Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    ...George ya da camia'da bilenen adı ile George of The Jungle Edinbourgh'lu bir eleman. Hatırlayan çıkar mı bilmiyorum? George of The Jungle bir çizgi film'di.

    https://youtu.be/EaXWy-HQefc

    ...bizim George hem tip olarak o beceriksiz Tarzan'a benziyor (iri yarı - elvis saç kesimli) hem de en az adını ödünç aldığı George of The Jungle kadar ... nasıl desem? Kısmetsiz.

    Peki George nasıl deyim yerinde ise "efsane" oldu? ... tabi ki hakkını vererek, onu anıtlaştıran olayların her biri için emek harcayarak. Örnek mi? ... kolay.

    George Malezya'da iş alıyor, çok da karmaşık bir iş değil bu. İşin özünde iyi bir saha mühendisi olduğu için halledebileceği, kalibresine uygun bu iş'i fazla zaman harcamadan hallediyor. Malezya'da iki ay kadar kalıp sonlandırma'yı yapıyor ve proje kapamasının onayını alıp geri dönmek için hazırlanıyor.
    ...hazırlanıyor da ... bizim GoJ (George of The Jungle) kauçuk plantasyonlarında fazlaca zaman harcamış, hava güzel, ortam sakin, yiyecekler lezzetli ama ormanın ortasında ki kauçuk plantasyonunda GoJ'un talep ettiği türden eğlence! yok.

    iş bitti, proje teslim edildi ya ... eve ... yılın yarısının yağmurlu, geri kalan yarısının da bulutlu geçtiği İskoçya'ya dönmeden önce Tayland'a geçeyim, bir hafta .. on gün dinlenip - eğleneyim diyor. Kuala Lumpur'dan Londra yerine Bangkok bileti alıyor ve kısa bir uçuş ile sincity'e (Bangkok'un lakabı) ulaşıyor.

    Hemen her falang gibi (thai'ler batılılara öyle diyor) gidip orta karar ve -guest friendly- bir otele yerleşiyor, eşyalarını otel kasasına koyuyor ve eğlenmek için dışarı çıkıyor.

    ...hikaye böyle başlıyor ve bir anlamda da bu şekilde bitiyor.

    diyeceksiniz ki ... nasıl?

    Şöyle...

    İki gün kadar sonra housekeeping GoJ'un odasına giriyor ... odada berbat bir koku. Ama öyle, böyle değil ... kadın hemen koşturup otel yöneticisini çağırıyor (müşteri öldü ve çürümeye başladı sanmış) bakıyorlar ki bizim GoJ yatakta yatıyor. Hem de ne yatma?
    ...herif yatağa böbreklerini ve bağırsaklarını boşaltmış ama uyumayı sürdürüyor.

    Camı pencereyi açıp GoJ'u uyandırmaya çalışıyorlar ama nafile ... GoJ gözünü açmıyor. 1155'ten turist polisini çağırıyorlar. Onlar gelip kontrol ediyor ... bizim GoJ resmen koma'ya girmiş. Ambulans çağırıyorlar ve GoJ'u sedye ile hastaneye kaldırıyorlar.
    ...eleman günler sonra kolunda serum, burnunda tüp ve altında ördek ile uyanıyor.

    Kabaca bir hafta'yı uyuyarak geçirmiş ve neredeyse hiç bir şey hatırlamıyor.

    ...bir bar'a gitmiş, bir hatun ile tanışmış ... otel'e davet etmiş (hatunu) yolda 7/11'e uğramışlar ... içecek bir şeyler almışlar. Oda'da aldıklarını buzdolabına koymuşlar ... sonra...

    ...sonrası yok işte.

    GoJ günler sonra hastane'de uyanıyor. Otelde'ki kasa boşaltılmış, pasaport - saat - cüzdan - kredi kartı vs. gitmiş. Ama işin ilginç yanı hırsız GoJ'un bütün ayakkabılarını da çalmış. Adamın gömleği, pantalonu duruyor ama dolabında, ayağında falan bulunan bütün ayakkabılar gitmiş.

    ...thai gazeteleri GoJ'un hikayesini yazıyor. Bir anlamda bizim Tarzan kamu malı oluyor, hatta seyahat sitelerinde falan nam'ı geçmeye başlıyor ... uyurken böbrekleri çalınan eleman gibi bizim GoJ'da -şehir efsaneleri- arasına giriyor.

