çay bahçesine doğru uzanıyor, sonra otoparkın dış sınırından dolaşıp klüp otobüsünün yanında kavga ediyoruz. Her tarafım ağrıyor, yorgunum ve de artık kavga etmek istemiyorum ... istemiyorum da bu kavga nasıl bitecek?
    Şaşı oğlan sağlam çıkmazmı? ... eleman yıkılmıyor bir türlü ... ya ben? yüzümün, gözümün şiştiğini hissediyorum ama bnim de yıkılmaya niyetim yok. Kavga ederken bir yandan etrafıma bakınıyorum, sonra gözüm bizim büyükler antrenörüne takılıyor. Herif milletle birlikte dikilmiş bizim kavgayı seyrediyor. Şaşı'yı tutup kalan son güç kırıntısı ile pulluk gibi sürerek bulgar hoca'ya doğru götürüyor ve bir kere daha itiyorum. 
    Antrenör, şaşı velet ve ben tam bir 3some edası ile yığılıyoruz çimenlere. Herif küfredip bizi itip kakıyor, birileri koşturup onu kaldırıyor ve aramıza giriyor (bkn.Allaha şükür) son darbeyi indirmem lazım ama değil kavga etmek, elimi kaldıracak halim kalmamış ... bari tüküreyim! diye geçiriyorum aklımdan ve ağzıma dolan kan/tükürük karışımını gez-göz-arpacık yaparak şaşı'ya sallıyorum.
    ...ama olmuyor. Onun yerine menzile giren federasyon görevlisinin kasıklarına garip bir desen çizip herifin pantalonunu berbat ediyorum.
    "Kaldırın, götürün bu serserileri!" diye bağırıyor birileri. Koluma girip benden artanları otobüse taşıyorlar ... otele nasıl gidiyoruz? Odaya nasıl çıktık? ...resmen hatırlamıyorum. O derece dayak yemişim yani.
    Dediklerine göre bütün gece inlemişim ... sabah kalktığımda her tarafım çürük içinde, kafam neredeyse 2x büyümüş ... ağrımayan ne bir kemiğim var, ne de kasım.
    Zar-zor eşofman çekip kahvaltıya iniyorum. Aaaa! Şaşı'da orada, meğer aynı otelde kalıyormuşuz. Yanına gidiyorum, arkadaşları ayağa kalkıyor ... Lan! Kavga edecek halim var mı be? Zaten dağılmışım.
    Eleman kafasını iyice geriye atarak bana bakıyor, gözleri şişmiş ... öyle ki göz göze gelemiyoruz.
    "Köpek enciğine dönmüşsün!" diyorum, sırıtıp cevap veriyor "Kafan öküz kadar olmuş!" ... eh, haklı valla! Başımı sallayıp bizimkilerin yanına gidiyor ve kahvaltı sırasına giriyorum. Yumuşak şeyler koyuyorum tabağıma, dişlerim ve çenem ağrıyor ... eşşo******su sağlam vurmuş valla, ağzımı zor açıyorum, ne dövmüş beni be!
    Bisküvi'yi çay'da yumuşatıp ağzıma atarken şaşı ile göz göze geliyoruz. O da kaşıkla ağzına bal sokma derdinde ... birbirimize gülüyoruz ... sonra vaz geçiyorum, gülünce ağzım ağrıyor.
    ...elemanın eli amma ağırmış yahu! diye geçiriyorum aklımdan. 
     
  16. Kaan Yagizer
    ...geçmiş zaman.
    Borusan Oto'da çalışıyorum.  Bir gün odamda oturmuş kaliteli zaman geçirirken (bkn.tatak çıkarmak) telefonum çaldı. 
    - Ne var? (kibar şekilde telefona cevap vermek)
    - Gel ... gel ... bunu görmen lazım.
    BMW'nin bir kısmı -Individual- kapsamında (Individual : Standartlar dışında aracı kafana göre imal ettirmek) Pre-Order (yani Sipariş Et - Bekle) geliyor. Yanlız individual sipariş verirken acaip - über dikkat etmek lazım, yanlış yaparsan kötü kaçıyor ... arka parka gidiyorum ve beni çağıran teslimat ekibi ile buluşuyorum. Hepsi bir 5"kasanın başında toplanmış.
    - Arabaya bak be!
    ...bakıyorum ... obareyyy
    Nasıl anlatılır ki? Araç opak kırmızı, içi de kırmızı ama ... yani tavan döşemesi kırmızı, ön göğüs kırmızı deri, 8 yöne ayarlı ısıtmalı-soğutmalı-dana derisi koltuklar kırmızı, velür taban halısı kırmızı .. ulan göstergelerinin içi bile kırmızı be.
    Arabaya fil sokmuşsun, sonra da fili uçaksavar ile vurmuşsun ... hayvan arabanın içinde patlamış sanki ... 
    - Eee? Nasıl oluyor bu ya?
    - Yanlış sipariş
    - Aha ... s****k
    - Pish s****k valla
    Çok geçmeden Gen.Müdürümüze kadar ulaşıyor haber. Müşerref hanım önce arızaya geçiyor, sonra da talimat veriyor. 
    - Bunu hemen satın, kim satarsa ona bonus vericem.
    ...bilin bakalım arabayı kim satıyor?
    O sıralar Aksaray esnafı Rus Bavul Ticaretin fena para kaldırıyor. Benim eleman da işe bavul ile başlamış ama çıtayı yukarı çıkarmış. Sermaye eksiği olan rus turistleri kendi pavyonunda çalıştırıyor. Eleman geliyor, bunun mekanda ...işte bir-iki ay çalışıyor, kazandığı para ile alış-veriş yapıyor ve rusya'ya geri dönüyor. Yani kazancını ikiye, üçe katlıyor. Tabi bu işte esas kazanç benim müşterinin ... sonuçta pavyon onun, sermayenin alış-veriş yaptığı dükkan da onun.
    Abi parayı bulmuş, harcayacak yer arıyor. Ben bunu yakalar ve bırakırmıyım?
    Aldım elemanı, götürdüm oto-park'a ... kırmızı 5" o kadar iğrenç ki showroom'a koymamışız. Görenin midesi bulanıyor, derinlik algısı bozuluyor. Gösterdim arabayı, ekipman falan on numara aslında ... milimetrik jantlar, über koltuklar, all leather kaplama, Bosé müzik sistemi ... yok oğlu yok yani. Eleman derin bir nefes alıp demez mi...
    - Aşık oldum lan buna, hem de özel imalat ... dünyada eşi yok ... di mi?
    Aklımdan "kim alır bu kadar iğrencini? Tabi ki eşi yok!" düşüncesi geçse de ...
    - Plaka bile takman lazım değil, öyle kupon .. öyle tek bu araba.  ...diyorum (bkn.yalan değil ki)
    Hemen orada, arabanın başında hızlıca bir pazarlık yapıyoruz. İçeri dönüp kimlik kopyasını falan alıyorum, satış fişini düzenleyip imzalatıyorum ve günlük çek alıp hesabı kapatıyorum. Azıcık indirim yapmış, neredeyse arabayı liste fiyatına vermişim.
    - Ne zaman geleyim?
    Hızlı bir hesap yapıyorum kafamda
    - C.tesi gel, teslim edeyim.
    Eleman gidiyor, ben de satış fişini Müşerref hanıma gösterip havamı attıktan sonra muhasebeye geçiyorum. İşlemleri ilerliyor, plaka çıkıyor, araç PDI'dan geçiyor, temizleniyor ve teslimat bölümüne alınıyor. Her şey yolunda ...
    Cumartesi bizim eleman geliyor ... üzerine ...nasıl anlatsam? Parlak yeşil / kırmızı ve plastikten bir eşofman giymiş ... ayağında ise sivri burunlu kösele ayakkabılar. Yanında bir hatun ... o da aynı renk ve malzemeden eşofman giymiş, hatunun ayağında (eşofmanın altında) öküz gibi topuklu ayakkabılar, saç - baş yapılı, ağır makyaj falan. Bunlara bakarken gözlerim kamaştı, nefesim kesildi desem bana inanın.
    - Hazırmıyız?
    Hazırız tabi ... hatta alın gidin arabayı ... hem de bir an önce.  Hep beraber geçtik teslimata, açtım arabayı ... elemanı şoför koltuğuna davet ettim, hatunu da yan koltuğuna oturttum. Ben de başladım açık camdan kontrolleri anlatmaya, elemanın koltuğunu ayarlamaya ... koltuk hafızası ile falan uğraşmaya. Kadın tam o sırada demez mi ...
