Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    ...L.A'i terk etmeden önce kaldığım Best Western'in yöneticisine yapışmışım ... Amerika'da Hintliler blok halinde Taksi işletmeciliği ve Otel işindedir. Best Western Valley'in yöneticisi de bir istisna değil ... eleman bir Singh ve beklediğim üzere Las Vegas'ta otellerde çalışan bol miktarda Singh var.

    - Kumarhanesi olsun ama pahalı olmasın, beni Bellagio'ya falan yollama ... Strip'in ucunda, arkasında olsun ama yeni - temiz ve ucuz olsun.

    - Aye, Aye Sire .. diyor ve bize SLS'te yer ayırtıyor. Otelin Geceliği 65 dolar (kahvaltı dahil)

    ..yani biz SinCity'e doğru yol alırken otelimiz belli, odamız belli.

    Las Vegas'ın en büyük hikayesi -Strip- denen rota. Strip kenti ikiye bölen ve her iki yakasında da otellerin, kumarhane ve gece klüplerinin, barların ve mağazaların yer aldığı bir çeşit cadde.
    ...strip uzaydan bile gözüküyor. O derece yani ...

    Ahanda uzaydan çekilmiş Las Vegas resmi ...



    ...kuzey - güney doğrultusunda dümdüz uzanan ışık çizgisi ünlü -strip- bizim kalacağımız SLS'de strip üzerinde ... kuzey ucunda, az daha ilerlediğin zaman çöle dalıyorsun ama olsun strip'teyiz abijim...

    Las Vegas'ın olayı şu ... odalar falan gayet lüks, bizim kaldığımız geceliği 65 dolarlık mekan böyle bir şey işte...



    tavanda "ayna" bile var, masaj yapan duş, banyo'da jakuzi ... arka bahçede tam boy olimpik havuz ... geberene kadar yiyebileceğin açık büfe, o büfenin daha da aşmış! modeli akşam kuruluyor ve adam başı sadece 7 dolar ... oto-park beleş vs.vs.
    ...tüm hikaye kumarhane de ...

    Las Vegas'ta önce kumarhane yapılır, sonra onun etrafına otel kurulur derler ... bizim otel'de farklı değil. Gırgırına Mirage ve Bellagio'ya gitmiştik, orada da durum aynıydı.
    ...Otele giriş yapıyorsun, resepsiyondan asansörlere gitmek için kumarhanenin ortasından geçiyorsun, havuza gideceksin ... asansörden çıkıp gene kumarhaneyi kat ederek cubidibap (suya atlama efekti) yapıyorsun. Tuvaletlere ödül olarak prezervatif veren kollu kumar makinesi koymuşlar ... gerisini siz gözünüzde canlandırın.

    Odaya yalandan yerleşip iniyoruz kumarhaneye ... ben canlı pokere geçiyorum, duygu'da elektronik kumar aletleri bölgesinde lokasyon tutuyor.

    ... prensibim var ... belli bir miktar parayı "bu para bana battı..." diyerek ayırırım, o parayı gözden çıkardım ya ... kaybetsem de koymaz.

    Las Vegas için ayırdığım para 300 dolar, bunun 200'ünü Duygu'ya veriyorum, bana 100 dolar yeter. 10 dolar pot'lu Texas Hold'em masasında 100 dolar yeter de artar bile (huyum değildir, canlı kumarda para kaybetmem ... cidden)

    Saat 03,00 civarında masa değiştiriyor, 50'lik tezgaha oturuyorum, Duygu iki kere beni ziyaret edip kavımdan fiş çalıyor (parası bitmiş...) sabaha karşı'da uykumuz geldiği için odaya çıkıyoruz.

    ...sabah (aslında öğleden sonra) yaptığımız kahvaltı sonrasında küçük bir hesap yapıyoruz. 300 dolar tatil bütçesine geri iade ediliyor, Duygu 500-550 falan kaybetmiş ama geceyi onun kayıplarından sonra 250 dolar kazanç ile kapatmışız.

    Anlayacağınız Strip konaklaması bedavaya gelmiş ...
    - Bir gece daha kalalım mı?
    - Olur, ama kumar baydı artık. Akşama kadar havuz kenarında leşlenelim ... sonra çıkıp yemek yer, şov falan seyretmeye gideriz. MGM'de güzel atraksiyonlar oluyor, oraya falan topuklayalım
    - Taam

    MGM'de David Copperfield var, arka taraflarda falan oturulursa yer var ve ücret kelle başı 55 dolar ... uyar diyoruz, bilet alıyoruz. Şov 22,00'de başlıyor yani yemek vs. için bolca zaman var.
    ...yemek yiyip strip'te yaya olarak tur atıyor ve şov zamanı MGM Grand'a gidiyoruz ... revü kızları, ön gösteriler falan derken Copperfield gene döktürüyor. Otele dönerken soruyorum ...
    - Buradan nereye gideceğiz? Var mı kafanda bi yer?
    - Büyük Kanyon ne kadar uzakta?
    - Sonora çölünün diğer tarafı ... 200 kilometre falandır.
    - Kaç mil yani?
    - Şimdiden mil hesabına mı geçtin kızım?
    - çevreye uyum sağlamak lazım ... dimi?
    - hehe ... 130-140 mil falan.
    - taam, oraya gidelim
    - sabah erken kalkıp topuklarız
    - eywallah

    ...devam edecek.
  2. Kaan Yagizer
    -spoiler-
    midesi kaldırmayan okumasın
    -end of spoiler-

    Zamanında Amerika ile Meksika (büyük ihtimal ile ottan b*ktan bi nedenle) savaşmış, kim kazandı bilmiyorum! Hakçası santim de sallamıyorum (bkn.bana ne be?) ama savaş sonrasında sınır çizilmiş ki bu da bizi hikayemize götürüyor.

    Elemanlar haritayı önlerine koymuş, zaten arada iki tane doğal sınır (Rio Bravo ve Rio Grande) var .. nehirlerin arasında kalan kısma da koymuşlar cetveli CART diye bir çizgi çekmişler ve racon kesmişler.
    - Sınır budur abi, uyar mı?
    - Eywallah.

    ...o an fark etmedikleri ya da sallamadıkları nokta ise adı üzerinde bir noktaymış. Sınır çizgisi orada yaşayan az miktardaki meksikalı dışında (belki onlar bile aynı kafadaydı) kimsenin umursamadığı bir köyün, Tijuhana'nın üzerinden geçmiş. Amerika'ya bi tükürük (ama sağlam tükürüceniz) uzaktaki bu mekan bildiğiniz -piç- olmuş .. köy ne meksika'da, ne de amerika'da .. öyle iki arada bi derede kalmış.

    Arkadaşlar dediler ki (genelde öyle olur zaten)
    - Lan tatil geliyor, tijuana'ya kaçalım (dandini yerel tatillerden birisini ... ki galiba başkanlık günüydü) h.sonu ile birleştirelim, hepimizde uçuş milleri var. Üzerine biraz para verdik mi San Diego bileti alırız, oradan da bi araba kapıp çufçuf Tijuana.

    ...aslında fena fikir değil, uyar dedim.

    Normalde Türk vatandaşının Meksika için vize alması lazım (en azından hikayenin geçtiği tarihte öyleydi) ama Tijuana için hiç bir şeye gerek yok ... Amerikan kara sınırından çıkıyorsunuz (çıkış acaip kolay, el salla - geç) Meksika'ya girmeden önce Tijuana'ya ulaşıyorsunuz ... Tijuana'dan arabaya binip güneye doğru az ilerlerseniz bu defa yolu Meksika sınırı kesiyor ...

    ..diyeceksiniz ki Tijuana ne iş?

    Şöyle anlatayım ... sınır çizgisi boyunca yayılmış ve iki paralel caddeden oluşan bir şerit gözünüzde canlansın. Bu şeride çıkıp sol tarafa bakınca sırası ile bar - bar - dövme salonu - k*rh*ne - bar - lokanta - dandik bir kilise - otopark - bar - kumarhane - lokanta - bar ve k*rh*ne görürsünüz ... sağ tarafta ise manzara pek de farklı değildir ... bar - bar - dövme salonu - k*rh*ne - bar - lokanta - dandik bir kilise - otopark - bar - kumarhane - lokanta - bar ve k*rh*ne hizmete hazırdır.

    Amerika'nın tersine 18 yaşındakilere alkol satılan, görece ucuz, pis , dandini, güvenli olmaktan uzak yani tam bir "yetişkin" eğlence mekanı ... deyim yerinde ise Disneyland for Adults 'tur Tijuana.

    ...biz de her normal turist gibi gittik, aracımızı park ettik , dandini bir hotel bulduk, yerleştik, üzerimize az miktarda nakit alıp pasaport/cüzdan/saat vs. yani para edecek her şeyi hotelde bu amaç ile kiralanan kasalara bırakıp çıktık sokağa.

    ...yedik, içtik, eğlendik, kavga ettik (dayak yedik tabi) hotele dönüp temizlendik ... biraz uyuduk sonra çıktık dışarı yedik - içtik - eğlendik, ben mekanik boğadan düşüp kafamı yardım ... polikliniğe gidip kafama dikiş attırdık, kısacası eğlendik işte.

    bir gün, iki gün, üç gün böyle geçti ... geröekten kurtlarımızı döktük.
    - hadi artık medeniyete dönelim abi, zaten para bitti gibi.
    - eywallah

    toparlandık, az miktardaki eşyamızı arabaya (kiralık) doldurduk, yola çıkmadan önce de birer taco grande ile bira (tabi ki meksika) içip çevirdik arabanın burnunu sınıra.

    ...sınırda bizi karşıladılar, şöyle bir arabaya ve belgelerimize baktılar.
    - Beyler yanınızda bir şey getirdiniz mi? ...diye sordular.

    biz de (y*vş*ğız ya)
    - belsoğukluğu ... diye cevap verdik polis abi güldü, biz güldük ... geçtik.

    Arabayı kullanıyorum, San Diego'ya Interstate ile gideceğiz, ardından da bir gece orada kalıp sabah ilk uçak ile Newark'a yollanacağız. en azından plan bu ... ama ne derler bilirsiniz! "Tanrıyı eğlendirmek istiyorsanız plan yapın"

    ..laylaylom arabayı kullanırken sağ koltukta oturan arkadaş benim sağ boşluğuma aniden bir tekme attı, hem de sağlam bir tekme ... ben de boş bulundum tabi, sağ elimle ona bir tane (gene sağlam) çaktım ... araba beş şeritli yolda yalpaladı, millet korna çalıp küfretti ve ben de arkadaşa kazıttım
    - ne vuruyor len davar?

    baktım eleman şaşırmış, ağzını tutuyor (ben ezbere sallayınca ağzına denk gelmiş) ... o halde demez mi?
    - ne vurması?
    ...arka koltukta oturan arkadaşlar da onu doğruladı.
    - sana vurmadı ki kaan

    ??? nasıl yani....???
    sonra bir şey t-shirtümün altında hareket etti. Zar zor sağa çektim, t-shirt'ü sıyırdım ... o an ilk aklıma gelen (bilmem hatırlarmısınız?) Alien filmiydi ... hani parazit gemi tayfasının göğsünden delik açıp çıkar ya ... işte aklıma ilk o geldi.
    Baktım karnım şişmiş ve ben bakarken resmen içimde bir şey "gurulgurul-haldırhuldur" diye hareket etti.
    ...eşşedü ....hemen benzinciye çektim (Allahtan çok yakında bir tane vardı) kendimi hela'ya attım, oturdum ve ...

    ...OMG

    tarif edilmez, sadece yaşayan bilir.
    ...öyle bir basınç var ki resmen itfaiye hortumu gibi, bir kaç ay evvel JPL'e (Nasa'nın jet itiş labratuarlarına) gitmişim, oradaki itici roketler aklıma geldi ... "şimdi havalanır, çatıyı delermişim!" diye aklımdan geçti.

    ...yarım saat kadar sonra ve hela tıkanınca zar zor toparlandım, iki rulo tuvalet kağıdı ile temizlendim (elden geldiğince) ve yüzümü falan yıkayıp (kafayı komple musluğun altına sokmuştum) çıktım dışarı. Kafama göre espri yapmaya hazırım "hayat sigortanız yoksa benden sonra bu helayı kullanmayın" diyicem ama nerdeee?

    bizim kiralık araba helanın önünde duruyor, motor çalışıyor ve dört kapı açık ... korku filmi gibi bir sahne yani.

    zar - zor markete gittim. benim durumumda sıvı alınması (bolca) gerektiğini biliyorum, oradan bir galonluk (yaklaşık 3 litre) Mountain Drew maden suyu aldım, direk kafaya diktim ve arabaya varana kadar da çoğunu bitirdim.

    arabada yarı baygın bir cigara yaktım ve cigara+mountain drew ile kendime gelmeye çalıştım.
    ...çok geçmeden tayfa geldi.

    durumları benden b*k, ya da ben de benzer durumdayım ama kendimi göremediğim için bunu bilemiyorum. arabaya yığıldılar, içecek bir şey istediler ben de tüm yardımseverliğim ile onlara marketi işaret ettim.
    - gidin alın d*ll*malar ...dedim.

    öyle yaptılar.
    ...yarım saat kadar sonra sordum
    -araba kullanabilecek halde olan var mı?
    ...yokmuş.

    böylece yolculuğumuz başladı.
    gideceğimiz mesafe 25 - 30 kilometre ... ama gidemiyoruz ki.... Interstate üzerindeki her benzinciye uğruyor, tuvaletlerine taa t*v*na kadar s*ç*yor, sonra marketten çikolata - mountain drew, cherry cola vs. alıp içiyor ( o gün var ya en az 10 litre sıvı almışımdır, hem de iki - üç saatte ) bayılıyor, sonra yeniden arabaya binip bir sonraki benzinciye doğru devam ediyoruz.
    ...arka koltukta biri ağlıyor...
    - böyle b*k içinde ölmek istemiyorum
    ..biri söyleniyor
    - artık kıçımı hissedemiyorum

    ...o halde (nasıl becerdiysek) San Diego'ya varıp en yakın hastanenin acil servis girişinde başladık korna çalmaya, hepimiz b*k içindeyiz, hepimiz hem üzerimize hem de arabanın içine s*çm*şız ve artık beş metre daha gidecek halimiz kalmamış (neden sınırı geçtikten sonra ambulans çağırmadık? ...açıkçası aklımıza gelmedi... öyle bitmişiz yani) bizi bizden arta kalnaları) toparladılar, aynen içeri.

    Doktor geldi, durumumuza baktı.
    - Tijuana?
    - Aye
    - Az pişmiş ya da pişmemiş açık yiyecek tükettiniz mi? (Raw Material)
    - Aye
    - Verin serumu, mikroplu dizanteri.

    Üç gün ve dört gece + 58.121 serum sonra kendimize geldik ... çıkan hastane masrafı sigortamız tarafınca karşılandı (yoksa bitmiştik, hala orada koridorları paspaslıyorduk) uçak biletimiz yandı, kiralık araba için epey bir "temizlik" bedeli ödemek ve ayrıca ceza faturasını karşılamak zorunda kaldık.

    ...ama bunların hiç bir bana durumumuzu öğrenen ve bizimle bir aydan fazla "dalga" geçen iş yerindeki arkadaşların alayları kadar koymamıştı. (bkn.karizmanın deridnden çizilişi) elemanlar bizi dükkana döndüğümüzde ellerinde paketlerce -yetişkin bezi- ile karşılamıştı.
    ...ne rezillik...peHHH
  3. Kaan Yagizer
    Buno (Bunalım Hakan) bir kız'a fecaat yanık, kız da ona bosch değil ama bir yandan da kendini ağırdan satıyor. Buno hiç bir fırsatı kaçırmıyor, her türlü desteği ve de aklı (..ki buna gerçekten ihtiyacı var) alarak yazıyor da yazıyor ... kız Sainte Pulchérie'de okuyor (acaip sosyetik bir okuldur) ... bizim eleman üni'den erken kaçıp onların çıkışa yetişicem diye dili bir karış dışarıda Taksim'in yolunu tutuyor. Diyeceksiniz ki tutuyor da ne oluyor? ...hiç! Kız okul çıkışı servis'e binerken iki satır muhabbet ediyorlar, o kadar.

    ... Buno'nun kız kardeşi olası yengesini tanıyor, aynı arkadaş grubundalar. Bu sayede Buno Manitu'nun sosyal aktivitelerini takip edebiliyor ve alakalı - alakasız ortamlarda kızın karşısına çıkıp "ceee" yapabiliyor.

    Aslında biz de eğleniyoruz, neden derseniz? Hakan'ın gösterdiği amacını aşan çaba büyük ihtimal ile kızın bir tarafını extra kaldırıyor ve de abla bu sayede hiç kasmadan Buno'nun saçmalıkları ile kafa buluyor.
    ... ama kabul etmek lazım. Buno azimli...

    Affetmiyor ve asla işin peşini bırakmıyor.
    ...azim ile s*ç*n taşı delermiş ... kız'da en sonunda pes ediyor ... tamam diyor.

    Hakan manitu'yu FB Klübünde düzenlenen yaz partisine (havuzbaşında canlı müzik + yemek) götürecek. Arkadaşları olarak biz de seviniyoruz, neden sevinmeyelim ki? Herif ortalıkta inleyip dolaşıyordu, belki biraz rahat ederiz.

    ...araya adam falan sokup buna düzgün bir masa ayarlıyoruz. Piste ne yakın, ne uzak. Böylece müzik dinlenebilecek ama aynı zamanda da muhabbet konabilecek. Havuz'a görece uzak ama deniz kenarına yakın, böylece ortam romantik olacak...

    Hakan berber'e gider Conan saç kesimini medenileştirir ve de çenesinde 11'er den maç yapan sakalını temizletirken biz de ona bir araba buluyoruz. Buno'nun babasında bi Renault12 var ama daha düzgün bişi lazım ... bulduğumuz araba ise Chevrolet Nova

    ...h.sonu geliyor ve sırtını sıvazlayıp takım elbise giydiği için garipsediğimiz Buno'yu b*k rengi emanet Nova ile yolluyoruz. Biz de çınar altına geçip (f.bahçe girişindeki çay bahçesi - kave) başlıyoruz hesabına king çevirmeye.

    Ses seda yok ... demek ki sorun da yok. (bkn.no news, good news) ... sonra Hakan'ın kız kardeşi beliriyor tepemizde.

    - Hakan'a bakmaya gitsenize...
    - Ne oldu ki?
    ...şaşırıyoruz tabi. Eleman'ın FB Klübünde yemek yiyiyor olması lazım, neden gidip bakıcaz ki?
    - Abim Kızıltıoprak karakolundaymış ... annem duymasın, siz bi ilgilenir misiniz?
    ...ilgilenmesine ilgileniriz de ... niekine?

    Kızıltoprak karakolu tanıdık, semtin p*çl*ri olarak zırt-pırt oraya gittiğimiz için amirinden memuruna herkes bizi tanıyor, biz de onları. Atlayıp gidiyoruz tabi. Bizi gören kapıdaki bekçi doğru şekilde yönlendiriyor... Hakan nöbetçi amirin odasında oturmakta.

    - Hayırdır?
    ...cevap yok. Ama Buno'nun canı sıkkın. Amir kaş - göz işareti yapıyor ...
    - gitmeyin üzerine, bu akşam kalsın, siniri yatışsın ... sabaha salarız.
    ...eh ! peki! ...en azından Buno iyi durumda.

    Dışarıda konuşuyoruz ... biri diyor ki ...

    - Fark ettiniz mi?
    - Neyi?
    - Buno ıslaktı
    - Nasıl ıslak?
    - ne bileyim? denize mi düştü acaba? resmen ıslaktı herif...

    lan?
    ... Nova orada (emanet) arabada hasar falan da yok. Demek ki araba ile düşmedi suya ...ee? ne oldu buna?

    Sabah erkenden (börekçiye uğrayıp su böreği alarak) karakola gidiyoruz ... çay gelsin diye bekliyor ve kahvaltı ediyoruz. Çok geçmeden bir iki evrak düzenleyip Hakan'ı salıyorlar.

    ...bizim oğlanın ağzını bıçak açmıyor ama...

    ...üsteliyoruz ... yok, çıt yok anam!

    - olm ne oldu?
    ...tıSSSS

    Bu dönüp evine gidiyor ... alalala? ne oldu be?

    ...herkes bir şeyler uyduruyor.
    - Dans ederken kızı suya atmıştır bu hayvan, sonra da pişman olup arkasından atlamıştır.

    ...bir başkası diyor ki...
    - kız buna çektir git dediyse denize atlayıp intihar etmeye kalkmıştır.

    ..vs.vs. ama işin gerçeği ne? ...bilen yok.

    Atlayıp evlerine gidiyorum. Zaten uzak da değil ... kız kardeşi karşılıyor beni.
    - kapattı kapıyı, hiç birimiz ile konuşmuyor.

    ...alalala?
    - cigaran var mı?
    - var...
    - gel bi...

    kapının önüne çıkıyoruz. Hakan'ın kız kardeşi olup biteni kendi arkadaşlarından duymuş ... cigara içerken anlatıyor.

    Hakan iki dirhem bir çekirdek kızı almaya gidiyor. Buraya kadar her şey normal ... Nova'yı tam apartmanın dış kapısına çekip aşağıdan zile basıyor ... kız balkona çıkıp buna "bi saniye" yapıyor. Annesini balkona çağıracakmış meğer ... "ben bununla dışarı çıkıyorum" hesabı Buno'yu anasına göstercekmiş.

    Bizim Buno biraz geri çekilip bekliyor ... apartmanın kapıcısı'da o sırada bahçeyi suluyor. Bizim Buno arabayı tam dış kapıya çekmiş ya, ona ayar olmuş.

    - Kardiş! Girişi tıkadın, ordan çeksene arabayı ... diyor.

    Buno gergin, Buno'nun hormonlar coşmuş durumda. Kapıcı o an aklının kapsama alanında değil.
    - *kt*r g*t lan, kırarım boynuzunu deyyus ...diyor Kapıcıya.

    ...yahu! öyle söylenir mi? Eleman apartmanın sorumlusu, sen de tabir-i caiz ise onun krallığına dalmışsın ve de elemana atarlanıyorsun. Artık düşünerek mi bunu yaptı bilmem ama kapıcı küfürü yiyince elindeki hortumu Buno'ya doğru çeviriyor ve balkonun altında müstakbel kayınvaldesini görmek için bekleyen Buno'yu tepeden tırnağa ıslatıyor.

    ...Hakan önce ne olduğunu anlamamış. Sonra bakmış ki kapıcı buna hortum ile su tutuyor. Kendi bunu doğrulamıyor olsa da bir efsaneye göre Conan gibi nara atıyor!
    - Crom, ölüleri say!
    ...ve kapıcıya dalıyor.

    Dalıyor derken cidden dalıyor ... kapıcıya ağız - göz girişiyor Buno. Gürültüye evden kapıcının karısı ve oğlu fırlıyor, onlar da karışıyor kavgaya ve foursome hesabı ön bahçede yermisin? yemez misin? kavgaya tutuşuyorlar.
    ...kız yanında annesi ile birlikte balkona bir çıkıyor ki Buno apartman hizmetlileri ile Malazgirt 2.0'ı başlatmış. Anası bunun kolunu tutup kızı içeri sokuyor.
    - Ne işin var bu serseri ile? ...diyor ve kapı kapanıyor.

    Kapanan sadece kapı değil tabi ... Buno dediklerine göre o an tamamen kopuyor ve kapıcı, kapıcının karısı ve hatta kapıcının ergen oğlunu fecaat dövüyor. Konu komşu yardıma geliyor ama Buno bir kere "berserk" mod'a geçmiş ... polisi çağırıyorlar, o arada da bizim eleman ile aralarına mesafe koyuyorlar.

    Polis Hakan'ı karakola, kapıcı ve ailesini de hastaneye gönderiyor ... sonrası malum ... tutanak, alkol raporları ... herkes birbirinden davacı falan - filan.
    ... ama olan oluyor ve kız bir daha Hakan'ın gözüne dahi bakmıyor.