    ...anlayacağınız GoJ bir tür bela paratoneri, mıknatısı ... tabi bu sadece bir örnek. Ne de olsa kimseye boşu boşuna "efsane" demezler.

    Sonuç : Kolay efsane olunmuyor ... çaba harcamak lazım :)
  2. Kaan Yagizer
    ...sosyalleşicez ya, malum bu aralar moda oldu. Dedik ki Pazar günü buluşalım, kahvaltı edelim sonra da Go-Kart'a gideriz, eğleniriz. Yaw falan dedim ama ısrar büyük ... peki.

    Ülen diğer Ford bayileri ile sosyalleşsem ne olcek, sosyalleşmesem ne olcek?
    ...zaten beni sevmezler ki (ben de onları sevmem...ayrı)

    Neyse...

    Gittik sahilde kahvaltı yaptık, sonra da atladık arabalara Topkapı'da (kapalı alan) yeni açılmış (o zaman yeniydi, hala duruyor mu bilmem) mekan'a toplu olarak geçtik. Saat erken, pazar günleri 12,00'de açıyorlarmış ama mekan sahibini tanıyor bizim arkadaşlar, adam kıyak çekmiş (sağolsun) bizim için erken açmış.
    ...ee? daha iyi ... biz bize cartlıyacaz işte

    Getirdiler kaskları ... birer tane kask seçtik, arabalara geçtik. Millet biniyor go-kart'a, çalıştırıyorlar ... gidiyor.
    ...gidiyor da ... ben binemedim ki alete.

    Yahu alet ufacık, ben de kocaman bi herifim. Bacaklarım sığmıyor, dizlerim çenemde. Hadi bacaklarım sığdı ... kıçım sığmıyor be. Fiber koltuk iskeleti yanaklardan kasmış, göyya oturuyorum ama popom mindere değmiyor ki ... elemanın biri geldi, omuzlarımdan bastırıyor aşağı ... pOp ettim, koltuğa oturdum.
    ...oturdum da bu defa da sırtım/omuzlarım sığmıyor.

    41 numara ayakkabıya 45 numara ayak sığdırıyor gibiyim.
    ...neyse

    Garip bir şekilde ... tarif etmek gerekirse at -şeyine- kelebek konmuş gibi bindim gok-kart'a, çalıştırdılar. Gaza bastım ... ıHHHHH

    5 beygirmidir nedir? Alet çim biçme makinesi hızı ile gidiyor (benim altımda) 120 küsur kiloyum, eziyorum go-kart'ı ... eşeğin sırtına binmiş fil misali go-kart'tan garip sesler geliyor ve max. hızım 5km/h'i aşmıyor.
    ...aşmıyor ama diğerleri öyle değil ki!

    Elemanlar ufak - tefek, sırım gibi ... pis herifler yanımdan Uno'dan yol çalan Ferrari misali geçiyor. Spin atıyorlar, virajda yanlıyorlar ...ben ise çuf-çuf tramvay misali sağ şeritten ufak ufak gidiyorum.

    Serdar diye bir eleman var (kulağı çınlasın) bayiler arasında en sevmediğim kişi ... neden bilmem o beni seviyor (en azından öyle söylüyor) ...defalarca belirtmişim -hislerimiz karşılıklı değil, ben senden zerre hazzetmiyorum- demişim ama eleman sallamıyor, nedense kanı ısınmış bana (zevksiz adam)

    ... bu Serdar yanımdan her geçişte, yani bana her -tur- takışında niHaHoHo falan yapıyor, yani dalga geçiyor.
    Genel olarak insanları sevmem ama o durumda Serdar'dan ekstra hoşlanmıyorum ... go-kart yürüse onu virajda sıkıştıracağım, belki arka çaprazdan vurup go-kart'ını devirecek ve onun arabanın altında kalmasını ve boynunu kırmasını sağlayacağım ama ne mümkün?

    ..benim alet yürümüyor ki?
    Ülen yere inip tek ayağımın üzerinde seke-seke gitsem büyük ihtimal ile daha fazla hız yaparım.

    ...demek ki başka bir çare bulmak lazım... ama ne?

    Sonra "ceton" düştü ... bir yandan gidiyorum, bir yandan da bunun gelmesini bekliyorum. Gözüm arkada ... bir baktım bu geliyor ... gene kahkahalar atıyor ... niHaHoHo falan diyor.
    ...tam yanımdan geçerken uzanıp bunun go-kart'ın takla barını yakaladım.

    niHaHoHo sırası artık bende ... Serdar önce uyanmadı ... alet yanlıyor, gaza basıyor ama ilerleme yok.
    - Ne oluyo be?