    - Ya XYZ bu araba ne kadar b***nmış, kıpkırmızı lan. (kıkırdar) basurlu g*t gibi ...
    Eleman hiç bir ön hazırlık yapmadan sağ yumruğunu hatuna geçirmez mi ... güm - güm ... iki kere ses geldi hatundan. İlk ses bizim eleman ona yumruk atınca, ikinci güm ise kafasını kapalı kapı camına çakınca.  Dondum kaldım tabi ... ne desem ki? ne yapsam?
    - Yani bir kere hafızaya aldığımda koltuk ayarını değiştirmiş olsam da aynı şekle geri dönüyor di mi?
    Hatunun burnu kanıyor ufaktan, ağlıyor da ... eleman hiç bir şey olmamış havasında ama benim araba anlatacak halim kalmamış ki... çağırdım teslimatçıları, gidip indirdim hatunu, teslimat bölümündeki kadınlar tuvaletine götürdüm. Kan ve göz yaşı ile karışık akan rimeller felan (ya da ismi neyse) kadıncağızın yüzü post-modern sanat eseri gibi olmuş. Bekledim kapıda, bir süre sonra makyajını silmiş, burnuna da tuvalet kağıdı tıkmış olarak çıktı dışarı.
    Bizim oğlanlar teslimatı bitirmiş imzaları alıyor olduğundan sessizce beklemek dışında bir işim yok ... yani bir köşeye geçip oturabilirim. Öyle de yaptım ... yaptım ama elemana kızgınım. Yani kadın dövmek olacak iş değil, bunu benim önümde yapmak bana fazlası ile ters, şiddet eylemini Borusan'da yapmak ise iki defa ters. 
    Anlayacağınız epey bir gerginim.
    Eleman para vermeye kalkınca o kafa ile engelledim tabi.
    - Aracınızı iyi günlerde kullanın ama bu tür hareketleri hoş karşılamıyoruz ... bahşiş de almıyoruz.
    - Beğenmediniz mi? (biliyorum parayı kastetmiyor...)
    - Hayır, beğenmedim ... hem de hiç beğenmedim. (o zamanlar daha müşteri memnuniyeti keşfedilmemiş) 
    Aramızda kavga çıktı, çıkacak ... hatun araya girmez mi...
    - Aman boş ver XYZ, uyma elin itine ...hadi gidelim
    "İt" ?!?!?!? ....bunlar çektirip gitsin diye kapıları açtık, eleman ve kan kırmızısı 5" çektirdi gitti.
    Ben hala bana "it" denmiş olmasının şoku içinde cık-cıklayarak odama döndüm ... masamda bir not.
    "Aferin" ...notun altında da Malta Adası ile ilgili broşürler.  Müşerref hanım sözünü tutmuş, bir haftalık Malta seyahati (iki kişilik) hediye etmiş. Moralim anında düzeldi tabi ... otomotiv hayatım boyunca yaptığım en kötü teslimatı unutmayacak olsam da yalan yok ... kocaman bir sırıtış suratımın ortasına park etti.
     
  17. Kaan Yagizer
    Tarlabaşından topuklayıp sağa dalıyor ve köşe başındaki metruk binanın kapı ağzına sotalanmış çingene ablaları şık bir bel hareketi ile atlatıyorum, sattıkları hapların aynı zamanda tüketicisi olan bu güruh ile uğraşacak halim yok ... dar sokağı geçip nevizade'nin girişine sırtımı dönerek binalar arasındaki geçide atıyorum kendimi. 
    ... tayfa Sinepop'un köşesinde takılıyor. Berber'e selam sallayıp geçiyorum. Arkamdan sesleniyor ...
    - Gel de bi ustura atayım kafana.
    - Karnım aç, dönüşte uğrarım ... söz.
    Dövmecinin BlackSea Tatoo yazan tabelasının altından geçip Yunus'a sesleniyorum...
    - Yemeğe gidelim mi?
    Yunus oğlanın birinin yan tarafına tribal yapıyor. Gözlerini kısıp işin akışına bakıyor ve başını sallıyor.
    - Yarım saat...
    - Taam
    Kapının önüne çıkıp bir cigara yakıyorum, Yunus dükkanın kokmasına uyuz oluyor, o yüzden içeride cigara içmiyoruz. Kapı ağzına iki kız katalogtan desen bakıyor, yunus'un çömezi de "ben bu b***an anlarım havasında onlara mevzuyu açıklıyor. 
    - Bira isteyen var mı?
    İstiyorlarmış, Son Durak'a (Bar) dalıp üç tane Efes Dark kapıyorum. Kapı ağzındaki güruh "Sinemaya gidelim mi?" havasında ... ne sineması be? Hiç gidip karanlık bir salonda saatlerce oturasım yok valla. 
    - Siz uzayın abi, zaten karnım aç.
    Bira leşini çöp tenekesine atıp bacaklarımı biraz açmak için Emek'e doğru yürüyor, köşe başında dikilip akan kalabalığa bakıyorum. Çok geçmeden Yunus dikiliyor tepemde.
    - Nereye gidelim?
    - Üçüncü?
    - Olur.
    Caddeye çıkıp az ilerledikten sonra ara sokağa dalıp ilk sağa giriyor ve üçüncü mevki'nin eşiğini aşıyoruz. Boş masa'ya oturup menü'ye bakıyorum ... menü her zamanki gibi A4 kağıda elle yazılmış ve poşet dosyaya konmuş.
    - Ben meksika patatesi ve pilav takılıcam ... sen?
    - Aynen, ama sütlaç'ta isterim.
    Masadaki kağıt parçasına siparişi yazıp merdivenlerden aşağıya, mutfağa iniyorum.
    - İki meksika, iki pilav, bir de sütlaç.
    - İçecek?
    - Kola
    - Tamam
    Yukarı çıkıp Yunus'un yanına oturuyorum, boynundaki mavi kumtaşı kolye ile oynuyor, Mısır'dan almıştım onu.
    - Dükkanı ana caddeye taşımak istiyorum ama böyle kocaman bir değişiklik yapmak fikrine de uyuz oluyorum.
    - Yavaşça taşı o zaman. Yeni dükkanı aç, acele etmeden taşın. Altı ay, bir sene iki tarafı da açık tut, hem müşterilerin alışır .... hem de sen ... sonra da komple yeni dükkana geçersin.
    Mantıklı fikir, bunu o da biliyor. Başını sallıyor. 
    - Asansör geldi
    Kalkıp küçük yemek asansöründen tabaklarımızı alıyoruz. Ekmek dandik, sepeti kapıp aşağı iniyor, biraz taze ekmek kesip geri geliyorum. Kıymalı patates yemeği leziz, baharatın azıcık b*ku çıkmış sanki ama kayıntı güzel abicim. 
    - Kalkalım mı?
    Olurmuş ... yeniden mutfağa inip hesabı ödüyorum, Yunus'a başımla "hadi" çekip atıyorum kendimi sokağa.
    - Akşam Nazan'lara gidelim mi?
    Nazan ortak arkadaş, reklamcı.
    - Ne yapıcaz ki?
    - Monopol oynarız ...ne bileyim ya.
    Dükkana geri dönerken telefon açıyoruz, dert değilmiş ama yemek falan yapamazmış. Taam diyoruz, gelirken -iğrenç- alırız (bkn.ıslak hamburger) yemek derdi hallolur, taammış, uyarmış. Fight Club'un editör edition'unu almış, kesilmiş sahneler felan da varmış içinde. Monopol fikrinden daha iyi tabi ki ... oKKe diyorum kendi kendime, akşama ne yapıcam derdinden de kurtuldum.
    Yunus dükkana öner dönmez koltukta onu bekleyen kıza girişiyor. Bende kendimi berbere atıyorum. Saç - Sakal ustura ve sıcak havlu ile kompres. Bir saat kadar sonra bilardo topu kadar parlak ve pürüzsüz olarak son durak'ta bir masaya konuyorum. Mekan dolu o yüzden masamı mahallenin torbacısı Engin ile paylaşıyorum.
    - İşler nasıl gidiyo?
    Omzunu silkiyor, Engin'in işi polis onu paketlemeye karar vermezse asla kötü gitmez ki ... arada kalkıp kaş - göz ederek müşterilerini aşağı sokaktaki yangın yerinden bozma otopark'a çağırıp hızlı bir al-ver çekiyor, sonra da masaya ... birasına geri dönüyor. 