    Bakmıyor ama bizim Buno'da bu huy oluyor. Hani Matador'un salladığı pelerin Boğa'da ne tepki yaratırsa kapıcının markete falan giderken kullandığı sepet onda aynı etkiyi yaratıyor. Adam o anın ve red edilmenin acısı ile f.bahçe/kalamış/dalyan civarında ne kadar kapıcı varsa yolu kesiştiğinde kavga çıkarıyor. Kolunda sepet olan adam gördüğü zaman Buno'nun ağzı köpürüyor, yanında onu zapt edecek biri yoksa Hakan kuduz köpek gibi saldırıyor ve ne olup bittiğinden haberi olmayan kapıcı'nın haşatını çıkarana kadar adamcağız'a dalıyor.

    Anlayacağınız "arıza" DNA'sına kadar işliyor ...pıFFF
  4. Kaan Yagizer
    Sub-Sahara (kabaca: Sahra Altı) gavurlar! Sahra çölünün güneyindeki "araplaşmamış" Afrika'ya böyle diyor. Aslında bu terim genelde Kuzey-batı bölgesi, yani Nijerya - Nijer - Burkina Faso - Gana - Togo - Moritanya vs. için de kullanılıyor. Anlayacağınız Afrika'nın genelinde görülen karmaşa terminolojide de yerini almış.



    Vize'mi almışım (sanki oralarda kalmak istermişim gibi bir de vize uygulaması koymazlar mı? ....komiksiniz be!) ...üstüne benim gariban -sarı- defteri de mühürletmişim. Sarı defter ottan - b*kt*n yerlere gidiyorsanız yanınızda olmazsa olmaz bulunmalı. Ateşli Humma, Dizanteri , Uyku Hastalığı, Malarya, Tifo , Kolera vs.vs. özellikle Batı Afrika/Sub-Sahara bölgesi bu hastalıkların kol-kola girip sınır tanımadan halay çektikleri bir coğrafya. (bkn...tey-tey-tey çeken virüsler)



    THY ile Akra'ya (Accra) uçacağız, orada bir gün mola ... ardından kuzey/kuzey batı'ya topuk. Bize Akra'da katılcak olan arkadaş ile birlikte Abidjan'a uğrayacak (Fildişi Sahili) ve Abidjan'dan sonra da gene kuzey'e Monrovia'ya yöneleceğiz. Akra'dan Abidjan 500km falan, oradan da Monrovia 1,000km kadar çekiyor. Dönüşte Abidjan'da aracı bırakacağız, THY Akra'dan kalkıp önce Abidjan'a uğruyor, sonra da İstanbul'a uçuyor ... haybeden 500km daha yapmaya gerek yok.

    ...öyle de yaptık. Uçuş millerini kullanarak bizim -ezik- biletleri upgrade ettirdik, pilotun az gerisine kurulup koca k*çl*rımızı deri koltuklara serdik ve İstanbul'dan Akra'ya efendi gibi uçtuk. Premium yolcusu olduğumuz için gümrükten hızlıca geçip kendimizi dışarı, havalanının köhne binasının kapısında bizi bekleyen arkadaşın yanına hemencecik attık.

    ..hoş beş, bavul yerleştirme vs. sonrasında laguna'ya geçip (Akra'da bir bölge) DNR'da masa kurduk ... DNR her ne kadar ismi -kitapçı- gibi olsa da aslında bir Türk restorant'ı ... günde 20 saat, haftada 7 gün açık ve sub-sahara'da iş yapan her türk o mekanı bilir. O derece yani. Evden uzakta ev yemekleri + beleş wifi ... DNR bilinmez mi?

    Ne yaparız? Nasıl yaparız? falan diyoruz ... bir yerli şoför ve Akra'da ki bağlantımız ile birlikte tek araç ile çıkmaya karar veriyoruz.

    Abidjan'da iki kamyon ile buluşacağız, gemi ile Fildişi Sahiline gelen mallar ile birlikte Liberia'ya gidilecek. Gece'yi Akra'daki kanka'nın evinde geçirip sabah erkenden L.Cruiser'e doluşuyoruz ve çok geçmeden Akra arkamızda kalıyor.

    Aracı Philip (yerel bağlantı) kullanıyor, muhabbet edecek çok fazla bir şey de olmadığı için burnumu cama dayıyor o bildik (...ve sevdiğim) Afrika'yı seyretmeye başlıyorum. Kabile renklerine bürünmüş kadınlar yol kenarında meyve, sigara, masa örtüsü, duvar saati ve tütsülenmiş bir şey eti satıyorlar ... her kavşak seyyar satıcılar ile dolu. Biz de biraz muz alıyoruz ama fazla yemiyorum, yeşil muz'a abanırsan motor conta yakar ... tecrübe ile sabit.

    ...en iyisi şişe suyu + cigara. Öyle devam ediyorum.

    2,500km yol normal koşullarda hiç br şey değil, kassanız bir günde yaparsınız (Türkiye'de) ama mekan Afrika olunca konu değişiyor ... o coğrafyada 2,500km bir hafta'da demek olabilir, bir ömür de.

    Gana sınırında pasaport kontrolüne fazla takılmadan geçiyoruz, pasaportların içine konan 10USD yol barikatının kolayca kalkmasını sağlıyor, çıkış damgası alıp geçiyoruz. Fildişi tarafında da transit vizesi ve damgası alıyoruz, bu defa 50USD buharlaşıyor ve o buhar pasaportlarımıza vize+damga olarak geri dönüyor.

    ...yeniden seyyar satıcılar, trafik ve bozuk yollar. Telefonda arkadaşlar ile konuşuyoruz, konteynerleri yüklemişler ... bizi bekliyorlarmış. İyi diyoruz, akşama orada oluruz. Kötü yol kalitesi, Afrikalı şoförlerin berbat direksiyon kontrolü ve sıfır aydınlatma nedeni ile kara kıta'da özellikle geceleri yolculuk yapmak akıl karı değil, ama biraz abanıyor ve hava karardığında Abidjan'a ulaşmış oluyoruz.
    - İyi geldik be... diye birbirimizi tebrik ediyoruz.

    Ibis'te konaklayıp (evet orada da Ibis var) sabah TIR'lar ile buluşuyoruz. Cruiser önde, epey yaşlı ama hala faal durumdaki TIR'lar arkada yola çıkıyoruz. Kuzey batı'ya doğru gittikçe yol kalitesi kötü'den berbat'a doğru yöneliyor ve kimi zaman ortalıkta yol falan da kalmıyor. Allahtan Philip bu rota'yı bir kaç kere kat etmiş, ileride gene yol başlıyor diyor ... nerede? diye soruyoruz ... eli ile ileriyi işaret ediyor.
    - İleride işte ...

    Fildişi kısmen güvenli, Liberia'da ise bitmek bilmez iç savaşlar arasında arada sırada yaşanan o aldatıcı sükunet durumu var ... ama Afrika'da sınırlar görecelidir ... hele ki kabileniz veya geçim kaynaklarınız sınır tarafınca bölünmüşse.

    Haritalar çizilirken kabileler, etnik ve/veya dini yönelimler göz ardı edilerek dümdüz çizgiler çekilmiş. Kabile bir tarafta kalmış, otlaklar ve su ise karşı tarafta (ya da tam tersi) veya bir etnik grup kendini A ülkesinde çoğunluk, B ülkesinde de azınlık olarak bulmuş ... hala süren onca yerel ve iç savaşın en önemli nedenlerinden birisi bu işte ... berbat çizilmiş sınırlar (en azından ilk 5'e girer)

    Doğal olarak Liberia sınırına doğru ilerlerken hafiften geriliyoruz. Sınırın öbür tarafında gene b*kl*k başladıysa öğrenmek istiyoruz ama bunun pek verimli bir yolu da yok. Gidince göreceğiz işte...

    Liberia sınırında bizi kötü haber bekliyor. Sınır görevlileri kaçmış ... Fildişi tarafında araçları park edip askerler ile konuşuyoruz ... bir gün önce silah sesleri gelmiş, sonra bakmışlar ki sınırın Liberia tarafında asker/gümrükçü kalmamış.
    ...durum biraz netleşene kadar bekleme kararı alıyoruz. Araçları fildişi ordusunun kendi araçlarını tuttuğu duvarla çevrili avlu'ya çekip (toprak duvarlar) karakolun arkasındaki café'ye yerleşiyoruz.

    André ... café'nin sahibi - işletmecisi ve şefi bize kırık dökük ingilizcesi ile biraz daha bilgi veriyor. Mel ve Kru'lar arasında "hayvan hırsızlığı" nedeni ile çatışma çıkmış. Mel ve Kru'lar bölgedeki etkin kabileler ... iş büyümesin, sonradan hükümet suçlanmasın diye sınırı kapatıp askerleri geri çekmişler.
    - Bir kaç gün bekleyin, belki de bir hafta ... her şey normale döner... diyor.

    Normal ile kastettiği ne bilinmez? Ama kendimizi ve malzemeyi kabileler arasındaki bir çatışmanın ortasına atmayı düşünmediğimiz için öyle yapıyoruz. André konuk sever bir evsahibi ... bizi, bizden de öte yanımızdaki dolarları pek seviyor. Mangal yapıyor ve Fildişi'li askerleri de mangal'a davet ediyoruz. Yanlarında bolca bira getiriyorlar ve birlikte kafa çekip keçi eti pişiriyoruz.
    ...hala beyaz adam'dan çekiniyorlar, çekinmiyor olsalar da nasıl desem? saygı ile yaklaşıyorlar ... ama buzları kısa zamanda kırıyoruz. Bizim -kasan- tipler olmadığımızı kısa zamanda fark ediyorlar.

    Günler kısa zamanda rutin'e oturuyor. Akşam hamakta (cibinlik gererek) uyuyoruz, André zaten café'nin arka tarafında ailesi ile birlikte yaşıyor. Kahvaltıyı hazırlıyorlar, hep bilikte karnımızı doyuruyoruz bazen karakol'dan da askerler geliyor. André'nin karısı küçük tatlı mısırları acaip güzel pişiriyor ve bende onları pek seviyorum. Günün geri kalanında André'nin radyosundan haber ve müzik dinleyerek café'de takılıyoruz. Genelde king atıyoruz, bazen de uyukluyoruz. Akşamları topluca yemek ve içki, kimi zaman biraz hoş vakit geçirmek isteyen -yerel- misafirler de uğruyor ... takılıyoruz işte.



    beşinci günün sabahı Liberia'lı askerler görev başı yapıyor ... ortam sakinleşmiş (görece) fırsat bu fırsat diyerek André ile vedalaşıyor, fildişinden çıkış yapıp pasaport içine konan -destek- belgeleri ile birlikte sınırı geçiyoruz.

    Teoride Monrovia'ya kadar önümüzde ki yol açık ... Philip "iki günde gideriz" ... diyor ... "ya da üç" ama en fazla "dört"

    Yol çalılıklar arasında kimi zaman görünüp kaybolan bir çizgi .... akşam olurken bir yol kenarı istasyonunda konaklıyoruz ... varillerden el pompası ile mazot alıyor ve 5 dolar karşılığı tutulan bekçilerin korumasında geceyi orada geçiriyoruz.
    - bekçi diye tuttuğumuz bu elemanlar bizi soyarsa ne gırgır olur di mi? ... geyiği dönüyorsa da elemanlar sağlam çıkıyor. Soyulmuyoruz.

    Yolculuk hadisesiz devam ediyor, sırası ile önce ilk TIR, sonra da ikinci TIR arıza yapıyor. Neredeyse yarım günü onları yeniden faal hale getimek için çalışıyor ve ikinci günü de bir başka istasyon'da geçiriyoruz. Teneke bir baraka'da, mangalda pişirilen ve tülben ile süzülen kahve'yi içip (acaip lezzetliydi) bolca KOV sürünerek cibinliklere sarınıyor ve yeniden arabanın içinde uykuya dalıyoruz.

    ...sonunda Monrovia.

    Kent 25 raunt boyunca dayak yemiş boksör gibi. Yıllar süren iç savaşın izleri her binada, her köşe başında kendini gösteriyor. Kent girişinde bizi bekleyen elçilik görevlileri ile buluşup (Koruma Polisleri) onların peşine takılıyor ve İç İşleri bakanlığına gidiyoruz.

    Monrovia'da elçiliğimiz yok (o tarihte...şimdi var mı bilmiyorum) Abidjan oradaki haklarımızı da takip ediyor. Elçilik kaleminden iki görevli bizden önce gelmişler,onlar ve bakan yardımcısı tarafınca karşılanıyoruz.

    Bakanlığın kademesinde TIR'lar boşaltılıyor ... yedek parçalar indirilip depolara kaldırılıyor. Ufak bir teslim töreni yapıyor ve teslim/tesellüm belgelerini imzalatıyoruz. Bakan yardımcısı elçilik görevlilerini akşam yemeğine çağırıyor (bizi davet etmiyor ... aman cennet canımıza minnet) TIR şoförlerine paralarını ödüyor Cruiser'e atlayıp Santa Ana'ya (kent merkezine yakın) gidiyoruz.

    ...su kötü kokuyor olsa da günler sonra yıkanmak ne lüks bir şeymiş be!

    Gece otel'de kalıyor (güvenlik nedeni ile...) ve sabah olunca yeniden Cruiser'e doluşuyoruz. Artık yanımızda tempomuzu düşüren TIR'lar olmadığı için güney'e yolculuk çok daha hızlı ... üç günde geçtiğimiz yolu bir tek güne sığdırıyor ve akşam olurken André'nin mekanına kapağı atıyoruz.

    ...eleman bizi kırk yıllık dost gibi sarılıp sırtımıza vurarak karşılıyor ... hemen mangal yakılıyor, bir keçi boğazlanıyor ve biz de hamaklarımızı geriyoruz.

    Sabah André bizi "gene gelin!" diye uğurluyor ... mecbur kalmazsak gelmeyeceğiz tabi ... deli mi s*kt* bizi? Ama hakkını vermek lazım, André iyi bir adam ... onun kulağını iyi çınlatacağım kesin.

    Cruise bizi Abidjan'a bırakıp Akra'ya doğru yoluna devam ediyor ... bize de otele yerleşmek, bir gece sonra gelecek THY uçağına kadar 24 saat boyunca dinlenmek ve bol bol banyo yapmak kalıyor.

    ...mallar (hibe) teslim edildi, kimse yaralanmadı - ölmedi - mal kaybedilmedi ... iş programından bir kaç gün sarkma oldu ama Afrika standartlarına göre bu hiç bir şey değil ... medeniyete (neredeyse) attık kapağı, THY bizi eve götürecek ... daha iyisi can sağlığı be!!

    ...di mi? :)
  5. Kaan Yagizer
    Sene 80’li yılların sonu, henüz bademin ucunda açmış çiçeğim ve yaz stajı yapıyorum. Gorbi (Gorbaçov) iktidarda ve k*ç*ndan Glasnost (Açıklık) diye bir şey uydurmuş. Yani Demir Perde inmiş gibi gibi, gıcırdıyor … arada direniyor ama perde iniyor.

    Sovyetler (henüz dağılmamışlar) açlıktan geberiyor, henüz Batı’ya hammadde ve enerji satmaya yeni başlamışlar ve doyuracak boğazlar, aylardır maaşları ödenmemiş memurların cebine girecek paraya ihtiyaç var ve doğal olarak ellerine geçen her şeyi (özellikle dolar ödemeye razı kişi ve kuruluşlara) satıyorlar.

    Dedim ya staj yapıyorum ve şansıma Koçtuğ’a düşmüşüm… iyi bir şirket Koçtuğ ve gemileri görece yeni (aslında yeni falan değil ama Türk Ticaret filosunun diğer gemilerine göre daha iyi durumdalar… yani benim ki yaşlılar yurduna gidip orada 100+ yaşındakilerin arasında görece bomba gibi duran 65’lik amca’ya aslan gibisin deme vakası.)

    -Stajyerler- normalde “değiştirmeci” olarak çalışır, yani gemi Türk karasularında ise esas personel evinde dinlensin diye onu destekler. Ben de Milas1’e değiştirmeci olarak gitmişim. Enspektör gemi Mersin limanına varınca Kaan beni arasın diye haber yollamış, ben de aradım tabi.

    - Kısa sefer atar mısın? Bu sene ki ve önümüzde ki yıl ki staj defterini tam doldururum + sana tam maaş veririm, üçüncülük yaparsın …dedi.

    Yaparım tabi … üçüncü iyi maaş alır (…aslında almaz ama öğrenciye göre aldığı para süperdir) üstelik iki yıllık staj O.K’i almak demek bir sonraki yaz (son yılımda) tatil yapabilmek demek … yani Obarey!

    Salağım ya … “nereye gidicez?” diye sormayı unuttum.

    Mersin limanında ikmal yaptık, vira bismillah dedik … Bülent diye bir ikincim var, adam deniz kuvvetleri emeklisi … suratı 7/24 sirke kıvamında ama işi biliyor. Ana makineleri falan devreye aldık, kayıt defterine not düşüyoruz … sancak makine şu saatte, iskele makine bu, kıç balastta şu kadar su var, sintine temiz vs.vs.

    - Efendim nereye gidiyoruz?

    …dedim laf arasında … hırlar gibi Novaya Zemlya dedi. Ben de biliyormuş, Novaya bilmem nerenin taaa içindenmişim gibi “Hıı..tamam!” dedim.

    İşim bitince hemen yaşam mahalline topuk. Orada öküz kadar bir dünya haritası asılı … ara, ara … ulan nerede bu Novaya Zemlya? Sonra bir yağcı ızdırabımı fark etti, gösterdi.

    …hadi be?

    Novaya Zemlya dünyanın k*ç*nda, ya da tepesinde (bakış açısına göre değişir tabi) ama Amerikalılar der ya “Middle Of Nowhere” işte mekan Middle Of Nowhere’nin Middle Of Nowhere’i … ohanZi yani.

    …kimse daha önce oraya gitmemiş. Zaten birkaç ay öncesine kadar “yasak” bölgeymiş, Sovyetlerin askeri üsleri falan oradaymış … o sulara gireni mermi manyağı yapıyorlarmış.

    …hadi be?

    Beni karalar bağladı tabi, gemi ile ilk uzun yoluma çıkıyorum, gittiğim yere bak! Havasındayım.

    Ege’yi geçtik, Akdeniz’i ve gibraltar’ı geçtik, Biskay’ı sancağa alıp başladık kuzeye çıkmaya. Çık, çık, çık … bitmez … beHHH. Bir de boş gidiyoruz, resmen azıcık borda havası yesek yelkenli gibi yatıyor bizim yaşlı kız. Uskurun yarısı içeride, yarısı sudan dışarıda … arkamızda uçak gemisi gibi dümen izi bırakıyoruz (yani 7-8 knot ile sürünüyoruz)

    İstanbul’da palamar saldıktan yaklaşık otuz gün sonra Novaya Zemlya (New Land = Yeni Topraklar demekmiş.) karşımızda belirdi. Kuzey kutbuna doğru uzanan ve –şey’e- benzeyen (siz anladınız neye benzediğini) bu garip adanın güney tarafındaki limana (…ki zaten başka sivil liman yok) ve o limana adını veren şehre (…ki zaten başka şehir de yok) yani Belusha Guba’ya bağlanacaz.

    …öyle de oldu.

    Limanda bizden başka gemi yok, zaten ortalıkta pek de insan yok. Dediler ki Novaya Zemlya’da 2,000 kişi yaşar, onlar da Belusha Guba’da kalır. Ama silolar var ve içleri maden cevheri (manganez ve çinko) dolu … peki o maden nereden geliyor? Sovyet döneminde adada ceza kolonileri (madenler) varmış ve mahkumlar o cevheri çıkarıyormuş. (şimdilerde kim işletiyor o madenleri? …bilmiyorum)
    …hıııı … dedim. (bkn.s*çt*k)

    Eeee? Ne yapılır bu şehirde?

    …limanı KGB’nin (o zamanlar daha FSB olmamış) omuzları “yeşil” apoletli askerleri tutuyor. Resmi kura göre 1 ruble = 1 dolar , karaborsada ise 1 dolar = 40 ruble … ama kaçak dolar satarken yakalanırsan … nasıl diyeyim? Çinko madenleri neye benziyor? İlk elden tecrübe edinirsiniz.

    Zaten b*kt*n bi mekan, aslında risk almaya gerek yok ama işi bilen bi abimizin (dedim ya çitlembiğim daha … yol iz bilmem) peşine takılıp geçtik gümrükten. Biraz dolar var yanımızda, parayı ayakkabının astarına saklamışız. Bir karton Kent ve bir şişe JB verdik muhafızlara … free pass aldık J daldık şehre.

    Zaten iki bar, bir k*rh*ne ve bir de kapalı yüzme havuzu var Guba’da … yani istesen de fazla seçenek yok. Biz de önce ilk bara, sonra ikincisine … sonra k*rh*neye ve en son olarak havuza gittik. Yaz mevsimi olduğu için (bkn.white nights) zaten gece olmuyor … bi ara ortalık hafifçe loş hale geliyor ama o kadar … geri kalan zamanda her yer aydınlık. (bir de bunun tersini düşünün)

    İçtik, s*çt*k, yüzdük ve gemiye döndük (25 metrelik olimpik havuzun suyunu ısıtmışlardı … beHHH) gemi mürettebatı bir gün içeri, bir gün dışarı çalışıyor. Yani ilk gün biz çıktık, ikinci gün gemide kalıyoruz ve sonra bir gün daha limana çıkacağız … plan bu.
    Öyle de oldu, gün devrildi … liman sıramız geldi. Sivilleri giyip çıktık dışarı. Ruslar gömlekle, biz uzun fanila ve yünlü kazakla dolaşıyoruz (dışarısı 5 derece falandı) içmeye gittik.

    Şimdi öncelikle içki … Guba’da millet Votka olduğu iddia edilen bir şey içiyordu. (antifreeze tadında ve kesinlikle çok ama çok sert) üstelik votka öyle şişe ile satılmıyor. Bara gidiyorsun, orada sürahiler var … bildiğiniz cam sürahi. Bir sürahi alıyor ve istediğin miktarı söylüyorsun.

    - Yarım kilo votka ver.

    Eleman terazide votkanızı tartıyor, yanında azıcık limon ve bir kase turşu veriyor … o kadar.
    Oturup bildiğiniz su bardağından votka içiyor, turşu çıtlatıyorsunuz. Öyle takılıyoruz arada çat-pat İngilizce konuşan Ruslarla geyik yapıyoruz. Biri demez mi?

    - Sizin içtiğiniz votka’yı biz bebeklerin biberonuna koyuyoruz!

    …hadi be?!?

    Bu laf dokundu tabi bize. Dokundu ama ne denir ki? Çünkü elemanlar cidden ağır götürüyor. Bizim suratlar düştü tabi … millet geberiyor gülmekten (bize laf sokan rus yüksek sesle çeviri yapmıştı) sonra bir hatun kalkıp demez mi …

    - Siz bayılana kadar içki yarışı yaparım, hem de hanginiz isterse onunla …

    …hatun liman işçisi. Yakasında hala pass kartı var. 1,50 falan boyunda, 1,50 falan genişliğinde. Onu limanda forklift kullanırken görmüşüm. Abla bodur ve kilolu, “leyn!” dedim kendi kendime … “Bunun her tarafı içse nolcek ki?” (bkn.evet malım!)

    - Tamam lan! …dedim (bi de ağabeylerime kendimi ispat edicem ya) getirin ordan bi kilo votka.

    Geçtim ablanın karşısına, sürahiden birer bardak doldurduk …. Güm diye çaktım. Bi turşu çıtlattım ve gözlerimden akan yaş azalınca abla’ya baktım. Abla bana fare’yi köşeye kıstırmış kedi gibi pish pish sırıtıyor. Gözünü kırpmadan bardağı çaktı kafaya, anında ikinciyi doldurdu ve bir daha çaktı.

    …LAN! … abla 30 saniyede 90cc falan içti hem de yanakları, boynu falan kızarmadan.

    Hani bataklığa düşersiniz ve çırpınınca batacağınızı bilirsiniz ama çırpınmadan da duramazsınız ya! Benim durum aynen öyle … belki deprem olur, darbe olur, bir nükleer silah denemesi daha yaparlar diyorum. (…gidince öğrenmiştik, meğer Sovyetler orada yıllarca nükleer silah denemeleri yapmış) ama na-fi-le.