    ..sonra bir baktı ki beni de çekiyor

    - bıraksana be!
    - ne bırakıcam ya ... niHaHoHo sırası ben-de artıkkkkk

    Öyle yapışmışım ki bunun arabaya, kurtulamıyor bir türlü. Biraz debelendi, baktım döndü elime vuruyor. Neymiş onu bırakcakmışım ... nah bırakırım. Kasıyorum arkadaş ... bı-rak-mam ... kaynak ile bile sökemezsiniz ... o derece yani.

    ...sonra dedim ki ... dur buna bir pislik daha yapayım.

    Taaaaa şirdenden çektim b*lg*mı ve tükürüğü ağzımda toplayıp tüm gücümle Serdar'ın suratına tükürdüm. Elime vuruyor ya ... tükürüğü yiyince afallayacak tabi.
    ...en azından plan bu!

    Unuttuğum nokta kafamda -KASK- olduğu ... ufak bir detay işte.
    ...attığım o efsanevi tükürük kask vizörünün (camının) içinde patladı ... şaşırdım, parmaklarım gevşedi ... Serdar kurtuldu ve bir niHaHaHo çekerek uzadı gitti. Önümü göremediğim için ben de yolun kenarındaki lastiklere yapıştırdım.

    İşletmecinin elemanları geldi, beni aletten çıkarmaya çalışıyorlar ama nafile. Kıçım koltuğa sıkışmış ... şarap şişesindeki mantar gibi resmen yerime kaynamışım.
    ...üç kişi koltuk altlarımdan tutup çekerek beni aletten çıkardığında resmen bir PAT sesi çıktı desem bilmem inanır mısınız?

    Kolum yanmış (sonradan bepanten sürdük ... itişip kakışırken egzost'a falan dokundum her halde) kıçım çürümüş, kaskım tükürük içinde ... ben de s*ç*r*m go-kart'ına havasındayım. Koştum start noktasına, orada 10 kiloluk bir yangın söndürücü var ... adamlar -aman- diyene kadar kaptım yangın söndürücüyü attım kendimi piste.

    Gelene veriyorum karbondioksit itkili köpüğü, spin atıp dağılıyorlar .. etrafı y.söndürücünün sis'i kaplamış ama o gün o saate kadar eğlenmediğim kadar eğleniyorum.

    Mekan sahibi ve köpük yiyen arkadaşlar aynı fikirde değil tabi (niye? ... ne güzel eğleniyorduk aslında) aldılar elimden yangın söndürücüyü, pisti falan temizlediler. Mekan sahibi ile de biraz tartıştık ... o gazla hafiften atar yapınca adam hepimizi kapı dışarı etmez mi? ... hehehehe ... bi ara kavga çıkartalım dedim ama bayi arkadaşlar benim tersime -efendi- tipler.
    - saçmalama, yakışık alır mı öyle şey? ...dediler.

    gözüm kesse gene kavga edicem de bunlar bana el vermez ki ... delikanlılık yapıcaz diye on kişiden dayak yemenin de alemi yok. Ben de gidip Serdar'ın arabasının kapı koluna iş*d*m ... maksat ödeşme olsun tabi. Anlayın nasıl içimde uhte kalmış ...

    ...öyle bir Pazar eğlencesiydi, o biçim sosyalleştik işte (zaten o zamandan sonra bir daha toplanıp birlikte aktivite falan da yapmadık ... acaba neden?)
  3. Kaan Yagizer
    - Kaan
    - ...buyrun benim?
    - Amnesty International'ı duydun mu?
    - Vitamin hapı'mı satıyorlar?
    - Yok be ... İnsanhakları örgütü bu...
    - Duymadım ... eee?
    GE'den enerji paketi almışlar, kurulması lazımmış.
    - Açık kontrat, 8k ... istermisin?
    ...düşündüm. Açık kontrat demek iş 15 dakika'da sürse, 15 gününüzü de alsa da aynı parayı kazanacaksınız anlamına geliyor... yani işi B*k edip teslimat süresini aşarsanız taksimetre size yazar.
    - İş nerde?
    - N'Djamena
    - Orası nerde be?
    - Gidince öğrenirsin...