    - Yurtdışında da böyle mi bizim işler?
    Bir an düşünüp başımı sallayorum.
    - Aşağı yukarı .. evet. 
    - Yani atlayıp bir yere gitsem yabancılık çekmem
    - Yok, çekmezsin ... hayırdır? Dünya'ya mı açılıyorsun?
    Sırıtıyor
    - Franchaise veririm belki ...
    Bunu nereden öğrendiği konusunu hiç açmıyorum bile ...  caddede insan nehri akıyor ama bir arka sokakta yaşam çok farklı. Etrafı kentin karmaşası ile çevrili bir adada gibiyiz ...durum az ötede süren şehir karmaşası ile o kadar alakasız, kopuk. 
    Kepenk sesi geliyor, bakıyorum Yunus dükkanı kapatıyor.
    - Sekelim mi?
    - Taam.
    - Ben kaçar, kolay gelsin sana ... diyorum ailemizin torbacısına
    - Eyvallah.
    Dar sokağı aşıp caddenin kıyısında duraklıyoruz. İçimden denize atlar gibi nefesimi tutmak geliyor, ama sonra vaz geçiyorum.
    - Hadi abi
    - Tekel'e de uğramayı unutmayalım.
    Bir adım atıyor ve kalabalığa karışıyoruz ... Dükkanlar ve ofisler kapanırken Beyoğlu ufaktan -gece- moduna geçiyor. Takım elbiseliler çekilirken onların boşluğunu seyyarlar, berduşlar, nohut pilavcılar, polisler, taksiciler, dönmeler, kevaşeler, pezo'lar, köyden yeni gelmiş andavallar, varoştan kopmuş elemanlar, bela arayanlar, eğlence kovalayanlar, one-night-stand tayfası ve gösteririm ama vermem diyen plaza sürpüntüsü, gündüz fotokopi makinesi tamir eden klavyeci ve daha yeni uyanmış dümbelekçi ... pavyonda işbaşı yapmaya giden kons. abla ve onun sabaha kadar bakıcıda kalacak veledi dolduruyor. Güneş geri gelip aksini söyleyene ve çöpçüler etrafa girişene kadar ortam bin türlü musibet ve onyüzbinmilyon tür insan evladı ile dolup taşacak. Yunus'a sesleniyorum.
    - Seviyorum lan bu ortamı
    Sırıtıyor
    - Sevilmese çekilmez ki...
    Haklı ... sevilmese çekilmez ki ... 
  18. Kaan Yagizer
    Sabah kalktığımda yağmurun kesilmiş olduğunu görüp seviniyorum. Muson mevsiminin ortasındayız, hava her an fikir değiştirebilir ama gene de ortalığı biraz aydınlık görmek güzel. Giyinirken televizyona bakıyor ve sel uyarılarının aynen devam ettiğini görüyorum. Şehir merkezi diğer bölgelere göre bir-iki metre daha yüksek olduğundan sel ile (şimdilik) uğraşmıyoruz ama bu güvende olduğumuzu da göstermez.
    T-Shirt, Kargo şort ve parmak arası terlik ile (neredeyse resmi giyim) odadan çıkıyorum. Karnım aç yahu... plastik şişe'de satılan taze mango suyu alıp seyyar kebapçının tezgahına oturuyorum. Ne istersin diyor bana ... aslında öyle demiyor ... XODNSJBSUSUAKSNOJAIKSAMAL? diyor ama durum belli ... hemen tarzanca anlaşıyoruz.

    kısa bir kararsızlık sonrasında yılan bağırsaklarını pas geçip tütsülenmiş soslu kirpi istiyorum. Biraz Lemon Grass ve azıcık da sos ile yumuluyorum kirpi'ye. Bir rahip katılıyor bana, o da kirpi istiyor ... seyyar satıcı'ya "onun yemeği benden" diyorum, rahip eğilip teşekkür selamı veriyor, eğilip selamını alıyorum. Kirpi'leri sömürdükten sonra bir cigara yakıyorum kendime. 
    G.Doğu asya'lılar birbirlerinin başlarının tepesine, enselerine dokunmaz ... vücutların o bölgeleri yarı-kutsal sayılır, ama rahip'ler için bu geçerli değil. Yemek arkadaşım elini kafama koyup beni kutsuyor. Ben de ona teşekkür ediyorum.  Aslında zor iş rahiplik ... evlenemiyor, mal - mülk saibi olamıyorlar. Halkın ruhsal ihtiyaçlarını gidermek gibi bir görevleri var ama bunun karşılığında para alamıyor, bütçe'den ödenek tahsisinden falan da yararlanamıyorlar.  Halk onlara bakıyor, doyuruyor, hastalandıklarında yardımcı oluyor ve saygı gösteriyor ama o kadar. 
    İsterlerse tapınaklarda da yaşayabilirler ama "gezgin" rahipler daha çok saygı görüyor, hayatın zorlukları ile daha fazla karşılaşıyorlar. 
    Kahvaltımı paylaştığım rahip o gezginlerden biri ... dua tesbihi ve içinden yemek yediği tahta kap bile onun değil. Üzerindeki giysi parçası ve eskimiş sandaletleri de. Yolun köşesindeki seyyar berber onu duvarın dibine koyduğu iskemleye davet ediyor ... cigaramı içerken elinde termos ile dolaşan kave satıcısından sert ama güzel bir fincan kave alıp elimle berber ve rahibi işaret ediyorum ... "Onlara da ver!" kave ellerine tutuşturulduğunda başlarını eğip teşekkür ediyorlar.
    Berber rahibin kafasını sabunlamış, onu ustalıkla traş ediyor ... hafif sesle de konuşuyorlar. Viet bilmiyorum, yani ne konuştukları hakkında pek fikrim yok ama ikisi de neşeli, o kadarını söyleyebilirim. Bi cigara daha yakıyorum, seyyar satıcıya azıcık dong atıp başlıyorum yoldan aşağı yürümeye. Saigon'un ya da yeni adı ile Ho Chi Minh'in en c00L mekanlarından biri olan Meka'nın kapalı kapısının önünde motorlu kuryeler kağıt oynuyor, etrafta onyüzbinmilyon dandik motorsiklet deli bir kareografi ile akıyor ... kendi kendime soruyorum, neden bunlar kaza yapıp ölmüyor be?
    Hava sıcak, yağmur yağmıyor (henüz) ama kapatıyor ... döktürecek, belli.  Kendime şeffaf plastikten bir yağmurluk alıyorum ... seyyar satıcı bana nedense pilli / ışıklı minnie mause taç/kurdelası satmaya çalışıyor ama pas geçme hakkımı kullanıyorum. 
    ...sonra yağmur başlıyor. İstanbulun nazlı damlaları gibi değil resmen sayko bunlar. İntihar eden kaz misali çTONK diye yere vuruyor ve bin parça'ya dağılıyorlar. Kısa zamanda bütün dükkanlar, tenteler ve bina girişleri felan doluyor. Kimi motorlular "ölüm dediğin ne ki?" havasında hala bir yerlere gitmeye çalışıyor olsa da iki dakikada caddeler kendilerini nehir zannetmeye başlıyor.
    Bi fransız café'sine kapağı atıp kendime buzlu su ve kahve sipariş ediyorum. Kısa zamanda mekan doluyor ve masamı güzel sanatlar'da okuyan bir grup talebe ile paylaşıyorum. Onlar ellerindeki plastik poşetten karides ikram ediyor, ben de kave söylüyorum (hepimize) ...yağmur manyağa bağlamış, sokağı resmen hallaç gibi atıyor. Saigon'a kuzey'den gelmiş olan yeni arkadaşım "Bu ne ki? Yağmur mu?" diye dışarıdaki doğa felaketini küçümsüyor, dediğine göre delta'da yağan yağmur kimi zaman öyle şiddetli olurmuş ki kuşlar bile yüzme öğrenmek zorunda kalırmış.
    ...sahne gözümde canlanıyor, başlıyorum gülmeye. cafe'nin tentesinin altına kaçmış seyyar satıcıya bizi parmağımla işaret edip "banh mi!" diye sesleniyorum. Eleman o çok lezzetli viet sandviçlerini tepeleme dolduruyor ve kağıda sarıp bize veriyor ... kaç para? öküz kadar sandviçlerin 5 tanesi için ona dört dolar ödüyorum ... 
    Hayat bir başka akıyor etrafımda, beyinler farklı çalışıyor ... endişeler veya hayaller bizimkiler ile yakından - uzaktan alakalı değil ... kendi kendime mırıldanıyorum.