    …kısmen ayıldığımda dilim şişmiş ve bir daha asla ağzıma geri sığmayacağını düşündüğüm boyutlara ulaşmıştı. Baş ağrım ve susuzluğum efsanevi seviyedeydi ve ciddi denge sorunu çekmekteydim. Aya kalkıp ortalıkta dolaşmaktan geçtim, yatağın yanında yerde duran ayakkabıya bile isabet ettiremiyordum (ya da kapılardan çıkana kadar en az bir kere duvara çakıyor, kaşığı ağzıma isabet ettirmek için özel çaba harcıyordum)

    Bütün geminin eğlencesi olmak işin çabasıydı. Dediklerine göre bar’da aniden yıkılmışım … önce masaya vurup sonra yere düşmüşüm, beni taşırlarken bir ara ayılıp soyunmaya başlamışım ve yüzmek istemişim (liman kıyısında denize atlamaya kalkmışım) …tabi ki bunların hiç birisini %110 hatırlamıyorum.

    …hatırlamadığım bir başka şey ise beni yıkan forkliftçi abla enseme şaplak patlatıp bana “pussy” demiş … anlayacağınız Novaya Zemblya’da epey kötü bir ün edinmiştim. L

    Finlandiya karasularına varana kadar içki banyosunun etkilerini üzerimden atamadım (üç gün) ve yolun geri kalanı boyunca her terlediğimde votka koktum dersem bilmem bana inanır mısınız?

    …neymiş? S*çt*ğ*m*nın Rus’u ile (o ufak tefek bir kadın bile olsa) Votka içme yarışına girmemek lazım mış. Geç öğrendim ama iyi öğrendim … bakın üzerinden kaç yıl geçti, o zamandan beri bir daha aynı halt’ı bir daha yemedim J
  6. Kaan Yagizer
    ...George ya da camia'da bilenen adı ile George of The Jungle Edinbourgh'lu bir eleman. Hatırlayan çıkar mı bilmiyorum? George of The Jungle bir çizgi film'di.

    https://youtu.be/EaXWy-HQefc

    ...bizim George hem tip olarak o beceriksiz Tarzan'a benziyor (iri yarı - elvis saç kesimli) hem de en az adını ödünç aldığı George of The Jungle kadar ... nasıl desem? Kısmetsiz.

    Peki George nasıl deyim yerinde ise "efsane" oldu? ... tabi ki hakkını vererek, onu anıtlaştıran olayların her biri için emek harcayarak. Örnek mi? ... kolay.

    George Malezya'da iş alıyor, çok da karmaşık bir iş değil bu. İşin özünde iyi bir saha mühendisi olduğu için halledebileceği, kalibresine uygun bu iş'i fazla zaman harcamadan hallediyor. Malezya'da iki ay kadar kalıp sonlandırma'yı yapıyor ve proje kapamasının onayını alıp geri dönmek için hazırlanıyor.
    ...hazırlanıyor da ... bizim GoJ (George of The Jungle) kauçuk plantasyonlarında fazlaca zaman harcamış, hava güzel, ortam sakin, yiyecekler lezzetli ama ormanın ortasında ki kauçuk plantasyonunda GoJ'un talep ettiği türden eğlence! yok.

    iş bitti, proje teslim edildi ya ... eve ... yılın yarısının yağmurlu, geri kalan yarısının da bulutlu geçtiği İskoçya'ya dönmeden önce Tayland'a geçeyim, bir hafta .. on gün dinlenip - eğleneyim diyor. Kuala Lumpur'dan Londra yerine Bangkok bileti alıyor ve kısa bir uçuş ile sincity'e (Bangkok'un lakabı) ulaşıyor.

    Hemen her falang gibi (thai'ler batılılara öyle diyor) gidip orta karar ve -guest friendly- bir otele yerleşiyor, eşyalarını otel kasasına koyuyor ve eğlenmek için dışarı çıkıyor.

    ...hikaye böyle başlıyor ve bir anlamda da bu şekilde bitiyor.

    diyeceksiniz ki ... nasıl?

    Şöyle...

    İki gün kadar sonra housekeeping GoJ'un odasına giriyor ... odada berbat bir koku. Ama öyle, böyle değil ... kadın hemen koşturup otel yöneticisini çağırıyor (müşteri öldü ve çürümeye başladı sanmış) bakıyorlar ki bizim GoJ yatakta yatıyor. Hem de ne yatma?
    ...herif yatağa böbreklerini ve bağırsaklarını boşaltmış ama uyumayı sürdürüyor.

    Camı pencereyi açıp GoJ'u uyandırmaya çalışıyorlar ama nafile ... GoJ gözünü açmıyor. 1155'ten turist polisini çağırıyorlar. Onlar gelip kontrol ediyor ... bizim GoJ resmen koma'ya girmiş. Ambulans çağırıyorlar ve GoJ'u sedye ile hastaneye kaldırıyorlar.
    ...eleman günler sonra kolunda serum, burnunda tüp ve altında ördek ile uyanıyor.

    Kabaca bir hafta'yı uyuyarak geçirmiş ve neredeyse hiç bir şey hatırlamıyor.

    ...bir bar'a gitmiş, bir hatun ile tanışmış ... otel'e davet etmiş (hatunu) yolda 7/11'e uğramışlar ... içecek bir şeyler almışlar. Oda'da aldıklarını buzdolabına koymuşlar ... sonra...

    ...sonrası yok işte.

    GoJ günler sonra hastane'de uyanıyor. Otelde'ki kasa boşaltılmış, pasaport - saat - cüzdan - kredi kartı vs. gitmiş. Ama işin ilginç yanı hırsız GoJ'un bütün ayakkabılarını da çalmış. Adamın gömleği, pantalonu duruyor ama dolabında, ayağında falan bulunan bütün ayakkabılar gitmiş.

    ...thai gazeteleri GoJ'un hikayesini yazıyor. Bir anlamda bizim Tarzan kamu malı oluyor, hatta seyahat sitelerinde falan nam'ı geçmeye başlıyor ... uyurken böbrekleri çalınan eleman gibi bizim GoJ'da -şehir efsaneleri- arasına giriyor.

    ...anlayacağınız GoJ bir tür bela paratoneri, mıknatısı ... tabi bu sadece bir örnek. Ne de olsa kimseye boşu boşuna "efsane" demezler.

    Sonuç : Kolay efsane olunmuyor ... çaba harcamak lazım :)
  7. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman, okulu bitirmişim ve burs anlaşmamın gereği Cadillac’da çalışıyorum. Çalıştığım yer o zamanlar GM’in kendisine ait olan ve genelde fabrika işi modifiye işi yapan “alt marka” NorthStar’a ait. NorthStar işe motor serisi olarak başlamışsa da kullanıcılardan gelen talep doğrultusunda ufak dokunuşlar yapmaya başlamış … daha alçak ve sert süspansiyonlar, ne bileyim elektrikli sofa koltuklar veya all leather kaplama vs.vs

    …her neyse, parasızım (hala) okul yeni bitmiş ve saatte 8,5 dolara çalışmaktan avurtlarım çökmüş. Gece mesaisine geçersen sana 11.5 veririz ve haftada en az 50 saati garanti ederiz demişler ki bu benim için obareyyyy!!! Çekilecek bir durum.

    Ama konu ile ilgili olarak şirketin, daha doğrusu sendikanın avukatı ile görüşmem ve onların bana olur vermesi lazım. Randevu aldım adamdan, sendika olur verirse akşamları “tam mesai” yapmaya başlayacağım … bu yemek yiyebilmek için geceleri nöbetçi pizzacıda çalışmaktan çok daha iyi bir opsiyon, kaçırmamam lazım.
    Sabah kalktım, giyindim, traş oldum, okul belgelerimi ve NorthStar’ın mektubunu yanıma aldım, işe gidiş saati geçsin diye evde bekledim sonra da atladım arabaya. Sendika’nın avukatı Manhattan’da, normalde oraya araba ile gitmem ama adam bana yolladığı randevu kabul notuna bir de “bedava” park fişi eklemiş (standart uygulama) yani adam benim araba sahibi, kelli felli biri olduğum kanısına kapılmış (nedense?)

    Arabam var tabi (daha önce de bahsetmiştim) ama o araba ki (okula başladığımda almıştım) efsanevi derecede kötü … hatta “dandik” kelimesinin cisimlenmiş hali gibi bir şey. Kafasına göre çalışır veya çalışmaz, acaip kötü bir şanzıman ve bir o kadar da verimsiz motora sahip. Bu özellikleri barındıran başka araçlar yok mu? Var tabi … ama benim arabam aynı zamanda da –tipsiz-

    Size şöyle anlatayım, o zamanlar bir sevgilim var ve kız orta diklikte bir yokuşun orta kısmında oturuyor. Buraya kadar iyi, kızı alıp dışarı çıkacağız diyelim … NAH! Çıkarız, çünkü benim arabam kızın yokuşunu tırmanamıyor.
    Çare yok mu?

    …var … şöyle.

    Sokağın başına geliyorum, yokuşu geri viteste tırmanıyorum. (malum geri en kuvvetli vitestir) … kızı alıyorum, salıyorum yokuş aşağı. Akşam eve mi bırakacağım? Gene aynı şey … yokuşun başına geç, tak geri vitese.

    …Araba bu!

    http://pl.wikipedia....e_brown_ext.JPG

    AMG Pacer… hamam böceğinin otomotiv sanayindeki kuzeni. Hamam böceği kadar sevimsiz, bir o kadar da yararsız. (işin komik yanı şimdilerde klasik olarak kabul edilmeye başlandı) tabi bu resimdeki araba ile benimkinin kondisyon açısından en ufak bir alakası yok ... bu kuZu cillop gibi, benim ise ... nasıl desem? Daha mütevazi! durumdaydı (epey...epey daha mütevazi)

    Her neyse .. konumuza dönelim.

    Atladım arabaya … bu arada belirteyim arabam “kusmuk” rengindeydi … çıktım 139’a, amacım Holland tüneline kadar ufaktan ve de sağdan akmak, sonra da tünel bağlantısı ile Manhattan’a geçmek. Pacer ile ilgili söyleyebileceğim en iyi şey o araba ile kimsenin hız cezası yiyemeyeceği … araba 30 – 32 mil/h’den hızlı gidemediği için sıkıntı yapmanıza, kilometre saatine bakmanıza gerek yok. Otoyol’a çıkınca sağ şeride geçiyorsunuz, gaz pedalına sonuna kadar basıp yanınızdan geçen 18 tekerleklilerin size ettiği küfürleri (şeridi tıkadığınız için) duymamak adına teybin sesini açıyorsunuz (o teyp ki arabadan daha fazla edere sahipti)
    Neyse, …. Holland tüneline geldim, gişelerden geçtim ve tünele girdim … tünelin ucu Manhattan ….
    …ama o kadar, tünelin ortasına varmadan benim araba öhö – ıhı – pıhh – ohşşş dedi, ardından kelime-i şahadet’e benzer bir ses çıkardı ve geride bıraktığı (yaklaşık 300,000km’den sonra) yolları hızla gözünün önünden geçirip araba cennetini boyladı.

    Lan!

    Tünelde trafik var, sağ şeritteyim ama anında arkamda kuyruk oluştu. Millet kazıtıyor (haklı olarak) ama kaputu açıp baktım ki … auuuuwww … blok resmen yarılmış. (bkn.sıçtık)

    Döndüm arabaya tabi … çok geçmeden baktım NYPD arkamda. Bir bauww çekti, camı açıp ellerimi dışarı çıkardım (o zamanlar da kıllandıklarını mermi manyağı yapıyorlardı) herif duruma baktı. Bana baktı, arabaya baktı ve havladı.

    - Vitesi boşa at

    Dediğini yaptım ve horŞŞŞ … arabamı mahmuzladı. Polis aracının önündeki takviyeli mahmuzlar ile bir yüklendi, başladı benim hamamböceği resmen uçmaya. Herif beni (ve Pacer’i) tünel çıkışındaki cebe kadar itti … arabadan indi ve başladı ceza yazmaya. Trafiği engellemek, başkalarını tehlikeye atmak, yetersiz araç ile seyir vs.vs. adam ağzımı açtırmıyor. Makbuzu kesiyor, imzalatıyor, yenisini yazıyor.

    Lan!

    Polis 5 dakikada 600+ dolarlık ceza yazdı bana be.

    - Ya egzost gazından zehirlendim galiba, bari ambulans çağır … çekici çağır dedim.

    Santim sallamadı lavuk, çekti gitti.

    İndim arabadan (harbiden zehirlenmişim) biraz kustum çimenliğe, sonra bir telefon bulup önce çekiciye, sonra da sendika’yı aradım. Biraz gecikeceğim dedim avukata, adam doğal olarak sordu .. niye diye. Kabaca anlattım.

    - Bırak arabanı, atla bir taksiye gel … temizlenme, olduğun gibi gel.

    ..aha! Dediğini yaptım, beni kir ve kusmuk içinde alan bir taksiye binip sendika’ya gittim. Avukat ana holde karşıladı. Hemen bir iskemleye oturtup resimlerimi çektiler, ceza makbuzlarını aldılar ve sendikanın yeminli avukatı önünde (bir çeşit noterlik kurumu) ifademi aldılar. Ambulans ve çekici istediğimi özellikle belirttim (ifademde) ardından hastaneye gittik. Orada kan tahlili, oksijen verildi vs.vs. raporumu aldılar ve “şimdi git,biz seni ararız” dediler.

    …akşam vardiyası? Diye soracak oldum … sorun değilmiş, hallederlermiş.

    Bir başka taksiye (hastanede biraz temizlenmiş olduğum için bu defa fazla kasmadan) atladım .. hurdacıya gittim. ATM’den para çekip üzerine 75 dolar ödeyerek Pacer’i hurdaya çıkarttırdım (ve hurda belgesini aldım) sonra da trenle eve döndüm.

    Cepte cidden para kalmamış, Manhattan macerası beni resmen sıfır’a düşürmüş … başım dönüyor, hala midem bulanıyor ve leş gibiyim. Yattım uyudum.
    Birkaç gün sonra sendika’dan onay geldi, akşam mesaisine geçtim. Efendi gibi 17.00’da iş başı yapıyor ve gece yarısına kadar çalışıyorum. (böylece artık gündüzleri de ayrıca limanda kaçak olarak çalışabiliyor,eve para getirebiliyordum) Yani halimden görece mutluyum, burs karşılığı mecburi hizmetim bitsin diye bekliyorum.
    Sonra avukatlar aradı … postaya bir çek vermişler. Benim adıma başvuru yapıp belediye’den tazminat istemişler ve daha ileri gitmeden ön duruşmada anlaşma sağlanmış. Kendi komisyonları ve mahkeme masrafları düştükten sonra payıma düşeni de bana yollamışlar.

    Çek yolladılar da … kaç para ki o be?

    …sonra çek geldi.

    Auwww …. 22.000USD … Auwwww ve de auwwww.
    Yakınlarda bir yerde olsam o polisi öpecem, o derece yani J

    …peki Kaan o para ile ne yaptın?
    Ne yapıcam abi? Gidip araba aldım … hem de Lincoln TownCar (Cadillac’ta çalışırken…muHAHAHA)


  8. Kaan Yagizer
    Caponların dini yok, elemanlar kafalarına göre (eğer canları çekerse) din olgusuna kısmen yanaşıyor, kimi zaman da fikirlerini değiştiriyorlar. Biraz da alaycı bir ifade ile "Japon Shinto'cu olarak doğar, Hristiyan olarak büyür ve Budist olarak ölür" denmesinin nedeni de bu. Aslında Shinto'culuk tam olarak din'de sayılmaz, toplumsal geleneklerin ki bu gelenekler oldukça net ve kırılmaz/bükülmez cinsten hafif mistik karışım ile harmanlanması Shinto.
    Biz de gidip Shinto tapınağı görelim, olay'a katılalım tieytt! diyoruz ... en yakın ve en baba Shinto tapınağı (aynı zamanda en yenilerden birisi) Meiji. Bu imparator aynı zamanda Japonya'yı feodal düzenden çıkarıp batı'ya açan kişi. Hem saygı hem de konum gereği Meiji tapınağı acaip popüler. Metro'ya yollanıyor ve bu defa fazla kasmadan Meiji istasyonuna bilet alıyoruz. 
    ... evet, tapınağın kendi metro istasyonu var.
    TaTaaa ... bir bakıyorum (gene) metro istasyonunda milleti itip kakan bi eleman var. Bir gün önce -dürtücü- elemana atarlandığım için bu defa onu dikkatle inceliyorum. Elemanın ellerinde beyaz eldivenler ve kolunda da Hugufuguyugumugu felan gibilerden bir şey yazan kırmızı kol bandı var. Sonradan öğreniyorum ki bu elemanların işi milleti itip - kakmak ve metro vagonlarının kapılarının çabuk kapanmasını sağlamakmış.
    ...hadi be! Ben de herifi dövme noktasına gelmiştim. Pardon ya
    Meiji'de inip yol seviyesine çıkıyoruz, kocaman bir giriş ve arkasında da nefis bir bahçe. Geleneksel kıyafetler giymiş caponlar ve tonla da turist dolu ortalık. Biz de hemen ortama ayak uyduruyoruz, özellikle ben -kerata- tribine bile giriyorum.

    ...ilgimizi çeken şeylerden birisi "Dua Duvarı" ...küçük ahşap kutular var, sana bir de kağıt veriyorlar. Dileğini kutuya koyup o kutuyu duvara asıyorsun ... sonra da dua edip gidiyorsun. Shinto rahipleri akşamları kutuları alıp duaları topluyor ve duan kabul olsun diye sana -destek- duası okuyor. Biz p*çl*k edip kağıdımıza "Bunu yazan tosun okuyana kosun" karalayıp kutumuzu tüm ciddiyetimiz ile duvara geri asıyoruz.
    Ağaçlar, meditasyon noktaları, shinto'nun prensiplerini anlatan rahiplerin atölye çalışmaları falan derken bir düğün kutlamasına denk geliyoruz. Genç çift geleneksel kıyafetlerini giymiş, bahçe de evleniyor. Klasik kıyafetler, şaşadan uzak ama güzel bir tören. Oturup töreni seyrediyoruz, gelin bembeyaz kukuletalı bişi giymiş, damat desen abi resmen samuray'a bağlamış. Davetleliler kocaman kırmızı şemsiyeler taşıyor ... kimonolar falan.
    Biri bizi de çağırıyor, davet'e icap etmemek olmaz. Gidip kalabalığa katılıyor ve acaip tezahürat yapıyor ... damat ve gelin içtikten sonra davetlilere de dağıtılan Sake'ye yumuluyoruz. Sake bildiğiniz eşek s*d*ğ* ama ne gam? Sonuçta beleŞ  
    Sonra rahipler geliyor, kalabalığın arasına katılıp başlıyorlar milleti kutsamaya. Ellerinde tahtadan bi dalga var, mangal'da köfte çevrilen maşa'lar gibi bunlar. Millete orta karar bi tane çakıp (kafalarına) bir şeyler söylüyorlar. Biz de takılıyoruz elemanların peşine ... sanırım rahip bana ayar oluyor ... ben arada kafayı uzatıp napiyo bu be?!? gibilerden bakınırken rahip dönüp bana bir tane çakıyor (maşa'nın yan tarafı ile kesme indiriyor) p*ç* bak ya! 
    - ne vuruyon be?  ...falan derken bi tane daha çakıyor bana ... ulan! ... demeye kalmıyor bir tane daha ...! Eli de ağır be abicim ... anında kafam kırmızı şeritler halinde çiziyor. Dönüp davetlilere bir şeyler söylüyor, millet geberiyor gülmekten. 
    - ne dedi?  ...diye soruyoruz.
    - gaijin'in (yabancı demek) belli ki kafası kalın, üç kere vurmak lazım bunlara, ancak anlarlar! ....demiş  
    ...bir duruyorum, sonra beni de gülme tutuyor. Eleman haklı abicim ... kafa harbiden kalın. 
    - Sake .. Sake ... diyorlar, elime tutuşturulan eşek s*d*ğ*n* kafaya dikip gülmeyi sürdürüyorum. Gözüm şiş, kafamda tren rayı hesabı üç tane çizgi belirmiş. Lan! bu gezide ne kadar çok hasar aldım be    
  9. Kaan Yagizer
    ...inanılmaz sarhoşum. Öyle sarhoşum ki yolun kenarındaki ilan panosuna tutunmuş ve derin düşüncelere dalmışım.
    - Yüzünün suyu hürmetine ...  mesela bu takılmış kafama. Yüzünün suyu ne demek be abi? leğene su koyup traş oluyorsun, sonra birileri gelip leğendeki o köpüklü suya mı hörmet! ediyor?  ...Sonra toparlıyorum kendimi... gece ayazı ve fena halde eve gitme ihtiyacı ağır basıyor. Yoksa orada, Londra'nın göbeğinde bir ilan panosuna (ışıklı) sarılmış olarak kalacak ve belki de hayatın anlamını bile çözeceğim.
    Toparlanıyor ve Underground'a (Londra Metro'su) gitmeye karar veriyorum. Metro beni eve götürür... götürür de Metro nerde ki? Yakınlarda bir yerde olmalı, öyle hatırlıyorum en azından ... ama nerede? Indiana Jones daha az ip ucu ile Kutsal Kase'yi bulmuş olsa da ben bir türlü Underground tabelasına ulaşamıyorum. Sokak, sokak bloğu araştırıyorum ama nafile.
    ...sonra bakıyorum bir Bobby geliyor ...komik şapkalı (silahsız) yaya devriye polisine Bobby diyorlar. Tutunduğum demir bahçe korkuluğunu bırakmadan ona el salladım.
    - Bana yardım edebilir misiniz?
    - Buyrun beyefendi...
    Adam ben boylarda, bıyıksız ... temiz yüzlü.
    - Söylemeye utanıyorum ama Metro'yu bulamıyorum. Fena halde sarhoşum da...
    Bobby kibarca gülümsedi, sonra da Underground'u tarif etti.
    - Aslında fazla uzakta değil ancak korkarım ters yöne doğru ilerliyorsunuz. Geriye dönün ve ikinci ışıklardan sağ'a sapın. Giriş 20 metre kadar sonra sağ tarafta.
    Teşekkür ettim ... Bobby yardıma ihtiyacım olup olmadığını  sordu, kendi başıma gidebilir miydim? Yoksa bana eşlik etmeli miydi? ...Hayır dedim, teşekkürler. Kendim gidebilirim.
    Konsantrasyonumu toparladım, ayaklarıma bakıp hangisinin sağ ve hangisinin sol olduğunu bir kere daha kesinleştirdikten sonra sol - sağ diye içimden geçirerek ve mümkün olduğunca düzgün adımlar atmaya çalışarak polisin tarif ettiği yöne ilerledim.  Metro girişi gerçekten de adamın dediği yerdeydi ... düşmemeye dikkat ederek (merdivenlerden yuvarlanmaya prensip olarak karşıyım) aşağı inip koridordan geçerek lobi'ye çıktım. Amacım belli Paddington'a gitmek için hangi perondan hangi metro'ya bineceğim.
    Başladım haritada ki kırmızı - yeşil - mavi vs. hatları takip etmeye ... len! Hiç bir metro oraya gitmiyor ki ... Alalalala??? Sonra başımı kaldırıp metro haritasının üzerindeki tabelaya bakıyorum, kocaman Paddington yazıyor...ehue.  Zaten mahalledeymişim be   Bozuntuya vermeyip toparlanıyor ve 00,30 metrosundan yeni inmişim havasında yol hizasına çıkıyorum. Kaldığım ev duraktan fazla uzak değil, yeniden ayaklarıma bakıp hangisinin sağ, hangisinin sol olduğuna bir kere daha "karar" verip başlıyorum yürümeye.
    Sonra... daha doğrusu evin kapısına geldiğimde bir düşünce beliriyor kafamda. "lan ben polis ile türkçe konuştum!" ...o an bu konu üzerinde daha fazla düşünce üretemeyecek kadar yorgun, sarhoş ve tükenmiş olduğum için yatıp uyuyorum. (ayakkabılarımı çıkardıktan sonra) ...ancak sabah ağız kuruluğu, susuzluk hissi ve baş ağrısı ile birlikte ayıldığım an o düşünce gene kafamda beliriyor.  Muhteşem ingiLAZ kahvaltısı (reçelli çörek ve dandik çay) ile karnımı doyururken olasılıklar üşüşüyor kafama.
    - Türkçe konuştum, polis türk veya kıbrıs'lı idi ... sarhoş olduğumu görünce bozuntuya vermedi, bana türkçe yardım etti.
    - İngilizce konuştum, ama o kadar sarhoştum ki türkçe konuştuğumu sandım
    - polis falan yoktu, alkol zehirlenmesi nedeni ile halüsilasyon gördüm.
    Teoride üç olasılık aynı düzeyde geçerli.
    Londra polisinde Kıbrıslı (Güney ve Kuzey) ve hatta Türkiye göçmeni polisler var, hatta günümüz Londra Belediye başkanı bile Türk asıllı ... yani bu opsiyon epey mümkün.  
    Aşırı alkol nedeni ile kafam  bulanmış olabilir, polis ile ingilizce konuşmuş - anlaşmış ama sonradan (nedense) o konuşmanın türkçe yaşandığı türünden bir takıntı geliştirmem de mantık dahilinde, yani bu opsiyon da akla yatkın.
    Sonuncu seçenek derseniz ... bence en kuvvetli seçenek bu, hava ile ya da bir ağaç,direk vb. ile sohbet etmiş, ondan yön bilgisi almış ve zaten bildiğim, daha önce kullandığım metro istasyonuna halüsilasyonumun yönlendirmesi ile gitmiş olabilirim ... evet, bu seçenek te gayet mantıklı.
    ...anlayacağınız o vak'a benim için hala esrarını korumakta. 
    ... 
  10. Kaan Yagizer
    Noel zamanı, henüz ailem ile papaz olmamışız ... dolayısı ile o geleneksel aile toplaşmasına ben de katılıyorum. Toprağı bol olsun yengemgil henüz sağ, dolayısı ile ona önceden weiss salad (bir çeşit soğanlı - mayonezli patates salatası) siparişi vermişim. Dayımlara giderken aklımda birazdan sömüreceğim yanı "beyaz" hindi eti ve malzeme dolu weiss salad tabağı epey bir yer tutuyor.