    AirFrance / Taksim'e voucher yollamışlar, gidip mektubumu aldım. Fransız konsolosluğuna uğrayıp sarı defterimi (aşı karnesi) ve voucher'i gösterdim ... Çad'a teleks çekip cevabını beklediler ... ben de gidip Beyoğlunda oyalandım, akşam üzeri elçiliğe geri döndüğümde yazışmalar bitmişti.
    - İşte biletiniz, yarın yola çıkıyorsunuz ... Fransa üzerinden aktarma yapacaksınız. Bu teleksinizin kopyası (bir anlamda yetki belgem) , size Hotel Eurpoé'de yer ayırtmışlar, havaalanında karşılanacaksınız.

    Eve döndüm (vapurla) ufak bir çanta yaptım ... eczaneye uğrayıp pişik için pudra, dezenfektan ve malarya için ilaç aldım. Sırt çantama bir iki parça şey ... iki sabun, beş - altı çorap, bir şapka vs. attım.

    THY ile De Gaulle'ye uçtum, oradan Orly'e geçip AirFrance ile Çad'a yollandım.

    N'Djamena havaalanı Nazilli garajları gibidir (...gerçi Afrika'nın çoğunda öyledir) uçaktan inip kanat veya kuyruk gölgesine sığınır. Bavulunuz indirilsin (aslında lönk diye aşağı atarlar) diye bekler, sonra eşyanızı alıp bi cigara yakar ve terminal'e yürürsünüz.

    ...gümrük görevlisi klasik "iş için mi geldiniz? yoksa tatil mi?" diye falan sormadı bile (kim oraya tatil için gelirdi ki?) pasaportumu aldı, boş bir sayfa bulup ... çTONK! Terminal kalabalık, gelen - giden çok ama sadece bir iki tane Mzungu var etrafta (kabaca çeviri : Beyaz adam ... biraz daha özenli çeviri .. emelsiz/hedefsiz gezgin) sırt çantamı alıp kalabalığı yararak attım kendimi terminal'den dışarı.

    Taksiler falan var ama ben ne aradığımı biliyorum ... çok geçmeden onları buldum. Çöl kamuflajlı uzun land'ı gölgeye çekmiş ikisi arabanın içinde uyuklayan, üçüncüsü elindeki beyaz kağıt parçasını sallayan askerlere doğru yürüdüm.
    - Hotel Europé?
    - Oui, Oui ... dedi asker.
    ...eywallah çekip land'ın kasasına tırmandım ve sabit ayağa monte edilmiş MAG'ın altına oturdum. Çok geçmeden bir Mzungu daha geldi, asker elindeki kağıdı katlayıp cebine koydu ... land çalıştı, güneş gözlüğünü takıp şapka'yı kafama geçirdim ve -yallah- yola çıktık.

    Diğer Mzungu Hollanda'lıymış, o da Amnesty için gelmiş, su arıtma sistemi kuracakmış...
    - Ben enerji paketi kuracağım, sanırım onunla da su dağıyacaklar ... sen de o suyu temizleyeceksin, mantıklı ...

    Enerji Paketi denen şey aslında şu. Bir (kısa) konteyner tabanı alıp buna 500Kva'lık jeneratör koyuyorsunuz. Sonra elektrik panosu, hava filtresi, yakıt tankı, egzostlar vs.vs. geri kalan her şeyi o konteyner sınırları içine sığdırmaya çalışıyorsunuz. İşiniz bittiğinde konteyner'in duvarlarını geri takıyor, sağlam şekilde kaynaklıyor ve gitmeye hazır hale getiriyorsunuz.

    ...yani böyle bir şey den bahsediyoruz.



    Bunlar C130 tipi orta gövdeli nakliye uçaklarına sığıyor (zaten o amaç ile yapılmışlar) ve hemen her yerde de çalışıyorlar. Anlayacağınız ben enerji paketini taşıyacak, kuracak, çalıştıracak ve teslim edeceğim ki ... diğerleri de benden sonra işlerini yapsın.
    ...sorumluluk büyük ...

    Land'ın arkasından görebildiğim kadarı ile N'Djamena pek büyük bir şehir değil, zaten başka da kayda değer şehir yok etrafta. Dandini binalar, kirli ve tozlu sokaklar. Kıtanın genelini sarmış olan o başa çıkması zor "fakirliğe/yokluğa alışma" hali Çad'da da geçerli. Afrikalı'ların en büyük derdi de o zaten. Millet bir şey yapmak istiyor ama işe girişmek için adamın yüreğinde olması gereken kıvılcım orada değil. -Yeter- noktasına kadar çalışıp sonra bırakıyorlar çalışmayı ...anlayacağınız yarın'ı da yarın düşünürüm hastalığına yakalanmışlar.