    - Ya biz bir yerlerde büyük hatalar yapıyoruz, ya da bunlar. Birimizin fena halde s****tığı kesin, ama kim? 
     
  19. Kaan Yagizer
    Memlekete yeni dönmüşüm. Freelance çalışmayı bırakıp "kalıcı" iş bulmaya karar vermişim. Ama evim yok, kardeşim demez mi?
    - Beraber ev tutalım ... benim manitunun anasında tonla mekan var, birisini bize kiralasın.
    Kadında harbiden iki bavul tapu var yahu! Ataşehir'de bir ev kiraladı bize, hem de epey bi ucuza. Neyse yerleştik ... ben de Mercedes ile BMW arasında gidip geliyorum. İş görüşmeleri falan O.K'de hangisinde çalışsam mutlu olurum davasındayım. 
    ...bir akşam telefon çaldı (gece geç saat) .. eŞŞedü! diye açtım telefonu. Arayan benim magarac'ın sevgilisi (boşnakça : eşek demek)
    - Kaza yaptık, Göztepe'de hastanedeyiz ... kötü dağıldık!
    ...apar topar attım kendimi dışarı, gittim acil'e. Benim Magar yanında sevgilisi ile travma bölümünde müşahade'ye alınmış. 
    - Ne oldu?
    Kızın Peugeot 208'i vardı ... arabayı o kullanıyormuş. Bağdat caddesine akarken bir Cherokee ile çarpışmışlar, darbenin şiddeti ile kapı açılmış ve benim Magarac sapsız balta gibi uçmuş dışarı (eve...emniyet kemeri takmıyormuş) ve kafa üstü çakılmış asfalta.
    Bizim mal'ı ispatula ile kazımışlar, sonra da hastaneye getirmişler. Röntgen, scan falan çekilmiş ... servis'te müşahade altında tutmaya karar vermişler. Gitim yanına ... üüü ... kırık cam parçaları kolunu doğramış, sağında - solunda çürükler var ama o kadar.
    - Ne oldu lan?
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxxtir et, iyileşir ... nasıl oldu bu iş?
    - Bilmiyorum ki ...
    ...öyle bir an sessizlik oldu. Sonra göz göze geldik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - Ne?
    - Kaza yaptık be, yalan olduk resmen!
    - Ne diyon olm?
    ...sessizlik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxtir lan!
    Kalkıp doktor aradım tabi. Ne oldu benim bilader'e??? diye sordum. Meğer benim magar kafa üstü çakılınca -beyni şişmiş- yani darbenin etkisi ile şişen beyin kafatasına sığmaz olmuş (lafın gelişi) bu da hafıza ile ilgili sorunlara neden olmuş. (Doktor abilerim bu konuya vakıftır, daha iyi anlatır) Yani benim kardeş olmuş "Kefal Hafıza" ... eleman 30 - 40 saniye, max.1dakika süreli hafızaya sahip (eski Casio hesap makinesi kadar felan RAM'i var yani) ...sonra kafayı sıfırlıyor.
    ... ee? Bu böyle mal'mı kalacak?
    - Yok dedi doktor, yakında beynindeki ödem azalır ... normale döner.
    - hııı ... peki.
    İki gün hastanede kaldı, sonra bizimkini xxxtir ettiler. 
    Ettiler de herfin durum vahim ...
    - Karnım aç!
    - Olm ... daha beş dakika önce kahvaltı ettin.
    - Abi ... abi .. kalk!
    - Ne?
    - Yanımda bir karı yatıyor!
    - Eben ... sevgilin lan o, git zıbar.
    - Çişim geldi mi acaba?
    - Yeni çıktın hela'dan
    - Cigaram bitti, bana cigara alır mısın?
    - Elinde yanıyo ya?
    Evin her tarafında A4 kağıt boyunda notlar.  Mesela sokak kapısında kocaman "Yanında kimse olmadan sokağa çıkma!" yazıyor. Kahvaltı etti / Yemek yedi ise buzdolabına yazı asılıyor "Magarac, karnın aç değil ... git otur yerine!" gibi .. gibi.
    Benim manita, biraderin ki ve ben ... günleri vardiya'ya bağlamışız. Yanlız bırakmaya gelmiyor ki elemanı. Kızlar okula sıra ile gidiyor, ben de iş dönüşü alıyorum nöbeti. Herife tam 4 ay bakıcılık yaptık ... sonra başladı bunun hafıza kapasitesi artmaya ... 1 dakika oldu 5, 5 oldu 15 ... bahar geldiğinde bizim Magarac'ın kafa yerine gelmiş ... ama arada hala saf'a yatıyor (bkn.yersen) olsa da yemiyoruz.
    ...anlayacağınız -Kalın Kafalı- olmak o kadar da iyi bişi değilmiş valla. 
     
  20. Kaan Yagizer
    Yaz gecesi hava şurup kıvamında. Öyle ki evde durulmuyor ... salondaki koltuğun, kanapenin minderlerini balkona taşımak, onların üzerine çarşaf serip yayılmak akla gelen tek çözüm. Alahtan sivrisinek felan yok ... anlayacağınız resmen balkon'da yaşamaya başlamışız.
    ... Hacı bi yerlere gidelim, sen izin alabilicen mi?
    Alırmış ... eh iyi! ...nereye gitsek peki?
    - Pasaportum yok benim, yani var da yok gibi...
    - O ne demek be? Pasaportun vardır veya yoktur ... varmış gibi nasıl bir durumdur kızım? ...diyorum.
    Efendim pasaport varmış ama köpek onu ısırmış,didiklemiş yani işe yararmıymış? bilmiyormuş ... 
    - Sen yarın izin işini hallet, akşam gelirken de pasaportu yanında getir ... bakiim
    - Taam
    Bir sonraki akşam tost yerken (akşam yemeği) bir yandan pasaporta bakıyorum (balkonda) köpek falan kemirmemiş, hayvan resmen -yemiş- be! 
    - Yok usta, bununla seni mahalle bakkalına bile almazlar. Türkiye'de bi yere gidelim.
    - XYZ nasıl?
    - Merkez bankası başkanını xxxxmedim kızım, bende o kadar para yok
    - NNN nasıl peki? 
    - cıK, çok kalabalık (harbiden nefret ederim insan denizinde kulaç atmaktan) ...şeye gidelim mi?
    - nereye?
    - Şeye işte ... yani çıkalım yola, öyle akalım. Yorulunca dururuz, yorulmazsak devam ederiz.
    - Plan,program yok yani?
    - yok
    ...bi düşünüp sonra "taam" diyor. İki gün sonra yanımıza az bişiler alıp atıyoruz kendimizi yola. İzmir'e doğru felan gidiyoruz ama o kadar ... başka fikrimiz, düşüncemiz, planımız yok yani. Tam saldım çayıra, Allah kayıra modundayız.
    Aslında fena da gitmiyor ... Bursa'da bir gün kalıyor, İskender yiyip hamama gidiyoruz. Yaz günü hamama gidilir mi demeyin? Tellak resmen rendeliyor beni ... akşam üstü Uludağ'a çıkıp üç kuruşa Beceren'de kalıyoruz ... koca otelde 3-5 müşteri var sadece. 
    - Marmara'ya gidelim mi?
    "Marmara" dediği Marmara adası. Kapıdağ'dan motor kalkıyormuş ... arabayı oraya bırakalım, karşıya geçelim ... orada da pansiyonda falan kalırız. Lan! Ben ne hayal ediyordum, fikre bak ... üstüne demez mi? "Çocukluğum yazları Marmara'da geçti, Babamın vefatından beri gidemedim." ...ya yürü git kızım felan diyemedim bunun üzerine. Çevirdim direksiyonu ... ver elini Erdek. Arabayı sahil kıyısındaki otopark'a bırakıp akşam üzeri motoruna atladık ... ver elini Marmara Adası.
    Yalan yok (içimden) söyleniyorum ... B*k vardı Marmara Adasında felan diye ama bir kere "O.K" demişim işte. 
    ...benim hatunun keyfi yerinde, yarımada'yı devirince boğazda biraz hava yiyiyoruz ama o bile keyfini kaçırmıyor. Motor iskeleye yanaşır yanaşmaz aşağı atlayıp soluğu kordon'da ki kasapta alıyor. Bana düşen onun ve benim eşyaları taşıyarak hanımefendiyi takip etmek. Bir yandan da söyleniyorum "Kasap ne alaka abi? Önce kalacak yer bulsaydık ya?" ... meğer Kasap aynı zamanda sucuk imalatçısı (çok baba sucuk yapıyordu) ucuz - taze ama lezzetli şarap satıcısı (standart ambalaj 1lt. istersen bidonla da veriyorlar) ve emlakçıymış. 