    Arabayı park edip elimzide hediyeler ile dayımların eşiğini aşıyor, yükümüzü ağacın altına boşaltıp zencefilli kurabiyelere dalıyoruz. Benim hatuna bağlama çekiyorum ... "zenbeöğgrebenebuyundadifin" ... türkçe meal'i ... "sen de öğrensene bunun tarifini!" ...ağız tepeleme kurabiye dolu olunca ancak bu kadar konuşuluyor.

    ... aile geleneği, her Noel bir kişi veya aile dışarıdan davet edilir. Kör inanç diyebilirsiniz, ya da rızkı paylaşma olarak algılamak ta mümkün, işte o kadro'yu yeğenim Akut'tan bir çalışma arkadaşı ile doldurmuş ... eleman epey ünlü ama bir tarafı kalkmamış, el sıkışıyoruz ve ona ilk sözüm ...

    - Beklediğimden kısaymışsın yahu! ...oluyor. Aldığım cevap beni güldürüyor.
    - Ama her santimim irade ve kararlılık dolu!

    Çok geçmeden ev doluyor, kardeşim -solo- uçuşta, gene sevgilisinden ayrılmış, yanlız geliyor yemeğe. Annem ve Babam bir köşeye çekilmiş pıSpıS bir şeyler konuşuyor. Kuzenlerim Eggnog'a -alkol- takviyesi yapması için yengeme bağlama çekiyor ama o her zaman ki Alman disiplini ile emrediyor.
    - Olmaz öyle şey, içinde zaten yeterince alkol var. Ailenin dişi nüfusu ... mutfağa!

    Yengem ailenin kadın nüfusunu toparladığında kardeşime soruyorum ...
    - XYZ'yi niye getirmedin?
    Canı sıkkın, biraz surat yapıyor. Yeğenim alt yazı veriyor ...
    - Kız ne zaman evlenicez biz? ...demiş.
    Auuu!! Benim birader evlilikten çok korkar be...
    - Ee? Napıcan? ... diye üsteliyorum
    - Çin'e gidiyorum, patronla konuştum ... önümüzdeki hafta taşınacağım.

    Birader ülkenin en büyük kağıt toptancısında çalışıyor, firmanın yurt dışında fabrika ve depoları var. Demek Çin'e kaçıyor.
    - Yuh hayvan! Evlenmemek için Çin'e mi taşınıyorsun? ... karıdan bu kadar korkulur mu be?
    ...başlıyoruz bununla dalga geçmeye... bildiğin salak ya!

    Yeğenim sanki kendi günahsızmış gibi üst üste atıyor taşları...
    - Arabayı sota bir yere park ettin mi? Hatun bizde olduğunu anlarsa gelir basar evi ...
    - Ya seni orada da bulursa? O zaman napıcan? ...vs.vs

    ..."hadi masaya!" çağrısı kurtarıyor biraderi. Geçip yerimizi alıyor ve başlıyoruz tabakları elden ele dolaştırmaya. Masanın etrafına bakıyor ve sırıtıyorum. BM gibiyiz be!

    Benim tarafım durumu zaten malum! İkisi de Katoliklik'ten dönme Protestanlar ... Dayım Müslüman, Yengem ise koyu Katolik ... Yeğenim Katolik, onun karısı ise Evangelist. Kuzenlerimden biri bildiğin ateist, onun kocası ise Yahudi ... diğer kuzenim ve eşi de Hristiyanlar ... ama onların ki tel maşa ... neden derseniz ilk bebeklerini vaftiz ettirdiklerinde çocuğun nerede ise askerliği gelmişti. Kilise'ye o kadar sık gidiyorlar yani ...
    ...muhabbet muhabbeti açarken ünlü konuğumuz niçin sırtıttığımı soruyor, anlatıyorum.
    - Mantıklı .. diyor ... sonra da soruyor.
    ... ama kafama takılmıyor değil, bu karmaşada çocuklar hangi inanç sistemine yöneliyor?

    ...ona bizim "ailenin" çözümünü anlatıyorum.
    - Bak bin yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, bu dediğim de o kadar eski bir aile geleneği. Biz çocukların dinine, inancına karışmayız. Nasıl olsa aile o açıdan aşure gibi, her din ve her ırk'tan gelinler, damatlar, kuzen ve yeğenler, teyzeler ve amcalar var. Çocuk büyürken her çorbayabir kaşık atıyor ... büyüdüğünde de canı hangisini çekerse o porsiyonu tüketiyor.

    Başı ile arka tarafta Kuzenimin Grand Danua köpeği ile oynayan çocukları işaret ediyor...
    - Sen hristiyansın, karın ise müslüman
    - evet
    - kızın büyüdüğünde müslüman olursa bir şey demez misin?
    - haddime mi düşmüş?
    - ...harbiden mi?
    - evet

    ...sessizlik oluyor, belli ki bizim konuğun kafası karışmış. Sırıtmayı sürdürerek tıkınıyorum, ailemin bir millenium'da ulaştığı kafa frekansına konuğumuzun beş dakikada park etmesini beklemiyorum tabi ki...

    Bir gözüm kız'da, Victoria (Danua) uysal bir hayvan ama öküz kadar, istemeden çocuğun kafasını gözünü kırmasın hesabındayım. Diğer gözüm de ağacın altında, bana ne hediye aldılar acep? diye merak ediyorum ... bukalemun gibi takılıyorum ***

    Dışarıda hava soğuk, arada hafiften kar serpiştiriyor ama evin içi sıcacık, insanlar rahat ... ortamda diz boyu huzur var.
    ...seviyorum Noel arifesini be...
  11. Kaan Yagizer
    eyvallah ... işe gidemedim (evde herkes hasta,onlara ilaç yetiştiriyorum ... biri grip salgını yok demişti değil mi?)

    ...neyse, madem başlık açtınız (sağolun) devam edeyim.

    Henüz Ford'a geçmemişim, Toyota'da "geçici görev" yapıyorum ve bir yandan iş bakarken (Toyota hiç sarmamıştı) diğer yandan ayıp olmasın diye %5 kapasite ile falan çalışıyorum. (bkn.adeta kendimi parçalıyorum) ...dediler ki.

    - Bayileri Japonya'ya götürücez, bizden dört kişi önden gidip sağı-solu öğrenecek ve orada bayilere mihmandarlık yapacak (bkn.imza karşılığı bayi almak ve seyahat sonunda hepsini sağ salim uçağa doldurmak) bizim ekip bayiler oraya varmadan bir hafta önce gidecek, sen de gitmek istermisin?

    Her ne kadar "ilk gözden çıkarılacaklar" listesinde olmak pek iç açıcı gelmemiş olsa da + Japonya'yı sevmesem de ...Maltepe'de ki merkezde masanın çekmecelerini resmi yerleşim planına göre dizmek ya da bizim salak Japonların Kemercountry golf hikayelerini dinlemekten iyidir ... diye düşündüm.

    ...tabi ki bu bir hataydı.

    Ben ve diğer üç "feda edilebilir" toparlandık, 10 gün kadar sonra da JAL'e binip Tokyo'nun yolunu tuttuk. İş planımıza göre 3 gün Tokyo'da kalacak, bayilerin gezeceği yerleri önden ziyaret edecek ... ardından da Toyota City'e geçip (şaka değil, Toyota'nın kendi şehri var orada) fabrika'yı ve diğer tesisleri ziyaret edeceğiz. Sonra Tokyo'ya geri dönüş ve bayileri karşılama.

    Plan bu... en azından kağıt üzerinde. (neden bir seyahat şirketi ile anlaşma yapmamışlar ki?)

    Neyse ... JAL uçağına bindik ... uçakta bir Alman var, bir de biz dört kazma türk. Uçağın geri kalanı toplu şekilde geziye çıkan 98.215 Japon ile dolu ... beHHH ... elemanlar birbirlerine tatil boyunca çektikleri 1.8 milyon fotoğraf karesini gösteriyor ... len Sultanahmet'in bahçesindeki kedi yavrusunun resmini çekmiş guuk (Amerikan argosunda çekik gözlülere öyle denir) sonra bir baktık uçağın yarısı zaten o kedi'yi çekmiş. Hayvan suratında patlayan flaşlardan kesin kör olmuştur ... manyak bunlar ya!

    ...henüz daha kaç kere "manyak bunlar ya!" diyeceğimin farkında değilim tabi <img alt=": class="bbc_emoticon" src="http://www.focusclubtr.com/public/style_emoticons/default/smile.pngstyle="border: 0px;" />

    Öncelikle belirtmem lazım.. Caponlar kibar insanlar. 10 küsur saatlik uçuş boyunca yanımdaki (yan koltuğumda oturan) elemanı resmen otobüs yastığı gibi kullandım (hani yastığı cama dayar öyle uyursunuz ya) kesin öküz gibi de horlamışımdır da ... eleman çıT çıkarmadı. Öyle kibarlar yani.

    Bizim uçak Narita'ya indi, bagaj falan beklemiyoruz ... zaten vize olayı da yok + elimizde Toyota'nın mektubu var. Cort diye geçtik gümrükten, 60 gün kalmak süresi verildi ... ana salona geçtik (bu arada Narita çok büyük .... beHHH) yürüyen yollar ile araba kiralama noktasına gidiyoruz. Orada Toyota Wellcome Desk açmış, gittik elemanlara .. elimizdeki kağıdı gösterdik ... bize bir Raum verdiler.

    Raum? ...o ne be??
    ...bize mi?
    ...harbiden mi?

    Oto-park alanına giden minibüs'e atladık ... atıyorum bizim araç Mavi E 15'te ... yakın bir yerde indik ve başladık Raum'a bakmaya.



    yahu araba var ya ... nasıl desem? Ayakkabı kutusu kadar ... Japonya ölçülerine göre bile ufak bu be! Biz dört tane yarma adamız, elimizde uçak içinde taşınabilecek boyda bavullarımız da var. Eee?

    ...nasıl olacak bu iş?

    Biri dedi ki ...
    - Kesin gizli kamera var, bizimle t*ş*k geçiyorlar.

    Sonra ben (Polyanna Mode=ON) dedim ki ...
    - Ey cemaat, biz bu işi çözeriz. Üçümüz mühendis, dördüncümüz de işletmeci ... bu kadar eğitim bir araya gelince biz bu arabaya sığarız.
    ...sığdık da...

    Nasıl?
    ...şöyle.

    Şimdi araba sağdan direksiyonlu, aramızda en ufak - tefek olan (180) ön koltuğa oturdu, koltuğu geriye çekti (yükseklik ayarı yok) ve araba kullanabilecek pozisyona geldi. Bir gitti kaldı üç kişi + dört valiz. Birimiz koltuğu (ön sol) öne çekti, ayakkabılarını çıkarıp bağdaş kurma ile oturma arasında bir pozisyon aldı. İki gitti, kaldı iki kişi + dört valiz. Valizlerden üçünü bagaja iteleme koyduk ve kasarak kapattık (nasıl olsa kırılacak bir şey yok hesabı) ama bagaj bir açılsa bizim valizler puFF diye ortalığa saçılacak ... o ayrı.

    Ne kaldı? Bir valiz + iki kişi.

    Sağ tarafa, şoförün arkasına bir kişi yan oturdu (sırtını kapıya dayayarak) son eleman sol arka koltuğa oturdu. Sağ tarafta yan oturan ayaklarını solda oturanın kucağına koydu ve kalan son valizi'de kucağına aldı.

    ...anlayacağınız kapılar kapandı ama tabi ki rahat falan değiliz.

    Park alanından çıkmayı denedik, yok abi ... araç sol tarafta oturan elemanın dizi nedeni ile vitese bile geçmiyor. (düz vites) vites atılacaksa sol önde oturanın olduğu yerde dönüp yüzünü cama yapıştırması ve kendini komple o tarafa çekmesi lazım.

    Olacak iş değil yani ...

    ...dedim ki "İnin arabadan, aklıma bir şey geldi."

    İndik ... anlattım planı ... kabul gördü. Atladık park alanında dolaşan minibüse ... aynen terminale döndük. Gittik Toyota'nın Wellcome masasına, bavulumu verdim bir arkadaşa, ceketi çıkarttım onu da diğer arkadaşa verdim, taktım güneş gözlüklerini. Gittim desk'e ... ufacık bir kız var orada.

    - Yardımcı olabilir miyim? ..dedi
    - Go, go call MANAGER
    kız böyle bir garip oldu ... bana bakıyor, arkamda ceketimi ve çantamı taşıyan sözde güruh'a bakıyor, böyle sinek savar gibi salladım elimi (japonların geleneksel hareketidir o ... s*kt*r git'e en yakın şey yani) ...gitti, az sonra yanında Menager ile geldi. Elimdeki kağıdı ve anahtarı attım desk'e, başladım "orta" volüm ile bağırmaya.

    -I AM BiG BOSS TURKEY, Very BiG BOSS .. Shame, shame .. what is this car lan?
    herif kızardı, bozardı ... bizimkiler arkamda eğilip kalkıyor (gülmemek için kasıyoruz tabi) ben devam ettim.

    - Shame on you, I'm Very ViP (o ne demekse artık) ViP, ViP do yo know what is ViP?
    - Yeş, yeş ViP (Japonlar Yes diyemez, "Ş" harfi ile vurgu yapar)
    - Give me big car ... BİİİİİİİİİG CR I'm Big ... I'm ViP
    - Yeş, yeş ...falan dedi keriz

    Bu caponlar manyak ya! Bizde olsa kesin dayak yerdim.

    Hemen yeni bir araba verdiler, herif bin kere eğildi kalktı, kız zaten bankonun altında kaybolmuş ... kaptım anahtarı ve adres kartını (eleman uyanmadan uzayalım abi) döndüm arkamı gittim.

    Gene minibüs, gene park yeri arama ... veeeeee....



    ...zaferrr!

    Obareyyy ... falan modundayız. Attık bagajları, kurulduk arabaya. Arka camlarda kadife perdeler, koltuklarda beyaz kılıflar falan var. İki dakikada havaya girdik tabi "çek oğlum bilmemnereye" falan yapıyoruz.

    Çıktık hava alanından, elimizde harita var ... önce çevre yolu, sonra Downtown derken oteli bulduk. Bizde keyifler gıcır ... geyiğe vurmuşuz.
    -Lan bunu verip içinde bar olan bir araba mı istesek? ...falan diyoruz.

    Sonra gerçek türk filmlerinde *r*spunun suratında patlayan tokat gibi bize çarptı. Sorun PARK YERİ idi ... otelin önünde ve civarında park yerleri vardı (Parkomatlı) ama bizim araba bir buçuk capon arabası boyutlarında olduğu için onu hiç bir yere sığdıramıyorduk. Otelin oto park'ı vardı ama (hem de kapalı) park ücreti günde 60 Amerika Doları'na geliyordu (bkn.kova dolusu yen) yani B*K yemiştik (her zamanki gibi)

    - Arabayı terk edip kaçsak mı?
    - Arabayı uzak bi yere bırakalım, trenle gider geliriz
    - Birimiz arabada kalsın, nasıl olsa benzin bedava ... sıra ile uyuruz

    ...gibi çözümler ürettiysek de bunların hiç bir derdimize derman olmayacak gibiydi.

    Yenilgiyi kabul ettik (mecburen) otelin oto parkına girip arabayı park ettik, 60 dolar ödedik ve sonra da Toyota'yı arayıp ...
    - trafik çok yoğun, biz araba istemiyoruz. Arabayı otelin oto parkından alın ... dedik (bkn.nasıl rezil olunur)

    Bu caponlar manyak ya!!!
  12. Kaan Yagizer
    ...adaşım Kaan'ın babası sigortacı, adam yurt dışına toplantıya gitmiş ... dönerken de oğluna sevdiğini bildiği Paris-Dakar rallisinin fırından yeni çıkmış official VHS'sini getirmiş.

    - Kaset geldi, annemler h.sonu bir yerlere gidecek ... bizde seyredelim mi yarışı?
    ...daha önce konuşmuşuz olayı. Yarış videosunu hasretle bekliyoruz ...
    - olur
    - ama kalabalık takılmayalım,ev acaip dağılıyor ...annem fırça atmasın.
    - tamam

    ...Kaan bir kaç kişiye, daha doğrusu iki kişiye daha haber veriyor (çaktırmadan) Bunalım Hakan, Rauf ve ben akşam Kaan'a gideceğiz ve toplam dört VHS'lik Paris - Dakar'ı seyredeceğiz.

    ...kimseyi ayıktırmıyoruz. "Akşam bilmemnereye gidelim mi?" diyene bahane uyduruyoruz ve erkenden topuklayıp (ayrı-ayrı) Kaan'ın evine akıyoruz.

    Kaan'ların ev Kalamış parkının tam karşısında, girişin üzeri ve de güzel bir mekan. Gidip salona yerleşiyoruz, salonda kocaman oyma ahşaptan acaip zevksiz ama bir o kadar da rahat (hani türk filmlerinde fabrikatörlerin evlerinde demirbaştır ;hatta altın varaklı aslan başı oymaları falan vardır o mobilyalarda ... hulusi kentmen amca puro içip onlarda oturur) TiVi'yi açıyor ve çağın son teknolojisine sahip Philips video oynatıcıya ilk VHS'yi atıyoruz.

    ...olay aşmış abi.

    Resmen ağzımızın kenarından salya akıtarak araçların hazırlanışını (ilk kaset ön hazırlıkları ve yarış takımlarını gösteriyor) seyrediyoruz. Hayaller kuruyoruz, kendimizi o araçların içinde düşlüyoruz.
    ...bildiğiniz ergen rüyaları işte.

    Sonra telefon çalıyor... önce sallamıyoruz. VHS daha ilginç, ama Kaan'ların telefonu kocaman, beyaz ve 1950'li yıllardan falan kalma aşmış bir şey. Elemanlar telefona öyle bir zil koymuşlar ki al onu arabana tak, yolları aç ... ambulans'a tak o trafiği kendisi için açsın. O derece yani.

    ...öff bee! çekiyoruz. Kaan kalkıp video'yu -pause- ediyor, gidip telefonu açıyor. Biz bekliyoruz ki Kaan yerine yerleşsin.

    Kaan telefonda ona söylenenleri bir süre dinliyor, ardından da
    - ya bi s*kt*r git be kardeşim ... diye bozuk atıp telefonu kapatıyor.

    ...yani merak etmemek elde değil.

    - hayırdır be?
    - ya boş verin, salağın teki aptal aptal konuşuyor işte...
    - ha iyi, devam mı abi?
    - devam..

    -pause* kaldırılıyor ve toz tutucular, şnorkeller, araç önü -ram-'lar dünyasına geri dönüyoruz. Çok geçmeden kaset bitiyor ... ikinci kaset'te Paris'te verilen start ve araçları Afrika'ya geçirecek ferry'e kadar Fransa geçişi var.
    - olm bunlar ne ya? aşmış adamlar .... falan muhabbeti yapıyoruz.

    Sonra gene telefon çalıyor.

    - kesin aynı manyak, olm çok acaip şeyler söylüyor bu lan ... geçin arkadan paralel'den dinleyin.

    o zamanlar evde kablosuz ağ falan yok, en baba teknoloji "75'lik kablo ile evin içine hat döşeyip ikinci telefonu bağlamak seviyesinde (bkn.cilalı taş devri) arka tarafa koşuyoruz ... telefonu aynı anda açalım diye Kaan ön taraftan bir - iki - üç çekiyor ve koordineli şekilde telefonu açıyoruz.

    ...biri konuşuyor telefonda. Sanki iki kişinin kendi arasında sürdürdüğü sohbete katılmış gibiyiz ... telefon hattının ucundaki eleman biz hattı açmadan önce konuşmaya başlamış gibi.

    len?!?

    " İşte benden, ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın "

    ...biz de başlıyoruz ona laf yetiştirmeye.
    - Ne diyon leyn sen sibob!, ağzını yırtarım leyn senin cincozzzz ... falan şeklindeyiz. Dört velet iki telefondan kazıtıyoruz elemana.

    ... karşı taraftaki eleman bizi santim sallamıyor. Sesi değişmiyor, konuşmayı kesmiyor ve harbiden garip laflar ediyor.
    Tırsıp kapatıyoruz telefonu...

    Salonda toplanıyoruz ve klasik - ne manyaklar var be abi! - geyiği çeviriyoruz. Kendi adıma konuşayım bir gözüm telefonda, koltukta oturuyorum ama o sayko gene ara mı acep? diye de aklımdan geçiryorum.

    - neyse salla, hadi devam edelim.
    - tamam

    İkinci VHS atılıyor, start hazırlıkları ... ilk bayrak ve Fransa kırsalına doğru akan birbirinden güzel araçların kaydını seyrediyoruz.

    ... telefon gene çalıyor.

    Koşturup düzen alıyoruz ... gene aynı abi.
    " Burnunu ve kulaklarını kesip düşürecekler. Ve senden arta kalan kılıçla düşecek. " falan diyor ... leyn? Ne burnu? ne kılıcı? ...

    - sen ne diyon be abi? yok mu başka işin? ... falan havasındayız artık.

    eleman aynen devam ediyor ... herif bizi santim umursamıyor be abicim.
    " Sizi kılıcın kısmeti edeceğim ve hepiniz boğazlanmak için bekleyeceksiniz "
    auwww ... ne diyor bu ya?!?

    Telefonu kapatıyoruz ama kimsede VHS seyredecek hal kalmamış.

    - karnım acıktı... diyor biri, sandviç falan yapmaya başlıyoruz ama kimsede neşe kalmamış. Oturup ekmeğimizi çiğniyoruz sessiz sedasız. Saat 11,00 falan olmuş, aslında devam etsek kasetleri bitiririz ama keyif kaçmış işte.

    ...gene telefon çalıyor.

    Ayaklarımızı sürüyerek telefona gidiyoruz. Abi gene saçma salak konuşuyor ama bizim nefes epey bir kesilmiş, ilk başta olduğu gibi abiye "Ozurukkk" felan diyemiyoruz.
    ...abi bize kazıtıyor, kazıtıyor ... ve sonra diyor ki.

    - Evin karşısındaki telefon klübesindeyim, sizi oradan arıyorum.
    ...bu defa telefonu o kapatıyor.

    Lan?!?

    hemen salona koşuyoruz. Kapının önünden bir geliş ve bir gidişlik sokak geçiyor ve sokağın karşı tarafında da sarı telefon klübesi. Onun hemen arkasında diz boyu park duvarı ve duvarın arkasında da Kalamış park'ı...

    - Orda mı lan?
    - Saniye sürmedi cama koşmam, bir yere gidemez. Oradadır kesin.... falan diyoruz.

    Burnumuzu cama yapıştırmışız, kapısı kapalı telefon klübesini seyrediyoruz. Buno'nun Conan damarı kabarıyor.