    Legion Etrangé (Yabancılar Lejyonu) askerleri ile muhabbet ediyoruz ... yanımda MAG'da dikilen Alman'mış, Türk olduğumu duyunca başladı bana türkçe "Naber Komşu?" çekmeye. Öndekiler ise İspanyol ... ben de onlara sardırıyorum "Vive la mort" çekiyorum arkada. (Vive La Mort, Vive La Guerre, Vive Le Sacre Merchanerié ... Yaşasın Ölüm, Yaşasın Savaş, Yaşasın Lanetli Paralı Askerler diye çevrilebilir.) dedikodu da yapıyoruz. Güney fena değilmiş, başkent eh işte idare edermiş ama kuzey b*kt*nmış ... çöl ve savaş varmış o tarafta. 16" paralel civarındaki hattın (Libya - Çad) sorunlu olduğunu ve orada 7/24 ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğünü bildiğimden soruyorum.
    - Siz de karışıyor musunuz çatışmalara?
    - Resmi olarak burada bile değiliz ki ... yani cevap "evet" karışıyorlarmış.

    --- devam edecek---
  4. Kaan Yagizer
    - Nasıl bir yer, Hotel yani?
    ...gülme tuttu Lejyonerleri
    - Sabret görürsün dediler.

    Land bir fabrika'ya daldı ... eskiden bira fabrikasıymış, üç - beş yıl önce Libya'lılar -gözdağı- vermek için Fabrika'yı vurmuş, üretim kanadı yıkımdan kurtulmuş ama yönetim ve ambalaj bölümü b*k* yemiş. Lejyon gelip yerleşene kadar fabrika atıl kalmış (ulen bira fabrikası vurulur mu? deyyus Kaddafi işte.) Eskiden ambar olarak kullanılan mekanlara yayılmışlar, deponun bir kanadını da (daha doğrusu kanadın bir kısmını) ülkeye gelecek yabancı teknik personel, doktorlar falan güvende olsun diye ayırmışlar. Yani meğer Hotel Europé bombalanmış bira fabrikasının yıkıntıları arasına kurulmuş ve aslında orada olmayan Fransız Yabancılar Lejyonu 2.Paraşüt Gücünün yatakhanesiymiş.
    ...pıFFF

    Yapacak bir şey yok, bir boş yatak buldum, yatağın altına çantamı attım. Çıktım dışarı ... savunma bakanlığı zaten yürüme mesafesinde. Gidip kaydımı yaptırdım, Çad'da elçilik yok, ben de angajman kuralları gereği en yakın noktaya (Sudan/Hartum) telefon açıp (bir internet kafe'den ... teknolojiye bak be...) nerede olduğumu, yaklaşık ne kadar kalacağımı vs. bildirdim. Sonra da fabrika'ya geri döndüm.

    ...akşamı fabrika'dan kova ile gelen (hani askeri tesislerde kırmızıya boyalı Y-A-N-G-I-N yazan saç kovalar vardır ya, işte onlardan biri ile bira servis ediliyordu) bira'yı reçel kavanozu ile içip lejyon karavanasını yiyerek geçirdikten ve kıdemli personelden (...çok yararlıdır) dedikodu topladıktan sonra vurdum kafayı yattım.

    Sabah havaalanına dönüş, benim ekipman orada yatıyormuş. Giden bir land'ın arkasına atlayıp yola düştük ... kent'i bir kere daha ve bu defa gündüz gözü ile inceledim. Belki bir şeyler vardır, ben kaçırmışımdır ... hayır. İlk intiba doğruymuş ... b*kt*n bir mekanmış.

    Havaalanında enerji paketlerini bulduğumda bir şeyi hemen fark ettim, toplam üç konteynerim vardı (birisi malzeme) mühürlü ve sağlam haldeydiler ... ama bu ekipman üç ay önce gelmişti ve ben arz-ı endam edene kadar kimse gelip gitmemiş, malzemeyi sormamıştı bile.