    Adam dükkandan çıkıp elindeki anahtar destesini sallıyor. Meğer millet müşteri çıkarsa kirala diye evlerini ona bırakırmış.  Elemanın traktörün kasasına eşyaları koyduk, biz de tırmandık, başladık gitmeye. Meğer bizim kasap - sucukçu - şarapçı - emlakçı abi aynı zamanda iskeleden/evlere "Nakliye" işi de yapıyormuş. 
    Eleman bizi dağın başında (kelimenin tam anlamı ile) bir eve götürdü ... ev sahibi yaşlı bir çiftmiş ve evi haftalık olarak "eşyalı" kiralıyormuş. Ev güzel gerçekten, kocaman bir terası var ... tamam dedik, tutuyoruz ama nasıl gidip geleceğiz? Sorun değilmiş ... Belde marka bir bisiklet gösterdi bize "Bunu kullanın işte, hem de beleş"
    Eşyaları bırakıp bisikleti traktör kasasına attık, aşağıya (iskelenin de olduğu merkeze) birlikte döndük, para işini falan hallettik önce, sonra başladık alış-veriş yapmaya. Yokuş yukarı bisiklete binemeyeceğimiz aşikar ama poşetleri falan asabiliyoruz üzerine. Öyle de yaptık, adanın suyu nefis olduğu için suya ihtiyaç yok ama yiyecek, içki, ekmek, kavun falan derken bizim Belde bisiklet oldu yük katırı.
    Eve döndüğümüzde hava iyiyce kararmış olduğundan kafayı vurup yattık ... ev hem konum nedeni ile yüksek ve denize dönük hem de kentten uzak. Serin ve temiz havada bir uydum ki ... resmen efsane!
    Sabah kalk, kahvaltı yap ... kumsal uzakta. Aşağıya doğru inen 6.935 basamaklı bir yol var ama geri dönüşte kalp krizi geçirmek neredeyse garanti ... biz de evde takıldık. Yan bahçede kocaman bir hortum var, daralan onu açıp çimenlerin üzerinde duş atıyor ... ev sahipleri şezlongları da bırakmış, onun dışında devirip leşleniyoruz. Arka planda TRT FM çalıyor (nedense radyo bir tek onu çekiyor) bir de TV var ama onu kim seyredecek?
    Akşam yemek için Marmara'ya inip sahilde balık - rakı yapıyoruz .... sonra da Yazlık sinemada dudaklarımız şişene kadar tuzlu çekirdek çıtlatıp dandini tahta sandalyeler üzerinde (minderler büfe'de ayrıca kiralanıyor) Chuck Norris filmi seyrediyoruz.
    Lan!
    Laf ettim ama Marmara adası hiç de fena değilmiş be!
    Üşenmeyip sahile inince deniz tertemiz. Ne soğuk, ne de sıcak ... tam kıvamında. Genelde aileler geldiği için pek eğlence felan yok, bir şemsiye kirala ... altında yatıp kitap oku - denize gir - uyukla - seyyar satıcıdan haşlanmış mısır al olayı yani.
    İlk akşamdan sonra yemekleri teras'ta masa kurup yemeye başlıyoruz. Tepemizde yıldızlar, yaz gecesinde bile kimi zaman ürperiyor insan ... dağ başı öyle serin oluyor. En sonunda dayanamayıp itiraf ediyorum.
    - Baştan sessizce karşı olsam da Marmara hiç de fena fikir değilmiş aslında.
    Manita gülüp bana Scramble kutusunu gösteriyor ...
    - Var mısın oyuna? Kaybeden bulaşıkları yıkar.
    TRT FM'de türkü çalıyor, ben de elimdeki salak harfler ile bir kelime çıkarıp bulaşıklardan yırtmaya çalışıyorum ... gece serin, kafam sakin ...
  21. Kaan Yagizer
    1994 yılı, Borusan'da çalışıyorum. Araba almam lazım, ama ne alsam? İkinci el'lere falan bakıyorum sonra bir gün yemekhanede Ali Vahapzade ile geyik çeviriyoruz. Kendisi (daha doğrusu Babası) Borusan Oto'nun %50 ortağı, o da yönetim kurulunda. Araba muhabbeti yaparken demez mi
    - Yeni çıkan Compact'lardan alsana, personel indirimi de var.
    Ya fena fikir değil aslında, şöyle bir bakıyor ve satıştaki çocuklar ile konuşuyorum. %20 personel indirimi ile birlikte 1,8'e geçebiliyorum. Sipariş formunu yapıyoruz, E36 Compact 318TI. Balköpüğü dış / siyah iç renk. Ali bey kıyak çekiyor ve bana Sparco koltuk seti hediye ediyor (3,000Mark falan) Genel Müdürümüz geri durur mu? Sağolsun Müşerref hanım da sever ... o da spor süspansiyon ve sürüş kit'i opsiyonuna imza atıyor. Ön ve arka viraj demirleri, ayarlanabilir amortisörler, üst köprü, 15" jantlar ve çift pistonlu kalperlerim olacak.
    ...ne güzel.
    Bazı opsiyonları satın almıyorum, atıyorum Boss müzik sistemi veya LSD* ya da deri döşeme.
    Mart sonu arabam fiktif saha'ya iniyor. 
    Gümrükten çekilene kadar neredeyse her gün tel örgü'ye burnumu dayayıp bakıyorum. (rengi tutmuyor ama kuZu böyle bir şey işte)

    ...günü geldiğinde cari hesabımı kapatıp arabamı teslim alıyorum. 
    O hafta sonu bol bol tütsülüyorum kuZu'yu. Küçücük araç, aks aralığı kısa ... TI makine sinirli, 150 beygirin yanı sıra çok çabuk devir alıyor ve 318TI acaip kolay yanlıyor. Çok eğlenceli yani...
    Pazartesi dükkana (Borusan Avcılar) gidiyorum, servis raporları ile falan uğraşırken Ali bey geliyor.  O zaman M3 kullanıyor, arabada bir enayilik varmış ... servis'e bırakmış.
    - Kaan karşıya geçmem lazım (evi o zaman Selamiçeşme tarafında) senin arabayı alayım mı? Sen de akşam benim araba ile geçersin ... Bağdat'ta falan buluşup araçları değişiriz.
    Taam ... diyorum. Hem M3 kullanıcam, hem de adam patronum be!
    Veriyorum anahtarları, işime dönüyorum. Almanya'dan yeni servis işletim raporları gelmiş. Adam/Saat verimlilik hesaplarını disponent ile birlikte kontrol ediyoruz. Kağıt ve raporlar arasında boğulmuşuz resmen.
    Akşam üzeri birileri gelip tepeme dikiliyor.
    - Kaan abi bi gelsene
    - Hayırdır?
    - Gel bi..
    Aha! diyorum, gene bi b*kl*k oldu serviste. Takılıyorum servis danışmanının peşine, arka tarafa ... benzin istasyonun ve parça rampalarının olduğu arka avluya gidiyoruz ki ... haSSSS ... benim kuZu çekicinin sırtında.
    - Ananı! Ne oldu lan?
    Ali ağa Fenerbahçe stadının orada kuZu'yu kaydırmış (bilen bilir, pis bir kapalı viraj var stadın arkasında) ve aynen sıvamış arabayı. Polis gelmiş, rapor tutmuş .. Kosiflerden yardım istemişler, onların çekicisi arabayı alıp Avcılar'a getirmiş.
    Ofise dönüp Ali bey'i aradım ... iyiymiş ... bir - iki çürük falan ama o kadar.
    - Ya kusura bakma, kaydı araba. Tutamadım.
    - Ya olur öyle şeyler, neyse ... canınız sağolsun = Türkçe meal'i : Arabamın ağzına s*çt*n eşşş....
    - Sen git yeni bir tane sipariş et kendine, o gelene kadar da benim arabaya bin.
    - Ya ne gerek var ki Ali bey = Türkçe meal'i : Senin t*ş*ğ*n* yiyiiim
    - Uzatma, git hallet işini.
    ...ağa'nın eli tutulmaz ki  
    Gidip oturdum satış danışmanının masasına...