    - Ben gidip bakıcam, hala ordaysa da kafasını gözünü kırarım itin.
    - olm yapma ...falan diyoruz (yarım ağızla tabi) Hakan ayakkabılarını giyip çıkıyor dışarı, biz de camdan onu seyrediyoruz. Buno karşı kaldırıma geçiyor, bi duraksıyor sonra klübenin kapısını açıyor ... artık orada ne görüyorsa bir keskin "Ah!" çekiyor ve topuk koyup (arada kesin 100metre rekorunu kırmıştır) eve geri geliyor.

    - ne oldu lan?
    Hakan'ın yüzü bembeyaz olmuş.
    - olm var ya telefon öyle kablonun ucunda dıt-dııt diye sallanıyordu lan, herif harbiden oradaymış olm! ... diyor.
    Hassssssss!!!!

    ...bizim moraller eksi bin beşyüz ... tırsıyoruz ve bir yandan da "nereden sardık kı bu sapığı başımıza?" diyoruz.
    Telefon çalıyor (gene)

    ...abi telefonda ... gene garip şeyler söylüyor ve gene sessizce onu dinliyoruz. Sonra diyor ki ...
    - geceyi şefaat dileyerek ve tövbe ederek geçirin, sabahın ilk ışıkları ile gelip canlarınızı alacağım.
    anaaa?!?

    Kaan tutturuyor ...
    - Babamı arayalım, polisi arayalım ...
    ...ama bizim genel fikir farklı.

    - Şimdi bu adam bize kafayı taktı mı?
    - Taktı
    - Polis bunu alır, az tutar sonra salar ... dimi?
    - Evet
    - Peki bu elemanın sonradan bize harbiden yazmayacağı ne malum?
    - ...değil valla
    - Belki bizi tek tek yakalayıp boş anımızda ensemizden bıçaklayacak
    - Belki de yamyamdır ... ne belli?
    - Yani ne yapacağız?
    - Geldiğinde onu biz öldüreceğiz
    - Evet
    - Bize daha sonra dert olmayacak
    - Evet
    - Nefsi müdafa deriz ... herifi dilim dilim doğrarız
    - Evet
    - Ciğerini de yer miyiz?
    - Yok ...
    - Neden?
    - O zaman nefsi müdafa olmaz ki
    - Olmaz dimi? Peki ... sadece öldürelim öyle ise.
    - Taam

    ...ne yapacağımıza karar verdiğimiz için hazırlanmaya başlıyoruz. Kaan evin ön ve arka tarafındaki pancurları indiriyor, böylece sokak kapısı tek giriş haline dönüşüyor. Salondaki büyük oymalı koltuğu hol'e taşıyıp deviriyoruz ve o koltuğun arkasına Kaan geçiyor. Elinde babasının çiftesi ve ayağının dibinde de yedek mermiler. Onun hemen yanında Hakan ... Hakan belindeki ekmek bıçağı ve ipi sökülmüş bir buçuk metrelik zıpkın ile silahlı.

    Kapıda ise bizler yani Kaan ile Rauf ... bende et satırı var, Rauf ise büyük hindi çatalı ve kocaman bir et bıçağı ile silahlı.

    Plan şu ...

    Rauf koridorun sağ, ben de sol tarafında olacağız. Rauf yerde yatacak ve ben kapının yanında ayakta bekleyeceğim. Sapık geldiğinde kapıyı açacak ve rauf'un yanına yere yatacağım. Kaan ile Hakan divanın arkasından kalkıp tüfek ve zıpkın ile sapığa ateş açacak. Biz yerde yattığımız için mermi serpintisinden etkilenmeyeceğiz ... Kaan ateş ettiğinde kalkıp satır ve bıçak ile sapığa saldıracağız ve henüz ölmediyse onu et sote kıvamına getirene kadar keseceğiz.

    - Anlaştık mı?
    - Hee...
    - Hapse girmeyiz dimi?
    - Yok lan, yaşımız küçük ... nefsi savunma var, korktuk daldık *bn*'ye deriz.
    - Taam

    ...başlıyoruz beklemeye. Herif sabah dedi ama belki daha erken gelir hesabı sıra ile kulağımız kapıda, gözümüz kapı periskobunda bekliyoruz. Nöbeti biten diğerini kaldırıyor.

    - Şişt...şişt lan

    Nöbetçi Rauf ... saat 06,30 falan ... Rauf fısıldıyor.

    - Geliyor, otomata bastı. Ayak seslerini duyuyorum.

    Hemen pozisyon alıyoruz. Kapı koluna elimi atıp Hakan ile Kaan'a bakıyorum. Kaan çiftenin emniyetini düşürüyor, Hakan zıpkının lastiğini geriyor ve ben bekliyorum.

    ...elemanın mermer zemindeki ayak seslerini duyuyorum ... sonra da onun kapı'ya bir şeyler yaptığı, aramızdaki bir kaç santimlik kapının az ötesinde haşır-huşur eden şeyler ile uğraştığını duyuyorum.

    Bizim elemanlara bakıp elimle işaret ediyorum, kapıyı ardına kadar açıyor ve yüzü koyun yere atıyorum kendimi.

    - Ananı s*kt*m lan p*şt diye bağırıyor Hakan, Kaan ise sadece "Arghhhh" falan diye bağırıyor. Ama silah sesi gelmiyor ... azıcık başımı kaldırıyorum. Bir çift ayakkabı başımın az ötesinde, eee? Niye ateş etmedi ki bunlar?

    Yuvarlanıp duvara yapışıyor ve kapıdaki elemana bakıyorum ... adamın kolunda sepet ... sepette ise ekmek, gazete falan var. Adam elinde süt şişesi ve plastik poşet ile donup kalmış. Demek o duyduğum haşır - huşur buydu. Kapıcı sokak kapısının koluna poşet takıyordu diye geçiriyorum aklımdan. Kaan bize sesleniyor...

    - Dalmayın, bu bizim kapıcı. Rauf ....
    - Evet?
    - Kapat

    Rauf yattığı yerden uzanıp kapıya abanıyor ve sokak kapısı kapanıyor.

    - Ulan az daha harcıyorduk kapıcıyı ... ehehehe ... falan yapıyoruz.

    ...adam resmen gitti geldi ya, göçüp gitmiş atalarının elini öpüp yaşayanlar dünyasına geri geldi bile denebilir. O derece yani....

    Dakikalar sonra -çat- die bir ses geliyor ... kapıya bakıyoruz. Poşet ve süt şişesi yerde, şişe kırılmış ... yer süt içinde ama kapıcı yok, gitmiş ...

    ...biraz daha bekliyoruz ama belli ki sapık gelmeyecek. Yorgunuz zaten ... s*kt*r et diyip evlerimize dağılıyor ama önce Kaan'ın salonu topluyoruz.

    Meğer şöyle olmuş.

    ...Rauf'un manita Kaan'larda toplanıp VHS seyredeceğimizi biliyormuş (Rauf söylemiş) muhabbet edilirken o da bizim aslında ne yaptığımızı ağzından kaçırmış. Arkadaşlar da gaza gelmiş...

    - Vay! Bizi ekerler ha?

    ...intikam için böyle bir tezgah kurmuşlar. Gidip telefonu boşa sallandırmışlar, teyp'e tevrattan parçalar okuyup telefonu hoparlör'e yaklaştırıp o kaydı bize dinletmişler ve de biz telefonda inleyip ağladıkça altlarına işeyene kadar da eğlenmişler.

    Anlayacağınız pish tezgaha gelmişiz.

    Sonuç : Hafta arası başka bir evde bu defa 20 kişi seyrettik Paris - Dakar'ı ... intikam konusuna gelince, intikam alındı tabi.

    Kapıcı ne oldu derseniz? Adam Kaan'ı babasına şikayet etmiş, Peder bey'de Kaan'ı bir güzel dövmüş ... ama tabi hikayenin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Öyle deil mi?

    ...peki ya sizin "intikam" ne oldu? diyen çıkacaktır ... alındı tabi ama bu başka bir hikaye.
  13. Kaan Yagizer
    THY ile Köln'e uçuyoruz, yalan yok ... epey bir heyecanlıyım. Normalde bayiler bir araya geldiğimizde herkes birbirine yavşar ortam iki dakikada öğretmensiz sınıfta kapalı kalmış ergenler düzeyine kadar geriler ama bu defa pek ses çıkmıyor. Bir - iki kişi şansını deniyor ama yüz bulamayıca onlar da susuyor.

    ...havalimanında toparlanıp bizim için -book- edilen gişeden geçerek otobüs'e biniyor ve park alanında iniyoruz. Hepimize yaka kartları, yol notları, etkinlik programları vs. içeren zarflar dağıtılıyor. Setur ve Ford görevlilerinin cep telefon numaralarını kaydediyoruz ... ADAC yol yardım numaralarını da alıyoruz.

    20 kişiyiz .. bizi 20 Focus bekliyor ... arabalara biniyor, talimat gereği (bkn.hazine avı) Navigasyon'a ilk parti koordinatları giriyoruz ... tataaaa ... haritaya göre Kölner Autobanring'e çıkacak ve kimi yerde ICE (yüksek hızlı tren) rotası çakışan bu rotayı takip ederek şehrin etrafında dolaşacağız.

    Araçlar 2,0TDCI Hatchback, yani otobanda sol şeride çıkma şansımız yok (Alman otobanlarında) ama kendi çapımızda yapıştırıp gazlayabiliriz. Talimat ile marşa basıp kartlarımızı okutup çıkıyoruz ... hadi bakalım ... vira bismillah. Hava alanı lokal trafiğinden kurtulup efendi gibi navi'nin talimatını dinleyerek Bundesautobahn'a çıkıyor ve köln'ün etrafını dolaşan otoyol'da aynen tarif edildiği şekilde yapıştırıyorum.

    ...tahmin ettiğim gibi ... sol şeride çıkmak ancak hayal. Virajlar veledrom gibi ek yapışma sağlamak üzere dikkatle yükseltilmiş, yolda araçların dengesini bozacak dalgalanma ve yamalar yok ... bebek poposu kadar pürüzsüz asfaltta seyir hızımı 200+'a oturtup arabayı akmaya bırakıyorum. Üçüncü şeritte efendi gibi gidiyorum ve arada motorlar + süper spor'lar sol tarafımdan -vaummmmmmm- diye akıp geçiyor. Anlayacağınız keyfim yerinde.

    Navigasyonun işaret ettiği üzere bir süre sonra -ring'i- terk edip güney - güney batı yönüne gitmeye başlıyorum. Kafamda "acaba" ve "harbiden mi?" soruları belirip yok oluyor ... sonra kasmayıp işi gelişine bırakmaya ve sürpriz'in tadını çıkarmaya karar veriyorum.

    Otoyol, normal yola, normal yol bir şerit gidiş - geliş köy yoluna dönüyor ve doğal olarak hızımı trafik kuralları gereği azaltıyorum. Manzara güzel, her yer yemyeşil ... huzur dolu bir ortam bu.

    Sonra ilk belirtiyi yolun sağ tarafında görüyorum ... Volvomotorsports tabelası, ufak bir ofis alanı ve kapalı atölyeler ... artık nereye gittiğimi biliyor olmanın verdiği güven ile sırıtıyorum ... Mercedesmotorsport, BMW , Jaguar ve Ford'un önünden geçiyorum. Navigasyon beni otopark alanına yönlendiriyor. Arabalardan inip Dorint'e check-in yapıyoruz.

    ...belki lazım olur ... ahanda otel bu --> http://www.booking.com/hotel/de/dorint-am-nurburgring-hocheifel.tr.html?aid=318670;label=hotel-68352-de-t1QBAWDD6bbkq9aPwPZwRAS40138321327;sid=a5c22f869d6b4bbd8d8dd9a329e18f93;dcid=4;ucfs=1;srfid=98d4599b663f11752795db63417084743e762effX1;highlight_room=

    Pistte millet yanlıyor ama biz bir sonraki gün, yani trackday'de (halka kapalı, sadece kayıtlı araçlara açık) lastik yakacağız. Odama çıkıp benim için bırakılan şapka, ceket ve pist notlarını kontrol ediyor, sonra da pisti seyrediyorum.

    -yeşil cehennem- az önümde, millet bir tarafından ter akarak tur üzerine tur bağlıyor ve bir gün sonra ben de aynısını yapabileceğim.
    (bkn.heyecandan çişi gelmek)

    Gece bizi yemeğe götürüyorlar ama ne gittiğimizi hatırlıyorum, ne geldiğimizi ne de ne yediğimi ... kafamda yol notları var ... düzlük kuru olsa da ağaçlı kesime girildiğinde yolda her zaman nem ve buz olabilir, dikkat ... düzlük çıkışlarında seyirciler ve fotoğrafçılar olabilir, flaş ile resim çekiyorlar, onlara bakmayın gözleriniz kamaşır ... sarı bayrak yükseldiğinde yapmanız gereken vs.vs.

    ...heyecanlıyım yani.

    Sabah otelde yalandan kahvaltı ediyoruz, fazla abanmıyorum (normalin tersine) neden derseniz sinir yapmışım ... yemek yiyecek halim yok, ikincisi fazla abanıp sonra da kusmak istemiyorum.

    ...bize beş adet ST getirmişler ... I5 motorlu 225ps'lik kuZuları dört ayrı grup halinde kullanacağız. Herkes bir alışma turu atacak, sonra Nordschleife'yi zamana karşı bağlayacak. Her gurubun birincisi tur atlayacak. Sona kalan dört birlikte çıkacak (30'ar saniye ara ile) ... kazanan profesyonel touring şoförü ve resmi yarış aracı ile performans turu atacak.

    ...peH, peH, peH.

    ...feragatnameler imzalandı. "Ben Kaan Yağızer geberir gidersem bundan dolayı mirasçılarım kimseyi dava etmeyecek, sakat kalırsam maddi - manevi talepte bulunmayacağım vs.vs." start düzlüğünün yanında bir cep, hemen onun arkasında da kafe var. Sabah erken olduğu için son gruba kalmaya çalışıyorum ... amaç belli, biraz zaman geçer, güneş çıkar ve piste çöktüğünden emin olduğum çiğ / nem azıcık kalkar derdindeyim. (hem de sıra bana gelene kadar arabalar/lastikler ısınmış olur...)

    - ben daha ayılamadım abi, son grupla gidiim mi? ... dedim .. O.K'dediler ... heyOOOOO
    ...şansımı %0,01 arttırmak için bile çabalarım .... neden çabalamayayım ki?

    Bizimkiler kafasına göre kalkıp gittiyse de piste o gün için (trackday) kayıt yaptırmış ve harbiden -ciddi- performans araçlarını seyrediyorum. Sanki topgear önümde çelikiyor ... lambo'lar, ferrari'ler ... mercedes ve bmw'ler ama en çok porsche'ler ... biri dayanamayıp sordu.
    - Almanya'da bedava'mı dağıtıyorlar lan bunları?

    Her renk ve çeşit Porsche dolu etraf ... harbiden bedava mı dağıtıyorlar lan bunları?

    ...ne kadar geciktirirsem geciktireyim ... sıra bana geliyor. S*kt*r L*n! Pistteyim işte ... yürürken ayaklarımın altında asfaltın hafifçe titrediğini hissediyorum, yoksa o ben miyim? (titreyen)

    ST'nin koltuğu nemli, benden önce oturan arkadaşın bir tarafı terlemiş belli ... oturup emniyet kemerini (4 nokta) bağlıyor, bana anlatılan son dakika notlarını dinlemiyor (dinledim aslında, ama kafam dolu olduğu için bir bok anlamadım) ve yürü dendiğinde deneme turuna başlıyorum.
    ...off ... offf

    Pist zor, zevkli ama zor işte. İnişler, çıkışlar, düzlükler ve ani virajlar ... viraj çıkışı düzelt, yeniden viraj ... çık düzelt yokuş aşağı, çık düzelt viraj, çık düzelt düzlük .... gazla ... gazla ... viraj, viraj , viraj ... ananııııııı ... düzelt, kontra ver, düzelt ... gazla şeklinde.



    ...kabaca böyle bir şey ... onu kat ederken neden koltuğumun ıslak olduğunu daha iyi anlıyor ve büyük ihtimal ile o koltuğu biraz daha ıslatıyorum.
    ...ama yalan yok, çok çok çok çok çoooooook zevkli

    Ölmeden yapılması gereken şeyler diye bir liste hazırlarsanız o listeye muhakkak ring'i de ekleyin (bence)

    Sonuç : Evet ... gün sonunda Official Touringcar(Mondeo) + pro.pilot ile turu ben attım.


  14. Kaan Yagizer
    Büyük Kanyon bir millipark, yani orada kafana göre takılamıyorsun. Girişte para ödeyip gişeden geçiyorsun ve hava giderek soğuyor. Leyn ... daha sabah çöl'de terden geberiyordum, şimdi sümüğüm dondu bea.

    ...Allahtan bizim gibi kazmalar için bir alış-veriş meydanı kurmuşlar. Duygu buzdolabı magnet'i , 1,000 parçalık kanyon yap-boz'u falan kovalarken ben parmaksız eldivenler ve yünlü montlar alıyorum. Artık rahatız ...



    ... kafanızdaki "büyük" kavramını bir belirleyin önce. Sonra "büyük" dediğiniz şeyi 100 ile (yazı ile yüz) çarpın ... işte büyük kanyon öyle bir şey. Konya vilayeti kadar bir uçurumlar, düzlükler, tepeler bileşkesi.

    Onu ilk gördüğünüzde ağzınızdan bir ...
    - hadi be!?! ... kurtuluyor.

    Duygu'ya alternatifler öneriyorum ...
    - Helikopter turu var, katılalım mı?
    - cıK
    - Balon turu var ... ona ne dersin?
    - cıK
    - Askı turu var, o olur mu peki? (küçük balon, paraşüt tesisatı gibi koşum ile balonun altına asılıyorsunuz ... yani altınızda sepet falan yok ... en önde sırtında motor olan kılavuz var .. siz de tespih gibi arkasına takılıyorsunuz, kılavuz arkasındaki 7 - 8 balonu çekiyor ... acaip zevkli bir şey)


    - o hayatta olmaz
    - len! sen yüksekten mi korkuyorsun?
    - ...evet
    - hadi be
    - valla
    - ee? napicez?
    - IMAX var burada, ona mı gitsek?
    - canlısı yanıbaşımda dururken sanal tur mu atacağız?
    - oğlum korkuyom lan yüksekten...
    - ıHHHH ... peki, IMAX'a gidelim.

    Akşam yenen güzel yemekten sonra IMAX'a gidiyoruz. Bir jet uçağı ile Kanyon'a dalıyorlar ... kamera bunu manyak detaylı çekmiş, IMAX'ın dev ekranında görüntü fazla gerçekçi ... Duygu'nun midesi bulanıyor ... çıkıyoruz.
    ...IMAX serüvenimiz 10 dakika falan sürdü

    Akşam kalın battaniyelere sarınmış durumda şezlong'ta yatar (kaldığımız otelin küçük havuzu ufaktan buzlanıyordu, o derece soğuk ama hava temiz ötesi ... o ayrı) samanyolu'nu seyrederken duygu mırıldanıyor.

    - 51.bölge ne kadar uzakta?
    - New Mexico sınırı ... 600 km falan sanırım, belki de 700
    - oraya gidelim mi?
    - uzaylılardan korkmuyormusun?
    - divanda mı yatmak istiyorsun?
    - .... evet iyi fikir, 51.bölge'ye gidelim.
    - sabah çıksak ...
    - kahvaltı eder uzarız ... uyar mı?
    - ....uyar.

    Aynen öyle yapıyoruz. Yolda mola veriyor, kamyoncu lokantasında 18 tekerleklilerin arasına kiralık arabamızı çekip t-bone kemiriyor ve akşam olurken -shady- motel'e çöküyoruz.
    ...otelin ismi gırgır , ama temiz ... ucuz ve yakında güzel bir yemek mekanı var. Limonlu turta nefis, omlet ağlatıyor ... kahve de güzel ... sabah ünlü black mailbox'a bakma kararı alıyoruz.

    Adı Black olsa da Groove yakınındaki kutu aslında beyaz ... daha doğrusu bir zamanlar beyazmış. Adet olduğu üzere uzaylı amcalara bir not bırakıyoruz ...
    - İstanbul'a gelirseniz bize de uğramayı unutmayın, pas geçerseniz kırılırız ... diyoruz.

    (temsili)



    ardından ET karayolunu (üzerinden ikide birde uçan daire geçermiş) müzeyi falan geziyoruz. Akşam yemeği yerken Duygu'nun gözü haberlere takılıyor. Spiker New Orleans'ta ki Mardi Gras (Büyük Perhiz kutlamaları) hazırlıklarını anlatıyor.

    - Aaa .. Mardi Gras başlıyormuş.
    - ....evet
    - New Orleans uzak mı?
    - ...evet
    - Ama yolumuzun üstü ... dimi?
    - Sayılır
    - Gidelim mi?
    - New Orleans'a mı?
    - Evet ...
    - Mardi Gras zamanı otellerde yer yoktur ki, Baton Rouge'ye gidelim daha iyi ...
    - Sen bi baksana, kesin bi yer bulursun ...
    - Resepsiyoncu ile kırıştır diyorsun yani?
    - Ben cigara içmeye dışarı çıkarım...
    - O kadar istiyorsun yani?
    - ...hııı
    - Peki o zaman
  15. Kaan Yagizer
    Nevada'nın göbeğinden New Orleans'a menzil yaklaşık 2,000 mil, ben var ya ben uçana beş, kaçana on çakarım deseniz yapacağınız en fazla günde 1,000 mil, o da hız limiti nedeni ile -nah- mümkün...
    .
    ... üstelik arada Houston'a uğramak var kafamda. Bunalım Hakan (Buno) Houston'da ikamet ediyor, en azından adamı göreyim istiyorum, yani iki günde ~2,500mil yapacağım. Sonrasında Mardi Gras başlıyor... offf yaaa
    ... kasar be. Yazık yahu bana!

    Oysa ben bu yolculuğu 4 - 5 günde ... salına salına yapmayı planlıyordum. Gazlamak da mümkün değil, hız sınırı genelde 45, kimi yerler de ise 35 ... 55'e çıktığı sadece bir kaç nokta var. Yani kaba hesapla 72km/h ile günde 1,000 kilometre yapmaya kalksam bu 13 - 14 saat kesintisiz hem de üç gün üst üste direksiyon başında kalacağım demektir.

    ... mola yemek vs. eklerseniz uyumak için ayıracağım saatler dışında gelecek 72 saatte Cadillac ile -samimi- olacağız ... olayın en kaba ama aynı zamanda en açık ve gerçekçi tarifi bu.

    ...kısacası s*çt*k

    Yapacak bir şey yok, emir demiri keser (kesti de...) tırmandım Seville'nin direksiyonuna, Duygu açtı harita kitabını ... arada bana komut veriyor.
    - I101'den çıkacaksın, 65. çıkışı kaçırma, !61'e gireceğiz ... sonra 500 mil dümdüz 61'i takip edeceğiz.
    - Sir , Yes Sir!

    Arada gazlayayım diyorum ama polisler işi abartmış (ben görmeyeli) ... Bilboard'a ilan vermişler.
    - Reduce your speed or we will
    (kabaca ... ayağını gazdan çek, yoksa biz çektiririz!)
    ...bunu okuyup gazlamak mümkün mü? (Yusuf Mode=ON)

    O üç gün hakkında söylenecek fazla bir şey yok aslında. Araba kullandım,kullandım,kullandım,kullandım ... yemek yedim, benzin aldım, araba kullandım,kullandım,kullandım, yemek yedim, helaya gittim, benzin aldım ... Duygu eğleniyor. Arada uyuyor, cep telefonunda oyun oynuyor .. arada bana haber veriyor.
    - İstanbul'da o biçim kar yağıyormuş
    ...bizim klima açık, güney'e doğru indikçe sıcak daha da artıyor.
    Ben araba kullanıyorum, kullanıyorum...

    Buno ve karısı ile yarım gün ve bir akşam geçirdikten sonra yeniden yol ... araba kullanıyorum, kullanıyorum, kullanıyorum.

    Sonunda New Orleans ... auWWW
    ... daha önce gelmişim New Orleans'a ama Mardi Gras zamanı ne oluyor bu kent'e? Herkes sokaklarda, özellikle yer bulduğumuz (nasıl yer bulduk? ... inanın fikrim yok, tamamen kısmet.) otelin olduğu Kanal caddesi'ne girmek neredeyse imkansız.