    Fabrika'ya geri dönüp Amnesty temsilcisinin kurulan kamp'tan teşrif etmesini beklemeye başladım. Biraz etrafta dolaştım (kent güvenli ... çatışma bölgesine silahsız gidilmemesi tavsiye ediliyor olsa da N'Djamena'da sorun yok) yemek falan yedim (lapa gibi bir pilav, eş dedikleri galeta unu ile yapılmış lokma benzeri bir şey ... ki genelde bunu acı bamya sosuna barırarak yiyiyorlar) genelde fabrika'da takılmayı tercih ettim.

    ...sonra beyefendi geldi. İskoçya'lı abi (Amnesty temsilcisi) ile oturup konuştuğumuzda durumun tahmin ettiğimden vahim olduğu ortaya çıktı. Yaklaşık bir günlük mesafeye kurdukları göçmen kampını büyütmeye çalışıyorlarmış ama işler pek de iyi gitmiyormuş. Bana taşıma/nakliye için yardımcı olamayacağını, başımın çaresine bakmam gerektiğini özellikle belirtip dert yanmaya başladı. Hiç bir şey zamanında hallolmuyormuş, Afrika'lılar tembelmiş vs.vs. (bkn.mızmız i*n*)
    - Sana bir - iki bin dolar vereyim ama vinçli kamyon bulamadım, zaten o yüzden malzemeyi taşıyamadık ... buradan Capetown'a kadar (G.Afrika) çalmadığım kapı kalmadı ama paketleri bir türlü nakledemedim. ....demez mi?

    ...kızdım tabi. Binlerce insanın canını bu d*ll*m*y* emanet etmişler, onun da ağlamaktan başka yaptığı bir şey yok.
    - sen bana para ver, ben hallederim ... dedim
    - nasıl halledeceksin? sana söyledim vinçli kamyon yok ki ... diye üstelediğinde de kapağı koydum.
    - ben -brit- değilim, sızlanmak yerinde sorun çözerim.

    Çözüm ayan - beyan belliydi, tabi çözmek isteyene. Sabah fabrikada'kilere sordum ... onların tarifi ve sundukları ulaşım hizmeti ile şanlı Çad ordusunun birinci topçu birliğinin yolunu tuttum. (Havaalanı yolundaydı üstleri...) nizamiyede zar-zor ingilizce bilen birisini bulup "Komutan" ile görüşmek istediğimi söyledim ... bira bekletip sonra içeri aldılar (işte Afrika'da beyaz adam olmanın avantajı), gençten bir yüzbaşının karşısına oturttular. İkram edilen çay'ı içerken kendimi tanıttım, sonra da istediğimi belirttim.

    - Bana en az üç, en fazla beş adet 6x4 kamyon lazım, tabi mürettebatı ile birlikte. Mümkünse bir de 4x4 arazi aracı.
    yüzbaşı elinden geldiğince kibar şekilde cevapladı ...
    - Hayır kurumu olduğumuzu sanmıyorsunuz, öyle değil mi? Savaşan bir ordunun parçasıyız ve başka önceliklerimiz var Mösyö

    Hayır kurumu olmadıklarını bildiğimi, vatan toprağı korumanın önemini küçümsemediğimi belirtip üsteledim.
    - Bütün bu ekipmanı ve personeli kiralamak istiyorum komutanım.
    Adam patladı ...
    - Bizi Avis'mi sandınız?
    - Nakit Amerikan Doları ödesem sizden destek alabilir miyim?

    Yüzbaşı sihirli sözcükleri yani -Cash, U.S Currency- duyunca durakladı.
    - Tabi sizin danışmanlık ücretinizi ayrıca ödeyeceğim.
    - Bir çay daha alır mıydınız?
    - Lütfen...

    Akşam üzeri Amerikan Hükümetinin bağışladığı beş adet GMC 6x4 kamyon ve bir halftrack (yarı paletli personel taşıyıcı) havaalanında yüklemeye başlamıştık bile. Vinç olmadığı için kalaslardan yapılan rampa + kas gücü ile (25 çad askerini boşuna mı kiraladım?) üç yarım konteyneri yükledik (en azından büyük bölümlerini ... her kasada yaklaşık 1 metrelik yük aşması olmuştu ama saLLa, onu kim takar?) geri kalan kamyonlara da biz ve variller (yağ+yakıt) doluştuk.
    ...geceyi topçu kışlasında Çad ordusunun misafiri olarak geçirdikten sonra sabah yola çıktık.