    - Abi geçmiş olsun, bitmiş diyorlar senin araba için
    - Amaan, canım sağolsun. Hadi bana yeni bir kuZu sipariş edelim
    - Harbiden mi?
    - Hee ... ama bu defa normal 318TI olsun, Compact'ın g*t* fazla hızlı kopuyor
    Sonuç : Yeni (lacivert) 318TI aracım (%100 bedelsiz) gelene kadar M3'e bindim.
    Sonuç : Borusan Compact araçların sipariş listesinde LSD'yi opsiyon olmaktan kaldırıp zorunlu hale getirdi
    Sonuç : Benim Balköpüğü 318TI pert edildi. Aracı Adana'lı bir tamirci almış. Tamir edip satmış, kuZu'yu beş yıl kadar daha kullanımda kalmış. Sonra gene kaza yapmış ve bu defa hurdalığı boylamış.  
    *Edit : Düzeltme ... 90'lı yılların ilk yarısında BMW'nin elinde ESP değil, Sınırlı Kaydırmalı Difransiyel vardı. Ağzım/Elim alışmış, ESP diye yazdım ... özür. 
  22. Kaan Yagizer
    ...tatil zamanı ya, bir tatil eklemesi de ben yapayım dedim.
    Bahsedeceğim yer Andaman, tam adı ile Andaman denizi. Myanmar (eski adı ile Burma) Tayland ve Sumatra arasında kalmış bu geniş "sulak" alan aynı zamanda Hint okyanusu ile de komşu.
    Peki ne özelliği var Andaman'ın?
    Öncelikle Ekvatotoral kuşakta, yani benim yaptığım gibi İstanbul kar altındayken hiç çekinmeden atlayıp gidebilir ve 32-36C arası ortamda aslanlar gibi takılabilirsiniz. Bunun dışında Andaman'ın bir özelliği daha var ki ... nasıl desem?
    Şöyle anlatmaya çalışayım ... bu bölgede tam olarak kaç tane "ada" var? Sorunun net cevabını bilen kimse ile karşılaşmadım daha...
    ..kimi yerlerde derin su altı uçurumları olsa da Andaman genelde -sığ- bir deniz, deniz üzerinde kalan toprak parçaları da aslında ada'dan daha ziyade -dağ- havasında.

    kumsallar daracık, ince kum şeridinin hemen dibinde aşırı yoğun bitki örtüsü ve dimdik yamaçlar var. Kimi adalarda ise kumsal falan da yok ... gereksiz ayrıntı diyerek pas geçmişler
    Adalar onyüzinmilyon yabani hayvan tarafınca işgal edilmiş olsa da esas etkinlik su altında. Deniz yaşamı adama "abuww" dedirtecek düzeyde ve bunu ilk elden yaşamanın en iyi yolu bizim Mavi Yolculuk hesabı tekne ile çıkmak.
    Genelde 3, max4 çift'in konaklayabildiği tekneler ile başlıyorsunuz Andaman'da fink atmaya. 

    Lüks arıyorsanız yanlış adrestesiniz, genelde yelken + dandini motor ile yol alan bu eski teknelerde öyle klima vs. yok. Kabinler dar, duş işini güvertede sıra ile birbirinize hortum tutarak hallediyorsunuz. Limandan çıkmadan erzak listesi yapılıyor, herkes yiyecek+içecek faturasına katılım yapıyor ve ek olarak istediği bir şey var ise (ben bira aldırmıştım) onu listeye ekliyor. Fazla abarmazsanız adam başı 40USD gibi bedel karşılığında tekneye 1 haftayı aşkın süre yetecek ikmal yapabiliyorsunuz.
    Teknenin yeniliğine - lüksüne ve kapasitesine bağlı olarak bir haftalık tur bedeli ise 170 ile 250USD arasında değişiyor. Bizim tekne orta halli olduğu için Alman mal sahibi ile (..ki kendisi aynı zamanda Kaptan) 200x2:400USD'ye anlaşıyoruz. Alman - Rus ve Türk ... toplam 3 çift, Alman kaptan ve Thai sevgilisi (aynı zamanda aşçı) ve bir miço ile yola çıkıyor, sabah erken vira bismillah diyeceğimiz için geceyi tekne'de geçiriyoruz.
    Deniz çarşaf, su öyle temiz ki insanın gözleri yaşarıyor. Ada, ada dolaşıyor ... dalıyor, balık avlıyor, kimi yerde karaya çıkıp bacaklarımızı açıyoruz. Sığ yerlerde teknenin çektiği ve adına Long Boat denen ince uzun sığ su sürat teknesi ile dolaşıyor, genelde -salla- çekip suya atlayıp yüzerek karaya çıkıyoruz.

    Gece genelde daha önce atılmış tonozlara bağlanıp leşleniyor, seyir işini hem her tarafta olan -topuklar- nedeni ile hem de canımız öyle çektiği için gündüz zamanına bırakıyoruz. Ekvator hattında, en yakın şehirden yüzlerce kilometre uzakta yani neredeyse sıfır yapay ışık kirliliği altında daha önce hiç görmediğimiz güney yarımküre yıldızları altında geceyi geçirmek acaip keyifli.
    Alman çiftimiz bildiğiniz zır-deli... ama iyi deliler, acaip gırgırlar. Ruslar ise ... bildiğiniz rus. Eleman kafa çekip genelde uyukluyor, hatun desen o denizden çıkıp makyaj yapma derdinde. Biz ise nasıl desem? Ota b*k* karışıyoruz. Benim arıza hatun arada Thai'li yi dışarı atıp bize yemek pişiriyor, ben yelken basmaya yardım edip teknenin bozulan sintine pompasına yemek masası muşambasından conta kesiyorum.
    İstanbul ile iki defa uydu telefonundan konuşuyoruz, kızımız iyiymiş ... bizi özlemiş, trafik felç'miş, valilik kar tatili vermiş.
    - Hacı .. bi koşu gidip kızı alıp buralara geri kaçsak mı yaw? 
    ...diyorum, hatunum cevap vermeden önce resmen bir saat düşünüyor. 
    O derece yani.
  23. Kaan Yagizer
    Caponların dini yok, elemanlar kafalarına göre (eğer canları çekerse) din olgusuna kısmen yanaşıyor, kimi zaman da fikirlerini değiştiriyorlar. Biraz da alaycı bir ifade ile "Japon Shinto'cu olarak doğar, Hristiyan olarak büyür ve Budist olarak ölür" denmesinin nedeni de bu. Aslında Shinto'culuk tam olarak din'de sayılmaz, toplumsal geleneklerin ki bu gelenekler oldukça net ve kırılmaz/bükülmez cinsten hafif mistik karışım ile harmanlanması Shinto.
    Biz de gidip Shinto tapınağı görelim, olay'a katılalım tieytt! diyoruz ... en yakın ve en baba Shinto tapınağı (aynı zamanda en yenilerden birisi) Meiji. Bu imparator aynı zamanda Japonya'yı feodal düzenden çıkarıp batı'ya açan kişi. Hem saygı hem de konum gereği Meiji tapınağı acaip popüler. Metro'ya yollanıyor ve bu defa fazla kasmadan Meiji istasyonuna bilet alıyoruz. 
    ... evet, tapınağın kendi metro istasyonu var.
    TaTaaa ... bir bakıyorum (gene) metro istasyonunda milleti itip kakan bi eleman var. Bir gün önce -dürtücü- elemana atarlandığım için bu defa onu dikkatle inceliyorum. Elemanın ellerinde beyaz eldivenler ve kolunda da Hugufuguyugumugu felan gibilerden bir şey yazan kırmızı kol bandı var. Sonradan öğreniyorum ki bu elemanların işi milleti itip - kakmak ve metro vagonlarının kapılarının çabuk kapanmasını sağlamakmış.
    ...hadi be! Ben de herifi dövme noktasına gelmiştim. Pardon ya
    Meiji'de inip yol seviyesine çıkıyoruz, kocaman bir giriş ve arkasında da nefis bir bahçe. Geleneksel kıyafetler giymiş caponlar ve tonla da turist dolu ortalık. Biz de hemen ortama ayak uyduruyoruz, özellikle ben -kerata- tribine bile giriyorum.

    ...ilgimizi çeken şeylerden birisi "Dua Duvarı" ...küçük ahşap kutular var, sana bir de kağıt veriyorlar. Dileğini kutuya koyup o kutuyu duvara asıyorsun ... sonra da dua edip gidiyorsun. Shinto rahipleri akşamları kutuları alıp duaları topluyor ve duan kabul olsun diye sana -destek- duası okuyor. Biz p*çl*k edip kağıdımıza "Bunu yazan tosun okuyana kosun" karalayıp kutumuzu tüm ciddiyetimiz ile duvara geri asıyoruz.
