Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    ...istek üzerine ... devam.
     
    Borusan'dan ayrılmışım ve Ford ile görüşüyorum ... boş kalmayayım diye ajans ile konuştum (malum boş duranı Allah sevmez) dedim ki bana kısa bir iş ayarlasanıza. "Afrika'ya gidermisin?" dediler ... giderim tabi? Neden gitmeyeyim? Severim Afrika'yı (cidden) ...iş aslında basit. Araplar Sudanlılara 400 kadar 4x4 pickup satmış, bunları Bur Sudan'a gemi ile sevk ediyorlarmış. (Şimdiki adı ile Port Sudan) araçları karayolu ile Hartum'a getireceğiz, ardından da bir "kademe" kurup Sudan'lı mekanikerlere nasıl araç bakımı yapılır? O kuzu'lar nasıl yolda tutulur ... göstereceğiz.
     
    ...tamam dedim. Atladım uçağa, Kahire (Afrika'ya genelde hep Kahire üzerinden girerim) oradan da gene uçak ile Hartum.
     
    Gece Hilton'da kaldım (...evet orada da Hilton var, oldukça değişik bir otel ... ama o ayrı bir hikaye) sabah Genelkurmay başkanlığına gittim. Nil nehri kıyısında üç katlı, geniş bahçeli bir bina. Biraz beklettiler, sonra bir yarbay karşıladı ... sevkiyat işinden o sorumluymuş. Ne yaparız? Nasıl yaparız? konuştuk ... bir mühendis daha geliyormuş (İskoçyalı) o gelince hep beraber Bur Sudan'a geçelim, gemiyi orada bekleyelim dedik. Ben otele döndüm ... yapacak fazla bir şey yok. Bekliyorum işte.
     
    İkinci günün akşamı canım sıkılmaya başladı. Hartum'da da yapacak fazla bir şey yok. İçki satılan bir kaç yerden biri olan Hilton'un brında oturup kafa çekebilirsin, çarşı pazarda dolaşıp otele geri dönebilirsin ya da bahçeye çıkıp Nil'i seyredebilirsin ... ama o kadar.
     
    ...gittim resepsiyona, elemanlara dedim ki "Bana bir araba ayarlasanıza, piramitlere gitmek istiyorum" ...tamam dediler. Daha önce Sudan'a geldiğimde piramitlere gitmek için zaman bulamamıştım, madem bu defa mal mal oturuyorum,gidip piramitleri göreyim dedim.
     
    Sabah kalktım ... baktım arabam gelmiş, yanıma iki parça bir şey aldım ... atladım arabaya. Şoförlü kiralık arabamız bir beyaz 240 dizel ... bilen bilir, dikiş makinesi gibi sesi vardır 240 D'nin ... dardardarrrr diye dolaşırsınız Şoför üç beş kelime ingilizce biliyor, yolu biliyormusun diye sordum? Biliyormuş ... ne olur ne olmaz harita üzerinde rota'yı konuştuk, anlaştık ... yol yaklaşık 200km falan, bir şey değil diye düşünebilirsiniz ama Afrika'nın bazı kesimlerinde bu 1 - 1,5 günlük yolculuk demektir, tabi aracınız bozulmaz ya da başınıza b*ktan bir şey gelmezse.
     
    Neyse ... bindik kuzu'ya , başladık güneye dardardarrrr akmaya. Zaten çok geçmeden çöl yoluna girdik, manzara ipnotize edici, hava 50 derece falan. Yapacak en iyi şey cigara + bolca su içmek ve uyuklamak.
     
    su iç, uyan cigara iç ... su iç ... uyu ... uyan su iç ... ama nereye kadar?
     
    ...çişim geldi ya!
     
    Akşam üzeri olur, biz de Meroe'ye yaklaşırken manzara biraz değişmişti, artık yolun sağında solunda kimi zaman yanlız kalmış ağaçlar ve bolca da dikenli çalılıklar görüyordum. Kimi çalılıklara ya da yol kenarına dikilmiş değneklere falan bezler, çaputlar bağlanmış ... hani bizde "adak" yaparlar ya ... öyle bir şey diye düşündüm ... anlayacağınız fazlaca da sallamadım.
     
    Ama böbrekler alarm sinyali vermekte ... Dedim şuralarda bir yeri sulayayım (kendi kendime) hem rahatlarım, hem de ekolojik açıdan faydam olur. Şoföre "dur" dedim, durdu ... arabadan indim, yolun kenarına yürüdüm ve gene bez falan bağlanmış bir çalının arkasına yöneldim.
     
    Ana!
     
    Şoför attı kendini arabadan ... başladı tepinmeye ... ne oluyor be?????
     
    Aklıma ilk gelen tanrı humbabubumba'ya saygısızlık mı yapıyorum oldu ... yerel de olsa inanışlara saygısızlık yapmak istemediğim için durdum. Üzerine çaputlar bağlanmış çalının yanı başında, yoldan da 10 metre falan uzaktayım.
     
    - Ne var be? ...şoför heyecandan ingizlice'yi unutmuş ama tepiniyor + çığlıklar atıyor.
     
    ...kesin tabu'yu bozuyorum diye düşündüm ... çölde işeyecek yer mi yok? Gider yolun öbür tarafında hallederim işimi dedim, tam bir adım attım. Şoförün çığlıkları daha da yükseldi. Ne var be?!? Menepoza'mı girdin kör olasıca?
     
    Sonra ingilizce'yi hatırladı herif ... başladı eli ile yeri gösterip "mine, mine bumbum!" demeye. (Mine = Mayın)
     
    - Hassss!!!!!!!
     
    Sudan'da iç savaş sürmekte, demek ki birileri etrafa mayın döşemiş (büyük ihtimal ile hükümet) ve o bez parçaları falan (hani bizde tabela koyarlar ya) uyarı amacı ile asılıyormuş. (nasıl bir uyarı o be?)
     
    ...eee? Nasıl dönücem geri? Zemin beton gibi, ayak izlerim belli değil ki ... ya mayına basarsam?
     
    - Arabayı getir buraya! ... diye seslendim şoföre ... -olmaz- diye başını sallayıp geçti oturdu arabaya ... Lan! p*ç, getirsene arabayı! Yok abicim, herif sallamıyor.
     
    - Sen gel sırtına bineyim dedim :)...bu teklifimi zerre sallamadı.
     
    Hay muhterem validen!!! İş başa düştü ... Allahtan mayın neye benzer biliyorum, topuk patlatana, zıplayan betty'e ya da salak kara mayınına yabancı değilim. Hemen dört ayak üzerine indim (miyobum ya) önüme bakarak ve anten, basınç levhası vs. olabilecek ıvır zıvır (mesela küçük kaya parçası, duyarga saklayacak ot vs.) uzak durarak ve on metreyi yaklaşık yarım saatte alarak yola geri döndüm. (Bkn.yusuflamak)
     
    Arabaya bindim, korku ve sıcak nedeni ile ağzım kurumuş ... bir buçuk litrelik Nestle suyu içip başladım kazıtmaya, bir tane de şaplak patlattım ensesine. (dallama resmen bıraktı beni be...) öfke nöbetim geçene kadar tepinip bağırdım biraz daha ... sonra piramitleri görmeye gittik.
     
    ...yani teoride.
     
    Gece ortası Meroe'ye yaklaşık 20 km kala Sudan ordusu yolu kesti, ileride çatışma varmış. (Hay Bin Kunduz) daha ileri gidemezmişiz. Mecburen döndük geri, bir ara durduk ve yolun tam ortasına çişimizi yaptık ... hatta "daha az toz kalkar sayemizde..." diye espri patlattık ve sonraki gün öğleye doğru komple toza bulanmış, yorgun ve piramitleri görememiş olarak Hartum'a geri döndük. (hiç bir şey yaparak geçirilen 36 saat sonunda)
     
    İskoçyalı gelmişti ... profesyonel nezaket gereği (Afrika'da beraber yola çıkmadan önce oturup içki içmek beyaz adamın adetidir.) birer viski içtik, odaya çıkıp duş aldım ve yola çıktık. Yolda ona maceramızı anlattım ... ne dese beğenirsiniz?
     
    - Ben beş sene kadar önce gidip görmüştüm, abartılan bir nokta ... yarıya kadar kuma gömülü boktan taş parçaları işte
     
    ...arghhhh! (Şeytan diyor ki sık gırtlağını...)
     

  2. Kaan Yagizer
    ...inanılmaz sarhoşum. Öyle sarhoşum ki yolun kenarındaki ilan panosuna tutunmuş ve derin düşüncelere dalmışım.
    - Yüzünün suyu hürmetine ...  mesela bu takılmış kafama. Yüzünün suyu ne demek be abi? leğene su koyup traş oluyorsun, sonra birileri gelip leğendeki o köpüklü suya mı hörmet! ediyor?  ...Sonra toparlıyorum kendimi... gece ayazı ve fena halde eve gitme ihtiyacı ağır basıyor. Yoksa orada, Londra'nın göbeğinde bir ilan panosuna (ışıklı) sarılmış olarak kalacak ve belki de hayatın anlamını bile çözeceğim.
    Toparlanıyor ve Underground'a (Londra Metro'su) gitmeye karar veriyorum. Metro beni eve götürür... götürür de Metro nerde ki? Yakınlarda bir yerde olmalı, öyle hatırlıyorum en azından ... ama nerede? Indiana Jones daha az ip ucu ile Kutsal Kase'yi bulmuş olsa da ben bir türlü Underground tabelasına ulaşamıyorum. Sokak, sokak bloğu araştırıyorum ama nafile.
    ...sonra bakıyorum bir Bobby geliyor ...komik şapkalı (silahsız) yaya devriye polisine Bobby diyorlar. Tutunduğum demir bahçe korkuluğunu bırakmadan ona el salladım.
    - Bana yardım edebilir misiniz?
    - Buyrun beyefendi...
    Adam ben boylarda, bıyıksız ... temiz yüzlü.
    - Söylemeye utanıyorum ama Metro'yu bulamıyorum. Fena halde sarhoşum da...
    Bobby kibarca gülümsedi, sonra da Underground'u tarif etti.
    - Aslında fazla uzakta değil ancak korkarım ters yöne doğru ilerliyorsunuz. Geriye dönün ve ikinci ışıklardan sağ'a sapın. Giriş 20 metre kadar sonra sağ tarafta.
    Teşekkür ettim ... Bobby yardıma ihtiyacım olup olmadığını  sordu, kendi başıma gidebilir miydim? Yoksa bana eşlik etmeli miydi? ...Hayır dedim, teşekkürler. Kendim gidebilirim.
    Konsantrasyonumu toparladım, ayaklarıma bakıp hangisinin sağ ve hangisinin sol olduğunu bir kere daha kesinleştirdikten sonra sol - sağ diye içimden geçirerek ve mümkün olduğunca düzgün adımlar atmaya çalışarak polisin tarif ettiği yöne ilerledim.  Metro girişi gerçekten de adamın dediği yerdeydi ... düşmemeye dikkat ederek (merdivenlerden yuvarlanmaya prensip olarak karşıyım) aşağı inip koridordan geçerek lobi'ye çıktım. Amacım belli Paddington'a gitmek için hangi perondan hangi metro'ya bineceğim.
    Başladım haritada ki kırmızı - yeşil - mavi vs. hatları takip etmeye ... len! Hiç bir metro oraya gitmiyor ki ... Alalalala??? Sonra başımı kaldırıp metro haritasının üzerindeki tabelaya bakıyorum, kocaman Paddington yazıyor...ehue.  Zaten mahalledeymişim be   Bozuntuya vermeyip toparlanıyor ve 00,30 metrosundan yeni inmişim havasında yol hizasına çıkıyorum. Kaldığım ev duraktan fazla uzak değil, yeniden ayaklarıma bakıp hangisinin sağ, hangisinin sol olduğuna bir kere daha "karar" verip başlıyorum yürümeye.
    Sonra... daha doğrusu evin kapısına geldiğimde bir düşünce beliriyor kafamda. "lan ben polis ile türkçe konuştum!" ...o an bu konu üzerinde daha fazla düşünce üretemeyecek kadar yorgun, sarhoş ve tükenmiş olduğum için yatıp uyuyorum. (ayakkabılarımı çıkardıktan sonra) ...ancak sabah ağız kuruluğu, susuzluk hissi ve baş ağrısı ile birlikte ayıldığım an o düşünce gene kafamda beliriyor.  Muhteşem ingiLAZ kahvaltısı (reçelli çörek ve dandik çay) ile karnımı doyururken olasılıklar üşüşüyor kafama.
    - Türkçe konuştum, polis türk veya kıbrıs'lı idi ... sarhoş olduğumu görünce bozuntuya vermedi, bana türkçe yardım etti.
    - İngilizce konuştum, ama o kadar sarhoştum ki türkçe konuştuğumu sandım
    - polis falan yoktu, alkol zehirlenmesi nedeni ile halüsilasyon gördüm.
    Teoride üç olasılık aynı düzeyde geçerli.
    Londra polisinde Kıbrıslı (Güney ve Kuzey) ve hatta Türkiye göçmeni polisler var, hatta günümüz Londra Belediye başkanı bile Türk asıllı ... yani bu opsiyon epey mümkün.  
    Aşırı alkol nedeni ile kafam  bulanmış olabilir, polis ile ingilizce konuşmuş - anlaşmış ama sonradan (nedense) o konuşmanın türkçe yaşandığı türünden bir takıntı geliştirmem de mantık dahilinde, yani bu opsiyon da akla yatkın.
    Sonuncu seçenek derseniz ... bence en kuvvetli seçenek bu, hava ile ya da bir ağaç,direk vb. ile sohbet etmiş, ondan yön bilgisi almış ve zaten bildiğim, daha önce kullandığım metro istasyonuna halüsilasyonumun yönlendirmesi ile gitmiş olabilirim ... evet, bu seçenek te gayet mantıklı.
    ...anlayacağınız o vak'a benim için hala esrarını korumakta. 
    ... 
  3. Kaan Yagizer
    Yazlık ta ilk günün bilançosu...

    - Kaybedilen anahtar krizi (peder vs. bütün aile)

    - Belediye hoparlöründen yapılan beyin s***** anonslara toplu isyan (site halkının katılımı ile)

    - Deniz kestanesi krizi (migrostan deniz ayakkabısı toplu alımına kadar sahil bölgesinde bütün ailenin katılımı ile)

    - Kahvaltı masasına "çakma!" denmesi ile başlayan ve annemin koşulsuz desteği ile 5-0 galip geldiğimiz kayıntı krizi.

    - Düşük şeker ve naz motivasyonu ile kızımın başlattığı ve kısa zamanda gezi olaylarına dönüşen "nestle gofret isteriz *****" krizi (migrostan bi poşet gofret alımı sonrasında çözüm süreci sonlandırıldı ayrı...)

    - Soda vs. Ayşekadın fasulyesi krizi ve babamın baldızı boğazlama denemesi. (zevkle seyrettik valla)

    - Musluk suyu kokuyo lan! ve alt kattaki tuvalete 2-3 saat girmeyin çok fena s*çtım söylemleri ile açılan g*tünüz büzüşsün ve ona cevap olarak üretilen "napalım ya? gidip zeytinliğe mi s*çıcaz?" polemiği.

    - Belediye ile yaşanan ve yola konan araç bariyerine isyan etme ve zabıta tarafınca zerre sallanmama rezaleti.

    ... bu daha ilk gün ve en az bi bu kadar unuttuğum vak'a var. 

    off ya offf!!
    İkinci gün.

    Ören'de Opet olmadığının keşfi sonrası Milas'a mazot almaya gitme yanlıları ile "neden shell kullanmıyoruz?" diyen bölücüler arasında başlayan çatışma duygu'nun babasına ezelden beri kıl olduğunu açıklaması ile doruk yaptı.

    ... pazardan alınan zeytin'in telmaşa çıkması nedeni ile zaten gerilen sinirler babamın yumruğunu gösterip "sana bi çakarım bi de yer çakar!" sür kontur'u ile yeni mecralara yelken açtı. Annemin "sokarım şimdi epix terliği ağzınıza!" ara buluculuğu ve toplu olarak denize geçiş ile rafa kalkan kavgaya akşam yemeği sonrasında devam edilmesine oy birliği ile karar verildi.

    ... İstanbul' da çok acil işim mi çıksa? ... diye düşünüyorum.
    ikinci akşam ...
    Okey masasına kurulmaca.
    Annem kenarlarına el ile işlenmiş maça, karo falan olan yeşil çuhayı serene kadar onların (sülale kapsamındaki hatunların) haftada bir toplanıp kumar oynadıklarını ve de geceleri bizi zıbartıp zabahlara kadar online okey, bingo falan çevirdikleri aklıma gelmemişti. (bkn.s*çt*k)

    ... korku ile ürperdim fekat çok geç kalmıştım.

    "hadi taşları harmanla!" uyarısı ile kaBus başladı.

    ... efendi gibi oynayarak canımı kurtaramayacağım aşikar olduğundan olayı manyaklığa ve max ajitasyon ile aileyi kavga ortamına sokmaya karar verdim (sanki zormuş gibi.)

    Çabalarım karşılıksız çıkmadı.   

    Attığım saçma sapan taşlar milleti dumur ederken annem babamı ıstaka ile dövmeye kalktı. (bkn.pekmez akıtma) tabelada sokma ve eksik marka verme,üstüne milleti suçlama taktiği ile milleti iyice gerip son anda atılan okeyler ile (iki el üst-üste) namusu (kısmen) temizleyip az miktardaki kalan zararı baldızın sehpaya bıraktığı paraları çalarak ve cırlayan hatunu "Aaa! tamam oynamadın ama seni o kadar eğlendirdik abicim" savunması ile susturarak kafamı kopartma adına kurulan kumar tezgahından tapi! kalkmayı başarmaca...

    ... Aferin be bana. (Bkn.Şerrefsizim ama sor bi nie die?)

    terasta post okey tartışması gergin şekilde sürüyor olsa da bende ki hasar zero seviyesinde ... ki bu nedenle kendimi kıvrak hareketler ile aslanın pençelerinin arasından sıyrılmış antilop kadar şen,şakrak hissediyorum bile diyebilirim.

    ... yaşasın kötülük. NiHaHoHo!

    not. ne zaman bitecek bu tatil ??
    Üçüncü Günün Sabahı : Erteleyemeyeceğim bir toplantı dizisi için İstanbul'a doğru yola çıkmaca...    
  4. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman ... arkadaşlar kapının önüne çağırdı. Yeni bir araba gelmiş, denemek istermiymiş? isterim tabi ... neden istemeyeyim ki? Çıktım kapının önüne, aHanda ... araba bu.

    MX5, siyah ... soft top. Aracın tavanı, ya da bir başka tabir ile en üst noktası pantalon kemerim hizasında ... mantıklı bir adam olsam yapmam gereken şey belli, teşekkür edip içeri girmek, masama oturup bi kave sipariş etmek. Ama ben mantığı ile öne çıkan bir adam değilim ki, kaşıntılıyım ... sıkıntılıyım eyvallah ama mantıklı?
    Aldım anahtarı, açtım kapıyı ... koltuğu geri çekeyim dedim, zaten gerideymiş. Ehue ... neyse önce kafayı ve omuzları sokarak bindim arabaya, sonra ani ve acaip estetik bir manevra ile (bkn.TIR'ın geri geri park etmesi) koltuğa oturdum ... tamam, gitmeye hazırım. Sonra çocuklar uyardı.
    - Abi sol bacağın dışarıda kaldı...
    Harbiden mi? ...hadi ya? Neyse komple sağ koltuğa yatıp sol bacağı da içeri çektim, arkadaşlar kapıyı dışarıdan kapattı ... sığdım arabaya (en azından teoride) ... kafam tavanda (kelimenin tam anlamı ile) yükseklik ayarı bulunmayan direksiyon kucağımda. Kısacası benim görüntü bu şekilde (temsilidir)

    Mx nasıl gidiyor? Gaz tepkisi nasıl? Yol hissi var mı? ...inanın aklımda değil. Test bir an önce bitsin, çıkayım şunun içinden havasındayım.  ...kaza bela yaşamadan döndüm geldim tüKKan'a ... çocuklar açtı kapıyı, kuZu'dan inicem ... de ... LAN!
    ...inemiyorum ki? Abi sıkıştım arabanın içine... eklemlerim kitlenmiş resmen, çıkamıyorum dışarı. Dizimi az kıvırsam olacak da ... kıvıramıyorum ki, direksiyon kolonuna takılmış. İtfaiye çağırsalar, hidrolik ayırıcı ile açsalar ve sprial ile kesseler yeridir yani. Millet başladı t*ş*k geçmeye ...
    - sağ kapıdan girip tavanı açın, yukarıdan çekerek çıkartalım
    - sana çok yakıştı abi, sen takıl orda
    vs.vs. Allahtan omuzlarımı oynatabiliyorum, kafayı bir şekilde branda tavan mekanizmasının arasından kurtarıp dışarı çıkarttım, böylece olduğum yerde dönebildim, iki kişi koltuk altlarımdan çekti, ben de kollarımı kullandım ve ta-taaaa ... garip bir PoP! sesi ile (bkn.Şampanya şişesi açmak) bir de baktım ki özgürüm, aracın dışındayım.
    Eğilip toprağı (daha doğrusu) betonu öpmek içimden geçmedi değil, ama karizma'yı da çizmemek lazım tabi. Hemen atlayıp suratında gizlemeye çalışmadığı gülücük ile soru soran Mazda bölge müdürünü olgunca cevapladım.
    - Nasıl olmuş araba? Sevdin mi?
    - Frenlerin dozajlaması üzerinde çalışmak lazım tabi, direksiyon biraz hissiz ... motor da alt devirlerde baygın kalıyor, onun dışında fena değil, total değerlendirmede beş üzerinden iki veririm. (Bkn.İshal olmadım, içimden don değiştirmek geldi)
     
     
  5. Kaan Yagizer
    Bir gün (O zamanlar Borusan'da çalışıyorum) arka bahçedeki benzin pompalarının gölgesinde oturuyor ve teslimatçı arkadaşlar ile geyik çeviriyoruz ... güvenlikçi uğradı.
    - Patron seni çağırıyor .... hadi be? Cidden mi? Ne gerek vardı ki? ehüe ... eŞŞedü çekip gittim yanına.  Patronum Melih Pekol (kulağı çınlasın) On numara adamdır, işi bilir, vardan ve yoktan anlar ama detaycı adamdır ... bir yerde yanlış yaptıysan hayatta affetmez.  Melih bey'in odasına giderken aklımdan "acaba ne b*k yedim gene?" diye geçiriyorum ... hayır tahmin etsem savunma kurgulayacağım da aklıma bir şey gelmiyor ki.
    - Kaan, sen motor kullanmayı biliyorsun değil mi?
    - Evet efendim, ama motorsiklet ehliyetim yok
    - sertifikasyonum tamam ama?
    - evet efendim .... gerçekten de BMW'nin kurslarına katılmış ve sertifika programını tamamlayıp Urkunde  almışım.
    - Polise yüklü miktarda motor veriyoruz, onların kademelerini kurmalarına yardım edip teknisyenlerine eğitim vereceksin.
    ....haSSS....of yaaa! (tabi bütün bunlar içten içe ve %110 sessiz şekilde yapılıyor) sesli ve resmi tepkim ise "Aye,Aye Boss" şeklinde.
    Tıpış tıpış yolu tuttuk tabi. Yunusların o zaman ki merkezi Eski Karayolları binası (günümüzün Zorlu Center'i...) arkasındaki alan. BMW'ler sandıklı olarak oraya geliyor, sandıkları açıp makinaları kuruyoruz. Bir kaç tane (sanırım 10-15 kadar K serisi grenajlı) makina var ama esas motorlar R100GS ...