    Kamyon başı 90 dolar yani : 450USD
    Halftrack için 60 dolar : 60USD
    Takım Komutanı için : 150USD
    Takım elemanları için adam başı 10 dolar ... yani : 250USD .... ne yaptı toplamda? 910USD ... komutan'a da bir defalık 500USD komisyon. Bir gün idiş, bir gün dönüş ve iki gün de orada kalış ... 4x910+500:4,140USD (yanımda götürdüğüm yağ+yakıta ödediğim 60USD'yi de eklersek 4,200USD)

    ...tepeden tırnağa silahlı bir askeri birlik için maliyet ucuzdu ... öyle değil mi? İşin gırgırı yanımızda bir de 200mm'lik obüs vardı ve onu bize "bedelsiz" vermişlerdi. (sanırım kamyonun arkasından sökmeye üşendiler)

    mızmız İskoç'a kaPak olsun.

    ---devam edecek---
  5. Kaan Yagizer
    İnternet kafe'ye yeniden uğrayıp ... bu arada şöyle bir şey'i kastediyorum (bkn.yanlış anlaşılmasın) telefon işimi hallettim ve fabrika'ya uğrayan yeni dostlarımız ile yola çıktık.



    Evsahibim teğmen önce kuzey batı'ya, sonra kuzey'e ... nijer sınır hattına doğru (görece güvenli rota) ilerleyeceğimizi söylemişti. Libyalılar Çad Gölü'ne kadar güney'e inmiyormuş ama değerli kamyonlarını tehlikeye atmak istememelerini anlamam gerekiyormuş. Anlarım tabi, neden anlamayayım ki? Bi halt olursa sadece kamyonlar değil, benim yük'de yalan olur. Fazladan 400-500 dolar için kasmaya niyetim olmadığından mızmızlanmadım.
    ...tecavüz kaçınılmaz ise (siz anladınız gerisini)

    Sadece iki kere arıza yaşayarak (basit arızalar) akşam üzeri Nijer sınır hattına varmıştık. Manzara fazla tekdüze (genelde basık yayvan tepecikler, taşlı / kuru ve susuzluk ile yanmış toprak, bitki örtüsü ise dikenli çalılık ağırlıklı) olduğundan fazla ses etmeden arkada oturuyor. Kimi zaman tuz hapı emiyor, arada sigara tüttürüyordum. Geceyi cibinliğe sarınarak halftrack'ın arkasında geçirmek biraz neşe kaçırıcı olsa da sabah demlenen çay (bedevi usülü) canlandırıcıydı.

    Yola çıktığımızın ikinci günü öğle saatlerinde (50+ derece falandı sanırım) UNHCR'nin göçmen kampına ulaşmıştık. Sadece yarım günlük kaybımız olduğu için keyfim yerindeydi ... tabi kampın ne kadar b*k* yemiş olduğunu görene kadar.

    Kalasların üzerinde kaydırarak yükü indirip konteynerleri kamyon çekme halatı ile birbirine hizalayana ve kaymasın, şakül bozulmasın diye altlarını besleyene kadar etrafa doğru dürüst bakamamıştım. Gün ışığından azami şekilde yararlanmaya çalışıyordum ve bilmeyenler için not ... Ekvator enlemine yaklaştıkça -alacakaranlık- toleransı azalır. Atıyorum İstanbul'da -akşam oluyor- ile -hava karardı- arasında 1 saat varsa bu ekvator'da 20 dakikaya falan düşer.

    Sonunda konteyner'ler güvene alınınca birisinin üzerine çıkıp oturdum ve kampa baktım.
    - Yaklaşık 18,000 kişi var, çoğu kuzeyli göçmenler ... Sudan sınırında da kamplar var, onlar da genelde iç savaştan kaçıp gelenler...
    Bizi karşılayan UNHCR (Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Programı) memurunun sözleri iç karartıcı olsa da hiç bir söz gözleriniz ile gördüğünüz şeyi tam olarak tarif edemiyordu.

    -- Çad, kampta su çeken kadınlar--



    Sabah olunca çalışmaya başladık. Motorların nakliye yağlarını boşaltıp doldurduk, transfer sırasında jeneratörün arızalanmaması için konan kauçuk takozları söktük, vakvak ile sistemin havasını aldık ve öğlen olmadan önce bir, sonra da ikinci jeneratörü ateşledik.