    Ağaçlar, meditasyon noktaları, shinto'nun prensiplerini anlatan rahiplerin atölye çalışmaları falan derken bir düğün kutlamasına denk geliyoruz. Genç çift geleneksel kıyafetlerini giymiş, bahçe de evleniyor. Klasik kıyafetler, şaşadan uzak ama güzel bir tören. Oturup töreni seyrediyoruz, gelin bembeyaz kukuletalı bişi giymiş, damat desen abi resmen samuray'a bağlamış. Davetleliler kocaman kırmızı şemsiyeler taşıyor ... kimonolar falan.
    Biri bizi de çağırıyor, davet'e icap etmemek olmaz. Gidip kalabalığa katılıyor ve acaip tezahürat yapıyor ... damat ve gelin içtikten sonra davetlilere de dağıtılan Sake'ye yumuluyoruz. Sake bildiğiniz eşek s*d*ğ* ama ne gam? Sonuçta beleŞ  
    Sonra rahipler geliyor, kalabalığın arasına katılıp başlıyorlar milleti kutsamaya. Ellerinde tahtadan bi dalga var, mangal'da köfte çevrilen maşa'lar gibi bunlar. Millete orta karar bi tane çakıp (kafalarına) bir şeyler söylüyorlar. Biz de takılıyoruz elemanların peşine ... sanırım rahip bana ayar oluyor ... ben arada kafayı uzatıp napiyo bu be?!? gibilerden bakınırken rahip dönüp bana bir tane çakıyor (maşa'nın yan tarafı ile kesme indiriyor) p*ç* bak ya! 
    - ne vuruyon be?  ...falan derken bi tane daha çakıyor bana ... ulan! ... demeye kalmıyor bir tane daha ...! Eli de ağır be abicim ... anında kafam kırmızı şeritler halinde çiziyor. Dönüp davetlilere bir şeyler söylüyor, millet geberiyor gülmekten. 
    - ne dedi?  ...diye soruyoruz.
    - gaijin'in (yabancı demek) belli ki kafası kalın, üç kere vurmak lazım bunlara, ancak anlarlar! ....demiş  
    ...bir duruyorum, sonra beni de gülme tutuyor. Eleman haklı abicim ... kafa harbiden kalın. 
    - Sake .. Sake ... diyorlar, elime tutuşturulan eşek s*d*ğ*n* kafaya dikip gülmeyi sürdürüyorum. Gözüm şiş, kafamda tren rayı hesabı üç tane çizgi belirmiş. Lan! bu gezide ne kadar çok hasar aldım be    
  24. Kaan Yagizer
    İstanbul ilinin Anadolu! yakasına yeni taşınmışız, yaz günü ... durumu olan Kadıköy'lüler yazlığa falan gitmiş, olmayanlar da o zamanlar faaliyetini sürdüren Moda plajında falan takılıyor. Bıyığı henüz terlememiş Galata P*ç*'yim ama daha semtte kimseyi tanımıyorum, günün standarları ile "takipçi" sayım SIFIR.
    Galata'dan taşınmak istemiyorum diye arıza çıkarttığım için babam bana "SuS Lan!" hediyesi babında bi bisiklet almış ... kontra pedallı alaman harikası onunla tanıştığımda beş yaşında falan ama dert değil. Maarif mektebinin (bu günkü Kadıköy Anadolu...) karşı sokağındaki tamirci amca zinciri değiştirip jantları akord edince bisikletim çi-çekkk gibi oluyor. 

    Şifa yokuşunun tepesine çıkıp salıyorum kendimi aşağı, yol dümdüz Kurbağalı dere'ye kadar (...ki Kadıköylüler ona B*kl* Dere der...) iniyor, sonra ani bir sol viraj ile salı pazarı istikametine ve yoğurtçu parkına doğru dönüyor. Yani zamanında fren yapamazsan ya park'a dalarsın ya da dereye düşersin ... ama yokuştan aşağı tam gaz inmek çok zevkli be abijim  
    Arkadaş falan da olmadığı için manyak gibi günde 15,817 kere yokuşu tırmanıp Saint Joseph'in kapısının orada tribe giriyor, kafama göre bir geri sayım başlatıp 10 - 9 - 8 s*kt*r et, bas gitsin hesabı salıyorum kendimi aşağı. O zamanlar saçlarım var  rüzgar ile ahenkle dans ediyorlar ve ben yokuştan aşağı sapsız balta gibi inerken kahkahalar atıp saçma salak naralar patlatıyorum.
    Bir gün, iki gün ... bir hafta .... eee? Yokuştan inmek zevkli de mahalle post apokaliptik havada. Bi ben varım etrafta gezen, bir de arada sırada karşılaştığım bakkalın çırağı.  Eleman kendini mahalle esnafından saydığı ve de bana -arıza- teşhisi koyduğu için ona laf atsam da hiç cevap bile vermiyor. Kolunda sepeti, sırtında bakkal önlüğü ile kafasına göre takılıyor.
    Pedalı parmağın ucu ile düzeltip ters basarak bisikletin arkasını kaydırmak (kontra pedal bisiklet öyle fren yapardı) falan zevkli ancak belli ki olayı bir üst boyuta taşımak lazım ... ama nasıl?
    Cevap belli ... oyun kağıtları.

    Bizimkiler briç falan oynamayı seviyor, babam da yurt dışından -plastik- oyun kağıtları getirmiş. İki deste dandini bir kutuda ... kutular ise salondaki bardak - kristal dolabının alt çekmecesinde. Bisikletime ses efekti yapmaya karar veriyorum ve plastik oyun kağıtları bunun için biçilmiş kaftan.
    ... işlem basit aslında.
    Arka çatala tutuşturulan mandalın ağzına bir plastik oyun kağıdı takılıyor, jant döndükçe teller plastik oyun kağıdının uç kısmına vuruyor ve bisikletten resmen Vespa sesi çıkıyor ... muHAHAHA!
    Bir deste kağıt ve yeterince mandal ayarlayıp şifa yokuşunu tırmanıyor, kuZu'mu  oyun kağıtları ile donatıp hızlı bir geri sayım ile -basıyorum gaza- ... sonuç MUH - TE - ŞEM beee!  Tarrrrrrrrrrr diye ilerliyorum ve bana yüz vermeyen bakkalın çırağı -noluyo be?- diye dönüp bakınca ona -NaH- bile çekiyorum.  Yokuşun altında vardığımda hemen yukarı dönmeme de gerek yok, düz yolda pedal basmak da çok zevkli ... etrafta kafa sevici bir Tarrrrrrrrrrr ile dolaşıyorum, işte kendimce eğleniyorum.
    Kötü haber şu ki bir oyun kağıdının genelde 10-15 dakikalık ömrü var ... bu sürenin sonunda kağıt bildiğiniz -hamur- halini alıyor, resmen dağılıyor. Ama sorun yok ki ... bende bir ton oyun kağıdı var ... di mi?
    52'lik deste, joker ve destenin içinden çıkan briç+bezik puan tablosu'nun ağzına s*çm*m bütün günümü alıyor. Akşam üzeri eve dönerken mutlu, yorgun ve acaip eğlenmiş haldeyim. Hiç bir şey olmamış gibi hurdaya dönmüş oyun kağıtlarını kutusuna koyuyor ve kutuyu da aldığım yere, kristal dolabının altına özenle yerleştiriyorum.
    ...no piroblem!
    Günler sonra birden ve hiç bir ön belirti olmaksızın annemin saldırısına uğruyorum. Arkadaşları ile kağıt oynayacaklarmış ve kutuyu açtıklarında kağıtların halini görmüşler ... annem suçlunun kim olduğunun tabi ki farkında. Olayı kardeşimin üzerine atayım diyicem (...ilerki yıllarda işe yarayacak olsa da o an için bu seçenek yok, çünkü çocuk daha bir yaşında falan) yemiyorlar ... annem terlikle beni kovalarken bahçeye kaçıyorum.
    - ne yaptın kağıtlara? anlat dövmiycem ...
    - söz mü?