    10 kadar motor -kobay- yapılmış, millet sıfırdan motor kullanmayı öğreniyor. Yani her eğitim motoru en az yirmi kere (günde) yıkılıyor. Alanın bir ucuna milleti bandajlamak için istasyon kurulmuş, diğer tarafında da biz motoru topluyoruz.
    - yıkıldı ... koş, koş ...
    Betona sıvanan polisi alıp bir uca taşıyorlar, biz motoru kaldırıp diğer uca götürüyoruz ... manzara bu şekilde yani.  Kıdemli trafikçi abiler Yunuslara eğitim veriyor, açılan kapı'dan nasıl kaçılır? Şaftlı motora nasıl gaz verilir? Trafikte sıyırma nasıl atılır vs.vs.  İlk zamanlar kırılan sinyalleri değiştiriyor ama sonradan vaz geçiyoruz ... o kadar çok stop - sinyal kırılıyor ki ... eğilen gidonu / ön çatalı kibarca (araya üzeri bez sarılı kalas koyup kanırtarak) düzeltmek yeterli. Makinalar boxer olduğu için yıkılsa da milletin bacakları ezilmiyor ... sadece sıcak motor ve egzost yüzünden bolca yanık vakası yaşanıyor ... millet dalga geçiyor ... "Yunus olmak için Bepanten banyosu yapmak şart abi!" 
    .. kimi zaman geç saatlere kadar çalışıyoruz.  Bir akşam (saat 23,00-23,30 gibi) çıkıcam, önce tuvalete gideyim dedim. Sivilleri giydim, karşı yakaya geçen ekip beni de müsait bir yere atacak işte. Ana binaya gittim, tuvalete girdim ... sonra da çıktım (doğal olarak) ...yani tuvalette kalmaz ki insan, çıkar değil mi?
    Bir çıktım ki ... anam!
    Tuvaletin kapısında nöbetçi amiri başta olmak üzere en az on polis hazırola geçmiş bekliyor. Tırstım tabi ki ... 
    ?!? Noluyo be ?!?
    - Kaan?
    - Buyur Amirim?
    - İçeride başka kimse var mı?
    - Tuvalette mi?
    - Evet..
    ...ehe... tuvalet tek kişilik be ... içeride nasıl başka biri olabilir ki? Safça cevap veriyorum...
    - Yooo!
    Yunuslar ferahlıyor ... ben de onlara salakça bakmayı sürdürüyorum.  Biri zahmet edip açıklıyor durumu. Meğer (ismini unuttum) Asayiş Büro Müdürü ani baskınlar yaparmış, o da iri yarı ve hafif kelmiş ... gecenin bir saati koridorda beni gören polis memuru kontrol baskını yiyiyoruz sanıp herkese haber vermiş ... onlar da tuvalet kapısına tören pozisyonunda dizilmiş. Yani klasik bir -yanlış alarm- durumu söz konusuymuş   
    ...anlayacağınız ben hela'da çatır-çatır ...... ellerimi yıkarken arkadaşlar dışarıda hazır kıta! bekliyormuş   Güvenli s*ç*ş diye buna denir, öyle değil mi?   
  6. Kaan Yagizer
    ... Tipitip Fenerbahçe'de takılan bir ciklet satıcısı aynı zamanda da FB fanatiği, biraz saf ... epey güleç yüzlü ve yaşlı anası dışında kimsesiz olduğundan tribünde abileri, mahallede semt sakinleri tarafınca kollanıyor, korunuyor.
    Kafasından yaz - kış çıkarmadığı sarı lacivert ve külah kılıklı beresi ile el tablasında pazarladığı tiptip'e de benziyor.

    Hafta arası, akşam üzeri ... hafiften de yağmur yağıyor. Hasan (Uzun) arabasında takılıyor, yanında manitu. Ufaktan bir şey üzerinde tartışıyorlar. Tipitip'in adetidir, park etmiş arabaları dolaşır, istemiyor olsan da sana ciklet bırakır ve yürür gider, sonra geri gelir ... ona bir sakal atarsın, mutlu olur, seni de rahat bırakır.
    ...Tipitip ciklet bırakacak ya, Uzun'un arabanın şoför camına tıklatıyor bi...

    Hasan başını çevirip bakıyor
    - sonra, sonra ... diyor

    Tipitip gidiyor, on - on beş dakika sonra geri geliyor ve camı gene tıklatıyor. Hasan camı aralasa ciklet bırakacak ... olay bu kadar basit. Ama Uzun'un canı burnunda zaten, Tipitip'in bıdıbısı onu extra geriyor.
    - ya bi s*kt*r git be! ...diye bağırıyor buna.

    Tipitip gidiyor ... on - on beş dakika sonra geliyor .. camı tıklatıyor (gene) Hasan dönüp ona bakıyor ve...
    - olm git, bak döverim ...

    Tipitip'in tepkisi ilginç, meğer gidip taş almış ve o taşı arkasında tutuyormuş. Uzun buna s*kt*r çekti ya, morali bozulmuş. Hasan buna yeniden atar yapınca arkasında tuttuğu taşı çakıyor arabanın kapı camına ve camı kırıyor.
    - Lan ben senin ta .....

    Uzun atlıyor arabadan aşağı, camı kırıp kaçmaya çalışan Tipitipi yakalayıp sokağın ortasında biraz hırpalıyor. Çok değil ama biraz ... yani hastane'ye gitmek gerekmiyor ama eczane'ye uğramak farz.

    Birileri Uzun'un öfkesi geçince Tipitip'ten artanları toplayıp Eczaneye taşıyor. Eczacı elinde geldiğince bizim oğlanı toparlıyor, sonra çay bahçesine geçip oturuyor Tipitip ... ona çay ve kaşarlı sandviç ikram ediyorlar. Bi yandan karnını doyuruyor, bir yandan da ağlıyor bu.

    İki - üç masa ötede ekip okey çeviriyor, bakıyorlar ki Tipitip ağlıyor ... çağırıp, soruyorlar
    - Ne oldu lan sana?
    - Hasan dövdü beni ... diyor Tipitip

    ...neden? O kadarını anlatmıyor, zaten elemanın aklı gidip geliyor. Uzun'un dayağından sonra kafa tam durmuş. Ekibin de kafası atıyor, Hasan'ı tanıyorlar ...
    - gidip ezelim hergeleyi ... yazık değil mi bu çocuğa?

    Hasan o an Azaplı'da kumar oynuyor. Ekip gidip onu eli ile bulmuş gibi kepçeliyor.
    - gel lan! diye yakasına yapışıyorlar ... ve efsane başlıyor.

    Hasan hem uzun (2.10 falan) hem iri (en az 150 kilo) hem de ... nasıl desem? Herifte gram yağ yok ... adam Dalyan'da çalışarak para kazanıyor (o ve ailesi) tekne tamir ediyor, yat kıyıya çekiyor ... beden işçisi yani. Üstelik sinirli bi abi. Ekip bunun yakasına yapışıyor ya ... o da kumar masasından kalkıp ekibe -yapışıyor-

    Ulan Azaplı'nın yarısı polis zaten. Hırsızlık masası köşede barbut atıyor, Cinayetçiler kapı önündeki çardak'ta nargile içiyor, İnfaz yanık çeviriyor. Hasan ayağa kalkıp onu paketlemeye gelen resmi ekibe dalınca mekandaki polisler'de Hasan'a topluca dalıyorlar.
    ... durum 20'ye bir falan ... ama Hasan onları epey bir hırpalıyor. Birisini tutup kave'nin camından dışarı atıyor, masalar sandalyeler kırılıyor ve ikinci kalamış meydan savaşı havada karada yarım saat sürüyor.

    Hasan paketleniyor ... onu ekip oto'suna atıyorlar. Yaralanan polisler ile birlikte Haydarpaşa Numune'ye gidiliyor.

    Doktorlar Uzun'un ters kelepçesini çıkarttırıyor, Hasan ilk önce nöbetçi travma doktoruna kafa atıyor, ardından polislere , hastane personeline, hastalara ve hasta yakınlarına dalıyor.

    ...Hasan'ı yeniden paketleyip Kadıköy Emniyet Amirliğine götürüyorlar. Hasan'ı orada nezarete koyuyorlar, Uzun önce nezaret arkadaşlarını dövüor, sonra içeri dalan polislere dalıyor. Em.amirliği kadrosu bir araya gelip nezarete yükleniyor ve Hasan koma'ya girene kadar onu eziyor.

    Sonuç : en az 30 orta yaralı ve Uzun harbiden koma'da ...

    Uzun'u Çapa'ya kaldırıyorlar, orada iki ay kadar yatıyor .. ardından mahkeme ve paşakapısı ... bir - bir buçuk yıl kadar da orada kalıyor. Ama bu tabi ayrı bir mevzu...

    Hasan'ın olayı duyulunca insanlar Tipitip'e kızıyor ... ona -ispiyoncu- diyorlar ... Tipitip'e ceza vermek lazım, ama ne?

    Olayı Mahmut (Piç) çözüyor
    - Mahkeme kuracağız abicim, ben ve Serçe (Serhat) hakimiz ... Yorgun (Selim) Savcı , Koray (Kekeme) ise Avukat ... keseceğiz cezasını, alın getirin bunu ... diyor.

    Ben, Rauf ve Bunalım (Hakan) Rauf'un arabaya atlayıp H.Paşa'ya gidiyor ve Tipitip'i alıyoruz. Eleman arka koltukta aramızda oturuyor ve tir tir titriyor. Kimse onunla konuşmuyor ve onu burundaki yangın yerine (eski bir köşktü, yaktılar gitti ... şimdi yerinde milyon dolarlık yalı daireleri var) götürüyoruz.

    Mahkeme bizi orada bekliyor. Çay bahçesi kapanmış (saat geç) oradan iskemle ve masa getirmişler. Tipitip'i teslim edip iskemlelere yerleşiyoruz, birileri çekirdek getirmiş ... mahkeme seyredip çekirdek çıtlatıyoruz.

    Selim başlıyor.
    - Efendim bu i**e Uzun Hasan kardeşimizi zarbo'ya (Polis) okumuş (ihbar etmiş) ve Hasan'ın ezilmesine (dayak yemesine) ve dam'a (hapis'e) düşmesine sebep vermiştir. Cezalandırılmasını istiyorum.
    Hakimler Koray'a söz veriyor ... o da demez mi?
    - sa-sa-savun-mamız yok, yok, yok-tur ... a-a-a-asın i**e'yi!

    Millet kopuyor tabi.

    Mahmut le Serçe fısıldaşıyor, sonra Serçe kalkıp kararı okuyor.
    - İ**e ispiyoncu Tipitip, halk mahkemesi seni suçlu buldu ...
    dönüp cellata ( Bülent) emrediyor.
    - Asın i**e'yi.

    Biz kararı alkışlıyoruz, Tipitip ağlıyor .. Bülent bunu yakalayıp ağacın dalına astığı ilmeğin altına götürüyor. Millet kolunu bacağını tutarken ilmek boynuna geçiyor ve iskemleye tekmeyi basıyorlar.

    ...önceden denemişler ... ağacın dalı pek kalın değil, adam asıldı mı dal eğiliyor ... yani tipitipin ayakları yere değecek.

    Ama unuttukları şey şu ... denemeyi yapan eleman atıyorum 70 kilo, bizim tipitip ise en iyi ihtimal ile 45

    İskemleye tekme atılıyor , Tipitip ipte asılıyor, dal eğiliyor, tipitipin ayaklarının ucu yere değiyor. Atalet geçtiği için dal kalkıyor ve ucunda Tipitip ile yükseliyor.

    Bizim ciklet satıcısı olmuş insan yoyo'su ... yukarı - aşağı gidip geliyor ve ipin ucunda çırpınıyor...
    - Lan herif geberiyor!

    Birileri bacağına yapışıyor, bir başkası ipi kesiyor ... Tipitip'i bir arabaya koyup Göztepe SSK'ya götürüyorlar. Nefes borusu biraz ezilmiş, korkudan altına işemiş ama başka derdi yok ...
    - Bu korku yeter ... diyerek bırakıyorlar Tipitip'in peşini ...

    Eleman milletten yüz bulamadığı için (o olaydan sonra) Stad çevresine takılmaya başlıyor, Fener'e gelmiyor ... Hasan çıktığında millet araya girip yeminler ettiği için Tipitip'e bir şey yapmıyor ve tipitip idam'dan resmen kıl payı kurtuluyor.

    ...tabi o ipin ucunda sallanırken o mu daha fazla korktu? yoksa onu şakacıktan asan biz mi? ... bu tamamen ayrı bir konu.
  7. Kaan Yagizer
    Yaz günü, okul tatil ... normalde Selim (Yorgun) ile sürterim ama o da Fenike'mi, Finike'mi ...adı neyse artık oraya yazlığa gitmiş. Ben de ona takılsam dert olmayacak ama bir kere gittim ... mekan acaip sakin, 24 saat falan geçirince kafayı yiyecek gibi oldum. Elimde odun ile evin arkasındaki çalılıklarda cırcır böceği öldürmeye (en azından teoride) başladım ... o nedenle Selim -geliyormusun?- dediğinde pas geçtim.
    ...iyi de ben nerede kalıcam be?
    İstanbul'da evim yok ki ... aslında var da, ev kapalı ... bana da anahtar falan vermiyorlar.
    ...eee?
     
    Koray'a yanaştım.... Kekeme Boğaziçinde Master programında, hem cep harçlığı çıkartmak hem de Profesöre y*l*k*lık yapmak için okulda açılan yaz kur'larında okutmanlık yapıyor. Yurtta kalıyor biliyorum ... onu aradım.
    - Yer var mı lan?
    - Va - Va - Varrr
    ...topladım eşyaları, atladım bi arabaya yaLLah Güney kampüs.
    Koray diğer asistanlar ile birlikte ana kantinin ve kütüphanenin olduğu büyük bina'da kalıyor. Yaz olduğu için tonla boş yer var, asistanlar da kafa çocuklar ... kıllık yapmadılar.
    - yayıl, takıl işte ... okul açılana kadar rahatına bak ... dediler.
    - eywallah
    Zaten okul açılmasına yakın kendi mekanıma, Ortaköy'deki geçici yuvama gideceğim.
    ...böylece başladı Boğaziçi'nde ki yaz günlerim.
     
    Yapacak pek bir işim yok, genelde spor salonunda veya orta avluda falan takılıyorum. Bazen aşağı inip boğaz'da volta atıyorum ... kütüphane gerçekten sağlam. Koray'ın öğrenci işlerindeki manitusu bana kimlik'de ayarlamış. Gidip kitap okuyorum, zaman geçirmek için ansiklopedi britannica'nın 35 cildi ve 35 ek cildini okumaktan daha iyi ne olabilir?
    ...bir de manita yapmışım kendime. Henüz bilmiyorum ama Amerika'dan döndükten sonra (yani yıllar sonra) onunla evleneceğiz
     
    Banu bir gün gelip demez mi?
    - Hafta sonu ada'ya gidiyoruz, gelir misin?
    - ....aslında çok işim var ama
    - ...peki sen bilirsin
    - şaka be, ne işim olacak? gelirim tabi.
     
    Sirkeciden vapur, yanımızda biraz eşya var ... toplam altı kişiyiz. Banu ve iki kız arkadaşı ve biz üç herif ... birbirini daha önce hiç tanımamış tek ortak noktaları manitalarının arkadaşlığı olan üç hıyar.
     
    Büyükadadan motora geçtik ... ne motoru ya? Biz ada'ya gitmiyormuyduk?
    - Sedef adasına gidiyoruz canım
    Meğer Banu'nun babasının -özel- ada'da evi varmış ... anlayacağınız o an daha da bi derinden sevdim Banu'yu ...
     
    Ada'da bir halk plajı, bir iskele ... aynı zamanda günübirlikçilere hizmet veren bir lokanta ve market var ... ama o kadar. Bir noktadan sonra yolu güvenlik kesiyor ve ancak evin var ise ada'nın özel bölümüne girebiliyorsun.
    ...kebapppp
     
    Banu'ların evi ikinci kordon'da ... yani deniz kenarında değil ama deniz manzaralı, çam ağaçlarının arasında, önden iki, yandan üç katlı ... tam bir behhh ... behhhh yani.
    ...hafiften de gözüm korkuyor eve bakınca. Kendi kendime diyorum ki...
    - Ulan bu kız gidip beni babasına şikayet ederse o herif tavuk gibi bacaklarımı kopartır, kızı delirtmemek lazım ... dikkatli ol Kaan
     
    Biz eşyaları falan yerleştirirken kızlar market'e gidip alış veriş yapıyor ... odaları paylaşıyoruz, birer neskafe yapıp evin önündeki muhteşem teras'ta keyif çatıyoruz.
     
    Oğlanlardan biri Nike'de pazarlama'da çalışıyor, diğerinin babası ise tahtakale'de tefeci ... yani çulsuz, ne b*k olduğu belirsiz -ezik- bir tek ben varım. Böylece ilk kavga çıkıyor, eleman kolumdaki Seiko5 saate bakıp dalga geçmek için
    - sünnette mi taktılar bunu sana? ...diyor. (bkn.ahanda!)
     
    Kızlar geldiğinde ortalık görece yatışmış durumda, tefecinin oğlunun burnu patlıcan kadar olmuş. Terastaki kanları falan silmişiz ama yerler hala biraz nemli. Arada sırf zevk olsun diye iki tane çaktığım Nike'ci oğlan hafiften söyleniyor ...
    ...tefecinin oğlan ve manitası son vapura atlayıp gidiyor ... bana uyar valla.
     
    Banu -arkadaşlarımı dövme- konulu bir söylev atıyor ama kavganın neden çıktığını anlatınca biraz gevşiyor. Paralı babası olsa da var yok bilen kız, helal olsun.
    ...akşam yemeğini yapıyorum ve ortam iyice gevşiyor. Hatta yemek masasında şakalar bile yapılıyor
    - Kaan'ın saatine laf etmeyin, gözünüzü hastanede açarsınız sonra.
     
    Yaz gecesi, karınlar tok ... orta kalite şarap ile (bolca) kafalar kırılmış ve hafiften muhabbet ediyoruz. Keyifler gıcır...
    ...saat iyice geç olana kadar teras'ta takılıp odalarımıza çekiliyoruz. yatarken söz veriyorum, sabah kahvaltısı benden ...
     
    Uyandığımda nerede ise öğle saati olmuş. Milleti rahatsız etmeden market'e çufçuf'luyorum. Ekmek falan alıp kahvaltıyı hazırlayacağım ... vapurlar halk plajına gelen günübirlikçileri döküp gidiyor. Ekmek alıp market'ten çıkarken tefecinin oğlanı görüyorum ... elemanın burnu daha da çok şişmiş, gözlerinin altı morarmış. Burnunun altında bir de bandaj.
    ...herife sırıtıp (bkn.pis pis) elimdeki poşet ile gitmek için dönüyorum ve güM! ... biri bana arkadan vuruyor.
     
    Cidden mi? Bana mı?
     
    Güvenlikçiler yetişip araya girene kadar tefecinin oğlan ve iki arkadaşı ile birinci sedefadası meydan savaşını başlatıyoruz. Bende de hasar var, kaşım açılmış, sağ elimin parmağı kırılmış ama marketçi, lokantacı, güvenlikçi falan bizi paket edene kadar heriflerin resmen ağz*n* s*çm*ş olduğumu gurur ile belirtmek isterim.
    ...Büyükadadan polis motoru gelip bizi alana kadar iskele'de tutuluyoruz, sonra da mevcutlu olarak Bostancı karakolu.
     
    Bostancı? Hiç sorun değil ... karakol tanıdık : Mükait polisin (rapor tutan kıdemli memur) odasından iki telefon çakıyorum mahalleye.
     
    ...önce yanında Levent (Simtel) ile Kerem (Arap) geliyor ... Kerem'in babası artık milletvekili, Levent ise acaip zengin ... tanınmış. Gelip halime bakıyor ve biraz kafa buluyorlar. Benim t-shirt yırtılmış, ağız burun şişmiş, yüz göz hala kan içinde ve elim olmuş davul. Amir ile konuşuyorlar ve taraflar birbirlerinden -şikayetçi- olmadığı için bizim mevcutsuz! savcılığa sevkimiz konusunda sulh sağlıyorlar.
     