    Duygu açtı harita kitabiını, New Orleans şehir merkezi sayfasına geldi ... başladı bana yol tarif etmeye.
    - Amedeus'tan sağa gir ... düz git sonra ilk soldan sap ...
    ...atıyo...
    ...pis sallıyo...
    ...kaybolduk...
    ...diyorum kendi kendime (sessizce tabi) ama yok! Otelin arka girişine, oto-park kapısına götürdü bizi. Oha! Hatunuma sessiz bir saygı içinde baktım dersem bana inanın. (artık kısmet midir? onu bilmem...)

    otele yerleşip kendimizi sokağa atıyoruz, millet barları mekanları bitirmiş sokakta dans ediyor, kafa çekiyor. Bütün bir şehir -azgınlık- havasına girer mi? New Orleans girmiş vallahi...
    TGIF var yakında, dalıp pork ribbon ve gumba istiyorum ... madem güneydeyiz o zaman güneyli adetlerine uymak lazım, öyle değil mi?
    ...yorgunum ama şehirdeki o aşırı pozitif enerji beni de etkiliyor. Bir ara geçit konvoyuna katılıp boncuk atarken buluyorum kendimi, bir başka aralıkta da sokakta dans ederken.

    otele nasıl döndük? kendi başımıza gelebildik mi? ...anılar bölük pörçük ama akşamdan kalma ve fecaat bir baş ağrısı ile kalkıyor, biberli domates suyu ve votka içerek güne başlıyorum. Çivi çiviyi söküyor ...
    - ey New Orleans, biz geldik ... hadi gezelim.
    - French Quarter'e gidelim...
    - yakın zaten, gidelim a.q
    - taam a.q

    L.A'den çıktığımızdan beri ideal rota ile alakamız olmamış, Amerikanın güneyinde testere ağzı gibi bir iz bırakmışız ( mavi çizgi ideal rota, kırmızı ise bizim yaptığımız ...şey)



    ...devam edecek
  16. Kaan Yagizer
    - Nasıl bir yer, Hotel yani?
    ...gülme tuttu Lejyonerleri
    - Sabret görürsün dediler.

    Land bir fabrika'ya daldı ... eskiden bira fabrikasıymış, üç - beş yıl önce Libya'lılar -gözdağı- vermek için Fabrika'yı vurmuş, üretim kanadı yıkımdan kurtulmuş ama yönetim ve ambalaj bölümü b*k* yemiş. Lejyon gelip yerleşene kadar fabrika atıl kalmış (ulen bira fabrikası vurulur mu? deyyus Kaddafi işte.) Eskiden ambar olarak kullanılan mekanlara yayılmışlar, deponun bir kanadını da (daha doğrusu kanadın bir kısmını) ülkeye gelecek yabancı teknik personel, doktorlar falan güvende olsun diye ayırmışlar. Yani meğer Hotel Europé bombalanmış bira fabrikasının yıkıntıları arasına kurulmuş ve aslında orada olmayan Fransız Yabancılar Lejyonu 2.Paraşüt Gücünün yatakhanesiymiş.
    ...pıFFF

    Yapacak bir şey yok, bir boş yatak buldum, yatağın altına çantamı attım. Çıktım dışarı ... savunma bakanlığı zaten yürüme mesafesinde. Gidip kaydımı yaptırdım, Çad'da elçilik yok, ben de angajman kuralları gereği en yakın noktaya (Sudan/Hartum) telefon açıp (bir internet kafe'den ... teknolojiye bak be...) nerede olduğumu, yaklaşık ne kadar kalacağımı vs. bildirdim. Sonra da fabrika'ya geri döndüm.

    ...akşamı fabrika'dan kova ile gelen (hani askeri tesislerde kırmızıya boyalı Y-A-N-G-I-N yazan saç kovalar vardır ya, işte onlardan biri ile bira servis ediliyordu) bira'yı reçel kavanozu ile içip lejyon karavanasını yiyerek geçirdikten ve kıdemli personelden (...çok yararlıdır) dedikodu topladıktan sonra vurdum kafayı yattım.

    Sabah havaalanına dönüş, benim ekipman orada yatıyormuş. Giden bir land'ın arkasına atlayıp yola düştük ... kent'i bir kere daha ve bu defa gündüz gözü ile inceledim. Belki bir şeyler vardır, ben kaçırmışımdır ... hayır. İlk intiba doğruymuş ... b*kt*n bir mekanmış.

    Havaalanında enerji paketlerini bulduğumda bir şeyi hemen fark ettim, toplam üç konteynerim vardı (birisi malzeme) mühürlü ve sağlam haldeydiler ... ama bu ekipman üç ay önce gelmişti ve ben arz-ı endam edene kadar kimse gelip gitmemiş, malzemeyi sormamıştı bile.

    Fabrika'ya geri dönüp Amnesty temsilcisinin kurulan kamp'tan teşrif etmesini beklemeye başladım. Biraz etrafta dolaştım (kent güvenli ... çatışma bölgesine silahsız gidilmemesi tavsiye ediliyor olsa da N'Djamena'da sorun yok) yemek falan yedim (lapa gibi bir pilav, eş dedikleri galeta unu ile yapılmış lokma benzeri bir şey ... ki genelde bunu acı bamya sosuna barırarak yiyiyorlar) genelde fabrika'da takılmayı tercih ettim.

    ...sonra beyefendi geldi. İskoçya'lı abi (Amnesty temsilcisi) ile oturup konuştuğumuzda durumun tahmin ettiğimden vahim olduğu ortaya çıktı. Yaklaşık bir günlük mesafeye kurdukları göçmen kampını büyütmeye çalışıyorlarmış ama işler pek de iyi gitmiyormuş. Bana taşıma/nakliye için yardımcı olamayacağını, başımın çaresine bakmam gerektiğini özellikle belirtip dert yanmaya başladı. Hiç bir şey zamanında hallolmuyormuş, Afrika'lılar tembelmiş vs.vs. (bkn.mızmız i*n*)
    - Sana bir - iki bin dolar vereyim ama vinçli kamyon bulamadım, zaten o yüzden malzemeyi taşıyamadık ... buradan Capetown'a kadar (G.Afrika) çalmadığım kapı kalmadı ama paketleri bir türlü nakledemedim. ....demez mi?

    ...kızdım tabi. Binlerce insanın canını bu d*ll*m*y* emanet etmişler, onun da ağlamaktan başka yaptığı bir şey yok.
    - sen bana para ver, ben hallederim ... dedim
    - nasıl halledeceksin? sana söyledim vinçli kamyon yok ki ... diye üstelediğinde de kapağı koydum.
    - ben -brit- değilim, sızlanmak yerinde sorun çözerim.

    Çözüm ayan - beyan belliydi, tabi çözmek isteyene. Sabah fabrikada'kilere sordum ... onların tarifi ve sundukları ulaşım hizmeti ile şanlı Çad ordusunun birinci topçu birliğinin yolunu tuttum. (Havaalanı yolundaydı üstleri...) nizamiyede zar-zor ingilizce bilen birisini bulup "Komutan" ile görüşmek istediğimi söyledim ... bira bekletip sonra içeri aldılar (işte Afrika'da beyaz adam olmanın avantajı), gençten bir yüzbaşının karşısına oturttular. İkram edilen çay'ı içerken kendimi tanıttım, sonra da istediğimi belirttim.

    - Bana en az üç, en fazla beş adet 6x4 kamyon lazım, tabi mürettebatı ile birlikte. Mümkünse bir de 4x4 arazi aracı.
    yüzbaşı elinden geldiğince kibar şekilde cevapladı ...
    - Hayır kurumu olduğumuzu sanmıyorsunuz, öyle değil mi? Savaşan bir ordunun parçasıyız ve başka önceliklerimiz var Mösyö

    Hayır kurumu olmadıklarını bildiğimi, vatan toprağı korumanın önemini küçümsemediğimi belirtip üsteledim.
    - Bütün bu ekipmanı ve personeli kiralamak istiyorum komutanım.
    Adam patladı ...
    - Bizi Avis'mi sandınız?
    - Nakit Amerikan Doları ödesem sizden destek alabilir miyim?

    Yüzbaşı sihirli sözcükleri yani -Cash, U.S Currency- duyunca durakladı.
    - Tabi sizin danışmanlık ücretinizi ayrıca ödeyeceğim.
    - Bir çay daha alır mıydınız?
    - Lütfen...

    Akşam üzeri Amerikan Hükümetinin bağışladığı beş adet GMC 6x4 kamyon ve bir halftrack (yarı paletli personel taşıyıcı) havaalanında yüklemeye başlamıştık bile. Vinç olmadığı için kalaslardan yapılan rampa + kas gücü ile (25 çad askerini boşuna mı kiraladım?) üç yarım konteyneri yükledik (en azından büyük bölümlerini ... her kasada yaklaşık 1 metrelik yük aşması olmuştu ama saLLa, onu kim takar?) geri kalan kamyonlara da biz ve variller (yağ+yakıt) doluştuk.
    ...geceyi topçu kışlasında Çad ordusunun misafiri olarak geçirdikten sonra sabah yola çıktık.

    Kamyon başı 90 dolar yani : 450USD
    Halftrack için 60 dolar : 60USD
    Takım Komutanı için : 150USD
    Takım elemanları için adam başı 10 dolar ... yani : 250USD .... ne yaptı toplamda? 910USD ... komutan'a da bir defalık 500USD komisyon. Bir gün idiş, bir gün dönüş ve iki gün de orada kalış ... 4x910+500:4,140USD (yanımda götürdüğüm yağ+yakıta ödediğim 60USD'yi de eklersek 4,200USD)

    ...tepeden tırnağa silahlı bir askeri birlik için maliyet ucuzdu ... öyle değil mi? İşin gırgırı yanımızda bir de 200mm'lik obüs vardı ve onu bize "bedelsiz" vermişlerdi. (sanırım kamyonun arkasından sökmeye üşendiler)

    mızmız İskoç'a kaPak olsun.

    ---devam edecek---
  17. Kaan Yagizer
    Arap Kerem Fenerbahçe'de pederinin yeni aldığı Merso ile dolaşıyor ... resimdeki U.S versiyon olsa da Arabın Almanya çıkışlı Merso'da kompl krom tamponlar var ve kuZu resmen ya-kı-yoooo ....

    Bize -kelek- atılalı (bkn.Paris - Dakar hikayesi...) bir aydan fazla süre geçmiş ama alınan karar gereği o süre boyunca sessiz, boynu bükük ve sakin kalmışız. İntikam alınacak ama tabi ki bunun zamanı var...

    Arabın kullandığı ve buran buram -yeni- kokan Merso işte böyle bir şey.



    Arabın babası dönemin ağır abilerinden, politikacı ve deyim yerinde ise -ensesi kalın- takımının üyesi. Ama hakkını vermek lazım, arada sırada çıkıklık yapsa da Kerem it-uğursuz değil. Bize karşı düzenlediği ve planlamasını üstlendiği o menfur -şaka- dışında aslında sevilesi bir adam.

    ...ama onun bu -sevilesi- kişilik yapısı bizim ondan intikam almamıza engel değil. (bkn.iş başka, aşk başka)

    Düşünüyoruz, düşünüyoruz ... kırmızı Merso fazlası ile dikkat çekici ... Arap'tan intikam alacağız ve bu intikam'ın konusu da Merso olacak ... işin o kısmı belli ... ama nasıl?

    Öncelikle bir göze - göz durumu söz konusu. Takıldığımız Fener - Kalamış tayfası Arap ve arkadaşlarının bizi nasıl ayara getirdiğini biliyor, hikayemiz aradan geçeni bir ay'a rağmen hala anlatılıyor ve tabi ki abartılıyor. (bir versiyonda ben altıma işemişim, bir diğer versiyonda da Bunalım camdan aşağı atlayıp ayaklarını kırmış)

    ...yani intikamımız da -epik- olmalı, bizim hamlemiz de aynı şekilde anlatılmalı. Ancak bu şekilde yediğimiz kelek gölgelenecek, bir anlamda namus temizlenecek.

    Sonra Rauf buluyor yapmamız gereken şeyi ... ben Arabın Merso'yu kaldırıp denize sürelim, batın gitsin ... akvaryum süsü olsun falan diyorum ama Rauf'un plan çok daha iyi. (bkn.elemanın kafa çalışıyo abi)

    ... Arap akşamları (neredeyse her akşam) Fenerbahçe'ye geliyor ve arabasını büfelerin oraya çekip (eskiler hatırlar ... yan yana büfeler vardı orada) bir - iki saat takılıyor. Sonra da nereye gidecekse, gidiyor.

    Rauf diyor ki ...
    - işte orada saldıracağız, büfelerin önü Arap'ın savunmasız olduğu an ve de mekan ... orada etrafı arkadaşları ile çevriliyken kelek beklemez.

    ...taam diyoruz.

    Hazırlıklar yapılıyor ve gelen ilk Cumartesi akşamı (en kalabalık akşam) plan işleme konuyor. Arap her zaman ki gibi gelip arabasını büfelerin önüne, az çaprazına yani büfelerin hemen yanındaki İETT durağının önüne geri geri park ediyor.

    ...hemen yanına bir araba geliyor. Bu arabada gürültülü müzik çalıyor ve bu da yetmezmiş gibi "OoOoO hayırlı olsun!" falan diyen bir grup mavracı (bizim suikast yancıları) Merso'nun etrafını sarıyor. Anlayacağınız Arap lafa tutuluyor, kafası karıştırılıyor.

    Sonra mavracılar başlıyor..

    - gidiyo mu bu? bi bassana ...
    - sen var ya şimdi asfalta lastiklerinle "kahramanmaraşlıabdullahwashere" yazarsın

    ... falan diyor.

    Bu da yetmezmiş gibi yanda park eden ve müzk çalan araba pati çekerek ve lastik yakarak kalkıyor. Yancılar lastik dumanı içinde veriyor gazı ...

    - bas , bas, bas

    Arap gaza geliyor, yüreğinde genç osman temposu basıyor marşa ... abanıyor gaza.

    ... millet sağa - sola kaçışıyor, Merso arka lastikleri yakıyor ... patinaj çekiyor ... çekiyor .. çekiyor ve...

    HARŞ - ŞANGIR , ŞUNGUR falan bir ses geliyor ve Merso namludan çıkan mermi edası (ve hızı ile) Çınar'a doğru uzaklaşıyor. Büfenin arkasında gülmekten geberiyoruz, intikam böyle alınır işte ...

    Yerde ... az önce Arab'ın Merso'nun durduğu noktada Komple Krom tampon (orta parça) yatıyor ... millet Kerem'i lafa tutarken tampona bağlanan çelik çekme halatı İETT durağının taşıyıcı borusunu resmen dirsek gibi bükmüş.

    ...gülmekten yerlerde yuvarlanıyoruz ... intikammm - intikammm diye nara'lar atıyor Bunalım Hakan.

    Sonra Arap geliyor ... arabadan inip yerde yatan bükük arka tamponuna, bize , etrafa , arabasına bakıyor. Gözleri boş, belli ki şaşırmış. Merso'nun arka tarafına doğru gidiyor , oradaki manzara'ya göz atıyor ve inaharghghgh gibilerden bir çığlık atıyor.

    Merso'nun arkasında içine rahatlıkla yumruğum sığacak boyutta iki tane delik açılmış ... arabanın stepne havuzu bükülmüş ve dışarı doğru uzamış.

    ...beklentimiz çelik tel'in tamponu sökmesiydi ama bağlantı ayakları fazla sağlam olduğu için tampon koparken kuZu'nun k*ç*n* resmen patlatmış. Mağara gibi iki delik var arabada ...

    Arap dizlerinin üzerine yere çöküyor ve başlıyor bağırmaya

    - Neden? Nedennnn?

    Rauf bizi dürtüyor ...

    - Karnım acıktı artiz (amerikan salatalı ve sosisli sandviç) yiyelim mi?
    - taam ... diyoruz.

    Arap dövünüyor asfaltın ortasında, etrafındaki kalabalık giderek artıyor ve biz gayet iyi biliyoruz ki gün doğduğunda aldığımız intikam ağızdan ağıza dolaşmaya başlayacak.

    ...eh, bu kutlanmaz mı?
  18. Kaan Yagizer
    ... ilk yılım bitti bitiyor ama ben de resmen bitmişim.

    Annem - Babam Adana'da, İstanbul'da Babaannem var ama onunla da aramız iyi değil. Okulda kalmaktan daralmışım, duvarlar falan üzerime geliyor resmen. Yarı açık hapishane gibi ... bu ne be?

    ...kalacak bir yer, ikamet adresi bulsam -evci- çıkacağım, en azından Cuma akşamı - Pazar akşamı (20,00'a kadar) kısmi özgürlük sağlayacağım ama nasıl?

    Koray'ı aradım (kekeme) ya bana kalacak bi yer bulun abicim, gebericem burada ... resmen zırlıyorum telefonda. Koray "taam, duruma bi bakalım" dedi ... aslında bunu beş dakikada söyledi çünkü Koray vahim kekeme ama ne gam? En azından dışarı haber saldık.

    ...bir hafta on gün kadar sonra haber geldi. Çumartesi günü, büyük kantinin yanında masa tenisi oynayanları seyrediyorum, anons yapıldı. Ana kapıda ziyaretçim varmış. Koşturdu, gittim tabi.

    Mahalleden çocuklar beni görmeye gelmişler ... veledim daha, nasıl sevindim? Anlatılmaz... bir de iyi haber var. Selim (yorgun) abisi ile konuşmuş, h.sonları onlarda kalabilir mişiz.

    Yorgun'un annesi vefat etmiş, babası ise Afyon'da madencilik yapıyor. Selim'in abisi zamanı geldiğinde işi devir almak için madencilik okuyor (...ki sonradan Selim'de üni'de madencilik okudu) ve koca evde onlardan başka (gündeliğe gelen teyze hariç) kimse yok. Selim benim durumu abisine anlatmış, o da beni tanıdığı için "olur" demiş.

    Annemi aradım, izin aldım (benim talebim üzerine okula bilgi verdi) ve Selim'lerin Kalamış'ta ki evini adres gösterdim. Artık h.sonları eve çıkabilirim ... saadet'e bak be.

    Henüz bilmiyorum ama o evde 3 yıl lise ve 4 yıl üni.olmak üzere toplam 7 yıl kalacağım. H.sonları ve yaz tatilleri orada geçecek. Adana'ya, anne ve babamın yanına bir kere dahi gitmeyeceğim (anlayacağınız vaz geçmişlik tek taraflı değil) hatta askere gitmek için o evden çıkacak,teskeremi alınca da oraya geri döneceğim.

    ...o derece yani.

    Pazar gecesinden Cuma 16,00'a kadar Ortaköy, Cuma - Cumartesi akşamı ve Pazar günü ise Kalamış/Fenerbahçe ikamet adresim. Anlayacağınız Yorgun ve ailesi bana büyük kıyak geçmiş.

    Yorgun harbiden yorgun ... adam lakabını boşuna almamış. Bir yere gideceğiz diyelim ... evden çıkarken arabasının anahtarını alıyorum. Yorgun'un 1303 Big VW'si var. Asansör ile aşağı iniyor, arabayı açıyor (kış ise çalıştırıyor) arabaya oturuyor, kontağı 1,konuma getirip Selim gelene kadar müzik falan dinliyorum. Yarım saat kadar sonra Selim geliyor, saatte 10km/h ile gideceğimiz yere (daima geç kalarak) ulaşıyoruz.

    İnanılmaz düşük metabolizma hızı dışında Yorgun adam gibi adam. Genelde 4 kişi takılıyoruz, Koray (kekeme) Yüksel (çakkal ... çünkü babasının dalyan'da bakkal/market gibi bir şeyi var.) Yorgun ve ben. Daha geniş bir grubun (kalamış/f.bahçe p*çl*ri) parçası olsak da temelde bizim çekirdek bu şekilde.

    H.sonları genelde azıyoruz, bütün hafta 5 metrelik duvarların arasında sıkışıp kalmanın verdiği fazladan enerji ile cuma - c.tesi - pazar günlerini maksimum değerlendirme peşindeyim ve bu genelde "azgınlık" olarak nitelendirilebilecek seviyede hareketler sergilemek, türkçe meal'i ile de burnunun b*kt*n çıkmaması demek.

    Abisi özellikle tembih ettiği için Selim bana emanet (ben olsam bana kimseyi emanet etmezdim ama...) yani onu koruma/kollama işi elimden öper. Selim yaş olarak benden büyük ama imza karşılığı teslim aldığım için fiili durumda (de facto) benim dediğim oluyor.

    ...işte böyle bir gün bana haber geliyor. Yorgun'a kelek atmışlar.

    Selim'in abisi ona bir araba teyp'i almış (Kenwood) ama Selim Pioneer istiyormuş (..bir zamanlar ne popülerdi, öyle değil mi?) ... uğraşmış,etmiş bir Pioneer bulmuş. Arabasına da taktırmış. Buraya kadar sorun yok... ama Kenwood elinde kalmış. Onu da satması lazım.

    Selim F.B Lisesinden bir kız ile çıkıyor, kızın bir tanıdığı da teyp istiyormuş. Kız Selim'e söylemiş, Selim zaten Tahran Lisesinde (yakın mesafe) okul çıkışı Göztepe parkında buluşmuşlar, teyp'i göstermiş ... pazarlık yapmış ve anlaşmışlar. oğlan "yarın veririm" diyerek parasını ödemeden Selim'den teyp'i almış ... tahmin edeceğiniz gibi para falan da gelmemiş.

    Selim Mahmut'un kardeşi (Piç Mahmut) Murat'a söylemiş durumu ... Murat'da Fenerbahçe lisesinde, o da gidip teyp'i alan oğlan ile konuşmuş ama veled Murat'ı da bugün - yarın diye sallamış.

    ...yani peşine düşülmemiş olsa Kenwood'un parası deve sınıfına geçecek.

    Aslında pek bi para değil, sonuçta ikinci el -çıkma bir Kenwood teyp, bu günün parası ile en fazla 250 belki de 300 liradan bahsediyoruz ama işin bir başka yanı var ki o da "kelek yeme" hissi. Selami'li (Selamiçeşme) bir veled Fener'li (Fenerbahçe) bir veled'i kazıklamış ki bu kabul edilebilir cinsten bir iş değil.

    - Sen karışma, biz hallederiz ... dedim Yorgun'a. Onu işe iki nedenden dolayı karıştırmak istemiyorum. Bir... Belli ki efendice paramızı alamayacağız ve o karambol'e Selim'i sokmak istemiyorum İki... Selim'in burnu bile kanamasa dahi onun pisliğe bulaştığını abisi/babası duyarsa fecasi kızarlar.

    Cuma akşamı atladım gittim Azaplı'ya (Kalamışta bir kahve/kumarhane) Mahmut ile Serçe'yi buldum ... şöyle bir bahsettim... Murat zaten abisine mevzuyu çıtlatmış.
    - Hafta sonu Hayvan (ben) gelir, takılın dediydik ... geldin işte.
    - ee? napicez?
    - eskiticez elemanı...nolcek ki?
    - sıkıntı olur mu?
    - olur tabi, ama kelek yemek ve ses çıkarmamak daha büyük sıkıntı

    ...Mahmut haklı, bir kere kelek yer ve de sesini çıkarmazsan arkasından kelekler numara alıp sıraya gelirler. Mevzu b*kt*n bir çıkma teyp dahi olsa gevşememek lazım. Çözümü Serçe öksürdü...
    - Bunlar akşamları C.Bostan sahilinde takılıyor. Orayı basar alayına veririz sopayı ... sipali'yi (para) getirmezseniz her hafta sonu sizi burada zevkine parçalarız diye de raconu kestik mi o para gelir.

    ...mantıklı.
    - Arkadaşlara haber verelim, akşam gider dalarız bunlara.
    - Taam
    - Taam

    ...fısıltı gazetesi, telefon vs. derken C.tesi akşamı çınar ve civarına toplanmış neresinden baksan 40 kişi'yi bizi beklerken bulmak hem şaşırtıcı hem de sevindiriciydi. Şaşırmıştım çünkü bu kadar çok adamın mevzu'ya gönüllü katılıyor olacağını beklemiyordum, sevinmiştim çünkü bu kadar çok sevenim olduğunu da bilmiyordum.
    - Alet edevat yok, kimseyi yaralamayın - deşmeyin ... efendi gibi kavga edilecek. B*k*nu çıkarmayın.