    ...tabi ki yalan.  Plastik oyun kağıtlarını hangi amaç ile kullandığımı itiraf ediyor ve bi ton dayak yiyiyorum. Akşam mevzu babama intikal ediyor, ceza belli ... Nah Bisiklet! Benim kontra pedal bir yerlere gönderiliyor, ya da veriliyor ... bana da kurbağalı derenin kenarına gidip balıkların sırt üstü yüzdüğü siyah-gri suyu seyretmek kalıyor.
    ...bildiğiniz mutsuzum yani... 
    O kontra pedal sahip olduğum ilk ve son bisiklet (motorsikletler hariç) benimle çok kalmış olmasa da onu hatırladığımda hala hafifçe gülümsüyorum dersem bilmem inanırmısınız? 
  25. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman, dar koltuk arasında şişen ayaklarımız ve saat farkından çorba'ya dönmüş beyinlerimiz ile Narita'nın nedense üretim/montaj hattına benzettiğim yürüyen yollarına tırmanıyoruz.  Göz hattımda ki neredeyse herkesin suratında mutsuz bir ifade var, ya da fazlası ile kayıtsız. Sonradan üzüntü, sevinç vs. hisleri topluma açık mekanlarda (özellikle abartılı şekilde) ifade etmenin toplumda pek de hoş karşılanmadığını öğreniyorum. 
    - Japonya'ya geliş nedeniniz?
    ... ulen niye gelicem? B*kmu var Caponya denen memlekette? Gümrük görevlisinin gözünün içine bakıp
    - Pleasure (zevk) 
    Herif dalga mı geçiyorum diye bana bakıp pasaportumu damgalıyor. Capon topraklarına girerken vize almanıza gerek yok, uçakta form doldurup gümrük veznesinden 20USD karşılığı aldığınız pulu pasaporta yapıştırıyorsunuz o kadar. Bakıyorum evrakıma ... 30 günlük (tek giriş - çıkış) vermiş. Cimri p*z*v*nk, dandini ülkeni çantama koyup götürecem sanki.
    ...neyse!
    Kimi zaman yerin altına dalan elektrikli teron/metro karışımı bir şey ile merkez istasyona, oradan metro ile da kent merkezindeki Shinjuku'ya gidiyoruz. Daha doğrusu Metro'ya yatay geçiş yapıyor ve ilk golü yiyiyoruz. 
    Olay şu ... 

    LAN!
    Bilet makinaları kombini uzay üssü gibi. Hangi makinayı seçicem? Hangi hatta binmem lazım? Ben neredeyim? Kimim? İmdattt!  Sonra Shinjuku hattını bulup zar-zor bilet alıyor (*bn* aletler japonca ... üzerlerinde ingilizce seçeneği varmış ama "İngilizce'ye Dön" talimatını bile Japonca yazmışlar ... ben var ya, sizin....) neyse, küfretmeyeyim.
    Metro geliyor ... acaip kalabalık zaten. Vagonlar dolu, bin kişi de binicem derdinde. Elemanın biri de beni dürtüklüyor ... ya var ya ... ben dürtülmekten nefret ederim. Bir dürttü, sesimi çıkarmadım, iki dürttü ... eŞŞedü! zaten yorgunum, 12 saat uçmuşum, kafam bi dünya ... üçüncü dürttü. Dönüp yapıştım bodur p*z*v*nk*n yakasına, başladım bağırmaya. "Stop man or I'll brake your neck!" herif gak-guk etti, ben de tokat ile itme arası bir şey yapıp 5TL'lik lastik top gibi sektiriyorum elemanı. 
    Biniyoruz Metro'ya herif ise istasyonda dikilmiş hala elini kolunu sallıyor, buna parmağımla "getirme beni oraya yoksa senin...." gibilerden bi işaret çekiyorum. Kapılar kapanıyor, metro hareket ediyor ... nasip değilmiş. Dövemedim tacizciyi ... (bu konuya daha sonra geri döneceğiz) 
    Conrad'a geçip yerleşiyoruz. Oda güzel, hayvan gibi manzarası var. Yapacak acil bir işim yok, beraber geldiğim arkadaş ile konuştuktan sonra , duş atıp bir-iki saat uyumaca olayına geçiyorum. Akşam dışarı çıkıp biraz gezicez, zaten yaklaşık üç gün -boş- zamanımız var, sonra Yokohoma'ya geçip gemi'ye transfer olacağız.  Hava yediği için gemimizin Tokyo körfezine girişi yaklaşık 72 saat gecikmiş ... uyar bana, şikayet etmem valla.
    Akşam yemek için dışarı çıkıyor ve KFC'ye giderek karnımızı doyuruyoruz. Ben de arkadaşım da Capon! yemeklerinden hiç hazzetmediğimiz için Long Life KFC diyoruz. Sonra da Shinjuku'nun eğlence! bölgesi Kabukicho'ya geçiyoruz. Burası yirmiden fazla dar paralel sokaktan oluşuyor ve sokakların iki yakası da gece klübü, bar, striptease show vs. ve caponların pek sevdiği Hostess Bar'lar ile dolu.
    İşim olmaz ama yeri gelmişken Hostess Bar olayını anlatayım. Temelde Karaoke bar gibi bir şey bu, kendine oda açtırıyorsun ... atıyorum 6 kişilik ... diyelim ki o odaya geçiyoruz (iki erkek) hemen 2 - 3 - 4 tane hostes geliyor ve eğlencemize katılıyor. Yanlış anlaşımasın, aşna - fişne yok ... karaoke yapıp (onun da nesini severler ki?) bolca içki içiyor ve efsanevi hesap ödeyip çekip gidiyoruz ... olay bu yani ... hostesler ile içki içip anırmak için deli gibi bedel ödemece... tam m*l işi yani.
    Kabukicho'da genelde saçma sapan saçlı (didiklenmiş, punk, mor, yeşil, pembe) tipler karşınıza çıkıyor. Bu kadın ve erkek aracı/anutçular sizi bir yerlere götürmek istiyor ... bunlar tipik turist tuzakları tabi ki. İşin sırrı basit aslında. Her durumda kazıklanacaksınız, sonuçta Caponya abartı pahallı, Tokyo'da caponlar için bile pahallı bir şehir. Ama daha az ütülmek istiyorsanız kapısındaki neonlarda -ingilizce- yazan mekanlara gideceksiniz.  Yanınıza hostes falan gelirse -pas- geçip show falan seyredip içkinizi içecek, eğleneceksiniz ... nokta.  Bunun dışına çıkarsanız kendinizi Yakuza'ya borç senedi imzalarken bulursunuz ... o derece yani.
    Aynen öyle yaptık biz de robot kabare show'a dalıp kişi başına 170USD ödeyerek (Tokyo için yemek+içki ... gayet makul bir rakam) oturup gösteriyi seyrettik.  Bildik turist tuzağı olsa da itiraf ediyorum ben çok eğlendim.
    Saat bilmem kaç olmuş (mekanda show aslında non-stop sürüyor) otele gidelim diye çıktık dışarı. Ultra-Süper-Uber dandik ama yeterince tüketilince kafayı bulandıran Capon viski'si ile hafiften kafayı kırmış olarak otele doğru yürüyoruz ki önümüzde kavga çıkmaz mı.  Resmen kısmet ayağımıza gelmiş be!
    Kim kiminle kavga ediyor? Dava ne? Neden kavga ediliyor? Hiç bir fikrimiz olmamasına rağmen bir de baktım ki biz de kavga'ya karşımışız. Acaip eğleniyorum ama ... büyük ihtimal ile bana kendi dilinde "sen nerden çıktın birader?" falan diyen herifin birisinin yakasına yapışmışım. O bana çakıyor, ben ona ve onu elimden almaya çalışan arkadaşına yazıyorum.  Bi ona , bir de kankasına ...sonra cevap babında o bana çakıyor, sonra ben bi ona ... bi kankasına yerleştiriyorum.
    Sonra olay kopuyor!! Benim kanka kavganın ortasında kendisini Conan zannedip nara atmaz mı? 
    abi ... adam Tokyo'nun ortasında , gecenin bir vakti uluyor !!! Herif "Crom Hear Me! , count the deads.." diye bağırıyor yahu ... kavga etmeyi bırakıp kendimi yere atıyor ve anıra anıra gülüyorum halimize. Polis sirenleri yakınlaşırken kavga bitiyor, herkes topukluyor, biz de otelimize gidiyoruz. Asansörün aynasında hafiften kapanmış sağ gözüme bakarken ortak karara varıyoruz. "Bu akşam eğlenceliydi, gerçekten"
    ... gelecek bölüm : Shinto tapınağında rahiplerden dayak yemece. 
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.