    Levent'in araba ile Kadıköy'e giderken Şifa hastanesine uğruyoruz, kaşımı dikip parmağımı yerine oturtuyorlar ... adliye'ye giderken bi mağaza'ya uğrayıp üstümü başımı düzeltiyoruz. Hesap levent'ten ... canımsın be
     
    Savcı polis raporuna bakıyor, bize bakıyor ... elemanlar Bostancı'da şikayetçi değillerdi ama Kadıköy'de karar değiştirmişler. Savcı bunlara soruyor.
    - Tek başına bir çocuğa üç kişi saldırdınız, sonra da (beni göstererek) bu bizi dövdü diye şikayetçi mi oluyorsunuz?
    ...olay komedi'ye dönüyor. Sonra bana soruyor...
    - Sen bunlardan şikayetçimisin?
    - Değilim Savcı bey.
    - Şikayetçi isen alıcam bunları
    - Şikayetçi değilim Savcı bey, gençler bir hata yapmış.
     
    Adliye'den çıkıyoruz ... bizim çocuklar gelmişler bile. Mahmut sinyal çakıyor ...
    - Sen uza, biz halledeceğiz.
    - Eywallah
    Levent beni Kadıköy'e indiriyor.
    - Paran var mı?
    - Yok
    ... biraz para veriyor, vapura atlayıp hava kararırken ada'ya dönüyorum. Eve bir geliyorum ki Banu çıldırmış, kızın meraktan ve ağlamaktan gözleri pırtlamış be ... anlatıyorum olayı.
    ...bir hatun bu kadar ağır ve içten küfür eder mi? (anatomik açıdan mümkün olmasa da insan ürperiyor yani...)
     
    Optalidon çakıp (kızların çantasında dev bir zula var) üstüne şarap çekiyor ve güm ... vurup kafayı uyuyorum.
     
    Pazar günü sakin geçiyor, acaip ihtimam görüyorum : ...oooh ... hayat.
     
    Pazartesi öğlen gibi okula dönüş, Banu yolda benden ayrılıyor ... eve uğrayacakmış. Eşyalarını okula götürüyorum ... akşam yurttan arıyor.
    - XXXX hastanede yatıyormuş ...
    ...hastane? Tamam hasar verdim ama o kadar da vermedim ki...
     
    Meğer adliye çıkışında Mahmut ve tayfası bunu ve iki arkadaşını g*tl*rinden deşmiş ... üçünün de kıçı kevgir gibi olmuş, hastaneden yatıyorlarmış. Elimde olmadan bir kahkaha patlatıyorum.
     
    - Neye gülüyorsun? ... diye bozuk atıyor Banu... dürüstçe cevap veriyorum.
    - Seiko5'ime laf etmeyeceklerdi.
    ... önce sessiz kalıyor, sonra onu da gülme tutuyor.
     
    Kıssadan hisse ... garibanın saatine, façasına, arabasına laf etmeyin ... tepkisi belli olmaz :
     
     
    Not : Seiko 5 işte böyle bir şeydi ... otomatik mekanizmalı, öküz kadar ve tipsiz bir saatti ... ama benimdi be abicim
     

  8. Kaan Yagizer
    ... eleman aynı zamanda yolun çaprazındaki köhne otelin de sahibi. 70'li yılların sonunda s*k*r*m havasına girip nesi var nesi yok satmış, savmış ve Bangkok'a taşınmış. Önceleri bizzat o duruyormuş ocağın başında, ama sonradan yetiştirdiği thai'li personeline işi devretmiş. 

    mekan aslında leş gibi, üst kat resmen döküldüğü için hizmete kapatılmış. Ahşap zemin ve duvarlar aşırı nem nedeni ile renk değiştirmiş ama ne gam? Dışarıdaki masalara kurulup geç sabah kahvaltısı (aslında öğle yemeği) götürmeyi, ya da akşam üzeri kendime bir guiness söyleyip muhabbet koymayı seviyorum. Mekan aynı zamanda bin tarakta bez dokumuş ve iki nefes almak için bangkok'a gelmiş tayfanın durak yeri. Burada Endonezyanın teneke madenlerinden gelen mühendisler ile de karşılaşabilirsiniz, tatile geldiği için koca sakalını yeni kesmiş ve hala kulağından Afganistan tozu dökülen paralı askerlerle de. 
    Ön kolunun iç tarafında Air America dövmesi taşıyan moruk ile ... hadi ona Johnny diyelim Old Dutch'ta tanışıyorum. Dövmesini görüp sorunca bana sırıtıyor.  https://en.wikipedia.org/wiki/Air_America_(airline) 
    - hala hatırlayan var mı Air America'yı? ...onur duydum ... diyor.
    tabi ki hatırlıyorum / biliyorum A.A'yı ... bilmemek mümkün mü? Laos ve Kamboçya'da hala afyon yetiştirilip dünyanın Eroin ihtiyacının önemli kısmı bu bölgeden sağlanıyorsa bu ticaretin bir sorumlusu da A.A. Tamam dağ kabilelerine silah veren, onları eğiten ve onların Afyonunu pazarlama işini başlatan CIA ama o afyonu dünyaya taşıyan ve karşılığında silah getiren de A.A ... onları nasıl unuturum?
    Johnny epey hareketli geçen -çalışma- süresinin sonuna geldiğinde emekli olmuş ve Güney Doğu Asya'ya geri dönüp evlenmiş, yerleşmiş. En büyük kızının okul (üniversite) işleri varmış, o nedenle gelmiş Bangkok'a ... işim bitince köyüme döneceğim, şehir yaşamı bana göre değil ... diyor.
    Gidip birer Ale kapıp (bir çeşit bira ... herkesin ağız tadına göre değil ama ben severim) şişeyi masanın kenarında açarak ona ikram ediyorum. Dutch personeli öyle yapmamdan nefret ediyor ama biraz old school takılmanın kime ne zararı var ki? 
    - ya sen diyor? sen ne yapacaksın? 
    - emekli olmayı düşünmüyorum, belki bir büro işi bulup çalışırım
    -sıkılmayacak mısın?
    ...düşünüyorum. 
    -büyük ihtimal ile sıkılırım ama ne fark ederki? artık göçebe hayatını bırakacağım...
    Sırıtıp parmağı ile havada küçük bir daire çiziyor.
    - bizler telefon numarasını çeviren, tüplü televizyon seyreden, emniyet kemeri takmadan araba kullanan nesiliz. Yerleşik düzene geçip dijital çocuklar ile birlikte yaşamayı becerebilecek misin? 
    -bu soruya deneyip ne olduğunu görmeden cevap vermek zor. 
    boşalan Ale şişesini gösterip mırıldanıyor.
    - bir sonraki tur benden, içersin öyle değil mi?
    ...kafam onun sorduğu soru ile dolu, başımı sallıyorum.  Adam durduk yerde içime kurt düşürdü be!  ...yerleşik düzene geçmeyi becerebilecek miyim harbiden? Bu gün o sorunun cevabını biliyor olsam da ihtiyar Johnny ile konuştuğumda ne biçim endişe yapmıştım, hala aklıma geldiğinde midem kasılıyor dersem bilmem inanır mısınız? 
     
  9. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman GoJ ile Sincity'de (Bangkok) 10 günlük mola veriyoruz. GoJ ya da tam adı ile George Of The Jungle'ın ex-manitası evleniyormuş ... Thai diyarının ücra köşelerinden çalışmak için gelen kızlar genelde 3-5 sene para biriktirip geldikleri köylerine geri dönerler. İki buffalo, bir motorsiklet ve üzerine ev yapacak bir parça toprak aldıklarında mesleği bırakır, bir anlamda emekli olurlar ... yani GoJ'un ex-manitanın durumu bir istisna değil. 
    Epey gidip geldiğimiz mama-san ile deyim yerinde ise kanki olduğumuz için Sincity ziyaretlerimizde otel'de falan kalmıyoruz. Go-Go barlar ile dolu Soi Cowboy'un hemen arkasındaki sokakta mama-san'ın genelde working girl! tayfası için çalıştırdığı bir hostelimtrak  bina var, kızlar burada makul ücret karşılığı (aylık 5,000 bath .. kabaca 160USD) konaklıyor, boş oda varsa (...ki genelde olurdu) biz de o hostel'de konaklıyoruz. 2,000 bath verdin mi genel banyo-tuvalet kullanımı ile oda 10 gün için sizin. 
    Mama-San bir veda partisi düzenlemek istiyor, ben "sponsor olalım" diyorum, Apple iyi kızdır ... severim onu. GoJ önce biraz mırın-kırın ediyor (cimri iskoç...hepinizin mi cebinde akrep var be) sonra o da katılıyor. Mangal artık bizim sponsorluğumuzda. 
    Soi Cowboy'da akşamları mangal yapan bi Laos'lu amca var, onu bulup olayı anlatıyoruz. Mama-San tercüme ve pazarlık olayında bize yardım ediyor ve 2 metrelik mangal'ı ucundan tutup arka sokağa, hostel'in damına taşıyoruz. Eleman bolca tavuk vs. et'i getiriyor,  bir domuz kesip taşıyor ve iki çuval odun kömürünü getirip teras'a yığıyor. İşin bize maliyeti 100USD falan tutacak ... en az 40 kişinin karnı doyacağına göre bedel gayet makul.
    Akşam üzeri parti başlıyor, teneke kovalara kırma buz konmuş, Singha'mı kapıp Apple'ı tebrik ediyorum ve dalıyorum ortama.

    İnsanlar eğleniyor, Apple'a küçük hediyeler getirip geri kalan yaşamının iyi geçmesi için dileklerini iletiyorlar vs. Nanzy (benim ...arkadaş) dans edelim diye tutturuyor. Ona biraz atar yapıyorum "tough guyz don't dance" ama sallamıyor, neyse ... biraz dans ediyoruz ama ortam bir anda bölünüyor.
    - arghhh ... bloody mother of mine!
    GoJ tepiniyor, mangal'ın başına geçmiş ... tam et araklayacakken bir odun kömürü patlamış. Köz fırlayıp bizim salağın gözüne girmiş. Hemen koluna girip onu aşağı indiriyorum ... "siz devam edin" diye sesleniyorum millete ... party must go on ... dimi?
    Petchburi'de ki Bangkok Hastanesine gideceğiz ama akşam üzeri olduğu için acaip trafik var. Bangkok'da gece yarısı bile trafik berbattır ... iş çıkış saati durum daha da efsanevi hale geliyor. Mecburen BTS'ye geçiyoruz. (bir çeşit havai metro) GoJ söyleniyor, ben de kafa buluyorum ... korsan gibi bant takarsın gözüne, hatta muhteşem cam gözler yapıyorlar ... onlardan bir tane ayarlarız sana ... mesela kırmızı renk ... millet fena tırsar.
    ...bi b*k olmamış. GoJ'un gözünü temizliyorlar, yıkıyor ve merhem sürüyorlar. Gözü şişmiş iyice ... bandaj yapıyorlar. BTS'ye binip Soi Cowboy'a geri dönüyoruz ... parti sona ermiş, mangal sokağa indirilmiş, kızlar bar'a çalışmaya gitmiş. Long Gun'a uğrayıp Nanzy'e "geldik" diyorum, saat 9'a kadar dans etmesi lazım, ondan sonra Old Dutchman'da (Soi Cowboy'un köşesindeki bir lokanta) buluşalım, yemek yer ... canlı müzik dinlemeye gideriz diye konuşuyoruz.
    GoJ beni dışarıda bekliyor, Apple'ın gidişi ve gözünün durumu bir araya gelince belli ki canı sıkılmış.
    - hadi gidip bira içelim ... diyorum
    - sen mi ısmarlıyorsun?
    - taam ... cimri iskoç'un yüzü gülüyor. Kaldırımdan aşağı iniyor ve "güm" ... bir motorsiklet arkadan gelip çarpıyor bizim salağa. GoJ bir tarafa uçuyor, motor ile ona çarpan Thai hatun diğer tarafa.  Cep telefonumu çıkarıp Nanzy'i arıyorum.
    - GoJ'a motor çarptı, onu hastaneye götürüyorum ... biraz gecikebilirim, gelmemişsem beni bekle Dutchman'da ... diyorum.
    kıkırdayıp peki diyor. GoJ'u kaldırıp durumuna bakıyorum ... sonra sesleniyorum.
    - Taksi!
    ...hava epey sıcak, rüzgar'da esmiyor. GoJ'u Toyota'nın arka koltuğuna yığıp şoför'e adres veriyorum.
    - Bangkok Hospital, New Petchburi Road please. 
    GoJ inliyor ...
    - ölecekmiyim, bana doğru'yu söyle ... ölecek miyim?
    Ona bakıp içimi çekiyorum
    - hayır ... malesef ölmeyeceksin. 
  10. Kaan Yagizer
    ...sandık başındayız. Her gelene nasıl oy kullanması gerektiğini anlatıyoruz ama gene de 11 seçmen "geçersiz" oy atmayı beceriyor. Herkes YSK'nin s*ç*p batırdığı konusunda hem fikir ... yahu bu kadar kullanışsız, bu kadar kötü tasarımlı oy pusulası yapılır mı be?
    ...sandık müşahitlerinden biri "acıktım" diyor, yakında sokak simidi yapan fırın var. Ona "biz tezgaha bakarız, sen bi koşu git simit al , gel" diyoruz.
    ...öyle de yapıyor... başkan, memur ve üç parti müşahiti. 5 tane sıcacık simit almış, teşekkür ediyoruz. Tam simidi -lüp- edicem, gözüm "dışarıdan" sandığa katılan HDP Müşahitine takılıyor. Ya onu atladık be! Gidip yanına oturuyor ve simidi kırıp yarısını ona veriyorum.
    - Sağol abi, ne gerek var? ..diyor ... simidi alması için ısrar ediyorum. Kırmıyor (sağolsun) beraber lüpletiyoruz sıcacık sokak simidini.
    ...bir zaman sonra yanıma gelip elindeki telefonu gösteriyor ... tweet atmış bizim hakkımızda.



    gülüşüyor, işimize devam ediyoruz.

    ...belli ki bir MHP'li ile daha önce hiç bu kadar yakın olmamış, aslında işin dibine bakarsak bir HDP'li ile -yakınlaşmış- zaten kaç tane MHP'li var ki? Gezi'de gazlanmamış, bir HDP'li ile kol kola girip gaz bulutundan birbirimizin üstüne, başına kusarak ve de yardımlaşarak çıkmamış olsam büyük ihtimal ile ben de çıtır simidimi pay etmezdim...

    Yani aslında bizimki simit değil, gaz kardeşliği...
    ...belki de ihtiyacımız olan da bu... bir simidi kırıp beraber tıkınmak ve karşımızdakinin tam olarak ne istediğini anlamaya çalışmak...
  11. Kaan Yagizer
    Noel zamanı, henüz ailem ile papaz olmamışız ... dolayısı ile o geleneksel aile toplaşmasına ben de katılıyorum. Toprağı bol olsun yengemgil henüz sağ, dolayısı ile ona önceden weiss salad (bir çeşit soğanlı - mayonezli patates salatası) siparişi vermişim. Dayımlara giderken aklımda birazdan sömüreceğim yanı "beyaz" hindi eti ve malzeme dolu weiss salad tabağı epey bir yer tutuyor.

    Arabayı park edip elimzide hediyeler ile dayımların eşiğini aşıyor, yükümüzü ağacın altına boşaltıp zencefilli kurabiyelere dalıyoruz. Benim hatuna bağlama çekiyorum ... "zenbeöğgrebenebuyundadifin" ... türkçe meal'i ... "sen de öğrensene bunun tarifini!" ...ağız tepeleme kurabiye dolu olunca ancak bu kadar konuşuluyor.

    ... aile geleneği, her Noel bir kişi veya aile dışarıdan davet edilir. Kör inanç diyebilirsiniz, ya da rızkı paylaşma olarak algılamak ta mümkün, işte o kadro'yu yeğenim Akut'tan bir çalışma arkadaşı ile doldurmuş ... eleman epey ünlü ama bir tarafı kalkmamış, el sıkışıyoruz ve ona ilk sözüm ...

    - Beklediğimden kısaymışsın yahu! ...oluyor. Aldığım cevap beni güldürüyor.
    - Ama her santimim irade ve kararlılık dolu!

    Çok geçmeden ev doluyor, kardeşim -solo- uçuşta, gene sevgilisinden ayrılmış, yanlız geliyor yemeğe. Annem ve Babam bir köşeye çekilmiş pıSpıS bir şeyler konuşuyor. Kuzenlerim Eggnog'a -alkol- takviyesi yapması için yengeme bağlama çekiyor ama o her zaman ki Alman disiplini ile emrediyor.
    - Olmaz öyle şey, içinde zaten yeterince alkol var. Ailenin dişi nüfusu ... mutfağa!

    Yengem ailenin kadın nüfusunu toparladığında kardeşime soruyorum ...
    - XYZ'yi niye getirmedin?
    Canı sıkkın, biraz surat yapıyor. Yeğenim alt yazı veriyor ...
    - Kız ne zaman evlenicez biz? ...demiş.
    Auuu!! Benim birader evlilikten çok korkar be...
    - Ee? Napıcan? ... diye üsteliyorum
    - Çin'e gidiyorum, patronla konuştum ... önümüzdeki hafta taşınacağım.

    Birader ülkenin en büyük kağıt toptancısında çalışıyor, firmanın yurt dışında fabrika ve depoları var. Demek Çin'e kaçıyor.
    - Yuh hayvan! Evlenmemek için Çin'e mi taşınıyorsun? ... karıdan bu kadar korkulur mu be?
    ...başlıyoruz bununla dalga geçmeye... bildiğin salak ya!

    Yeğenim sanki kendi günahsızmış gibi üst üste atıyor taşları...
    - Arabayı sota bir yere park ettin mi? Hatun bizde olduğunu anlarsa gelir basar evi ...
    - Ya seni orada da bulursa? O zaman napıcan? ...vs.vs

    ..."hadi masaya!" çağrısı kurtarıyor biraderi. Geçip yerimizi alıyor ve başlıyoruz tabakları elden ele dolaştırmaya. Masanın etrafına bakıyor ve sırıtıyorum. BM gibiyiz be!

    Benim tarafım durumu zaten malum! İkisi de Katoliklik'ten dönme Protestanlar ... Dayım Müslüman, Yengem ise koyu Katolik ... Yeğenim Katolik, onun karısı ise Evangelist. Kuzenlerimden biri bildiğin ateist, onun kocası ise Yahudi ... diğer kuzenim ve eşi de Hristiyanlar ... ama onların ki tel maşa ... neden derseniz ilk bebeklerini vaftiz ettirdiklerinde çocuğun nerede ise askerliği gelmişti. Kilise'ye o kadar sık gidiyorlar yani ...
    ...muhabbet muhabbeti açarken ünlü konuğumuz niçin sırtıttığımı soruyor, anlatıyorum.
    - Mantıklı .. diyor ... sonra da soruyor.
    ... ama kafama takılmıyor değil, bu karmaşada çocuklar hangi inanç sistemine yöneliyor?

    ...ona bizim "ailenin" çözümünü anlatıyorum.
    - Bak bin yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, bu dediğim de o kadar eski bir aile geleneği. Biz çocukların dinine, inancına karışmayız. Nasıl olsa aile o açıdan aşure gibi, her din ve her ırk'tan gelinler, damatlar, kuzen ve yeğenler, teyzeler ve amcalar var. Çocuk büyürken her çorbayabir kaşık atıyor ... büyüdüğünde de canı hangisini çekerse o porsiyonu tüketiyor.

    Başı ile arka tarafta Kuzenimin Grand Danua köpeği ile oynayan çocukları işaret ediyor...
    - Sen hristiyansın, karın ise müslüman
    - evet
    - kızın büyüdüğünde müslüman olursa bir şey demez misin?
    - haddime mi düşmüş?
    - ...harbiden mi?
    - evet

    ...sessizlik oluyor, belli ki bizim konuğun kafası karışmış. Sırıtmayı sürdürerek tıkınıyorum, ailemin bir millenium'da ulaştığı kafa frekansına konuğumuzun beş dakikada park etmesini beklemiyorum tabi ki...

    Bir gözüm kız'da, Victoria (Danua) uysal bir hayvan ama öküz kadar, istemeden çocuğun kafasını gözünü kırmasın hesabındayım. Diğer gözüm de ağacın altında, bana ne hediye aldılar acep? diye merak ediyorum ... bukalemun gibi takılıyorum ***

    Dışarıda hava soğuk, arada hafiften kar serpiştiriyor ama evin içi sıcacık, insanlar rahat ... ortamda diz boyu huzur var.
    ...seviyorum Noel arifesini be...
  12. Kaan Yagizer
    12 yaşına kadar Galata'da ikamet ettik, Galata dediğin Yüksekkaldırım'a iki sokak mesafe, doğal olarak bizim çocukların mekanı. Tarlabaşı'lı p*çl*r Zürafa'ya takılır, Dolapderelilerin mekanı zaten malum durumda, Tophaneli veletler dersen onlar -aşağı- karhane civarını mesken tutmuş ... yüksekkaldırım ve o dönemin anılan nam'ı ile "lüküs" karhane ise galata veletlerinden sorulur.

    ... yaşın ufak ise girişteki koca kapıyı tutan bekçi amca'nın kolunun altından geçmek öyle kolay iş değil, yol - iz bileceksin. Mesela kaşını gözünü oynatmadan elemanın gözünün içine bakıp...

    - Annemgil çağırtmış bea! ..diyebilmen lazım, lazım ki Bekçi seni avluya salsın....

    Kapıyı bir kere aştın mı seni içeride bambaşka bir dünya bekliyor. Girişin solunda vukuat çekmiş elemanları dövdükleri polis klübesi, hemen onun yanında emanetçi, onun karşı tarafında benim favori p*z*v*nk*m olan Şevki abi'nin işlettiği on numara. Onun az altında da büfe ve tuvalet.

    ...kapıda kimlik kontrolüne takılan veletler arkandan atar yapar, bekçi'ye...