    Serçe'nin talimatı net, bir yandan da iyi ... şişmiş göz veya kırık cam dert değil, karakola falan yansımaz. Ama birileri kötü yaralanırsa olay uzar gider. Tadında bırakmak iyi ve akıllıca.

    ...böylece arabalara doluştuk. Kavga'ya karışmayacak, bize sadece -intikal- hizmeti verecek olan arkadaşlar iki sokak yukarıda bekleyecek. Biz de şimdilerde lüks konut olan Kastelli yalısının önünde inip yaya ilerleyecek, kavga bittiğinde de arabalar ile o noktada buluşacağız.
    - Herkes sağındaki solundakine baksın ... geride adam bırakmayın.

    ...kavga ile ilgili detay verecek değilim (suçu övmek istemiyorum) ama sizinde tahmin edeceğiniz üzere (...ve aynen planlandığı şekilde) Selami tayfasına -kibarca- dayak atıldı. Kimse hastanelik olmadı, mala - mülke zarar verilmedi. Zaten amaç bunları yapmak değil ... amaç belli ... Fener çocuğuna kelek atmayın diye mesaj vermek.

    ...mesaj alındı mı peki?

    Malesef hayır.

    Selami'de abilerin takıldığı Halıfleks diye bir mekan var (dı...kapandı gitti tabi) oraya gidip bizi şikayet ediyor ama olayın nereden patladığını söylemiyorlar.
    - Biz öyle takılıyorduk, Fener tayfası gelip dövdü ... diyorlar.

    Halıfleks'li abiler de hemen misilleme yapıyor. O zamanlar Kalamış'ta Futbol sahası var (şimdilerde İş bankası blokları yükseliyor o noktada) gidip maç seyreden ve konu ile pek alakası olmayan çocukları dövüyorlar , ve de karşı mesaj iletiyorlar.
    - Lan siz Selami'li çocukları sahipsiz mi sandınız?

    ...hata tabi. Çıkma Kenwood'un parasının ödenmemesi durumu çok ileri noktalara taşınmaya müsait, Selami'li abiler de ateşe resmen benzin döküyor. Dayak yiyenler gelip mesajı iletince Fener'de sinirler iyice geriliyor, millet burnundan solumaya başlıyor.
    - Halıflex'e uğramak lazım, anlaşıldı.

    Durumu Mahmut özetliyor. Saat 22,00'a geliyor, mekan daha açık ... akşam olduğu için çoluk - çocuk el çekmiştir, sadece okey çeviren -abiler- kalmıştır ... yani kimse b*k yoluna gitmeyecek. Yeniden arabalara doluşuluyor ve bu defa arabalar Selamiçeşme ışıkların paralelinde beklemeye başlıyor.

    Yaya olarak Bağdat'a çıkıp Halıflex'e giriliyor ... durum oldukça dengesiz aslında. Kahve'de okey, yanık oynayan yirmi kadar kişi var ... Çingene Engin (..ki kendisi Selami tayfasının abisidir) başta olmak üzere gelişimiz tam anlamı ile bir süpriz. O saatte, orada beklenmiyoruz.

    ...ceee!

    En büyük dayağı Engin yiyiyor, geri kalan Halıflex erkan'ı da karavanadan çıkan nasip'i kaşıklıyor ama Engin'in hastaneye kaldırılması ve bir kaç hafta orada kalması gerekiyor.
    ...giderken bir kere daha mesaj veriyoruz.
    - Bize kelek atmayın...

    İşler daha büyümeden Ocak Başkanı Hayrullah abi devreye giriyor. Selami'li ve Fener'li abileri çay içmeye çağırıyor. Ne olup bittiğini onlara da anlattırıyor ve iki kere dayak yemiş olsalar da mevzunun nereden başladığını, olay döngüsüne start veren noktayı bilmeyen (ya da bilmediklerini söyleyen) Selami'li abiler aydınlatılıyor.
    - bu mudur yani? bunun için mi savaş çıktı a.q? ...diyorlar.

    -Sonuç-

    Pazartesi akşam üzeri Yorgun'un teybinin parası kız arkadaşı aracılığı ile ona iletiliyor, Hayrullah abinin attığı fırça ve kestiği racon ile taraflar arasında "ateşkes" ilan ediliyor ama iki tarafta birbirinin mekanlarına gitmeyecek ... anlaşmanın şartı bu. Selami'li abiler belayı başlattığı ve onlara yalan söylediği için semtlerinin çocuğunu epey bir hırpalıyor ; bir anlamda onu sosyal olarak -afaroz- ediyor.

    Ben memnunum ... Yorgun'un başı derde girmedi, teybin parasını aldı ve ne kadar çok arkadaşım olduğunu gördüm.
    Serçe ve Mahmut memnun ... işin dibinde Selami kaybetti, üstelik topladıkları güruh'u kontrol edebildiklerini gösterdiler. Zaten sonradan bu becerilerini -başka- ortamlarda da sergileyecekler. Serhat (Serçe) abilik ve Mahmut (piç) organizasyon yeteneklerini sergilediler.

    Hayrullah abi kısmen memnun ... kimse onun raconunu sorgulamadı ama aynı zamanda da yeni neslin kontrolsüz kaldığında ne denli pervasız şekilde davranabileceği bir kere daha sergilendi.

    Selami'liler memnun değil (çok da umurumdaydı...) gaza geldiler ve pis hırpalandılar... üstelik sayı/prestij/güç adına intikam alacak halde de olmadıkları ortaya çıktı (zaten o günden sonra kimse de onları pek -sallamadı-) ... bi anlamda -tarih- oldular dahi denebilir. (...aslında kim tarih olmadı ki? ...dimi?)
  19. Kaan Yagizer
    İnternet kafe'ye yeniden uğrayıp ... bu arada şöyle bir şey'i kastediyorum (bkn.yanlış anlaşılmasın) telefon işimi hallettim ve fabrika'ya uğrayan yeni dostlarımız ile yola çıktık.



    Evsahibim teğmen önce kuzey batı'ya, sonra kuzey'e ... nijer sınır hattına doğru (görece güvenli rota) ilerleyeceğimizi söylemişti. Libyalılar Çad Gölü'ne kadar güney'e inmiyormuş ama değerli kamyonlarını tehlikeye atmak istememelerini anlamam gerekiyormuş. Anlarım tabi, neden anlamayayım ki? Bi halt olursa sadece kamyonlar değil, benim yük'de yalan olur. Fazladan 400-500 dolar için kasmaya niyetim olmadığından mızmızlanmadım.
    ...tecavüz kaçınılmaz ise (siz anladınız gerisini)

    Sadece iki kere arıza yaşayarak (basit arızalar) akşam üzeri Nijer sınır hattına varmıştık. Manzara fazla tekdüze (genelde basık yayvan tepecikler, taşlı / kuru ve susuzluk ile yanmış toprak, bitki örtüsü ise dikenli çalılık ağırlıklı) olduğundan fazla ses etmeden arkada oturuyor. Kimi zaman tuz hapı emiyor, arada sigara tüttürüyordum. Geceyi cibinliğe sarınarak halftrack'ın arkasında geçirmek biraz neşe kaçırıcı olsa da sabah demlenen çay (bedevi usülü) canlandırıcıydı.

    Yola çıktığımızın ikinci günü öğle saatlerinde (50+ derece falandı sanırım) UNHCR'nin göçmen kampına ulaşmıştık. Sadece yarım günlük kaybımız olduğu için keyfim yerindeydi ... tabi kampın ne kadar b*k* yemiş olduğunu görene kadar.

    Kalasların üzerinde kaydırarak yükü indirip konteynerleri kamyon çekme halatı ile birbirine hizalayana ve kaymasın, şakül bozulmasın diye altlarını besleyene kadar etrafa doğru dürüst bakamamıştım. Gün ışığından azami şekilde yararlanmaya çalışıyordum ve bilmeyenler için not ... Ekvator enlemine yaklaştıkça -alacakaranlık- toleransı azalır. Atıyorum İstanbul'da -akşam oluyor- ile -hava karardı- arasında 1 saat varsa bu ekvator'da 20 dakikaya falan düşer.

    Sonunda konteyner'ler güvene alınınca birisinin üzerine çıkıp oturdum ve kampa baktım.
    - Yaklaşık 18,000 kişi var, çoğu kuzeyli göçmenler ... Sudan sınırında da kamplar var, onlar da genelde iç savaştan kaçıp gelenler...
    Bizi karşılayan UNHCR (Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Programı) memurunun sözleri iç karartıcı olsa da hiç bir söz gözleriniz ile gördüğünüz şeyi tam olarak tarif edemiyordu.

    -- Çad, kampta su çeken kadınlar--



    Sabah olunca çalışmaya başladık. Motorların nakliye yağlarını boşaltıp doldurduk, transfer sırasında jeneratörün arızalanmaması için konan kauçuk takozları söktük, vakvak ile sistemin havasını aldık ve öğlen olmadan önce bir, sonra da ikinci jeneratörü ateşledik.

    UN'in iki teknisyeni ağır hizmet kablolarını hazırlamıştı zaten, onlar enerji çıkışının ilk siftahını yapar. Teslim/Tesellüm raporlarını düzenler, kamp yöneticilerinin kullanması için kolaylıklar (mesela basit bir yönerge serisi ... sistemi devreye almak ve devreden çıkarmak için ... ya da yakıt borusuna yağlı boya ile tankta kalan yakıt seviyesini gösteren çizgiler çizmek gibi) ilk ışıldaklar yanmaya başlamıştı bile.

    ...kendimi iyi hissettim mi? tabi ki ... işim bitmek üzereydi ve sabah s*kt*r*p N'Djamena'nın görece üstün konforuna ve Hotel Europa'nın s*d*k ısısındaki beleş birasına doğru yola çıkabilecektim.
    ...kendimi kötü hissettim mi? tabi ki ... orada binlerce insan yarın ne olacağını bilmeden ve kamyonlarla gelen tahıl'dan yarım leğen alma umudu ile yaşıyordu ve elimden gelen hiç bi b*k'da yoktu.

    Aradan yıllar geçmiş olsa da hala arada sırada düşünürüm onları (o kadar da sık değil, yeterince sık ama) acaba kaç tanesi evine geri dönmeyi becerebildi? Çok değildir sanırım...
  20. Kaan Yagizer
    Tamer'in koreli bakkal'a attığı kazıktan haftalar sonra evde oturmuş yaklaşan super bowl için 9,999 taksit ile aldığımız JBL projeksiyon tivi'yi seyrediyordum ki O.Ç.Tamer arz-ı endam etti.
    O Tamer ki ömrü hayatında iki taş parçasını üst üste koyup namus'u dairesinde bir kuruş para kazanmamış, bildiğiniz çakaldır ... heyecanlanmış.
    - parayı vurucam olm! ...diye tepiniyor.
    ...merak ettim tabi?
    - ne oldu? ... diye sordum.

    Birileri ile tanışmış, adamlarda epey bir miktar "kaçak" italyan malı ayakkabı (hepsi marka ... santoni, scrosso vs. ...alayı el imalatı) varmış ve bunları satmak istiyorlarmış. Bunun da Falls'ta (New Jersey'in dışında bir mekan ... Tinton Falls) eskiden tanıdığı bir hatun varmış, bu hatun oradaki ayakkabı outlet'inde çalışıyormuş.
    ...elemanlar buna kaçak ayakkabıları gösterince Tamer o hatunu aramış ve ondan bilgi almış.
    - sen ne anlarsın ki ayakkabı işinden, vardır bi bityeniği ... bulaşma! ..dedim ama sallamadı, herifin gözünü para bürümüş.

    - olm elemanlar çiftini 100-150 dolara veriyor, outlet'te ise etiket fiyatı 350-400 dolar ... adamlardan malı alıp orada satıcam. Paraya para demiycem ... diye tepiniyor.
    - ee? benden ne istiyorsun...diye sordum.

    Arabamı istiyormuş, ayakkabıları alıp N.J'ye götürecekmiş. Pek gönüllü olmadım tabi, çünkü Tamer adı üzerinde O.Ç ... ona güvenilmez ki ... ama herif bir kere yapışmış yakama. Bırakmıyor ...
    - Al be al ... Allah belanı versin diye anahtarları attım kafasına, çektirdi gitti.

    Akşam oldu, Tamer ortalıkta yok ... gece boyu da eve gelmedi. Sabah oldu ... işe gidiyorum ... herif yok. İşe gittim, oradan çıkıp okula uğradım, eve geldim .. üzerimi değiştirdim ... çıktım ... eleman yok ... hatun ile takıldım ... eleman yok ... eve döndük, vurup kafayı uyuduk ... eleman yok.

    Tamer o hafta sonu (super bowl h.sonu) çıktı ortaya. Bana 50 dolar attı.
    - araba aşağıda, depoyu fulledim ... arabayı da yıkattım. Bu da kira bedeli.
    ...vay be ... herif harbiden bulmuş parayı. Baktım cebinde bi tomar dolar .. hem de nakit.
    - naaptın be? ...diye sordum.

    Elemanlardan almış ayakkabıları, götürüp satmış. Eski hatunu ona yardım etmiş, iki dakikada okutmuşlar malı.
    - ee? dedim
    - şans yüzümüze güldü olm, şimdi Atlantic City'e gidiyorum ... kumar masasında parayı ikiye - üçe katlıycam.
    - olm kumarhaneye karşı oynanır mı? sen malmısın? seni katlarlar orada ... dedim ama sallamadı, çekti gitti.

    bana ne? ...haybeden 50 dolar almışım ... onu da hemen aşağı inip bookie'yi bulup (evin altındaki bar'da) Ram's'a yatırdım. Nasıl olsa para haybeden gelmiş, Ram's'ta 1,5/3 veriyor ... kazanırsam cebim biraz para görecek (kazandım) kaybedersem de nasıl olsa o para haybeden gelmiş (O.Ç.Tamer'in parası) havasındayım.

    Ben o pazarı evde maç izleyerek ve leşlenerek geçirirken Tamer 'de doğu yakasının kumar cenneti Atlantic City'de barbut atıyordu. Bilin bakalım ne oldu? (sonuçta) ... Ram's kazandığı için bookie'den paramı aldım, pazar akşamını suratımda bir gülümseme ile geçirdim ve pazartesi günü Tamer eve kuruşsuz geri döndü.
    ...bütün parayı kumarhane'de bırakmış, eve geri dönüş tren parasını bile kız arkadaşı ödemiş ... o derece sıfırlamış yani.

    - salla, bir kaç parti daha ayakkabı satarsın ... gene para kazanırsın! ...dedim.
    - nah satarım! ... diye cevap verdi?
    - neden ki?

    meğer Tamer kumarhane'de sadece kar ettiği miktarı değil, elemanlardan aldığı ayakkabıların ana parasını da, yani sermayeyi'de tüketmiş.
    - bana 7-8.000 verirmisin? elemanlara o parayı atarsam bana daha fazla mal verirler ..demez mi?
    - ya bi s*kt*r git ... diyerek kesin şekilde tersledim bunu. Tamer'e değil borç vermek, ona topal eşeğimi bile emanet etmem.
    - iyi be... bulurum bi çaresini, zaten o d*ll*m*lar beni nereden bulup çıkartacak ki?
    - olm .. akıllı ol, herifler seni yakalarsa ezerler ... dedim ... ama sallamadı tabi.

    ...aradan günler geçti. Tamer 5.caddede dandik ipek kravat satıyor, east side'a gidip turistlere harita ve I Luv N.Y t-shirtleri falan kakalıyor. Sonra bir telefon çaldı.
    - alo?

    Arayan riverside hastanesi ... dandik bir halk kliniği/travma merkezi. Dediler ki burada biri yatıyor ve sizi yakını olarak bidirdi.
    - eŞŞedü???

    atladım gittim tabi ... bir de baktım ki bizim O.Ç.Tamer acil serviste yatıyor. Bunu bir dövmüşler, bir dövmüşler ki ... efsane! Elemanın kafa olmuş diyarbakır karpuzu kadar, gözleri öyle kapanmış ki önünü göremiyor, ağzı ... burnu kırılmış.
    ...bunu yakalamışlar, iyice bir dövmüşler ... sonra da soyup ayakkabısız, pantalonsuz, donsuz acil servisin önüne atmışlar.
    - gece burada kalacak, sabaha kadar beyin sarsıntısı falan geçirmezse yollarız. ...dediler.

    ...gittim baktım, bizim eleman bitmiş, tek taşa dönüyor.
    - ölecek mi? ...dye sordum (bi umut işte)
    - yok ölmez ama epey bir yatar, sonrasında da belki estetik ameliyat gerekir ...demezler mi? (bkn.pıFFF)

    ...bastım gittim eve.
    Sabah işe gittim, akşam üzeri de evden giyecek bir şeyler alıp hastaneye yollandım. Baktım Tamer ölmemiş, onun taburcu işlemlerini yaparlarken elemanı giydirdim ... ondan arta kalanları arabaya koyup eve bastım.

    Bunu yatırdım ... yatış o yatış ... eleman arada ona bıraktığım noodle'ı falan yemek ve ç*ş* kalkmak dışında başını yastıktan havalandırmadan belki on gün yattı. On gün sonra kalktığında da yüzü Godzilla gibiydi ... dişleri kırık, burnu kırık, kaburgası çatlak ... her tarafı hala çürük.
    ...ama artık konuşabiliyor.

    - ne oldu?
    ...ayakkabıcılar meğer "ciddi" abilermiş ... ve bir gün bu tezgahı kapatıp eve dönerken bizim elemanı kaldırmışlar. Bir güzel dövüp önüne adisyonu koymuşlar ... bizden aldığın malın bedeli bu, haftada şu kadar para ve o para için de bu kadar faiz ödeyeceksin. Ödemezsen, ödemeyi geciktirirsen bu defa da bacaklarını kırarız ... demişler.
    ...auwwww

    sonra aklıma geldi...
    - sen böyle adamları tanımazsın, ben de tanımam ... peki sen bu "ciddi" abiler ile nasıl tanıştın ki?
    ...ne dese beğenirsiniz?
    - Mr.Kim bizi tanıştırdı.

    başladım gülmeye ... ceton bende anında düştü tabi.
    ... olay şu şekilde gerçekleşmiş.

    Mr.Kim Tamer'den nefret ediyor. Ondan intikam alması lazım ... ama nasıl? Eleman bizim O.Ç.Tamer'in karakterini (ya da karaktersizliğini) çözmüş ... bu zaaf'tan faydalanmaya karar vermiş. Tamer'e gitmiş ve demiş ki ...
    - ben seninle barışmak istiyorum, seni para kazanacağın adamlar ile tanıştırayım ... sen de bana kötü davranmayı bırak.

    Tamer bunu kabul etmiş (bkn.aşırı ve nedensiz kendine güven) ve Mr.Kim'in tanıştırdığı -ciddi- abiler'in iş teklifine balıklama atlamış. Sonrası malum ... bizim eleman nefsine hakim olamadığı için işi batırmış (...ki zaten bu da Mr.Kim'in umduğu şeymiş) ve -ciddi- abiler de başlamış Tamer'i aramaya.
    ...eee? Mr.Kim Tamer'i tanıyor ... evinin yerini biliyor (üst kat) ...nerede işporta tezgahı açtığını falan hep biliyor ...tabi hemen almış -ciddi- abileri, Tamer'in yanına götürmüş ve abiler onu paketlerken de bol bol kahkaha atmış.

    ...vay be! İ**e Kore'liye bak ... adam resmen suikast planlamış.
    Eleman ile konuşuyoruz, adam gülmekten yapıp ettiklerini anlatamıyor, o derece eğleniyor yani.
    ...yalan yok ...ben de güldüm, sonuçta Tamer kendi kendini yakmış ne gülmeyecem ki?

    Hikayenin sonu : Tamer aylarca kazandığı her kuruşu -ciddi- abilere taşıdı, ta ki onlar "tamam, borcun kapandı" diyene kadar gık çıkarmadan çaldı - çırptı ve borcunu ödedi. Abiler ona öyle söylediği için Mr.Kim'e asla bulaşmadı (sıkıyorsa bulaşsın) ve arada sırada -sola dönülmez- işareti gibi duran burnu için (öyle yamuk kaynamıştı burnu) söylense de halinden pek şikayetçi olmadı.

    ...burnundan dolayı artık çok pis horladığı için o kış sonu başka eve taşınma kararı almış ve kararımı da uygulamıştım. Doğal olarak O.Ç.Tamer'i epey uzun bir süre görmedim ... bağlantımız kopmadıysa da epey zayıfladı ... ama bu ayrı bir hikaye tabi.

    Sonuç : Kore'li : 1 / Tamer : 1

    ...kıssadan hisse = Rakibinizi asla küçümsemeyin.
  21. Kaan Yagizer
    Yazlık ta ilk günün bilançosu...

    - Kaybedilen anahtar krizi (peder vs. bütün aile)

    - Belediye hoparlöründen yapılan beyin s***** anonslara toplu isyan (site halkının katılımı ile)

    - Deniz kestanesi krizi (migrostan deniz ayakkabısı toplu alımına kadar sahil bölgesinde bütün ailenin katılımı ile)

    - Kahvaltı masasına "çakma!" denmesi ile başlayan ve annemin koşulsuz desteği ile 5-0 galip geldiğimiz kayıntı krizi.

    - Düşük şeker ve naz motivasyonu ile kızımın başlattığı ve kısa zamanda gezi olaylarına dönüşen "nestle gofret isteriz *****" krizi (migrostan bi poşet gofret alımı sonrasında çözüm süreci sonlandırıldı ayrı...)

    - Soda vs. Ayşekadın fasulyesi krizi ve babamın baldızı boğazlama denemesi. (zevkle seyrettik valla)

    - Musluk suyu kokuyo lan! ve alt kattaki tuvalete 2-3 saat girmeyin çok fena s*çtım söylemleri ile açılan g*tünüz büzüşsün ve ona cevap olarak üretilen "napalım ya? gidip zeytinliğe mi s*çıcaz?" polemiği.

    - Belediye ile yaşanan ve yola konan araç bariyerine isyan etme ve zabıta tarafınca zerre sallanmama rezaleti.

    ... bu daha ilk gün ve en az bi bu kadar unuttuğum vak'a var. 

    off ya offf!!
    İkinci gün.

    Ören'de Opet olmadığının keşfi sonrası Milas'a mazot almaya gitme yanlıları ile "neden shell kullanmıyoruz?" diyen bölücüler arasında başlayan çatışma duygu'nun babasına ezelden beri kıl olduğunu açıklaması ile doruk yaptı.

    ... pazardan alınan zeytin'in telmaşa çıkması nedeni ile zaten gerilen sinirler babamın yumruğunu gösterip "sana bi çakarım bi de yer çakar!" sür kontur'u ile yeni mecralara yelken açtı. Annemin "sokarım şimdi epix terliği ağzınıza!" ara buluculuğu ve toplu olarak denize geçiş ile rafa kalkan kavgaya akşam yemeği sonrasında devam edilmesine oy birliği ile karar verildi.

    ... İstanbul' da çok acil işim mi çıksa? ... diye düşünüyorum.
    ikinci akşam ...
    Okey masasına kurulmaca.
    Annem kenarlarına el ile işlenmiş maça, karo falan olan yeşil çuhayı serene kadar onların (sülale kapsamındaki hatunların) haftada bir toplanıp kumar oynadıklarını ve de geceleri bizi zıbartıp zabahlara kadar online okey, bingo falan çevirdikleri aklıma gelmemişti. (bkn.s*çt*k)

    ... korku ile ürperdim fekat çok geç kalmıştım.

    "hadi taşları harmanla!" uyarısı ile kaBus başladı.

    ... efendi gibi oynayarak canımı kurtaramayacağım aşikar olduğundan olayı manyaklığa ve max ajitasyon ile aileyi kavga ortamına sokmaya karar verdim (sanki zormuş gibi.)

    Çabalarım karşılıksız çıkmadı.   

    Attığım saçma sapan taşlar milleti dumur ederken annem babamı ıstaka ile dövmeye kalktı. (bkn.pekmez akıtma) tabelada sokma ve eksik marka verme,üstüne milleti suçlama taktiği ile milleti iyice gerip son anda atılan okeyler ile (iki el üst-üste) namusu (kısmen) temizleyip az miktardaki kalan zararı baldızın sehpaya bıraktığı paraları çalarak ve cırlayan hatunu "Aaa! tamam oynamadın ama seni o kadar eğlendirdik abicim" savunması ile susturarak kafamı kopartma adına kurulan kumar tezgahından tapi! kalkmayı başarmaca...