    - Onu neden aldın da bizi almıyorsun ...der ve bekçi de onlara...

    - Onun durumu ayrı, o *r*sp* çocuğu diye cevap verirken ilk iş Şevki abi'nin mekana dalıyorum...

    Şevki abi, adı üzerinde ... ağır ve şevkli bir abi. Karhanede'ki bütün ağır abiler gibi o da Madam (Manukyan) için çalışıyor, bir anlamda emanetçi. Yanında katlara bakan abiler ... ki bunlar saat tutup işi ağırdan alanın kapısını yumruklar ve ...

    - İçine mi düştün bilader, hade ... hadee..

    ..diye bağırırlar, ya da vitrinciler ...ki bunlar kalabalık içinde kararsız kalmış elemanları ...geç anlaş! koçum, ya da s*kt*r git ... kapatma dükkanın önünü diye kışkışlardı ... çalışsa da mekanın tek ve de en baba abisi Şevki abi (doğal olarak) ...dik yokuşun altındaki yangın yerine Murat 131'ini çekişi, yumurta topuklu ayakkabıları ile dükkanına ağır adımlarla gidişi ve hemen her zaman sakin tavırları hala aklımda... Şevki abi. Ağır abi, karizma abi...

    Hesap kitap ondan sorulur, karhane'nin en ağır abilerinden biri olmanın getirdiği karizma gereği 7/24 Orhan Baba dinlerdi Şevki abi. Her gün okul çıkışı onun yanına gider, bahşiş toplamak ve ayak işi yapmak için ortalıkta mal mal dolaşan diğer Galata p*çl*rinin aksine onun görüş alanından pek çıkmazdım. Neden çıkayım ki? Adam resmen seni fırtınadan koruyan kadim ağaç gibi .. mağrur, güven veriyor insana.

    ...sermaye'ye tost'mu alınacak ... koş Kaan, Şevki abi'nin ayakkabılar boyacıda mı? Koş Kaan, kapıya taksitçi mi geldi? Koş Kaan ... akşam yemeğine, yani gececilerin ufaktan gelmesine kadar on numara'da takılır ... akşam da eve resmen cebim para dolu gelirdim.

    Sermaye bahşiş verir, p*z*v*nk bahşiş verir, kapıda ki bekçi kendi payını alır (ne de olsa gir - çık mevzuunda sorun yaratmıyordu ... bunun bir karşılığı olacak değil mi?) tatlıcı'ya yollanan para'nın üstü sende kalır, yemekçi'den taşınan pilav üstü karşılığı bahşiş cebe indirilir.

    Yüksekkaldırım o zamanlar acaip popüler, escort işi henüz icad olunmamış ... kaçak ve güvensiz randevuevlerine ya da dolapderede ki çingene karhanesine takılmayacaksan adres belli. Millet geliyor, karhane çalışanları kendi deyimleri ile "ağırlıklarını alıp" müşterileri iyice "silkeliyor" ve hemen herkes paraya para demiyor.

    Arada yamuk yapmak isteyenler de çıkıyor tabi. Ama mal sahibi yani Madam uyanık. Hemen herkesi bordrosuna almış, dönemin en baba abileri, mesela Beyoğlu tarafının belki de tek hakimi Kürt İdris'in dahi Madam'ın duvarlarının arkasında söz hakkı yok.

    ...kıllık mı yaptın? Arıza mı çıkardın? Hemen p*z*v*nk takımı seni paketliyor, polis'e teslim ediyor ... onlar da Allah ne verdiye sana ikram ediyor. İçeride emanet! taşımak madam tarafınca yasaklanmış, müşterilerin üzeri aranıyor ... çalışan ağır abiler de kapının karşısındaki hamam'a uğruyor ve bellerindeki emanetleri hamamcı abi'ye teslim ediyor ... akşam çıkarken de geri alıyor.

    ...hayat güzel be ... hem eğleniyorum, hem de o biçim para kazanıyorum. Babam durumu santim sallamıyor, Annem ise bozuk atıyor "Ağzını bozuyo o karılar" falan diyor ama ne gam? ...çok da tıNNN!

    Bir gün okul çıkışı gidiyorum ki tezgahta bir başka abi oturuyor.

    ...kim lan bu?

    Sermayelerden biri anlatıyor ...Şevki abi önceki akşam dostu ile kavga etmiş, olay büyümüş. Birileri daha dahil olmuş ...Dolmabahçe'de deşmişler Şevki abi'yi, o da çekmiş emaneti iki kişiyi indirmiş. Sonuç o hastanede, vurduğu abiler ise imam'ı görmeye gitmiş.

    Sermaye'ye soruyorum ... bu kim?

    - Aşağıdan geldi, Madam Şevki abi'nin yerine yollamış ... diyorlar.

    O gün yeni -abi- ile takılıyorum ma ıHHH! ...çocuk aklımla pek ısındığım Şevki abi'nin yerini tutmuyor. İki yıl'ı aşkın süre ile her gün gördüğüm abi'mi özlüyorum.

    ...ben gelmeyecem, bi başka ayakçı yollarım, olur mu? ...diyorum yeni abi'ye?

    Belli ki üzüntümü anlamış, cebime para koyuyor ...bir ihtiyacın olursa gel diyor. O da iyi bir abi ama ... Ohannes'e devrediyorum on numarayı. Artık yeni abiye o ayakçılık yapacak ...on yaşımın kışında "emekli" oluyorum karhane'den.

    ...bir kaç gün sonra haberi geliyor, vefat etmiş Şevki abi. Cenaze Paşakapı'dan kaldırılacakmış.

    Anama ısrar ediyorum ama götürmüyor beni helalleşmeye ... bir de bozuk atıyor "ne işin var elin p*z*v*nginin cenazesinde be!" diyor. Ulen senin p*z*v*nk dediğin adam bana yol yordam öğretti, abilik ... arkadaşlık yaptı demek istiyorum ama veledim daha ... resmen dilim tutuluyor.

    Gidip mum yakıyor, dua ediyorum Şevki abime, Allah Rahmet eylesin ... mekanı cennet olsun diyorum.

    ...artık gitmiyorum karhane'ye, gidesim yok. Okuldan eve, evden okula ... resmen hevesim kaçmış. Kimi zaman evimizin köşesindeki avizecinin vitrinine saatlerce bakıyor, öyle saksı gibi oturuyorum kaldırımda. Şevki abi'mi, kartuşlu teybinde orhan baba çalmasını, kurvaze takım elbiselerini, arada tek kaşını kaldırıp benim saçmalıklarımı sabırla dinlemesini hatırlıyorum.

    Mırıldanıyorum ... adamdın be abi! Ne özledim seni...
  13. Kaan Yagizer
    ...evimiz üç katlı. Girişi üzerinde biz oturuyoruz, bizim üstümüzde de Babaannemgiller ...ihtiyaç olmadığından giriş katı kiraya vermiş bizimkiler. Madam Anuş ve oğlu Leon kiracımız. Madam eski kulağı kesiklerden, zamanında görmüş geçirmiş... emekli olmuş ama pes etmemiş, muhasebe öğrenmiş ... Beyoğlu esnafının defterlerini tutuyor.

    Leon ise çok ağır spastik, anacığının bakımına muhtaç. Bizimkiler aslında ortak kullanım alanı olan ufak ama derli toplu arka bahçemizi Anuş'a terk etmiş, böylece leon bütün gün evde kapanıp daralmıyor, bahçeye çıkıyor. Anası Leon'a bir plastik kap vermiş, onunla oynuyor ve kedilerden çok korkuyor. Bahçeye kedi girerse "Mami!" diye başlıyor bağırmaya, Anuş evde değilse anam onu sakinleştirmek için aşağı iniyor ama nedense ben Leon'dan pek bi tırsıyorum.

    Sokağımızdaki evlerin hemen hepsi zaman içinde kat planına dönüşmüş, her katta ayrı bir aile ... ayrı bir hikaye var. Komşumuz konyalı hallaç'ın oğlu kansızlık çekiyor. Anası oğlanı bize getiriyor, gün aşırı iğne yaptırıyor ama aynı kadın çocuklarının bizimle, yani mahallenin gayrı müslim veletleri ile oynamasını istemiyor. Cama çıkıp yarı beline kadar sarkarak bağırıyor "Kaç kere dedim şu gavurlarla oynamayın diye, gelin bakiim eve..."

    Dar sokağın diğer yakasında, yani karşımızda avize'ci var, çok seviyorum o dükkanı. Burnunu tavukçunun vitrinine dayayan gariban hesabı gidip kristal avizeleri seyrediyorum, el imalatı avizenin her parçası ışık ile dans ediyor sanki.

    Dükkancı arada çıkıp beni kovalıyor "Kuzum salya içinde bıraktın vitrini be, yapma be kuzum ... git hadi"

    Kimi zaman mevlevihane'nin oraya inip dans eden -dervişleri- (çocuk aklı o kadar basıyor) çaktırmadan seyrediyor, ya da dayak yemeyi göze alırsak mevlüt okuttuklarında K.Paşa camiine gidip mevlut şekeri alıyoruz.

    O kocaman akide parçalarını ağzımıza atıp yokuşu geri tırmanırken aşağı mahallenin veletleri peşimize düşer diye etrafı kontrol ediyoruz.

    ...mahallemizin bakkalı bir çeşit kamu görevlisi ve kısa vadeli borçlandırma uzmanı gibi. Bütün ay ondan alış veriş ediyor ve deftere yazdırıyoruz, ay başı geldi mi babam bakkala gidip -hafifliyor- defter kapatılıp, yeniden açılıyor. O defteri araklayıp (ay sonunda) bakkal'a geri satma fantazileri kuruyoruz.

    ...Sinagog var mahallede, kimi zaman arabalar arka arkaya dizilip yolu iyice daraltıyor. Ayin çıkışına gidip hiç de cimri olmayan Yahudi komşularımızın ikram ettiği lokumları ve mendil içinde verdiği bahşişleri alıyoruz. Cami - Sinagog ve Kilise arasında geçiyor günler, üstelik iyi de eğleniyoruz.

    ...anamın ısrarı ve terlik tehdit'i ile pazar okuluna gidiyorum. Nefret ediyorum Kilise'ye gidip saatlerce incil okumaktan, daha ikinci sayfada çişim geliyor. İzin alıp kendimi dışarı atıyor, biri peşime düşüp beni sınıfa geri sokana kadar bahçede oynuyorum.

    Reverant her fırsatta beni anneme şikayet ediyor "Bak bu oğlan adam olmayacak, serseri olacak başımıza" diyor... sonrası malum tabi ... eve gelince anamdan dayak yiyorum ama derim olmuş sığır derisi ... saLLa ... daralıyorum abicim kilisede .... aaaa ... zorla mı ya?

    Kulenin orada taksi durağı var, bir de çay ocağı. Arada kaçıp ocağa saklanıyorum ... özellikle anam beni aramak için sokağa çıkmışsa. Taksi esnafı olayı çözmüş ... anamın balata yanık, onlar da fark etmişler ...dikkat ile yaklaşıyorlar ona.

    - Benim oğlanı gördünüz? ...diye sorduğunda, hep bir ağızdan
    - Görmedik valla - billa ...diyorlar.
    ...hehehe... aslan abilerim ya!

    Kulenin yaz kış serin taşlarına sırtımı dayayıp bin yıldır bu sokaklarda yaşayan atalarımı düşünüyorum. Onları da anaları elde terlik kovalar mıydı acep? diye merak ediyorum ... kovalardı her halde.

    ...o eski Galata'yı özlüyorum...
  14. Kaan Yagizer
    Bodrum yat limanında oturmuş bir yandan diş fırçası ile enjektör temizliyorum bir yandan da gelen geçene bakıyorum. Artık kanıksamaya başladığım -boşan,boşa düş,yeniden düzen kur- havasındayım, kafamı dinlemek için okuldan arkadaşım Yunus'un teknesine atmışım kapağı. Yunus gel evde kal diyor ama tekne'de rahatım ...akşam oldu mu beyaz minderleri yere çekip üzerlerine havlu atıyor ve hoRRRRR ... yani keyif kEkA ...

    http://bodrumdive.com (yunus'un web sayfası ... dive boat seçeneğinde de teknenin resimleri var.)

    Kimi zaman dalmaya gidiyorum ben de, tek yıldız asistan eğitmen (açık deniz / padi) sertifikam var ama yıl boyu bütün gün bu işi yapan Yunus ve arkadaşları ile kondisyon adına yarışmam söz konusu bile değil. Yunus ve onun baş eğitmeni Gökhan ile zaman geçirmeyi ya da teknede falan tamir edilecek bir şeyler var ise (...bilen bilir, teknelerde tamirat işi asla sona ermez) tercih ediyorum.

    Akşamları genelde tekne mutfağında Gökhan'ın -türlü- olarak adlandırdığı ama bence -elinde olan her şeyi bir tencerede kaynat, salça ve tuz ekle, sonra da yumul- olan yemeği yiyiyor, minderleri başüstüne çekip yıldızların altında sessizce sohbet ediyoruz. Genelde uzaktan gelen müzik sesleri ve bodrum'un gecelerinin o anlaşılmaz karmaşası arka planda bize eşlik ediyor ama ne gam?

    Fört ile görüşmüşüm ... henüz orada işe başlamamış ama İ.K ile "yaz sonu gibi gelirim işte,kasmayın beni" şeklinde anlaşma sağlamışım ... yani endişe duymam gereken (o an itibarı ile) bir aile hayatım ya da kariyer endişem yok ... deyim yerinde ise şeyim şeyime denk (siz anladınız bunu...) takılıyorum.

    ..yaz sonu gibi giderim, uyar mı? ... demişim Yunus'a ... ona uyar tabi ... neden uymasın ki? Para falan almadan takılıyorum teknede, tencereye attığım kaşık ya da ince belli bardak'ta içtiği çay onu zorlmıyor ... buna karşı "dolu" mevsimde dümen tutacak, zincir atacak, motora bakım yapacak, sintineyi temizleyip onun eski MAN'ı çalışır durumda tutacak bir adamı var.

    ...yani Yunus'a uyar benim durum... bana da uyar ... low profile takılıyor ve kafamı dinliyorum. Sabah yüzümü yıkamak yerine denize atlıyor, karnım acıktığında teknenin mutfağına dalıyor ya da kordon'u geçip yolun karşısındaki market'e gidiyorum. Verilecek hesabım ve beklenecek aybaşım yok

    Yunus sakin ötesi bir adam ... Nirvana'ya ulaşmış, geri dönmüş ... şimdi ikinci tur'u yapıyor diye dalga geçiyor olsak da adamdan resmen -huzur- yayılıyor. Gökhan ise ateşli, neşeli ve -her şey hemen olsun- havasında bir laz uşağı. Bir de ben ... kafası kırık İstanbul çocuğu olunca bizim geyik katmerleniyor tabi.

    - Hava var, kaçakçı'ya gidelim ... diyor Yunus.

    Yaz ortası ama arada hava hala patladı mı patlıyor, Ege böyledir zaten ... PMS'li hatun gibi aniden manyağa bağlar, bir an bakarsınız size sırıtıyor, bir an sonrasında da kül tablasını kapmış kafanıza vurmakta.

    - Taam

    -Derin- (Yunus'un teknesinin eski adı) kaba suyu kese kese gidiyor, Kaçakçı tersanelerin kuzey - kuzeybatısında kısmen kapalı bir koy. (kara ada) Eski zamanda Yunanistan'dan gelen kaçakçılar bu koya'a girer ve Bodrum'dan gelen ufak teknelerin getirdiği tütün, incir vs. yükler sonra da bu malı Ege adalarının ahalisine üzerine kar koyarak ve vergi falan ödemeden satarmış. Koyun adı kaçakçı kalmış ama koy aynı zamanda gemi karinasına benziyor ... tekneyi fi tarihinde atılmış tonoz'a bağlayıp suya atladığınız zaman ilk fark edeceğiniz şey bu. Sanki koca bir gemi batmış ve siz onun karinası içinde yüzüyorsunuz.

    Dalgalar koy'u gemi gövdesi biçiminde oymuş ... yüksek cidarlar da rüzgar'ı kestiği için hava karayel'e çevirmediği sürece Kaçakçı süt-liman ... o gün götürülecek grup oryantasyon - sığ su dalışı yapacağı için (5m civarı) kaçakçı ideal ...

    Gökhan çok geçmeden suya atlıyor ve yavrularını arkasına takmış anaç ördek gibi koy'un dibine (bir anlamda hayali teknemizin burnuna) gidiyor, orada su bel hizasında ... millete maske kullanmayı, regülatörü ağızda tutmayı vs. gösterecek. Yunus sonradan suya girip insanların pek sevdiği su altı fotoğraflarını çekmek için kamerasını falan hazırlıyor ... bir kızcağız var teknede (ismini unuttum) o da miço ile birlikte karina'da -türlü- ve pilav pişiriyor.

    Ortam sakin yani ... ben de göbekten pamuk mu çıkarsam? Yoksa tembellik etmeyip zodiac'ın kıçındaki 10'luk Mercury'i mi söksem??? diye düşünüyorum.

    ..sonra birisi bağırıyor.

    Bağıran kocası suya giren Alaman hatun, köşkün damına çıkmış güneşleniyordu hatun ... ben de oturduğum yerden kalkıp onun işaret ettiği noktaya bakıyorum. Suda halka halka köpükler var hala ... sonra fark ediyorum ki o köpüklerin içinde biri yüzü koyun durumda batıyor.

    - Suya adam düştü...

    Gemiciliğin temel öğretilerindendir bu ... tekneden biri suya düştü diye geçiriyorum aklımdan ve elime geçen can yeleği ile birlikte atıyorum kendimi suya. Allahtan koy geniş değil, bir kaç kulaçta yanındayım elemanın ... su derin değil, belki 6-7 metre ... dalmamı engellemesin diye can yeleğini bırakıp makas yaparak dalıyor ve elemanı yakalıyorum.

    Yüzeye çıktığımız an Yunus geliyor, uyanık adam Zodiac'ı kapmış motoru çalıştırmadan (kapalı koyda, hele suda adam ve aşağıda dalgıç varken motor çalıştırılmaz) seyyar kürek ile iki suya basıp gelmiş. Onun yardımı ile salağa bağlamış elemanı Zodiac'a atıyoruz. Can yeleğini kapıp ben de çıkıyorum yanına. Yunus elemanı yan çevirmiş, su yuttumu ona falan bakıyor.

    - Bu bizim müşteri değil... diyorum Yunus'a ... sadece başını sallıyor.
    ...ee? Bu adam nereden geldi o zaman? Uçaktan mı düştü *****?

    Herifi milletin yardımı ile kıç küpeşteden tekneye alıyoruz. Adam perişan durumda, su istiyor ... veriyoruz. Kırık dökük türkçe, ingilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor.
    - Arkadaşları varmış sanırım
    - ne ulan bunlar kazazede mi?

    Yunus Zodiac'ı alıp koydan çıkıyor, biz de adamın karnını doyurup biraz daha sıvı takviyesi yapıyoruz. Yarım saat kadar sonra Yunus geliyor, yanında 3 kadar kadın ve 4-5 çocuk ... durum anlaşıldı ... bunlar adalara gitmeye çalışan kaçak göçmenler.

    Zodiac iki sefer daha yapıyor ve 15 kadar kadın - çocuk - adam derin'in kıç altına yığılıyor. Alayı perişan durumda, üç gece kadar önce insan kaçakçıları onları ada'ya bırakmış ... burası yunanistan, siz sabaha kadar takılın sonra da teslim olup siyasi sığınma isteyin demişler. Ulan kara adada ne su var, ne de korunak bir gölge ... bunlar da o insan geçmez - kuş uçmaz yerde sıkışıp kalmışlar.

    ...bildiğin vicdansızlık işte...

    Yunus sahil güvenliğe haber uçuruyor hemen ... sudan çıkan dalgıç grubunun da katılması ile teknede adım atacak yer kalmamış, sahil güvenlik gelene kadar kaçakçı'da kalıp yemek yiyiyor, çay keyfi yapıyor ve bekliyoruz. Iraklı kaçaklar yakalandıkları için üzgün (sonuçta kaçakçılara verdikleri para yandı,gitti) ama sağ kaldıkları için de mutlu. Biz şaşkınız, teknedeki turistler desen onlar paso resim falan çekiyor.
    ...döndüklerinde anlatacakları bir hikayeleri oldu işte, hem de beleşe.

    ...o ara öğreniyoruz ki sudan çıkardığımız eleman yardım arıyormuş, bizi koyun tepesinden görmüş ... aşağı inecek yol olmadığı için de kaldırıp suya atmış kendisini ... saLak adam, ya boynunu kırsaydı? Ama o kadar çaresiz kalmışlar işte ... mecburiyet adama neler neler yaptırmaz ki?

    Sahil Güvenlik sonunda gelip bot ile kaçakları devir aldığında hava'da ufaktan kapatmaya başlıyor...
    - Dönelim mi abi? Millete yarın bizdensiniz der, ek ücret ödemeden turu tekrar ettiririz ... bu da dükkandan olsun, napalım?
    - Taam diyor ve tonaz bağına gidiyorum.

    Yunus Man'ın marşına basıyor ve yaşlı kız anında çalışıyor. Kulak kabartıp onun düzgün rölantisini dinliyorum, tornistan konduğunda şanzımandan cızırtıda çıkmıyor artık ... işi düzgün yapmışım diye içimden geçirip avara ettiğim ıslak halatı roda'ya sarıyorum.

    ...adalet olmasa da hayat hala güzel be abijim :)))))
  15. Kaan Yagizer
    ...eskiden öyle her sokak köşesinde Nike, Adidas veya Reebok falan yok. Ortalama tüketicinin bulabileceği en baba lastik (eskiden spor ayakkabıya öyle deniyordu ... lastik) ayakkabı ise RAF veya Mekap ... yani kot pantalon veya düzgün spor ayakkabı isteniyorsa öncelikle paranız olacak ... bu bir, ikincisi de gideceğiniz yeri bileceksiniz.

    Alamanya'dan eniştegiller falan getirmiyorsa bu tür kaçak alışveriş yapılabilecek iki nokta var o günlerde ... tophane'de ki amerikan pazarı, şimdilerde yıkıldı ... yerine bir ton nargileci açıldı ama tophane rıhtımına gelen gemilerden alınan kaçak malların satıldığı yerdi amerikan pazarı (isminden belli değil mi?) ya da kapalıçarşı bedesten.

    Üstelik öyle her istediğin modeli her numarasını falan da bulamıyorsun ... ayağına uyan ayakkabı, ya da kıçını sığdırdığın kot denk geldi mi? Fazla cıvıtma ... yap pazarlığı, al gitsin ... o noktadayız.

    ...normalde acaip zil! takılırım, ama Yorgun'un abisi Selim'e koltuk çıkmış ... bahar geliyor, gidin kendinize faça yapın demiş. Yani sponsorumuz var ... biz de atladık Selim ile birlikte vapura, önce amerikan pazarı ... converse falan var ama bize uyan deri ayakkabı yok. Benim de, Selimin de ayaklar aynı numara 45 ... yani 10,5 ... o kadar talep edilen bir ayak numarası değil, doğal olarak amerikan pazarında beyaz uzun konçlu converse dışında ayakkabı bulamıyoruz.

    ...ee napicez?

    Aynen (yaya olarak) kapalıçarşı'yı tuttuk ... bedestende ki ufak dükkanlarda tezgah altı iş yapılıyor ... polis falan basar diye de en az iki - üç erkete ortalıkta.

    Sorduk soruşturduk ... bi dükkana gittik, ikinci dükkan derken üçüncü dükkan'da ... aHanda!

    Adam bize demez mi ...
    - Yeni Adidas'lar geldi ...
    ..ulen adama sarılıp öpesim geldi ... abi daldı tezgahın altına, çıkardı iki kutu ... Adidas'lar, hem de kısa konçlu ve de deri ... auwww ... ağlayacağım yahu.

    Stan Smith o dönemin en popüler ayakkabılarından ... şimdilerde pek bir havası kalmadı ama o zaman STANSMITH!!! falan havasındayız ...ve de herif bize iki çift birden teklif ediyor.

    ...hafif bir pazarlık denemesi, yaLan tabi. İki tane de Wrangler alırsak ne olur ... abi b*k*n* yiyim yol paramız kalmadı falan geyiğinden sonra al takke ver külah anlaştık. Attık ayakkabıları ve kot'ları poşetlere ... mercan yokuşundan sallanıp vapur'a yollandık.

    Akşam F.B klübünde yaz eğlencesi var ... çekelim kız gibi Stan Smith'leri ... kot'ları, hava atalım falan diye konuşuyoruz bir yandan. Ama öyle sevinçliyim ki ... anlatılmaz yani.

    ...Yorgun'un evde hemen deniyoruz kotları, Adidas'ların bağcıklarını takmaca ... sıfır kilometre beyaz çorap'lar falan da hazır (ne iğrenç dimi? beyaz çorap ... ama o zaman moda, M.Jackson bile beyaz çorap giyiyor) traş oluyor, Yorgun'un abisinin aqua velva losyonuna tecavüz ettik sonra atıyoruz kendimizi sokağa.

    Ulen yürüyorum ama nasıl? Sanki ayağım yere değmiyor, bembeyaz Stan Smith'ler kirlenecek diye kaldırımdaki tozlardan bile kaçınıyorum ... o havadayım yani.

    ...çay bahçesinde takılıyoruz biraz ... millet haset yapıyor biz de eğleniyoruz.
    - ne o lan banka mı soydunuz *bn*l*r falan diyorlar, gevrek gevrek gülüyoruz ... keyifler yerinde.

    Akşam olunca geçiyoruz klübe, giriş paramız yok ... o nedenle komşu Yelken Klübüne sızıp plaj bölümünden Fenerbahçe klübüne yatay (ve beleş) sızma yapıyoruz, hemen kalabalığa kaynamaca. Havalar beşyüz, keyifler gıcır ve masa masa dolaşıp beleş tuborg gold bira otlanıyoruz. Milletin yaşı tutmuyor, o kalabalığa içki satılmaması lazım ama kimin umrunda? Herkes gidip klüp bahçesindeki büfe'den bira alıyor, getiriyor.

    ...bir ara F.B liseli kızların masasında takılıyorum. Bi hatun var aralarında, pek muhabbete katılmıyor ... genelde sessiz kalıyor ... ne bileyim? Biraz mesafeli, biraz c00l tavırlar sergiliyor. Kız ilgimi çekiyor ... gidip yanına oturuyorum. Bahçedeki çınar ağacının etrafındaki alçak duvarın üzerinde oturuyor hatun, ben de yanında park etmişim.

    Kafama göre geyik yapıyorum, kendimi tanıtıyorum ... bir - iki şey söylüyor, kendi çapımda bağlama çekiyorum ama nafile, kızcağız arada sırada gülümsüyor olsa da ses çıkarmıyor.
    ...alalala??? o kadar da itici bir tip değilim ki???

    Elimdeki tuborg şişesini ona doğru uzatıyor ve soruyorum.
    - içer misin?

    Kızcağız elimdeki bira şişesine bakıyor, bana bakıyor, şişe'ye bir kere daha bakıyor ve ...

    Abi ahir ömrümde ben öyle bir daha benzerini görmedim diyeyim ... kız resmen itfaiyenin basınçlı hortumu vardır ya, hani açarlar ... önünde duramazsın ... aynen öyle bir şiddet ile kusuyor.

    Aslında kusmuyor, o boya tabancası, ben de motor kaputuymuşum gibi beni tepeden tırnağa (...hem de kelimenin tam anlamı ile..) resmen ... nasıl desem?? Sıvıyor.

    Saç diplerimden (evet o zamanlar saçlarım var) ayağımdaki Stan Smith'lere kadar komple kusmuk ile kaplanıyorum ... nasıl ya? nasıl ya?????

    ...inanılmaz derecede sinirleniyorum tabi. O an kaşındığımın, kusmak üzere olan bir kızın yanına gidip oturduğumun, deyim yerinde ise bela aradığımın ve sonunda belayı'da bulduğumun bilincinde değilim.

    Kıza bir tane çakasım var ama hayır ... ömrüm boyunca kadına el kaldırmadım (hala) kaldırmam da ... ben de gidip hemen çaprazımda dikilen ve bizim durumumuzu hayret ile seyreden (konu ile kesinlikle ilgisi - alakası olmayan) ve kim olduğunu hala bilemediğim bir oğlanın ağzının ortasına oturtuyorum yumruğu.
    ...oğlan OHŞ falan diye kapaklanıyor yere, ben de o hırs ile yürüyüp gidiyorum.

    Adım attıkça ayaklarımdan forş - forş diye sesler geliyor ... kızın kusmuğu ayakkabılarımın içine bile dolmuş...pıFFF

    Selim'lerin eve gidip soyunuyorum, duş alıp kot ve ayakkabının durumuna eğiliyorum. Kot lavabo'da soğuk su ile yıkanınca idare eder hale geliyor ama Stan Smith'lerin durumu kötü. Diş fırçası ile dikişlerin arasını, kürdan ile ayakkabı bağı deliklerini ve havalandırma için açılmış noktaları falan temizliyorum.

    Islak bez ile ayakkabının içini temizleyip sökülen tabanı ayrıca yıkıyorum ... sonra da kurusun + havalansın diye Adidaslar ile Kot'u balkona asıp bir kere daha duş alıyor, banyoyu temizliyorum. Artık son duruma sabah bakacağız. Elimden daha fazla ne gelir ki?

    Sabah kalkar kalkmaz duruma göz atıyorum, kot iyi durumda ama Stan Smith'ler için aynı şey söylenemez ... ayakkabı'nın gözünün fer'i gitmiş ... o bembeyaz deri lekeler ile dolu. Giymeye giyilir ama Adidas'larımın o auwww durumu bir daha geri dönmemek üzere bizim hane'yi terk etmiş.

    Biri dokunsa ağlayacağım yani ... Allahtan kimse dokunmuyor da karizma'yı çizmiyorum. O hafta okula giderken Stan Smith'leri giyiyorum ama Kabataş'ta kimse -yeni- ayakkabılarımın farkına bile varmıyor ... hava falan da atamıyorum. Anlayacağınız mutsuz çocukluk : Bir , gariban ben : Sıfır durumu bir kere daha tecelli ediyor.

    Ahanda Stan Smith'ler ... ulen hala güzeller be !!! Gidip bi koşu alasım geldi valla ...


  16. Kaan Yagizer
    ...malum Autoshow zamanı ... bir -fuar- katkısı da ben yapayım.

    Avrupa'da Autoshow'u yani main event/ana etkinliği Paris ile Frankfurt arasında dolaştırırlar. O sene etkinlik Paris'te ... İstanbul'dan göz etmiş bir ailenin işlettiği Golden Tulip'te kalırız hep. Napoleon'un meazr anıtının dibindeki bu apartmandan bozma sakin mekan bir çeşit olmaz ise olmazdır (bizim için) Sabah kahvaltıda ince belli bardaktan çay içer, beyaz peynir - zeytin ve reçel yer ... mekan sahipleri ile geyik çeviririz.

    Her zaman ki gibi gittik, fuar'ı gezdik ... Şanzelize'de Renault Showroom'a uğrayıp konsept otomobillere "aüww ... çook çirkinler" dedik, Hippopotamus'ta kaburga kemirdikten sonra hava alanı yolunu tuttuk.
    ...bavullar teslim edildi, biniş kartları alındı ... her şey yolunda.

    Elimi cebime attım ... üüü ... bi ton bozuk para kalış. X-ray'den geçeceğim (uçağa binerken) onları ceplerinden çıkar, doldur ... üff ... uzun iş. Gidip şunları harcayayım dedim kendi kendime.

    Hemen yakında bir mağaza var ... daldım içeri. Kızıma çukulata falan alırım diyorum ... sonra bir baktım ... aaa ... Jack'leri ikili şekilde paket etmişler. Üzerlerine ağ takmışlar ve 2xJack'i bir arada -tek- fiyatına veriyorlar. Yahu ben 7 numarayı pek severim bea...

    Aldım Jack'leri (bozukluklar ucu ucuna yetti, artan üç beş kuruşu da bağış kutusuna attım) attım poşete, geçtim X-Ray'den (o zamanlar uçağa sıvı sokuluyor) gidip bizimkilerin yanına oturdum.
    ...anons yapıldı.

    - THY'nin Paris - İstanbul uçağı bir saaat rötarlı?

    ...yanımızdaki körükte Lufthansa uçağı var, bizim bagajları Alman uçağına ... Almanların bagajları da bizim uçağa koymuşlar .... işi düzeltiyorlarmış ama pardon - pardon'muş.
    ...*i* kafalı fransızlar diye söylendik, galiba ayağım falan çarptı .. poşet tıngırdadı. Nasıl tıngırdamasın ki? İçinde 2XJack Daniels var.
    - Ne var o poşette?
    ...ehüe ... ne denir ki? İtiraf ettim tabi.
    - Jack
    - Numara 7'mi?
    - Evet
    - İyi ... kurun tezgahı abiler.
    Biri otomattan cips ve fıstık aldı, biri cebinden plastik bardak çıkardı ...

    ...şimdi bir durun ve düşünün.

    Kim havaalanında cebinde iç içe geçmiş 10 adet (yaklaşık) plastik bardak ile dolaşır ki? Yani bunun olma ihtimali nedir? Şu anda Mitsubishi Türkiye'nin Pazarlamasını yürüten arkadaşın cebinden çıkan bardaklar benim dimağımı kitledi dersem inanabilirsiniz.

    ...devam ededlim.

    Böylece biz hava alanı bekleme salonunda cips ve fıstık ile oda ısısında 2xJack Daniels'i içip bitirdik (yaklaşık 6-7 kişi) ... kafalar cilalandı. Sinirler gevşedi, rötar kimsenin umrunda değil.
    ...anons yapıldı, kalkıp uçağa geçtik...yerimize oturduk, kemerleri bağladık ... gazete dağıtıldı, günlerdir türk gazetesi okumamışım... aldım bir tane, standart anonslar vs. sonrası kısa bir taksi ile piste çıktık ... uçağımız yükselmeye başladı, gazetenin sayfasını çevirdim ve...

    G-Ü-M-M

    Gözlerimi bir açtım ... ilk fark ettiğim kollarımın ağrıdığı. Ağzım kurumuş, başım ağrıyor ama kollarım kopacak sanki. Baktım hala gazeteyi tutuyorum ... baktım uçak yerde ... baktım neredeyse kimse kalmamış (uçakta) ... baktım ... AaAaA? Ulan Yeşilköy'deyiz.
    ...yahu ben bütün yol boyunca uyudum mu?
    ...nasıl?

    Kollarım kopacak sanki ... gazete okur durumda kendimden geçmişim ve 3 saat kadar o pozisyonda kaldığım için kaslarım aşırı gerilmiş, kramp üzerine kramp giriyor. Zar - zor kalktım yerimden, çapraz'da oturan arkadaşa baktım...

    ...aAaAaAa ... ölmüş.
    Cesedi koltukların üzerinde sırt üstü yatıyor, üzerine lacivert THY battaniyesi sermişler ve garibimin bir eli battaniyenin altından çıkmış.
    - Hadi beee .... dedim, gittim yanına ... baktım ... ölmemiş, hatta ÖKÜZ gibi horluyor.

    Hostes geldi ...
    - Uyandıramadık bir türlü, yolcular şikayet ediyordu ... biz de biraz -ses- azalsın diye üzerini örttük ... demez mi?

    Kaldırdık arkadaşı, kalktı ama resmen kendinde değil. Uçaktan çıkıp tuvalete attık kendimizi ... yüzümüzü gözümüzü falan yıkadık biraz. Görece ferahladık ama hala kafa nal gibi...
    ...bavulları nasıl aldık? nasıl gümrükten geçtik? ... inanın hala doğru düzgün hatırlamıyorum.

    Olay ne peki?

    Biz deniz seviyesinde kafayı çektik, kan henüz alkole doyarken de uçakla düşük basınç alanına çıktık ya ... bizim Jack'ın etkisi ikiye, üçe katlanmış. Anlayacağınız 30,000feet'te alkol komasına girmişiz Yere inip 1 Atmosfer'e geri dönünce de -ayılmışız- ... tam bir rezillik yani.

    ...kollarım günlerce ağrıdı dersem inanın.

    Ulan gazete okur pozisyonda sızar mı adam? Vay Hayvan ben ... (bkn.yuh yani) kimbilir millet ne dalga geçmiştir bizimle.
  17. Kaan Yagizer
    ...acayip parasızım. Akşamları okul çıkışında pizza'cı da kaçak çalışıyorum ve -malzemecilik- yapıyorum. Önüme boş pizza hamuru geliyor, domates sosu serp, kaşar serp ... sonra adisyona göre malzeme yerleştir. iki parça sucuk pizza'nın üzerine, bir sucuk ağza ... iki tutam peynir pizza'ya, bir tutam ağıza hesabı gece saat 02.00'a kadar saatte 5 dolar'a çalışıyorum. Ortalığı temizleme, çöpü çıkarma, tıkanan tuvalate el atma da yan işlerim. Ama akşam yemeği beleşe geliyor. (kurdeşen döküyorum ... o ayrı)

    ...sonunda öğrenci işleri kağıt karmaşasının arasından çıkıp bana yarım gün çalışma izni veriyor ... heyooo be! Sonunda sıcak yemek yiyebileceğim.

    Çalışma belgemi alıp göçmen ofisine kendimi kaydettiriyorum ve cebimde sosyal güvenlik kartı ile iş aramaya başlıyorum.

    ...tataaaaa .... neredeyse anında iş buluyorum. Hyundai'nin lojistik merkezi iki blok ötede ve adamlar "Help Wanted" ilanı asmışlar. Hemen girip espri yapıyorum ...

    - Yardım etmeye geldim
    Sekreter kız bana b*k* bakar gibi bir bakış fırlatıp birilerini çağırıyor. O gelene kadar oturup bekliyorum ve de ustabaşı gelince biraz laflıyoruz.

    - İşi biliyor musun?
    - iş ne?
    - PDI (Teslimat öncesi hazırlık)
    - Biliyorum
    - gel, göstereyim ... (belli ki bana inanmadı ... ama harbiden biliyorum be!)

    O zamanlar Hyundai doğrudan ithal ediliyor, limana gelen araçlar lojistik merkezlerine taşınıyor ... burada iç sevk için hazırlanıp bayilere yollanıyor. Benim gittiğim yer de öyle bir nokta. Kocamaaaaaaan bir alan, beton zemin ... iki sundurma, bir prefabrik ofis binası ... o kadar.

    ...iş basit aslında. Önce gidip dispozisyon'dan araç anahtarı ve park bilgisini alıyorsun. (Kırmızı 27 gibi ...) kart basıyorsun ve aracı bulup sundurmaya çekiyorsun. Araç nakliye modunda, jant kapakları vs. bagajda zaten ... onları tak, paspasları ser, silecekleri tak, teybe (kaset devri) Hyundai'nin Wellcome kasedini tak, istasyonları ayarla son check list'e geç. Yağına, suyuna, akü gerilimine bak, aracı kontrol et.

    ... sonra arabayı otomatik yıkamaya götür, deterjan sık, zincire tak ... araba otomatik yıkamadan çıkınca kurula, teslimat hazır noktasına götür, kitle. PDI O.K etiketi yapıştır, anahtarları götür ... kart bas ... 11 dolar senin.

    Kafamda hesap yapıyorum ... günde 5 araba yapsam 55 dolar, 50 dolar günlük yaşam için bana yeter de artar bile ... üç öğün yemek yerim ki bu o dönem resmen lüks. Günde 7 arabaya çıksam ufaktan para biriktiririm be!

    Tulum giyiyorum, işe giriş evraklarımı hazırlıyorlar ... gidip ilk kartımı basıyor ve ilk aracıma girişiyorum.

    ...2.2'lik bir sedan bu ... deri koltuklu, sunroof'lu lüks bir banliyö aracı.

    Aynen girişiyor, bir yandan da saate bakıyorum. Bakalım günde kaç araba yapabileceğim. Atlamadan, işi şişirmeden tüm listeyi takip ediyor ve aracı yıkamaya çekiyorum. Bas deterjanı ... arabayı zincire tak ... makina Hyundai'yi çekerken öbür tarafa geçip kurulama bezi alıp beklemeye başlıyorum.

    ...sonra araba otomatik yıkamadan çıkıyor.

    Çıkıyor da .... araba bir garip ... ???

    Hani çok büyük bir yanlışlık vardır (mesela Pisa kulesi) ona baktığınızda beyin doğrudan algılamayı red eder ama durumun fecasi yanlış olduğunu hissedersiniz. Aynen benim durum bu ...

    kuZu'ya bakıyorum ... bakıyorum ... kafa basmıyor bir türlü, beyin durmuş.

    Kapıyı açmam ile -FOŞŞŞŞ- su boşalıyor dışarı, arabada belki bir ton sabunlu su var .... nasıl ya?
    ...haSSSSSS Sunroof'u açık bırakmışım.

    Off yaaa! Panik içinde ve inleyerek kendimi yere atıp elimle ayak havuzuna dolmuş suyu boşaltmaya çalışıyorum (toprağa kemik gömen köpek gibi) koltuğa elim değiyor, canım deri döşemenin dikişlerinden cof! diye su boşalıyor, ön göğüsten aşağı su akıyor ... LAN! Arabayı boğmuşum resmen.

    Sonra arkalardan bir yerden - HIAGHHH- diye bir ses geliyor ... dönüp bakıyorum bana işi gösteren ustabaşı prefabrik binadan çıkmış naralar atarak bana doğru koşuyor.
    ...ne yapmalı?

    TopuKKKK ... o dev park alanında tam bir tur atıyoruz. Ben önde -anam, anam- modunda kaçıyorum, ustabaşı ağzından köpükler saçarak arkamdan geliyor.

    ...ana kapının oraya geldiğinde sola sinyal patlatıp kendimi sokağa atıyor ve gaz kesmeden aynen Topuk! olayını sürdürüyorum.

    İzimi kaybettirince tulum çöp'ü boyluyor ... ve ben bi cigara içip kendime gelince iş aramaya başlıyorum. Takip eden gün Cadillac'ta iş buluyorum. Ustabaşı soruyor bana ...

    - İş tecrüben var mı?
    - Evet Hyundai'de PDI'cılık yaptım, mekanik tamirde de iyiyimdir. (...ne var? Yalan mı?)
    - Haa ... iyi o zaman. Sana saatte 18.30 veririm, uyar mı?
    - Taam

    ..anlayacağınız Hyundai'deki kariyerim kısa ama verimli bir şekilde sonlansa da o iş bana Cadillac'ın kapılarını açıyor...
  18. Kaan Yagizer
    ...millet soruyor..
    - Bu yaz ne yapacaksınız?
    - Memlekete gidicem ... diye cevap veriyorum fazla detaya girmeden.
    - Yayla'ya falan mı çıkacaksınız?
    - Hee ... diyip geçiyorum.

    Duygu'nun pasaportu alıyorum, şimdilerde de geçerli olan randevu sistemi yeni başlamış. Elçilikten onun için bir randevu alıp zamanı geldiğinde

    - bana takılsana, bişi yapıcaz ... diyorum, detay'a girmeden.

    Hatun beni biliyor, napicaz? nedicez? falan diye kasmıyor. İstinye'ye çufçuflayıp kapının karşısında bir yere arabayı park ediyorum.