    ... Aferin be bana. (Bkn.Şerrefsizim ama sor bi nie die?)

    terasta post okey tartışması gergin şekilde sürüyor olsa da bende ki hasar zero seviyesinde ... ki bu nedenle kendimi kıvrak hareketler ile aslanın pençelerinin arasından sıyrılmış antilop kadar şen,şakrak hissediyorum bile diyebilirim.

    ... yaşasın kötülük. NiHaHoHo!

    not. ne zaman bitecek bu tatil ??
    Üçüncü Günün Sabahı : Erteleyemeyeceğim bir toplantı dizisi için İstanbul'a doğru yola çıkmaca...    
  22. Kaan Yagizer
    Ben Galata’da büyüdüm, ailem nesillerdir “Üzerine kulenin gölgesinin düşmediği” yerde oturmadı .. nesillerdir derken, cidden nesillerden bahsediyorum. Ya da tam olarak söylemek gerekirse +800 yıl önce İstanbul’a geldiklerinden beri…

    Büyük dedemin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesi bu gün Milano olarak bilinen şehir devlet’in sınırlarında yaşıyormuş. Fakir insanlarmış dedelerim (kısaca dedelerim diyorum … siz anlayın işte) o zamanlar lonca’lar ticaret’e hükmettiği ve bizimkilerde de lonca’ya katılacak para olmadığı için seyyar ayakkabı tamirciliği yaparlarmış.

    O çağlarda seyyar tamircilik zor zanaatmış … ayak bileklerine kadar gelen uzun deri önlükler giyer, çarşı – pazarda dolaşırlarmış.

    Biri ayakkabısını , çarık ya da çizmesini tamir ettirmek mi istiyor? Hemen yere çöker ve yanlarında dolaştırdıkları tabureyi (..ki bunun alt kısmında alet – edevatlarını taşırlarmış) yere koyar … Müşteriyi tabureye oturtup müşterinin ayaklarını da kucaklarına koyarlarmış.

    O zamanlar aile ismi olarak “cuir”i kullanırlarmış (kösele/ayakkabı derisi demek) … anlayacağınız durumları sokak köpeklerinden azıcık halliceymiş.

    Sonra bir şey olmuş. 1198’de tahta çıkan yeni Papa (…ki bu Papa kendine Innocentius = Masum ismini almış ..peHHH) Haçlı seferleri düzenlemeye karar vermiş. Tahta yeni çıktı ya, dosta – düşmana Hristiyan dünyasının efendisi kim? Batı’da raconu kim keser? Bunu göstermek istemiş (bildiğiniz i**e işte…) Kafirlerin (…Serazenler,yani Müslümanlar) elindeki kutsal toprakları (Kudüs ve çevresi) ele geçirmekmiş i**e papa’nın dileği.

    …tabi ki dilemek başka şey, dileğin gerçekleşmesi ise bambaşka!

    Hristiyan kralları Papa’ya pek yüz vermemiş. Hazineleri boşmuş, daha önceki seferlerin –kötü- sonuçları- hala hafızalardaymış ve de ismi –Masum- olsa da yeni Papa’nın fazla ateşli!! Olduğunu düşünüyorlarmış. Onu sallamamışlar!

    …ee? Papa ne yapacak? Adam Haçlı Seferi ilan etmiş bir kere, … “Ehue! Pardon! Pardon! … başka zaman yaparız artık!” diyip karizma’yı çizecek hali yok ki!

    Düşünmüş taşınmış ve sonra da çözümü bulmuş … demiş ki…

    - Sıradan halkı haçlı ordusuna katılmaya çağıracağız, haçlı ordusuna katılan herkese bir af belgesi vereceğiz ve sefer sırasında ölen herkese de cennet’e serbest giriş vaat edeceğiz.
    - Yerler mi?
    - Yerler …

    …yemişler de (bizim dedeler dahil)

    Endüljans denen belgeleri üretmişler … buna göre belgeyi taşıyan kişi Hristiyan topraklarını terk ettiği andan itibaren ne günah işlerse işlesin (hiçbir kısıtlama olmaksızın) peşin olarak affedilecek ve sefer sırasında ölür ise cennetten deniz manzaralı (tamam bu kısmını attım) arsa kapatacakmış.

    …beHHH

    Bizimkiler papazların anlattığı (Bkn.yalan pazarlama) yağ, bal ve süt ülkesine gidip taşıyabilecekleri kadar servet sahibi olmak için orduya katılmışlar. İsimlerini yazdırıp af belgelerini almışlar ve 1203 yılının sonunda ordu ile birlikte yola çıkmışlar.

    İki kardeş (içlerinden birisi bizim dede … ama hangisi? …onu bilmiyoruz) neredeyse silahsızmış, öyle filmlerdeki gibi zırh – kalkan falan yokmuş ellerinde. Birisi bildiğin odun taşıyormuş, diğerinde ise paslı bir satır varmış, o kadar.

    Odun ve satır ile Selahattin Eyyübi’nin ordusuna karşı sefere çıkmak hem de bunu yaya olarak yapmak … beHHH

    Ordu ilerlerken kentlerden ona katılım sağlanıyormuş. Her kent deli , dilenci, serseri ve hapishanelerde yatan başı bozuk takımını Haçlı Ordusuna teslim ediyor (Papa’lık emri gereği) az miktarda da askeri (mümkün olduğu kadar az) bu güruh’a katıyormuş.

    Ordu arada saçmalamış (balkanlarda slav asıllı insanlara saldırmışlar, kent ve köyleri yağmalamışlar) ve 1204 senesinde İstanbul’a … eski adı ile Konstantinopolis’e varmışlar.

    Dediklerine göre şehri ilk gördüklerinde hemen herkes yere kapanıp ağlamaya başlamış, şehir öyle güzel ve öylesine zenginmiş ki ordu’da bulunan hiç kimse daha önce o kadar güzel bir şehri ne görmüş, ne de hayal etmiş.

    Bizans’lılar ayrı mezhepten olsalar da bu yeni orduyu karşılamış, doyurmuş, tedavi etmiş. Haçlıların bi b*k yiyemeyeceklerini biliyor olsalar da doğu’ya doğru ilerlerken o yönden baskı yapan Serazen güçlerine hasar verirler, hepsi geberir gider ama en azından biz de birkaç yıl rahat ederiz diyorlarmış.

    Bilmedikleri şey ise Haçlıların “ganimet burada hacı, ne gerek var taa Kudüs’e kadar gitmeye” dedikleriymiş … gerçekten şehir fazlası ile iştah açıcıymış ve her şey olup bitene kadar Bizanslılar i**e papa’nın toparladığı it sürüsünün esas amacını anlamamış.

    Böylece Haçlılar Konstantinopolis’e saldırmış … önce başarılı olamamışlar, sonrasında da (kendilerinin bile pek inanamadığı şekilde) surları aşmışlar.

    Yağma ve katliam başlamış … çalabilecekleri her şeyi çalmış, gözlerine kestirdiklerini de katletmişler. Boğazlananlar arasında Bizans imparatoru ve ailesi de varmış … hemen bir konsül kurmuşlar, aralarından bir tanesini İmparator seçmişler ve de şehre yerleşmişler.
    Benim dede’de (daha doğrusu dedeler) savaştan sağ çıkmayı başarmış. Yağma işinde de başarılıymışlar. Ceneviz’li bir taciri boğazlayıp onun deri depolarına ve evine konmuşlar. Ortalık biraz sakinleşince de kent surlarının dışındaki Ceneviz kolonisine (bu günkü Galata) taşınmışlar ve orada deri ticaretine başlamışlar.

    İki kardeşten biri Galata’da mallara ve eve bakmak için kalırken diğer kardeş gemi ile (parayı buldu ya, iki dakikada g*t* kalkmış) ailenin geri kalanını getirmek için Milano’ya dönmüş ve gebermeden geri gelmeyi, gelirken de çocuk ve kadınları Konstantinopolis’e ulaştırmayı başarmış. (Anlayacağınız benim dedeler temelde serseri olsalar da becerikli serserilermiş)

    …işte o gündür bu gündür benim ailem Galata’da yaşamış. Bizanslılar 1260’lı yıllarda kenti Latinlerden geri alıp bu defa kentte kalan Latinleri boğazlarken de Galata’da kalıp manzarayı seyretmişler, onlardan sonra gelen ordular şehri kuşatırken de.

    Fatih’in gemileri karadan taşınırken Osmanlı’ya don yağı, temiz su … hatta urgan ve ip çekmek için deri parçaları sattıkları bile söylenir (…tabi işin bu kısmı rivayet)

    Anlayacağınız “maceracılık” bizim Büyük dedenin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesinden kalma … bir çeşit aile mirası...

    Meraklısına referanslar.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%B6rd%C3%BCnc%C3%BC_Ha%C3%A7l%C4%B1_Seferi
    http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Innocentius
    http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCljans
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Latin_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

    - aha! Af Belgesi Böyle Bir Şey İşte!-


  23. Kaan Yagizer
    ... eleman aynı zamanda yolun çaprazındaki köhne otelin de sahibi. 70'li yılların sonunda s*k*r*m havasına girip nesi var nesi yok satmış, savmış ve Bangkok'a taşınmış. Önceleri bizzat o duruyormuş ocağın başında, ama sonradan yetiştirdiği thai'li personeline işi devretmiş. 

    mekan aslında leş gibi, üst kat resmen döküldüğü için hizmete kapatılmış. Ahşap zemin ve duvarlar aşırı nem nedeni ile renk değiştirmiş ama ne gam? Dışarıdaki masalara kurulup geç sabah kahvaltısı (aslında öğle yemeği) götürmeyi, ya da akşam üzeri kendime bir guiness söyleyip muhabbet koymayı seviyorum. Mekan aynı zamanda bin tarakta bez dokumuş ve iki nefes almak için bangkok'a gelmiş tayfanın durak yeri. Burada Endonezyanın teneke madenlerinden gelen mühendisler ile de karşılaşabilirsiniz, tatile geldiği için koca sakalını yeni kesmiş ve hala kulağından Afganistan tozu dökülen paralı askerlerle de. 
    Ön kolunun iç tarafında Air America dövmesi taşıyan moruk ile ... hadi ona Johnny diyelim Old Dutch'ta tanışıyorum. Dövmesini görüp sorunca bana sırıtıyor.  https://en.wikipedia.org/wiki/Air_America_(airline) 
    - hala hatırlayan var mı Air America'yı? ...onur duydum ... diyor.
    tabi ki hatırlıyorum / biliyorum A.A'yı ... bilmemek mümkün mü? Laos ve Kamboçya'da hala afyon yetiştirilip dünyanın Eroin ihtiyacının önemli kısmı bu bölgeden sağlanıyorsa bu ticaretin bir sorumlusu da A.A. Tamam dağ kabilelerine silah veren, onları eğiten ve onların Afyonunu pazarlama işini başlatan CIA ama o afyonu dünyaya taşıyan ve karşılığında silah getiren de A.A ... onları nasıl unuturum?
    Johnny epey hareketli geçen -çalışma- süresinin sonuna geldiğinde emekli olmuş ve Güney Doğu Asya'ya geri dönüp evlenmiş, yerleşmiş. En büyük kızının okul (üniversite) işleri varmış, o nedenle gelmiş Bangkok'a ... işim bitince köyüme döneceğim, şehir yaşamı bana göre değil ... diyor.
    Gidip birer Ale kapıp (bir çeşit bira ... herkesin ağız tadına göre değil ama ben severim) şişeyi masanın kenarında açarak ona ikram ediyorum. Dutch personeli öyle yapmamdan nefret ediyor ama biraz old school takılmanın kime ne zararı var ki? 
    - ya sen diyor? sen ne yapacaksın? 
    - emekli olmayı düşünmüyorum, belki bir büro işi bulup çalışırım
    -sıkılmayacak mısın?
    ...düşünüyorum. 
    -büyük ihtimal ile sıkılırım ama ne fark ederki? artık göçebe hayatını bırakacağım...
    Sırıtıp parmağı ile havada küçük bir daire çiziyor.
    - bizler telefon numarasını çeviren, tüplü televizyon seyreden, emniyet kemeri takmadan araba kullanan nesiliz. Yerleşik düzene geçip dijital çocuklar ile birlikte yaşamayı becerebilecek misin? 
    -bu soruya deneyip ne olduğunu görmeden cevap vermek zor. 
    boşalan Ale şişesini gösterip mırıldanıyor.
    - bir sonraki tur benden, içersin öyle değil mi?
    ...kafam onun sorduğu soru ile dolu, başımı sallıyorum.  Adam durduk yerde içime kurt düşürdü be!  ...yerleşik düzene geçmeyi becerebilecek miyim harbiden? Bu gün o sorunun cevabını biliyor olsam da ihtiyar Johnny ile konuştuğumda ne biçim endişe yapmıştım, hala aklıma geldiğinde midem kasılıyor dersem bilmem inanır mısınız? 
     
  24. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman GoJ ile Sincity'de (Bangkok) 10 günlük mola veriyoruz. GoJ ya da tam adı ile George Of The Jungle'ın ex-manitası evleniyormuş ... Thai diyarının ücra köşelerinden çalışmak için gelen kızlar genelde 3-5 sene para biriktirip geldikleri köylerine geri dönerler. İki buffalo, bir motorsiklet ve üzerine ev yapacak bir parça toprak aldıklarında mesleği bırakır, bir anlamda emekli olurlar ... yani GoJ'un ex-manitanın durumu bir istisna değil. 
    Epey gidip geldiğimiz mama-san ile deyim yerinde ise kanki olduğumuz için Sincity ziyaretlerimizde otel'de falan kalmıyoruz. Go-Go barlar ile dolu Soi Cowboy'un hemen arkasındaki sokakta mama-san'ın genelde working girl! tayfası için çalıştırdığı bir hostelimtrak  bina var, kızlar burada makul ücret karşılığı (aylık 5,000 bath .. kabaca 160USD) konaklıyor, boş oda varsa (...ki genelde olurdu) biz de o hostel'de konaklıyoruz. 2,000 bath verdin mi genel banyo-tuvalet kullanımı ile oda 10 gün için sizin. 
    Mama-San bir veda partisi düzenlemek istiyor, ben "sponsor olalım" diyorum, Apple iyi kızdır ... severim onu. GoJ önce biraz mırın-kırın ediyor (cimri iskoç...hepinizin mi cebinde akrep var be) sonra o da katılıyor. Mangal artık bizim sponsorluğumuzda. 
    Soi Cowboy'da akşamları mangal yapan bi Laos'lu amca var, onu bulup olayı anlatıyoruz. Mama-San tercüme ve pazarlık olayında bize yardım ediyor ve 2 metrelik mangal'ı ucundan tutup arka sokağa, hostel'in damına taşıyoruz. Eleman bolca tavuk vs. et'i getiriyor,  bir domuz kesip taşıyor ve iki çuval odun kömürünü getirip teras'a yığıyor. İşin bize maliyeti 100USD falan tutacak ... en az 40 kişinin karnı doyacağına göre bedel gayet makul.
    Akşam üzeri parti başlıyor, teneke kovalara kırma buz konmuş, Singha'mı kapıp Apple'ı tebrik ediyorum ve dalıyorum ortama.

    İnsanlar eğleniyor, Apple'a küçük hediyeler getirip geri kalan yaşamının iyi geçmesi için dileklerini iletiyorlar vs. Nanzy (benim ...arkadaş) dans edelim diye tutturuyor. Ona biraz atar yapıyorum "tough guyz don't dance" ama sallamıyor, neyse ... biraz dans ediyoruz ama ortam bir anda bölünüyor.
    - arghhh ... bloody mother of mine!
    GoJ tepiniyor, mangal'ın başına geçmiş ... tam et araklayacakken bir odun kömürü patlamış. Köz fırlayıp bizim salağın gözüne girmiş. Hemen koluna girip onu aşağı indiriyorum ... "siz devam edin" diye sesleniyorum millete ... party must go on ... dimi?
    Petchburi'de ki Bangkok Hastanesine gideceğiz ama akşam üzeri olduğu için acaip trafik var. Bangkok'da gece yarısı bile trafik berbattır ... iş çıkış saati durum daha da efsanevi hale geliyor. Mecburen BTS'ye geçiyoruz. (bir çeşit havai metro) GoJ söyleniyor, ben de kafa buluyorum ... korsan gibi bant takarsın gözüne, hatta muhteşem cam gözler yapıyorlar ... onlardan bir tane ayarlarız sana ... mesela kırmızı renk ... millet fena tırsar.
    ...bi b*k olmamış. GoJ'un gözünü temizliyorlar, yıkıyor ve merhem sürüyorlar. Gözü şişmiş iyice ... bandaj yapıyorlar. BTS'ye binip Soi Cowboy'a geri dönüyoruz ... parti sona ermiş, mangal sokağa indirilmiş, kızlar bar'a çalışmaya gitmiş. Long Gun'a uğrayıp Nanzy'e "geldik" diyorum, saat 9'a kadar dans etmesi lazım, ondan sonra Old Dutchman'da (Soi Cowboy'un köşesindeki bir lokanta) buluşalım, yemek yer ... canlı müzik dinlemeye gideriz diye konuşuyoruz.
    GoJ beni dışarıda bekliyor, Apple'ın gidişi ve gözünün durumu bir araya gelince belli ki canı sıkılmış.
    - hadi gidip bira içelim ... diyorum
    - sen mi ısmarlıyorsun?
    - taam ... cimri iskoç'un yüzü gülüyor. Kaldırımdan aşağı iniyor ve "güm" ... bir motorsiklet arkadan gelip çarpıyor bizim salağa. GoJ bir tarafa uçuyor, motor ile ona çarpan Thai hatun diğer tarafa.  Cep telefonumu çıkarıp Nanzy'i arıyorum.
    - GoJ'a motor çarptı, onu hastaneye götürüyorum ... biraz gecikebilirim, gelmemişsem beni bekle Dutchman'da ... diyorum.
    kıkırdayıp peki diyor. GoJ'u kaldırıp durumuna bakıyorum ... sonra sesleniyorum.
    - Taksi!
    ...hava epey sıcak, rüzgar'da esmiyor. GoJ'u Toyota'nın arka koltuğuna yığıp şoför'e adres veriyorum.
    - Bangkok Hospital, New Petchburi Road please. 
    GoJ inliyor ...
    - ölecekmiyim, bana doğru'yu söyle ... ölecek miyim?
    Ona bakıp içimi çekiyorum
    - hayır ... malesef ölmeyeceksin. 
  25. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı oturuyoruz balkonda. Harem - Selam (ya da artık ismi neyse...) ortamına geçmişiz. Biz yemekten sonra kave - cigara - geyik frekansına oturtmuşuz işi, kızlar da kave - geyik - geyik yapıyor (salonda)
    ...biri kalkıp demez mi?

    - Geçen gün Nevşehir'den geçiyorum, ana caddede bir ilan "Elektrikli Döner Anadolu'da ilk defa Nevşehir'de" ...
    HaHaHaHaHa yaptık önce, sonra bir arkadaş o can alıcı soruya nefes verdi?
    - Elektrikli Döner ne ki?

    ...aHanda!
    Başladık tabi tartışmaya. Kimi elektrik sobası gibi bir sistemden bahsediyor ... ben dirençlerin üzerine ayrıca kok kömürü konmuş olabileceğinden ve sistemin arkasına da bir vantilatör eklenebileceğinden bahsediyorum. Ama daha uçmuş tahminler de var tabi ... mesela elektriği direkt olarak et'ten geçirme ve eti ocak falan olmadan pişirme (tabi bu yöntemin olası bir sakıncası var ... o da döner ustasının ete dokunmaya kalktığında ayakkabılarından çıkacak oluşu)

    tahminler havada uçuyor, bahisler artıyor ve cidden "ulen elektrikli döner nasıl olur?" diye kafa yoruyoruz.

    ...sonra biri
    - Gidip bakalım
    ...demez mi?

    Hay bin kunduz ... tamam bir sonraki gün Pazar ama 750 kilometre yol "elektrikli dönere" bakmak için aşılmaz ki?
    ...yoksa aşılır mı?

    Cevap : Evet

    Bize "geri zekalılar" şeklinde bakışlar atan karılarımızın muhalefetini sallamadan arabaya doluştuk ve dört dallama (biz) Nevşehir yolunu tuttuk. Uykusu gelen yer değiştiriyor ve kasmadan ama istikrarlı şekilde kilometreleri yiyiyoruz.

    Nevşehir'e vardığımız zaman saat epey erkendi, döner için fazla erken ama kahvaltı için değil. Oturup acele etmeden güzel bir kahvaltı yaptık ve mekan sahibi abiye elektrikli dönercinin yerini sorduk (bez afiş kalkmıştı) ...biliyormuş o mekanı. Bize güzelce tarif etti.
    ...sağolsun.

    Hediyelik eşya satan mekanları falan dolaşıyoruz ama içimiz içimize sığmıyor, saat biraz geçse de gidip elektrikli döner'i görsek diyoruz.
    ...belediye çay bahçesinde atılan 79 King partisinden sonra saatlerimize baktık, birbirimize baktık ve kalktık.

    Arabaya binip tarif edilen dönercinin önünde park ettik ve arabadan inerken aramızdan biri günün sözünü patlattı.
    - İşte gerçeklerle yüzleşme zamanı...
    ...peHHH ... sanki yaşamın sırrını çözeceğiz, neden gerilim yaratırsın ki?

    Dönerci güler yüzlü bir abi, eskiden aktarlık yapıyormuş ama işi bırakmış ... eski dükkanını hediyelikçilere kiraya vermiş, o da çarşı içinde başlamış döner kesmeye.
    - İlk zamanlar zorlandım, ama alıştım artık... falan diyor.

    O bize döner keser, lavaşın üzerini süslerken sorduk....
    - Ya sen bir ara bez afiş astırdıydın ... değil mi? "Elektrikli Döner" yazıyordu üzerinde ... haklımıyız?
    - Evet ...sonra alet bozuldu, söküp attık. Aha buraya takılıydı.

    Gösterdiği yere baktık. Döner'in merkez taşıyıcı çubuğunun üzerinde bir dişli yuvası (sonradan parçaları da gösterdi....) tezgahın üst kısmında da bir elektrik motoru. Sistem çalışırken düğmeye basıldığında döner ateşin önünde ağır ağır ve motor tahrik'i ile dönüyormuş. Bizim kafamızda kurguladığımız şeyler ile ilgisi/alakası yok ... sadece eti yavaşça çeviren bir "şey" işte ... ama elektrikli mi? Evet (tabi çalıştığında) yani abinin reklamı yanlış ve/veya yanıltıcı değil.
    ...pıFFFF ....dedik tabi. (bkn.XXL hayal kırıklığı)

    Bin tane senaryo üretmişiz ama bu basit düzenek aklımıza gelmemiş. Teknik açıdan adam haklı, döner'i bir zamanlar elektrikliymiş işte... tabi işin sonunda biz iki dişli, bir metre bisiklet zinciri ve yanık bir bobin görmek için 1,5000Km yol kat etmiş olacağız ki bu bizi en hafif tabir'i ile -enayinin önde gideni- yapar. (Hayır ne bekliyorsak? Adam dünyanın merkezine giden yolu keşfettim diye ilan asmamış ki... bizim sergilediğimiz bu anlamsız ısrarın kaynağı ne?)

    ...adam bizim suratımız düşünce üzüldü, ne oldu diye sordu? Anlattık mevzuyu (kasmaya gerek yok, batmışız zaten) gözlerinden gelen yaş biraz azalınca demez mi?
    - Geleceğinizi bilsem döner tezgahını tamir ettirdim. (Bkn.iyi niyetli insan)

    Dönüş pek rahat değildi tabi ki, karılarımız bizimle epey bir dalga geçti ...
    - Haberleri seyrettin mi? Çekirdeksiz Karpuz yapmışlar.
    - Sus kız, duymasınlar. Görmeye giderler şimdi...

    ...hAhAhA (hiç komik değil) ... biz alternatif olarak "Erkek erkeğe bir yol macerası yaşayalım dedik, döner işin bahanesi" falan dediysek de bizi santim sallamadıklarını söylemeye bilmem gerek var mı? :(
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.