    - işte randevu kağıdın, bu da dosyan ... içeri gir, dosyanı vize servisine ver. biraz bekletip seni mülakata çağıracaklar. Türkçe konuşmak istediğini belirt, gerekli evraklar dosyanda var zaten. Fazla bir şey sormazlar, sorarlarsa da tatil için vize istiyorum dersin.
    - vize'mi alacağım?
    - evet
    - bilemediğim bir şey sorarlarsa sana telefon açayım mı?
    - açamazsın, elçilik duvarının az dışından itibaren Jammer alanı var. Telefonun çalışmayacaktır, illa konuşmamız gerekirse vize görevlisinden rica et beni karasal hat üzerinden arasın.
    - peki

    Elçiliğin kapısının karşısındaki café'ye geçip oturuyorum ... bir saat kadar sonra Duygu elinde kargo makbuzu ile kapıda beliriyor.

    - pasaportu iade etmediler
    - evet ... kargo ile eve yolluyorlar
    - vize alıp almadığımı da söylemediler
    - aldın
    - nereden biliyorsun?
    - almamış olsan bana aldım mı diye sormazdın
    - bilirdim yani
    - evet
    - ....peki

    Pasaport bir hafta kadar sonra geliyor, vize'yi kontrol ediyorum ... cimri p*z*v*nk bir yıllık vermiş. Neyse diyorum, işimizi görür ... sonra uzatırız.

    On gün kadar sonra sabah kalkıyoruz ... kahvaltıdan sonra taksi ile Kadıköy'e giderken ufaktan mızmızlanıyor.

    - eminmisin?
    - ...hıı

    Duygu'nun söylenmesinin nedeni ayağımızın dibine koyduğum omuz çantası kaynaklı. Ufak çantanın içinde fotoğraf makinesi, birer t-sihrt, çorap, don ve diş fırçaları var ... pasaportlar cebimizde ... hepsi bu. Başka eşyamız yok, bavulumuz yok, kabin içi el bagajımız bile yok.

    - çantanızı siz mi hazırladınız?
    - bavulunuzu bir yerde bırakıp göz temasını yitirdiniz mi?

    ...bu soruları omuz çantasını göstererek cevaplıyorum.
    - başka eşyamız yok, hepsi bu işte.
    - bavulunuz yok mu?
    - yok
    - ...peki

    THY'nin comfort koltuklarına kurulup uzun uçuş için hazırlanıyoruz. Ayakkabılar fora, omuz çantası koltuğun altında, kulaklıklar hazır konumda ... 10 kusür saat o koltuklar evimiz olacak.

    LaX'ta uçaktan ilk inenlerdeniz ... hemen gümrük'e geçiyoruz, bavul yok ... bagaj bekleme yok. Kasmadan gümrük ve göçmenlikten geçip kontrol noktasındaki dijital kameraya poz veriyoruz.

    - hadi otobüse
    - O.K

    Otobüs bizi Terminal 21'e atıyor ... Avis'e dalıyoruz. Bankonun arkasındaki tiplere bakıyorum, hangisi işimi görür? Hangisine yazmam lazım? ... Duygu'ya başımla bekleme bölümünü işaret ediyorum.

    - Sen uza abi
    ... Duygu olayı biliyor ve bozuntuya vermeden uzuyor.

    Mid-Class Sedan book etmişim ve beleş upgrade peşindeyim. Banko elemanlarının bu yetkisi var, biliyorum ve hayvani cazibemi kullanarak upgrade yaptırmayı planlıyorum.

    ..orta bankodaki hafif chubby filipinli abla'ya yanaşıyorum. Voucher'i gösterip işlemi başlatıyorum, Ford'dan dolayı ek indirimim de var ... onu falan yaptırırken "meslektaş" muhabbeti koyup ufaktan cilveleşiyorum. Çok geçmeden elimdeki anahtarları Duygu'ya sallıyorum.

    Aslında bir Opel Omega olan Cadillac Seville artık bizim.


    Hyundai veya benzeri olarak belirtilen mid-class'tan full-size sedan'a yaptığımız bedelsiz geçişin verdiği moral ile arabaya atlıyoruz. L.A'da iki gün kalacağız, en azından plan bu ... daha doğrusu bu elimizdeki tek plan. Türkiye'ye Miami'den döneceğiz ve Seville'yi orada bırakacağım ... yani yolculuğumuz batı kıyısında, L.A'de başlıyor ve doğu kıyısında Miami'de bitecek ... arada ne yapacağız? O belli değil ... zaten işin zevkli kısmı da bu.

    Vadi'de yer ayırttığım Best Western'e gidip bir duş atıyor, saat farkı ve jet lag'ı atmak için azıcık kestiriyor ... ondan sonra da en yakın J.C.Penny'e gidiyoruz.

    - bizi üç gün idare edecek kadar şeyler kap, ama bavul alma ... eşyaları arabaya poşet ile koyarız.
    - O.K

    ...aynen öyle yapıyoruz. Sonra L.A gezimiz başlıyor. Venice Beach, Rodeo Drive, Film Stüdyoları falan derken iki gün boyu neredeyse hiç durmadan geziyoruz.

    - Las Vegas'a gidelim mi?

    Bulvar'da yemek yediğimiz Meksika lokantasında taco grande'ye dalarken soruyorum ... uyar diyor Duygu. Sabah kalkıp doğu'ya doğru yola koyuluyoruz. L.A'nin içinde trafik kötü, ne de olsa Rush Hour denen sabah işe gidiş geyiği orada da var ama banliyö hattını aştığımızda taaaaaaaaa Hoover Barajına kadar yol mis gibi akıyor.

    - Harita'da Moapa'yı bulsana, ne kadar yolumuz kalmış
    - o ne?
    - kızılderili bölgesi ... sarı renkte yazacak
    - nasıl yazılıyor
    - mo-a-pa ...yada öyle bir şeydi sanırım
    - taam

    Moapa Las Vegas yolu üzerinde reservoir denen eski bir sürgün alanı. Beyaz adam kızılderilileri yeninde onları ölsünler diye çöle sürmüş, orada ikamet etmek zorunda bırakmış. 1970'li yılların sonunda Kızılderililer dava açmış ve reservoirlerin mülkiyetini almış, bu da yetmemiş Amerikan hükümetini bu bölgelerin -yarı bağımsız- olması konusunda da ikna etmiş. Özellikle güney'de hemen her kızılderili bölgesinde ya bir kumarhane vardır (hükümet karışamaz) ya da bir fabrika satış mağazası/seri sonu satış merkezi (bir çoğunda ikisi birden) Moapa'da bunlardan birisi ... hem kumarhanesi var, hem de AVM'si ... işin güzel yanı kızılderili bölgesinde vergi yok.

    ...yani alış veriş yaparken VAT (Amerikalıların KDV'si) ödenmiyor...

    İki tane öküz kadar Samsonite alıyoruz ve Duygu mağazadan mağazaya akıyor

    - Taam, bu kadar yeter ... dediğinde bakıyorum kız kardeşinin henüz planlamaya başladığı çocuğun ilk okul son sınıf'ta giyeceği Hilfiger mont'u bile almış.
    ...kasmıyorum, eywallah diyorum. Alış veriş tribine girmiş hatun ile kasanın arasına giren erkek ya akılsızdır, ya da Kara Murat'ın soyundan gelen bir korkusuz.
    ...ikisi de olmadığım için gidip bir bavul daha alıyorum. Seville'nin bagajı büyük, üç XXL Samsonite'yi gayet rahat sığdırıyoruz..

    - Tamam mı?
    - Taam
    - Huzura erdin mi?
    - Alış veriş adına evet, ama fena halde kumarım geldi
    - Günah şehri bir kaç saat uzakta, sık dişini kızım
    - Eywallah

    ...devam edecek...
  19. Kaan Yagizer
    Nevada'nın göbeğinden New Orleans'a menzil yaklaşık 2,000 mil, ben var ya ben uçana beş, kaçana on çakarım deseniz yapacağınız en fazla günde 1,000 mil, o da hız limiti nedeni ile -nah- mümkün...
    .
    ... üstelik arada Houston'a uğramak var kafamda. Bunalım Hakan (Buno) Houston'da ikamet ediyor, en azından adamı göreyim istiyorum, yani iki günde ~2,500mil yapacağım. Sonrasında Mardi Gras başlıyor... offf yaaa
    ... kasar be. Yazık yahu bana!

    Oysa ben bu yolculuğu 4 - 5 günde ... salına salına yapmayı planlıyordum. Gazlamak da mümkün değil, hız sınırı genelde 45, kimi yerler de ise 35 ... 55'e çıktığı sadece bir kaç nokta var. Yani kaba hesapla 72km/h ile günde 1,000 kilometre yapmaya kalksam bu 13 - 14 saat kesintisiz hem de üç gün üst üste direksiyon başında kalacağım demektir.

    ... mola yemek vs. eklerseniz uyumak için ayıracağım saatler dışında gelecek 72 saatte Cadillac ile -samimi- olacağız ... olayın en kaba ama aynı zamanda en açık ve gerçekçi tarifi bu.

    ...kısacası s*çt*k

    Yapacak bir şey yok, emir demiri keser (kesti de...) tırmandım Seville'nin direksiyonuna, Duygu açtı harita kitabını ... arada bana komut veriyor.
    - I101'den çıkacaksın, 65. çıkışı kaçırma, !61'e gireceğiz ... sonra 500 mil dümdüz 61'i takip edeceğiz.
    - Sir , Yes Sir!

    Arada gazlayayım diyorum ama polisler işi abartmış (ben görmeyeli) ... Bilboard'a ilan vermişler.
    - Reduce your speed or we will
    (kabaca ... ayağını gazdan çek, yoksa biz çektiririz!)
    ...bunu okuyup gazlamak mümkün mü? (Yusuf Mode=ON)

    O üç gün hakkında söylenecek fazla bir şey yok aslında. Araba kullandım,kullandım,kullandım,kullandım ... yemek yedim, benzin aldım, araba kullandım,kullandım,kullandım, yemek yedim, helaya gittim, benzin aldım ... Duygu eğleniyor. Arada uyuyor, cep telefonunda oyun oynuyor .. arada bana haber veriyor.
    - İstanbul'da o biçim kar yağıyormuş
    ...bizim klima açık, güney'e doğru indikçe sıcak daha da artıyor.
    Ben araba kullanıyorum, kullanıyorum...

    Buno ve karısı ile yarım gün ve bir akşam geçirdikten sonra yeniden yol ... araba kullanıyorum, kullanıyorum, kullanıyorum.

    Sonunda New Orleans ... auWWW
    ... daha önce gelmişim New Orleans'a ama Mardi Gras zamanı ne oluyor bu kent'e? Herkes sokaklarda, özellikle yer bulduğumuz (nasıl yer bulduk? ... inanın fikrim yok, tamamen kısmet.) otelin olduğu Kanal caddesi'ne girmek neredeyse imkansız.

    Duygu açtı harita kitabiını, New Orleans şehir merkezi sayfasına geldi ... başladı bana yol tarif etmeye.
    - Amedeus'tan sağa gir ... düz git sonra ilk soldan sap ...
    ...atıyo...
    ...pis sallıyo...
    ...kaybolduk...
    ...diyorum kendi kendime (sessizce tabi) ama yok! Otelin arka girişine, oto-park kapısına götürdü bizi. Oha! Hatunuma sessiz bir saygı içinde baktım dersem bana inanın. (artık kısmet midir? onu bilmem...)

    otele yerleşip kendimizi sokağa atıyoruz, millet barları mekanları bitirmiş sokakta dans ediyor, kafa çekiyor. Bütün bir şehir -azgınlık- havasına girer mi? New Orleans girmiş vallahi...
    TGIF var yakında, dalıp pork ribbon ve gumba istiyorum ... madem güneydeyiz o zaman güneyli adetlerine uymak lazım, öyle değil mi?
    ...yorgunum ama şehirdeki o aşırı pozitif enerji beni de etkiliyor. Bir ara geçit konvoyuna katılıp boncuk atarken buluyorum kendimi, bir başka aralıkta da sokakta dans ederken.

    otele nasıl döndük? kendi başımıza gelebildik mi? ...anılar bölük pörçük ama akşamdan kalma ve fecaat bir baş ağrısı ile kalkıyor, biberli domates suyu ve votka içerek güne başlıyorum. Çivi çiviyi söküyor ...
    - ey New Orleans, biz geldik ... hadi gezelim.
    - French Quarter'e gidelim...
    - yakın zaten, gidelim a.q
    - taam a.q

    L.A'den çıktığımızdan beri ideal rota ile alakamız olmamış, Amerikanın güneyinde testere ağzı gibi bir iz bırakmışız ( mavi çizgi ideal rota, kırmızı ise bizim yaptığımız ...şey)



    ...devam edecek
  20. Kaan Yagizer
    Büyük Kanyon bir millipark, yani orada kafana göre takılamıyorsun. Girişte para ödeyip gişeden geçiyorsun ve hava giderek soğuyor. Leyn ... daha sabah çöl'de terden geberiyordum, şimdi sümüğüm dondu bea.

    ...Allahtan bizim gibi kazmalar için bir alış-veriş meydanı kurmuşlar. Duygu buzdolabı magnet'i , 1,000 parçalık kanyon yap-boz'u falan kovalarken ben parmaksız eldivenler ve yünlü montlar alıyorum. Artık rahatız ...



    ... kafanızdaki "büyük" kavramını bir belirleyin önce. Sonra "büyük" dediğiniz şeyi 100 ile (yazı ile yüz) çarpın ... işte büyük kanyon öyle bir şey. Konya vilayeti kadar bir uçurumlar, düzlükler, tepeler bileşkesi.

    Onu ilk gördüğünüzde ağzınızdan bir ...
    - hadi be!?! ... kurtuluyor.

    Duygu'ya alternatifler öneriyorum ...
    - Helikopter turu var, katılalım mı?
    - cıK
    - Balon turu var ... ona ne dersin?
    - cıK
    - Askı turu var, o olur mu peki? (küçük balon, paraşüt tesisatı gibi koşum ile balonun altına asılıyorsunuz ... yani altınızda sepet falan yok ... en önde sırtında motor olan kılavuz var .. siz de tespih gibi arkasına takılıyorsunuz, kılavuz arkasındaki 7 - 8 balonu çekiyor ... acaip zevkli bir şey)


    - o hayatta olmaz
    - len! sen yüksekten mi korkuyorsun?
    - ...evet
    - hadi be
    - valla
    - ee? napicez?
    - IMAX var burada, ona mı gitsek?
    - canlısı yanıbaşımda dururken sanal tur mu atacağız?
    - oğlum korkuyom lan yüksekten...
    - ıHHHH ... peki, IMAX'a gidelim.

    Akşam yenen güzel yemekten sonra IMAX'a gidiyoruz. Bir jet uçağı ile Kanyon'a dalıyorlar ... kamera bunu manyak detaylı çekmiş, IMAX'ın dev ekranında görüntü fazla gerçekçi ... Duygu'nun midesi bulanıyor ... çıkıyoruz.
    ...IMAX serüvenimiz 10 dakika falan sürdü

    Akşam kalın battaniyelere sarınmış durumda şezlong'ta yatar (kaldığımız otelin küçük havuzu ufaktan buzlanıyordu, o derece soğuk ama hava temiz ötesi ... o ayrı) samanyolu'nu seyrederken duygu mırıldanıyor.

    - 51.bölge ne kadar uzakta?
    - New Mexico sınırı ... 600 km falan sanırım, belki de 700
    - oraya gidelim mi?
    - uzaylılardan korkmuyormusun?
    - divanda mı yatmak istiyorsun?
    - .... evet iyi fikir, 51.bölge'ye gidelim.
    - sabah çıksak ...
    - kahvaltı eder uzarız ... uyar mı?
    - ....uyar.

    Aynen öyle yapıyoruz. Yolda mola veriyor, kamyoncu lokantasında 18 tekerleklilerin arasına kiralık arabamızı çekip t-bone kemiriyor ve akşam olurken -shady- motel'e çöküyoruz.
    ...otelin ismi gırgır , ama temiz ... ucuz ve yakında güzel bir yemek mekanı var. Limonlu turta nefis, omlet ağlatıyor ... kahve de güzel ... sabah ünlü black mailbox'a bakma kararı alıyoruz.

    Adı Black olsa da Groove yakınındaki kutu aslında beyaz ... daha doğrusu bir zamanlar beyazmış. Adet olduğu üzere uzaylı amcalara bir not bırakıyoruz ...
    - İstanbul'a gelirseniz bize de uğramayı unutmayın, pas geçerseniz kırılırız ... diyoruz.

    (temsili)



    ardından ET karayolunu (üzerinden ikide birde uçan daire geçermiş) müzeyi falan geziyoruz. Akşam yemeği yerken Duygu'nun gözü haberlere takılıyor. Spiker New Orleans'ta ki Mardi Gras (Büyük Perhiz kutlamaları) hazırlıklarını anlatıyor.

    - Aaa .. Mardi Gras başlıyormuş.
    - ....evet
    - New Orleans uzak mı?
    - ...evet
    - Ama yolumuzun üstü ... dimi?
    - Sayılır
    - Gidelim mi?
    - New Orleans'a mı?
    - Evet ...
    - Mardi Gras zamanı otellerde yer yoktur ki, Baton Rouge'ye gidelim daha iyi ...
    - Sen bi baksana, kesin bi yer bulursun ...
    - Resepsiyoncu ile kırıştır diyorsun yani?
    - Ben cigara içmeye dışarı çıkarım...
    - O kadar istiyorsun yani?
    - ...hııı
    - Peki o zaman
  21. Kaan Yagizer
    ...L.A'i terk etmeden önce kaldığım Best Western'in yöneticisine yapışmışım ... Amerika'da Hintliler blok halinde Taksi işletmeciliği ve Otel işindedir. Best Western Valley'in yöneticisi de bir istisna değil ... eleman bir Singh ve beklediğim üzere Las Vegas'ta otellerde çalışan bol miktarda Singh var.

    - Kumarhanesi olsun ama pahalı olmasın, beni Bellagio'ya falan yollama ... Strip'in ucunda, arkasında olsun ama yeni - temiz ve ucuz olsun.

    - Aye, Aye Sire .. diyor ve bize SLS'te yer ayırtıyor. Otelin Geceliği 65 dolar (kahvaltı dahil)

    ..yani biz SinCity'e doğru yol alırken otelimiz belli, odamız belli.

    Las Vegas'ın en büyük hikayesi -Strip- denen rota. Strip kenti ikiye bölen ve her iki yakasında da otellerin, kumarhane ve gece klüplerinin, barların ve mağazaların yer aldığı bir çeşit cadde.
    ...strip uzaydan bile gözüküyor. O derece yani ...

    Ahanda uzaydan çekilmiş Las Vegas resmi ...



    ...kuzey - güney doğrultusunda dümdüz uzanan ışık çizgisi ünlü -strip- bizim kalacağımız SLS'de strip üzerinde ... kuzey ucunda, az daha ilerlediğin zaman çöle dalıyorsun ama olsun strip'teyiz abijim...

    Las Vegas'ın olayı şu ... odalar falan gayet lüks, bizim kaldığımız geceliği 65 dolarlık mekan böyle bir şey işte...



    tavanda "ayna" bile var, masaj yapan duş, banyo'da jakuzi ... arka bahçede tam boy olimpik havuz ... geberene kadar yiyebileceğin açık büfe, o büfenin daha da aşmış! modeli akşam kuruluyor ve adam başı sadece 7 dolar ... oto-park beleş vs.vs.
    ...tüm hikaye kumarhane de ...

    Las Vegas'ta önce kumarhane yapılır, sonra onun etrafına otel kurulur derler ... bizim otel'de farklı değil. Gırgırına Mirage ve Bellagio'ya gitmiştik, orada da durum aynıydı.
    ...Otele giriş yapıyorsun, resepsiyondan asansörlere gitmek için kumarhanenin ortasından geçiyorsun, havuza gideceksin ... asansörden çıkıp gene kumarhaneyi kat ederek cubidibap (suya atlama efekti) yapıyorsun. Tuvaletlere ödül olarak prezervatif veren kollu kumar makinesi koymuşlar ... gerisini siz gözünüzde canlandırın.

    Odaya yalandan yerleşip iniyoruz kumarhaneye ... ben canlı pokere geçiyorum, duygu'da elektronik kumar aletleri bölgesinde lokasyon tutuyor.

    ... prensibim var ... belli bir miktar parayı "bu para bana battı..." diyerek ayırırım, o parayı gözden çıkardım ya ... kaybetsem de koymaz.

    Las Vegas için ayırdığım para 300 dolar, bunun 200'ünü Duygu'ya veriyorum, bana 100 dolar yeter. 10 dolar pot'lu Texas Hold'em masasında 100 dolar yeter de artar bile (huyum değildir, canlı kumarda para kaybetmem ... cidden)

    Saat 03,00 civarında masa değiştiriyor, 50'lik tezgaha oturuyorum, Duygu iki kere beni ziyaret edip kavımdan fiş çalıyor (parası bitmiş...) sabaha karşı'da uykumuz geldiği için odaya çıkıyoruz.

    ...sabah (aslında öğleden sonra) yaptığımız kahvaltı sonrasında küçük bir hesap yapıyoruz. 300 dolar tatil bütçesine geri iade ediliyor, Duygu 500-550 falan kaybetmiş ama geceyi onun kayıplarından sonra 250 dolar kazanç ile kapatmışız.

    Anlayacağınız Strip konaklaması bedavaya gelmiş ...
    - Bir gece daha kalalım mı?
    - Olur, ama kumar baydı artık. Akşama kadar havuz kenarında leşlenelim ... sonra çıkıp yemek yer, şov falan seyretmeye gideriz. MGM'de güzel atraksiyonlar oluyor, oraya falan topuklayalım
    - Taam

    MGM'de David Copperfield var, arka taraflarda falan oturulursa yer var ve ücret kelle başı 55 dolar ... uyar diyoruz, bilet alıyoruz. Şov 22,00'de başlıyor yani yemek vs. için bolca zaman var.
    ...yemek yiyip strip'te yaya olarak tur atıyor ve şov zamanı MGM Grand'a gidiyoruz ... revü kızları, ön gösteriler falan derken Copperfield gene döktürüyor. Otele dönerken soruyorum ...
    - Buradan nereye gideceğiz? Var mı kafanda bi yer?
    - Büyük Kanyon ne kadar uzakta?
    - Sonora çölünün diğer tarafı ... 200 kilometre falandır.
    - Kaç mil yani?
    - Şimdiden mil hesabına mı geçtin kızım?
    - çevreye uyum sağlamak lazım ... dimi?
    - hehe ... 130-140 mil falan.
    - taam, oraya gidelim
    - sabah erken kalkıp topuklarız
    - eywallah

    ...devam edecek.
  22. Kaan Yagizer
    Tri-State'ye (New York/New Jersey ve Connecticut bölgesi) yaz gelmiş. N.Y'da yaz pis geçer ... nasıl kışın East River'i buz ile kaplayacak kadar soğuk yaparsa yaz geldiğinde de N.Y'a pis, yapışkan ve sıcak hava dalgası resmen tecavüzcü coşkun abimiz endamı ile (bkn.biliyorum sen de istiyorsun) tırmanır.

    ...O.Ç Tamer ile ortak kullandığımız evden N.J'ye daha yeni taşınmışım ... eski kız arkadaşım, yeni karım ile birlikte gereksiz yüksek bedel ile aldığımız ikinci el kontraplak evimizi adam etmeye çalışıyoruz. İşe gitmediğim zaman evde bir şeyler ile uğraşıyorum çünkü Amerika'da özellikle kalifiye tamirci bulmak neredeyse imkansız ya da aşırı pahalı.

    Türkiye'de bir sokak arasında sıkışıp kalmış tesisatçı amca orada son model Corvette'ye biniyor ve özel dikim gömlek giyiyor diyeyim, gerisini siz anlayın.

    Dediğim gibi hava acaip sıcak ... ter bile üzerinize yapışıyor ve bizim klimamız yok. Evimiz bahçeli olsa da, banliyöde yer alsa da (gerçi bizim evin bulunduğu yere banliyö denir mi? ...o ayrı tabi) sonuçta ufak, bir yatak odamız ... bir salon+mutfağımız (ikisi bir arada, ikisinden de azıcık) bir depo/yüklük/dolap gibi odamız ve banyo ile hol'den ibaret olan 90m2'lik evi soğutmak için bir tek klima yeter de artar ama bizde o klimayı alacak para ... nasıl desem? Bulunmamakta.

    Mercedes (Wife No.1) işe yeni girmiş, Citibank'ın Help Desk'inde çalışıyor, hani kredi kartınızı yitirdiğinizde banka'ya telefon açıp "imdat" dersiniz ya? İşte Mercedes sizin telefonunuzu cevaplayan kişi. Hatun yarım gün alo diyor (henüz tam güne geçememiş) bir yandan da giderek şişen göbeğini taşıma işi ile iştigal ediyor.

    ...anlayacağınız genç, parasız ve de hafiften batmış (finansal durum itibarı ile) şekilde idare etmeye çalışıyoruz. Formen'in gözünün içine bakıp 7/24 yalaka mode:ON takılıyorum, belki bana bir - iki saat mesai yaptırır da üç-beş kuruş cebimize girer davasındayım.

    O.Ç Tamer ise bildiğiniz gibi ... çalıyor, çırpıyor, aldatıyor ve kafasına göre takılıyor. Hani Karınca ve Ağustos böceği masalı vardır ya, biz aynen öyleyiz işte (ben bu masalda ki devamlı fazla mesai yapan karıncayım ne yazık ki) ...Tamer'in temel felsefesi basit. "Gerekmedikçe Çalışma" ... aslında burada demek istenen şey çalışma değil, çalma olmalı ama Tamer motto'sunu telaffuz ettiğim ilk şekilde dillendirmeyi tercih ediyor.

    Bir mağazaya giriyor, cebinde kuvvetli mıknatıs ... sergilenen fotoğraf makinesini alıyor, mıknatıs ile alarm'ı saniyeler içinde çıkarıyor ve sonra aldığı askı kayışı ile kasa'ya gidiyor.
    - bu askı kayışını almak istiyorum, sizden bir de ricam olacak ... bu makine bana hediye edildi ama içine nasıl film konuyor bilmiyorum, yardımcı olur musunuz? ...diyor.

    Amerikalılar temelde "inanma" eğilimli insanlar, yani bir şey söylerseniz elemanların doğal tepkisi size -inanmak- şeklinde oluyor. O.Ç Tamer aşırı soğukkanlı şekilde davranış sergilediğinden ona inanıyor ve makineye nasıl film konacağını ve hatta nasıl pozlama yapılacağını gösteriyorlar. Tamer askı kayışına 10 ve film için de 3 dolar ödeyip boynunda 1,500 dolarlık kamera ile mağazadan çıkıyor ve malı en yakın rehincide 350 - 400 dolar'a bozduruyor.
    ...para bitene kadar çalışmaya gerek yok.

    Para mı lazım?
    Wallmart'a gidiyor, bir market aracı alıp deterjan reyonuna dalıyor ve alabildiği en büyük boy deterjan kutusunu arabaya koyuyor. Sonra genel tuvalete gidip ortam müsait olduğunda alttan açtığı deterjan kutusunu içindeki malzemeyi tuvalete döküyor. (ondan sonra tuvalete girip sifonu çeken kim bilir nasıl korkuyordur?) Artık alış verişe hazır ... yükte hafif paha'da ağır şeyler alıyor/çalıyor. Mesela bir oto teyp'i, saat, telesekreter cihazı vs. Deterjan kutusu dolduğunda yanında getirdiği şeffaf koli band'ı ile kutunun altını kapatıyor ... yanına bir kaç ucuz şey alıp kasaya gidiyor ... deterjanı kasa'da okutuyor ... kaç para? 9.95'mi? ...tabi buyrun ... sonra adres en yakın rehinci (gene)

    ...anlıyacağınız O.Ç Tamer kafasına göre takılıyor. Herif için her mevsim bahar, ben ise kesintisiz kış'ı yaşıyorum.

    Bir akşam eve geliyorum ve bilin bakalım beni kim bekliyor? Tamer bizi ziyarete gelmiş. Mercedes onu sevmez, Tamer bir keresinde ona iş teklif etmişti , o günden beri Tamer'e ne güvenir, ne de ondan hazzeder. (işin detayına girmeyeceğim ... kusura bakmayın.)
    - bu ne istiyor gene? ... havasında.

    Soru güzel ... ben de merak ediyorum, ne istiyor bu? ...oturup kibarca soruyorum.
    - ne istiyon Tamer?

    ...bir şey istemiyormuş. Bize "yeni ev" hediyesi getirmiş. Hediye arabada, yardım et taşıyalım diyor. Dışarı çıkıyoruz, gerçekten arabada bir hediye var. O.Ç Tamer'in kuZu'nun tüm arka koltuğunu kaplayan öküz kadar bir Westinghouse klima ünitesi.
    ... hadi be? cidden mi?

    Eve taşıyoruz koli'yi ... Mercedes hala atarlı.
    - ne var onun içinde? ... falan havasında (Tamer'e o kadar güveniyor) koli'yi açıyoruz, harbiden klima var içinde. Hem de sıfır kilometre, uzaktan kumandalı falan. auWWW

    ...gevşiyoruz tabi.
    Meğer bu ön sevişmeymiş, esas muamele başlamadan Tamer bizi gevşetiyormuş.
    - Yardımınıza ihtiyacım var, kamyondan düşmüş (Amerikan Argosunda -Çalıntı-) biraz mal var ve bunları bir-iki gün sizin garajınıza koymak istiyorum.

    Mercedes atlıyor...
    - kaç para vereceksin? ... yahu kızım bi dur, bi dinle önce. Tamam acaip parasız durumdayız ama...
    Tamer sırıtıyor ... balık zoka'yı yuttu havasında.
    - 100 dolar veririm. Bir kaç hafta için 100 dolar, hem de peşin.
    - Anlaştık.

    Yahu sen ne yapıyorsun? ...manyak mısın? Tamer'e güvenilir mi? Mercedes gözümün içine baka baka parayı alıyor ve resmen buhar ediyor. Tamer memnun, kendine bir depo buldu.
    - yarın yollarım kutuları ... diyip uzuyor Tamer. Belli ki biz fikir değiştirmeyelim derdinde.

    - Ya başımızı belaya sokuyorsun, çalıntı malları eve yığmak neyin nesi? Biri ihbar etse...
    Mercedes lafı ağzıma tıkıyor.
    - Ona güvenmiyorum, ayrıca bana ettiği hakareti de unutmadım. Merak etme, kafam çalışıyor...
    ...somurtup oturuyorum.

    Akşam eve dönüyorum ... uuuu
    O.Ç Tamer'in arkadaşları/adamları malları yığmış. İki arabalık garajımız tepeleme (kapı zor kapanıyordu valla) eşya, koli dolu. Mercedes'e soruyorum ...
    - baktın mı içlerine?
    ...bakmış. Genelde mutfak gereçleri, fırınlar, kuzineler, mikser'ler falan varmış. Belli ki bunlar mutfak eşyaları satan bir yerin deposunu kaldırmışlar ... pıFFF Resmen -yataklık- yapıyoruz yahu.

    ...sevmem böyle işleri, hatunun peşine takıldık ama işin ucunda mahkemelik olmak var & ; (((& ;

    Gece sıkıntılı geçiyor ... sabah işe gidiyorum ... iş yerinde keyif sıfır, akşam eve geliyorum ... aAaAaAa???

    ...lan?
    - Ne oldu kolilere?
    Mercedes cevap veriyor...
    - Başka yere götürdüler her halde, ya da sattılar. Ne bileyim? Sabah senden sonra kamyonla gelip aldılar...

    ...aaa? ne güzel! Aferin lan diyorum Tamer'e (içimden) kırk yılda bir düzgün iş yaptı. Klima'yı bağlıyorum, ohh miss ... haybeden gelen 100 dolar da cabası.
    O gece mis gibi uyuyorum.
    ...hayat kısa zamanda rutin'e dönüyor. Sabah 06,00 gibi kalkıp önce işe, iş çıkışı bir - iki saatliğine okula uğruyorum. Ardından ev ... halimden memnunum yani. Bir de borçlar ezmese ...

    Sonra bir gün akşam üzeri Tamer geliyor (iş yerine) ...iş çıkışı eve beraber gidelim diyor.
    - Taam
    - Bir de kamyon ayarladım, emanetleri alacaklar.
    - HÖNK?!?
    - Senin garajda ki emanetler, onları diyorum ...
    ....harbiden mi?
    - Eee? Aldınız ya onları? Bir gün sonra kamyon gönderdin ... aldırdın malları!.

    Tamer gökkuşağı gibi renkten renk'e giriyor. Adam kalp'ten gidecek ya ...
    - Ben bir şey aldırmadım ki... diye kekeliyor.
    - Nasıl ya?!? Sen malları getirdin, bir gün sonra da birileri gelmiş ... bizi Tamer yolladı malları alacağız demiş, yüklemişler ne varsa ve de götürmüşler ... diyorum.

    Resmen yığılıyor oğlan, ağzı köpürüyor ... hafiften baygınlık geçiriyor.
    - Soydular beni ... soydular beni ...
    inanmıyor, şaka yapıyorum sanıyor. Beraber eve giderken yol boyu yeminler ettiriyor bana. Garaj'ı boş görünce daha da fena oluyor, hırsından ön bahçedeki çimleri yoluyor ... ama yapacak bir şey yok ki.

    ...anlayacağınız O.Ç Tamer hayatında ilk ve belki de son kez hırsızlık kurbanı oluyor. Üzülüyorum haline, çok değil tabi ... belki bir parça ... ama olan olmuş.

    Bir saat kadar sonra çekip gidiyor, giderken ayaklarını sürüyor. Arabayı kullanıyor ama hali - mecali kalmamış. Adam resmen gözümün önünde yaşlandı yahu.

    ...gece itiraf ediyorum.
    - Çok üzüldüm haline...
    - Senin yumuşak kalpli olduğunu bildiğim için bir şey söylemedim zaten.
    - neyi söylemedin?
    - o malları biz aldık ...
    - Hadi be?
    - evet...

    Mercedes abisini aramış. Abi, yani benim Kayınbirader Purple üyesi (bir çeşit bölgesel çete) ...bir kamyon bulup gelip almışlar malları. Sonra da birilerine satmışlar. Yani Tamer'in yapacağı işi yapmışlar ve para da aile içinde kalmış.
    - 35k düştü payımıza. Geçen ve bu ayın taksitlerini ödedim ... artan para ile de bizim bankada bebeğimize fon açtım (eğitim) ... hep o bizden faydalanacak değil ya?!
    ...hadi be?
    ...harbiden mi?
    ...yemin et?

    Banka cüzdanını gösteriyor, iki aylık mortgage makbuzlarını (bir ay geride kalmıştık ... fecasi rahatladık o para ile) falan gösteriyor. Kızsam mı? Sevinsem mi? Bilemiyorum...
    ...ama klima iyi soğutuyor. Tri-State'de yaz bela gibi ortalığı kasıp kavuruyor ama benim Westinghouse klimam var ve mırıldanıyorum.
    - ohh ... es yiğidin bağrına.
  23. Kaan Yagizer
    ... ilk yılım bitti bitiyor ama ben de resmen bitmişim.

    Annem - Babam Adana'da, İstanbul'da Babaannem var ama onunla da aramız iyi değil. Okulda kalmaktan daralmışım, duvarlar falan üzerime geliyor resmen. Yarı açık hapishane gibi ... bu ne be?

    ...kalacak bir yer, ikamet adresi bulsam -evci- çıkacağım, en azından Cuma akşamı - Pazar akşamı (20,00'a kadar) kısmi özgürlük sağlayacağım ama nasıl?

    Koray'ı aradım (kekeme) ya bana kalacak bi yer bulun abicim, gebericem burada ... resmen zırlıyorum telefonda. Koray "taam, duruma bi bakalım" dedi ... aslında bunu beş dakikada söyledi çünkü Koray vahim kekeme ama ne gam? En azından dışarı haber saldık.

    ...bir hafta on gün kadar sonra haber geldi. Çumartesi günü, büyük kantinin yanında masa tenisi oynayanları seyrediyorum, anons yapıldı. Ana kapıda ziyaretçim varmış. Koşturdu, gittim tabi.

    Mahalleden çocuklar beni görmeye gelmişler ... veledim daha, nasıl sevindim? Anlatılmaz... bir de iyi haber var. Selim (yorgun) abisi ile konuşmuş, h.sonları onlarda kalabilir mişiz.

    Yorgun'un annesi vefat etmiş, babası ise Afyon'da madencilik yapıyor. Selim'in abisi zamanı geldiğinde işi devir almak için madencilik okuyor (...ki sonradan Selim'de üni'de madencilik okudu) ve koca evde onlardan başka (gündeliğe gelen teyze hariç) kimse yok. Selim benim durumu abisine anlatmış, o da beni tanıdığı için "olur" demiş.

    Annemi aradım, izin aldım (benim talebim üzerine okula bilgi verdi) ve Selim'lerin Kalamış'ta ki evini adres gösterdim. Artık h.sonları eve çıkabilirim ... saadet'e bak be.

    Henüz bilmiyorum ama o evde 3 yıl lise ve 4 yıl üni.olmak üzere toplam 7 yıl kalacağım. H.sonları ve yaz tatilleri orada geçecek. Adana'ya, anne ve babamın yanına bir kere dahi gitmeyeceğim (anlayacağınız vaz geçmişlik tek taraflı değil) hatta askere gitmek için o evden çıkacak,teskeremi alınca da oraya geri döneceğim.

    ...o derece yani.

    Pazar gecesinden Cuma 16,00'a kadar Ortaköy, Cuma - Cumartesi akşamı ve Pazar günü ise Kalamış/Fenerbahçe ikamet adresim. Anlayacağınız Yorgun ve ailesi bana büyük kıyak geçmiş.

    Yorgun harbiden yorgun ... adam lakabını boşuna almamış. Bir yere gideceğiz diyelim ... evden çıkarken arabasının anahtarını alıyorum. Yorgun'un 1303 Big VW'si var. Asansör ile aşağı iniyor, arabayı açıyor (kış ise çalıştırıyor) arabaya oturuyor, kontağı 1,konuma getirip Selim gelene kadar müzik falan dinliyorum. Yarım saat kadar sonra Selim geliyor, saatte 10km/h ile gideceğimiz yere (daima geç kalarak) ulaşıyoruz.

    İnanılmaz düşük metabolizma hızı dışında Yorgun adam gibi adam. Genelde 4 kişi takılıyoruz, Koray (kekeme) Yüksel (çakkal ... çünkü babasının dalyan'da bakkal/market gibi bir şeyi var.) Yorgun ve ben. Daha geniş bir grubun (kalamış/f.bahçe p*çl*ri) parçası olsak da temelde bizim çekirdek bu şekilde.

    H.sonları genelde azıyoruz, bütün hafta 5 metrelik duvarların arasında sıkışıp kalmanın verdiği fazladan enerji ile cuma - c.tesi - pazar günlerini maksimum değerlendirme peşindeyim ve bu genelde "azgınlık" olarak nitelendirilebilecek seviyede hareketler sergilemek, türkçe meal'i ile de burnunun b*kt*n çıkmaması demek.

    Abisi özellikle tembih ettiği için Selim bana emanet (ben olsam bana kimseyi emanet etmezdim ama...) yani onu koruma/kollama işi elimden öper. Selim yaş olarak benden büyük ama imza karşılığı teslim aldığım için fiili durumda (de facto) benim dediğim oluyor.

    ...işte böyle bir gün bana haber geliyor. Yorgun'a kelek atmışlar.

    Selim'in abisi ona bir araba teyp'i almış (Kenwood) ama Selim Pioneer istiyormuş (..bir zamanlar ne popülerdi, öyle değil mi?) ... uğraşmış,etmiş bir Pioneer bulmuş. Arabasına da taktırmış. Buraya kadar sorun yok... ama Kenwood elinde kalmış. Onu da satması lazım.

    Selim F.B Lisesinden bir kız ile çıkıyor, kızın bir tanıdığı da teyp istiyormuş. Kız Selim'e söylemiş, Selim zaten Tahran Lisesinde (yakın mesafe) okul çıkışı Göztepe parkında buluşmuşlar, teyp'i göstermiş ... pazarlık yapmış ve anlaşmışlar. oğlan "yarın veririm" diyerek parasını ödemeden Selim'den teyp'i almış ... tahmin edeceğiniz gibi para falan da gelmemiş.

    Selim Mahmut'un kardeşi (Piç Mahmut) Murat'a söylemiş durumu ... Murat'da Fenerbahçe lisesinde, o da gidip teyp'i alan oğlan ile konuşmuş ama veled Murat'ı da bugün - yarın diye sallamış.

    ...yani peşine düşülmemiş olsa Kenwood'un parası deve sınıfına geçecek.

    Aslında pek bi para değil, sonuçta ikinci el -çıkma bir Kenwood teyp, bu günün parası ile en fazla 250 belki de 300 liradan bahsediyoruz ama işin bir başka yanı var ki o da "kelek yeme" hissi. Selami'li (Selamiçeşme) bir veled Fener'li (Fenerbahçe) bir veled'i kazıklamış ki bu kabul edilebilir cinsten bir iş değil.

    - Sen karışma, biz hallederiz ... dedim Yorgun'a. Onu işe iki nedenden dolayı karıştırmak istemiyorum. Bir... Belli ki efendice paramızı alamayacağız ve o karambol'e Selim'i sokmak istemiyorum İki... Selim'in burnu bile kanamasa dahi onun pisliğe bulaştığını abisi/babası duyarsa fecasi kızarlar.

    Cuma akşamı atladım gittim Azaplı'ya (Kalamışta bir kahve/kumarhane) Mahmut ile Serçe'yi buldum ... şöyle bir bahsettim... Murat zaten abisine mevzuyu çıtlatmış.
    - Hafta sonu Hayvan (ben) gelir, takılın dediydik ... geldin işte.
    - ee? napicez?
    - eskiticez elemanı...nolcek ki?
    - sıkıntı olur mu?
    - olur tabi, ama kelek yemek ve ses çıkarmamak daha büyük sıkıntı

    ...Mahmut haklı, bir kere kelek yer ve de sesini çıkarmazsan arkasından kelekler numara alıp sıraya gelirler. Mevzu b*kt*n bir çıkma teyp dahi olsa gevşememek lazım. Çözümü Serçe öksürdü...
    - Bunlar akşamları C.Bostan sahilinde takılıyor. Orayı basar alayına veririz sopayı ... sipali'yi (para) getirmezseniz her hafta sonu sizi burada zevkine parçalarız diye de raconu kestik mi o para gelir.

    ...mantıklı.
    - Arkadaşlara haber verelim, akşam gider dalarız bunlara.
    - Taam
    - Taam

    ...fısıltı gazetesi, telefon vs. derken C.tesi akşamı çınar ve civarına toplanmış neresinden baksan 40 kişi'yi bizi beklerken bulmak hem şaşırtıcı hem de sevindiriciydi. Şaşırmıştım çünkü bu kadar çok adamın mevzu'ya gönüllü katılıyor olacağını beklemiyordum, sevinmiştim çünkü bu kadar çok sevenim olduğunu da bilmiyordum.
    - Alet edevat yok, kimseyi yaralamayın - deşmeyin ... efendi gibi kavga edilecek. B*k*nu çıkarmayın.

    Serçe'nin talimatı net, bir yandan da iyi ... şişmiş göz veya kırık cam dert değil, karakola falan yansımaz. Ama birileri kötü yaralanırsa olay uzar gider. Tadında bırakmak iyi ve akıllıca.

    ...böylece arabalara doluştuk. Kavga'ya karışmayacak, bize sadece -intikal- hizmeti verecek olan arkadaşlar iki sokak yukarıda bekleyecek. Biz de şimdilerde lüks konut olan Kastelli yalısının önünde inip yaya ilerleyecek, kavga bittiğinde de arabalar ile o noktada buluşacağız.
    - Herkes sağındaki solundakine baksın ... geride adam bırakmayın.

    ...kavga ile ilgili detay verecek değilim (suçu övmek istemiyorum) ama sizinde tahmin edeceğiniz üzere (...ve aynen planlandığı şekilde) Selami tayfasına -kibarca- dayak atıldı. Kimse hastanelik olmadı, mala - mülke zarar verilmedi. Zaten amaç bunları yapmak değil ... amaç belli ... Fener çocuğuna kelek atmayın diye mesaj vermek.

    ...mesaj alındı mı peki?

    Malesef hayır.

    Selami'de abilerin takıldığı Halıfleks diye bir mekan var (dı...kapandı gitti tabi) oraya gidip bizi şikayet ediyor ama olayın nereden patladığını söylemiyorlar.
    - Biz öyle takılıyorduk, Fener tayfası gelip dövdü ... diyorlar.

    Halıfleks'li abiler de hemen misilleme yapıyor. O zamanlar Kalamış'ta Futbol sahası var (şimdilerde İş bankası blokları yükseliyor o noktada) gidip maç seyreden ve konu ile pek alakası olmayan çocukları dövüyorlar , ve de karşı mesaj iletiyorlar.
    - Lan siz Selami'li çocukları sahipsiz mi sandınız?

    ...hata tabi. Çıkma Kenwood'un parasının ödenmemesi durumu çok ileri noktalara taşınmaya müsait, Selami'li abiler de ateşe resmen benzin döküyor. Dayak yiyenler gelip mesajı iletince Fener'de sinirler iyice geriliyor, millet burnundan solumaya başlıyor.
    - Halıflex'e uğramak lazım, anlaşıldı.

    Durumu Mahmut özetliyor. Saat 22,00'a geliyor, mekan daha açık ... akşam olduğu için çoluk - çocuk el çekmiştir, sadece okey çeviren -abiler- kalmıştır ... yani kimse b*k yoluna gitmeyecek. Yeniden arabalara doluşuluyor ve bu defa arabalar Selamiçeşme ışıkların paralelinde beklemeye başlıyor.

    Yaya olarak Bağdat'a çıkıp Halıflex'e giriliyor ... durum oldukça dengesiz aslında. Kahve'de okey, yanık oynayan yirmi kadar kişi var ... Çingene Engin (..ki kendisi Selami tayfasının abisidir) başta olmak üzere gelişimiz tam anlamı ile bir süpriz. O saatte, orada beklenmiyoruz.

    ...ceee!

    En büyük dayağı Engin yiyiyor, geri kalan Halıflex erkan'ı da karavanadan çıkan nasip'i kaşıklıyor ama Engin'in hastaneye kaldırılması ve bir kaç hafta orada kalması gerekiyor.
    ...giderken bir kere daha mesaj veriyoruz.
    - Bize kelek atmayın...

    İşler daha büyümeden Ocak Başkanı Hayrullah abi devreye giriyor. Selami'li ve Fener'li abileri çay içmeye çağırıyor. Ne olup bittiğini onlara da anlattırıyor ve iki kere dayak yemiş olsalar da mevzunun nereden başladığını, olay döngüsüne start veren noktayı bilmeyen (ya da bilmediklerini söyleyen) Selami'li abiler aydınlatılıyor.
    - bu mudur yani? bunun için mi savaş çıktı a.q? ...diyorlar.

    -Sonuç-

    Pazartesi akşam üzeri Yorgun'un teybinin parası kız arkadaşı aracılığı ile ona iletiliyor, Hayrullah abinin attığı fırça ve kestiği racon ile taraflar arasında "ateşkes" ilan ediliyor ama iki tarafta birbirinin mekanlarına gitmeyecek ... anlaşmanın şartı bu. Selami'li abiler belayı başlattığı ve onlara yalan söylediği için semtlerinin çocuğunu epey bir hırpalıyor ; bir anlamda onu sosyal olarak -afaroz- ediyor.

    Ben memnunum ... Yorgun'un başı derde girmedi, teybin parasını aldı ve ne kadar çok arkadaşım olduğunu gördüm.
    Serçe ve Mahmut memnun ... işin dibinde Selami kaybetti, üstelik topladıkları güruh'u kontrol edebildiklerini gösterdiler. Zaten sonradan bu becerilerini -başka- ortamlarda da sergileyecekler. Serhat (Serçe) abilik ve Mahmut (piç) organizasyon yeteneklerini sergilediler.

    Hayrullah abi kısmen memnun ... kimse onun raconunu sorgulamadı ama aynı zamanda da yeni neslin kontrolsüz kaldığında ne denli pervasız şekilde davranabileceği bir kere daha sergilendi.

    Selami'liler memnun değil (çok da umurumdaydı...) gaza geldiler ve pis hırpalandılar... üstelik sayı/prestij/güç adına intikam alacak halde de olmadıkları ortaya çıktı (zaten o günden sonra kimse de onları pek -sallamadı-) ... bi anlamda -tarih- oldular dahi denebilir. (...aslında kim tarih olmadı ki? ...dimi?)
  24. Kaan Yagizer
    Kaan kafaya takmış, kariyerini yarış alanında yapacak. Ünlü olucam, paraya para demiycem, adımı pistlere altın harfler ile yazdırıcam havasında. Bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, sanayi sitelerinde sürtüyor, Şişli Turing'te ve Marmara Café'de bolca zaman geçirip yarışçı abilerinden kırıntılar kapmaya çalışıyor.
    ...bir gün bana geldi.

    - Kaan
    - hıı?
    - ben yarışa katılıcam
    - ee?
    - bana co-pilot lazım
    - ee?
    - sen olur musun?
    - ne?
    - co-pilot
    - o ne ki?
    - oturuyon yanımda, haritaya bakıp sağa git, sola git falan diyon
    - arada ben de kullanıyom mu peki?
    - yok
    - niekine?
    - kurallar öyle olm
    - hııı

    Kaan başladı ballandıra ballandıra anlatmaya. Yarış bitecek arabanın üzerine çıkıp şampanya patlatacağız ... ama çamurluk kenarında dikileceğiz, kaputun üzerine hayvan gibi çıkıp kaportayı çökertmeyeceğiz. Yarış üzerine yarış kazanacağımız için bize kovalar ile para verecekler.
    - neden kova ile? yani neden bavulla değil de kova ile para veriyorlar?
    - bilmiyorum ... hep kova diyorlar, daha bavul ile para alanı duymadım
    - ilginç...
    - evet

    ...anlayacağınız Carlos Sainz ve Louis Moya havasına girmişiz ... bir kere karar verdikten sonra kim bizi durdurabilir ki?
    - ama antreman yapmamız lazım ... video seyrettim, adamlar devamlı antreman yapıyor
    - ii ... yapalım
    - taam

    iki motorsiklet kaskı ayarladık (kolay) iki tane de bildiğiniz işçi tulumu, ayakta lastik ayakkabı, boyunda da fularlar.
    - fular ne iş be?
    - olm bütün baba yarışçılar takıyor bunları, pederin çekmeceden arakladım ... çaktırma
    - i*n* gibi oldum ben bununla, çıkartıcam
    - çıkartma olm ... uğursuzluktur
    - harbiden mi?
    - valla
    - ... peki

    Kaan'ın babasının bi Opel Manta'sı var. İki litrelik bu kuZu adamın gözünün bebeği, o zamanlarda ... o araba yokluğunda tek kapı spor otomobilim var diye hava atıyor adamcağız.

    ... hatırlamayanlar için kuZu işte böyle bir şey.



    ...zamanının güzel arabalarından yani.

    Pazar sabahı erken Manta'yı alıp uzayacağız. Kilyos'a gidip orada köy yollarında gazlayacağız. Kaan bir yıl önceki istanbul Rallisinin etap notlarını bulmuş, oradan uğraşıp bir harita çıkarmışız ... hatta üzerine not bile almışız. Yarım A4 kağıda el ile çizdiğimiz harita'da böyle bir şey ...



    ... düz beyaz kağıda tükenmez kalem ile çizilmiş haritamız, motorsiklet kasklarımız, iş tulumu ve fularlarımız ile Pazar sabahı erkenden buluşup sessiz olmaya özen göstererek Kaan'ın pederin kuZu'yu çalıyoruz.

    Artık yollar bizim...

    Arabayı Kızıltoprak benzinciden full'leyip Ümraniye üzerinden basıyoruz köy yollarına.

    Kısa zaman sonra kask'lardan dolayı ter basıyo ... çok sıcak be, bir şey de göremiyorum kapalı motorsiklet kaskı ile ...
    - ya bize bişi olmaz, ben çıkartıcam bu kaskı
    - beynim kulaklarımdan aktı lan, s*k*r*m kaskını, ben de çıkarıcam

    kasklar arka tarafa atılır, camlar açılır ve tulumların fermuarları gevşetilir. Kaan yanlamakta, ben de elimdeki kağıt parçasından ona bir sonraki virajı söylemeye çalışmaktayım. Tabi teoride ... çünkü o sallanan , debelenen ve savrulan arabada harita'ya bakarken midem bulanıyor.
    ...dur lan dur
    - ne oldu?
    - kusucam

    Şarampol'de içimi temizledikten ve biraz nefeslendikten sonra elimi yüzümü yıkayıp arabaya geri dönüyoruz.
    - olm harbiden iyi gidiyoruz ha, yarışta bu tempo'yu tutturursak ve de sen kusmazsan birincilik kesin
    - harbiden mi?
    - valla
    - kova ile para vericekler ... dimi?
    - aynen ... kova ile
    - vay be!

    O gaz ile arabaya biniyor, gazlıyor ve ..............
    ilk virajda şarampolden aşağı uçuyoruz.

    Opel önce sağ tekeri düşürüyor, Kaan toparlamaya çalışıyor ama arka kayıyor ve biz buzda kayıp kıç üstü oturan teyze hesabı alçak şarampolden aşağı langır - lungur yuvarlanıyoruz.
    ... bir tavandayız ( kaan ile birlikte) bir yerde ... bir sağ direğin orada birbirimize sarılmış vaziyetteyiz, bir arka pandizot civarında romans ortamında.

    Sonra Manta tavanın üzerinde duruyo , ön cam yerinden fırlamış ... zaten emniyet kemeri takılı değil, oradan çıkıp biraz uzaklaşıyoruz.
    - aa ... Walkman'ım arabada kaldı

    Kaan Opel'e sürünerek girip Walkman'ını alıyor. Birer cigara içiyoruz, kafa göz şişmiş ama kanamamız falan yok. Kol - bacak da kırık değil (bkn.Allah baba'nın aptalları koruması vakası)
    - sigorta var , salla a.q

    doğru diyor, Kaan'ın babası sigortacı zaten ... saLLa

    yola çıkıyor, ilk gelen minibüs ile köye geri dönüyor. Kave'den bir amca buluyor ve üç kuruş karşılığı onun traktör ile arabayı düzeltip yola çekiyoruz. Opel'in yağı boşalmış. Araba hem ezik, hem de leş gibi...
    ...yeniden yola çıkıyor ve bu defa benzinciye gidip iki plastik patlak yap alıyor, yağ koyuyor, yerinden çıkan akü'yü takıyor ve basıyoruz marş'a ... karbiratör biraz pislik yapıyor ama çalışıyor Manta.

    ...araba ikinci dünya savaşında düşman tank'ının ateşi altında kalmış gibi ama hala yürüyor ... yolun sağından tın-tın gelip arabayı park'a çekiyoruz. Kaan tembih ediyor ...
    - hiç ses etme, peder arabayı görünce manyağa bağlar ama biz saf'a yatalım ... mahallenin piçleri çalmış, yatırmış - kaldırmış ve yerine bırakmış ayağı çekeriz...
    - taam

    eve gidip yıkanıyor ve standar pazar günü aktiviteme (bkn.göbekten pamuk çıkarmak) başlıyorum ki biri kapı'ya abanıyor ... ev yıkılıyor yahu. Kapı'ya gidiyoruz ki ... auwww ... Kaan'ın peder gelmiş. Yanında da suç ortağım :
    - bizim piçler arabamın ağzına *çm*ş diye beni pedere şikayet ediyor. Kaan'ın babası arada ona bi tane çakıyor, benim peder de bana yazıyo .. resmen stereo dayak yiyiyoruz be. Arada olay çapraz'a döner mi? Gangbang'a kurban olur muyuz diye ufaktan endişe duyuyorum ama olmuyor... buna da şükür.

    Kaan'ın babası işi biliyo...
    - Bunlar arabayı alıp gelmiş ama olmaz ki ... arabayı aynı yere götürücez, olay yerine jandarma çağırıcaz ve rapor tutturucaz, gerisini ben hallederim.
    ...eder de, adam sigortacı.

    Peder çizgili pijamalarını çıkarıp giyiniyor, bizim arabaya biniyorlar (Doğan SLX - Füme Renk) biz de Kaan'ların Manta'ya tırmanıyoruz ... iki araba başlıyoruz olay yerine gitmeye.
    - Burası mı?
    - evet
    - epey de yüksekmiş be, kaç takla attınız?

    omuz silkiyoruz, ne bileyim be? takla atarken 7 - 8 - 9 diye saymayı unuttuk işte (bkn.gençlik cehaleti) Kaan'ın babası olayı ele alıyor.
    - yaklaştırın arabayı, aynı yerden sallayalım aşağı.
    - taam

    aynen dediğini yapıyoruz ve Manta'yı yolun kenarına iyice yanaştırıp bi abanıyoruz ... lümp! aynen langır - lungur gidiyor aşağı ve...
    GÜMMM!
    ...hasss!

    Araba yanmaya başlıyor ... muHAHAHA
    ...ilk defasında vermediğimiz hasarı ikinci yuvarlamada verdiğimiz için veya onu devirince kızgın motora benzin döküldüğünden araba alev alıyor .. lan - hop falan diyene kadar, hatta babam bizim arabadan koltuk altı spreyinin hallicesi yangın söndürme! aletini alıp gelene kadar Opel ocak çırası gibi alev alıyor. Şarampolün kenarına tespih gibi dizilip oturuyoruz, peder bi tane daha çakıyor enseme...
    - eşş*ğl* e**k diye kazıtıyor. Şimdi ben bu şaplağı neden yedim? Ulen hep beraber atmadık mı arabayı?
    - en azından jandarmayı çağırmaya gerek kalmadı... birazdan gelirler ... diyor Kaan'ın babası.

    Adam haklı, gerçekten çıkıp geliyor Jandarma. Onlar rapor falan tutarken Kaan mırıldanıyor.
    - Ulan kaza'da almadığımız hasarı babalarımız verdi be ... her tarafım çürük içinde a.q
    - aynen
    - haftaya sizin araba ile antreman yapalım mı?

    peder'in Doğan'a göz ucu ile bakıp sırıtıyorum
    - neden olmasın? kova ile di mi?
    - kova ile a.q
    : : :
  25. Kaan Yagizer
    ...başlığı okuyunca saç problemlerinden bahsedeceğimi sananlara : KEL ya da K.E.L Kabataş Erkek Lisesi anlamına da gelir. Artık "Erkek Lisesi" olmasa da boğaz kıyısında saraydan bozma binasında uzun yıllardır ( 1900'lerin başından beri) eğitim veren bu -güzide- kurumdan bahsediyorum.

    ...KEL'i pek çok benzerinden ayıran temel özellik ne oldukça "sert" disiplini (...ki öyleydi) ne de verdiği iyi öğrenimdi (...ki bu da doğruydu) KEL'in en büyük özelliği öğrencilerine, daha doğrusu öğrencilerinin ailelerine makul ücret karşılığında sunduğu -pansiyon- hizmetiydi.
    ...ufak tefek değişiklikler ile bu hizmet (en azından bildiğim kadarı ile) hala sürüyor.

    Nedir -pansiyon- hizmeti?

    ...şudur.

    Diyelim ki bir çocuğunuz var, bu velet size illallah dedirtti ... gönderirsiniz KEL'e, isterseniz h.sonları da orada kalır ve sadece okullar kapalı iken eve döner, ya da yüzünüzü yumuşatır ve onu başımın gözümün sadakası hesabı h.sonları evinize alırsınız. (Bkn.paşa gönül kriteri) Çocuğunuz KEL'de yaşar, orada yer - içer - ders çalışır - hamama gider - saçını keser - kantinde takılır ve biraz da kafası çalışıyor ise Lise'yi bitirir, Üniversite sınavını kazanır.

    ...Üni'yi kazanır derken dalga geçmiyorum. KEL'de "SALATALIĞI burada 4 yıl tut, o bile Mülkiye'yi kazanır" diye bir geik döner diyeyim, gerisini siz anlayın (...gerçekten de KEL mezunlarının sınav performansları efsanevidir)

    KEL'de üç çeşit öğrenci vardı ... okul bitince evinde giden -gündüzcüler- ...ki bunlar gerçekten az sayıdaydı, h.sonları evine giden -evciler- ve okul nüfusu içindeki çoğunluk olan -daimi yatılılar-

    ...ben üçüncü gruba dahildim. (sizce neden?)

    Hayat KEL'de fena değildir ... eğlenecek bir şeyler bulabilirsiniz. Arka bahçedeki yarı nizami beton saha da futbol oynayabilir, iki basketbol sahasında top sektirebilir, klüplere katılıp gereksiz işler ile uğraşabilir (örnek: pul klübü ya da adı artık her ne ise) kantinlerde aylaklık edebilir, hamamda göbek taşına sabun sürüp biraz su dökerek takunya ile buz pateni yapabilir (...ki bu faaliyet genelde revirde biter) sahil'e çıkıp boğaz'ı seyredebilir, balık tutabilir veya üst sınıfların genelde yaptığı gibi Ortaköy tarafındaki Tekel deposu ile bitişik duvardan kaçabilirdiniz.
    ...yaklaşık beş metrelik duvara tırmanır (bizden önceki abilerimizin duvara açtığı ayak basma ve tutunma gediklerini kullanarak) sonra Ortaköy'de bilardo oynar, king çevirir, sandal kiralar vs.vs. lise'den kaçmış p*çl*rin yaptığı şeyler ile uğraşabilirdiniz.

    KEL'de hatay toz pembe diye düşünmeyin ... okulda eğitmenler, okutmanlar ve hatta etüd abileri ve tabi ki üst sınıflardan devamlı şiddet görürsünüz. Hazırlık ve birinci sınıf ikinci kat'a çıkamaz (çıkarsa akşam yatakhanede eşşek sudan gelene kadar dayak yer) ikinci sınıflar ise üçüncü kat'ı rüyasında bile göremez.

    Yani bir dayak döngüsü (benim zamanımda) söz konusudur. Hazırlık sınıftaysan herkes seni döver, okulun önünden geçen köpekler bile seni kovalar, bir'e geçtin mi hazırlıkları döver ve abilerin gözüne batmamaya çalışırsın, iki'ye kapağı attın mı dövecek alt sınıf arar ve bir üçlüğe yakalanmamaya çalışırsın ... son seneye ulaştın mı? O zaman yakaladığına verirsin sopayı.

    ...doğal olarak KEL öğrencisi yarı vahşidir ... ailesi tarafınca kısmen terk edilmiştir, dayak yeme korkusu ile ensesinde göz çıkarmıştır ve şiddet eğilimini bulduğu her fırsatta ortaya çıkarma eğilimine sahiptir.

    Ortaköy sahilinde üç nadide okul yan yana dizilmiştir. Her biri saray eskisi olan bu okullardan ilki KEL, ikincisi Galatasaray Kız Lisesi ve üçüncüsü ise Yüksek Denizcilik Okuludur. Yani GS kız lisesi iki erkek okulunun arasında kalmıştır ve biraz da bu neden ile KEL ile Yüksek Denizcilik devamlı kavga eder.

    Kızlar yüzünden kavga çıkar, GS'li kızlar kendi yaşlarında sümüklü oğlanlar yerine bembeyaz üniformalı üni.öğrencilerine baygın bayın bakar ... Yüksek Denizcilik öğrencileri laci KEL ceketi (mendil cebindeki arma kimlik tespit'i için yeterlidir) giymiş birisini yakaladığında tartaklar döver ... KEL öğrencileri üniformalı bir Yüksek Denizcilik öğrencisini tek yakalarsa piranha sürüsü gibi ona dalar...

    İki okul arasındaki bu sonsuz kavganın bir nedeni de sabah sporudur. Yüksek Denizcilik öğrencileri sabahları (yaz - kış demeden) denize flika indirir ve boğaz'da kürek çekerler ... bu daimi yatılı KEL öğrencileri için bedava eğlence anlamına gelir. Sabah erken kalkar (06.30 gibi) sahile gider ve bir gece önce kantinden toplayıp taşla ezerek katladığımız gazoz kapaklarını sapan ile flika'ya atarsınız.

    Boğaz'ın serin ve taze havası ile ciğerlerinizi doldurur, lunapark'ta ki hedeflere ateş ediyormuşçasına eğlenir ve el-göz koordinasyonunuzu geliştiririsiniz... bundan ala spor mu olur?
    ...Flika'lar KEL'in önünden geçerken dümen kırıp boğazın ortasına doğru açılır ama gemi trafiğine de girmek istemedikleri için gene de sapan menzlinde kalırlar. Daimi yatılılar tespit gibi sahile dizilir ve "atış serbest" komutu ile birlikte cenk'e gider ve düşman piyadesine ok atar gibi gazoz kapaklarını çekip atarlar, çekip atarlar.

    Gazoz kapakları metal sis gibi flika'ya doğru uçar, büyük çoğunluğu kısa, bazıları da uzun düşer ... salvo atıp ıskalarsanız flika'da ki üni.öğrencileri kahkahalar atar.

    ..ama...

    Arada sırada isabet sağlanır ... Yüksek denizcilik öğrencileri kapalı can yelekleri giydiği ve miğfer taktığı için onların canını acıtmak zordur ama gene de bir kürek sallandığı, flika'dan küfürler yükseldiği zaman daimi yatılılar gülmekten geberir. Sabah sporu eğlencelidir. Tabi bu biraz da kıyının hangi tarafında olduğunuz ile alakalıdır. : : :
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.