    UN'in iki teknisyeni ağır hizmet kablolarını hazırlamıştı zaten, onlar enerji çıkışının ilk siftahını yapar. Teslim/Tesellüm raporlarını düzenler, kamp yöneticilerinin kullanması için kolaylıklar (mesela basit bir yönerge serisi ... sistemi devreye almak ve devreden çıkarmak için ... ya da yakıt borusuna yağlı boya ile tankta kalan yakıt seviyesini gösteren çizgiler çizmek gibi) ilk ışıldaklar yanmaya başlamıştı bile.

    ...kendimi iyi hissettim mi? tabi ki ... işim bitmek üzereydi ve sabah s*kt*r*p N'Djamena'nın görece üstün konforuna ve Hotel Europa'nın s*d*k ısısındaki beleş birasına doğru yola çıkabilecektim.
    ...kendimi kötü hissettim mi? tabi ki ... orada binlerce insan yarın ne olacağını bilmeden ve kamyonlarla gelen tahıl'dan yarım leğen alma umudu ile yaşıyordu ve elimden gelen hiç bi b*k'da yoktu.

    Aradan yıllar geçmiş olsa da hala arada sırada düşünürüm onları (o kadar da sık değil, yeterince sık ama) acaba kaç tanesi evine geri dönmeyi becerebildi? Çok değildir sanırım...
  6. Kaan Yagizer
    ...acayip parasızım. Akşamları okul çıkışında pizza'cı da kaçak çalışıyorum ve -malzemecilik- yapıyorum. Önüme boş pizza hamuru geliyor, domates sosu serp, kaşar serp ... sonra adisyona göre malzeme yerleştir. iki parça sucuk pizza'nın üzerine, bir sucuk ağza ... iki tutam peynir pizza'ya, bir tutam ağıza hesabı gece saat 02.00'a kadar saatte 5 dolar'a çalışıyorum. Ortalığı temizleme, çöpü çıkarma, tıkanan tuvalate el atma da yan işlerim. Ama akşam yemeği beleşe geliyor. (kurdeşen döküyorum ... o ayrı)

    ...sonunda öğrenci işleri kağıt karmaşasının arasından çıkıp bana yarım gün çalışma izni veriyor ... heyooo be! Sonunda sıcak yemek yiyebileceğim.

    Çalışma belgemi alıp göçmen ofisine kendimi kaydettiriyorum ve cebimde sosyal güvenlik kartı ile iş aramaya başlıyorum.

    ...tataaaaa .... neredeyse anında iş buluyorum. Hyundai'nin lojistik merkezi iki blok ötede ve adamlar "Help Wanted" ilanı asmışlar. Hemen girip espri yapıyorum ...

    - Yardım etmeye geldim
    Sekreter kız bana b*k* bakar gibi bir bakış fırlatıp birilerini çağırıyor. O gelene kadar oturup bekliyorum ve de ustabaşı gelince biraz laflıyoruz.

    - İşi biliyor musun?
    - iş ne?
    - PDI (Teslimat öncesi hazırlık)
    - Biliyorum
    - gel, göstereyim ... (belli ki bana inanmadı ... ama harbiden biliyorum be!)

    O zamanlar Hyundai doğrudan ithal ediliyor, limana gelen araçlar lojistik merkezlerine taşınıyor ... burada iç sevk için hazırlanıp bayilere yollanıyor. Benim gittiğim yer de öyle bir nokta. Kocamaaaaaaan bir alan, beton zemin ... iki sundurma, bir prefabrik ofis binası ... o kadar.

    ...iş basit aslında. Önce gidip dispozisyon'dan araç anahtarı ve park bilgisini alıyorsun. (Kırmızı 27 gibi ...) kart basıyorsun ve aracı bulup sundurmaya çekiyorsun. Araç nakliye modunda, jant kapakları vs. bagajda zaten ... onları tak, paspasları ser, silecekleri tak, teybe (kaset devri) Hyundai'nin Wellcome kasedini tak, istasyonları ayarla son check list'e geç. Yağına, suyuna, akü gerilimine bak, aracı kontrol et.

    ... sonra arabayı otomatik yıkamaya götür, deterjan sık, zincire tak ... araba otomatik yıkamadan çıkınca kurula, teslimat hazır noktasına götür, kitle. PDI O.K etiketi yapıştır, anahtarları götür ... kart bas ... 11 dolar senin.

    Kafamda hesap yapıyorum ... günde 5 araba yapsam 55 dolar, 50 dolar günlük yaşam için bana yeter de artar bile ... üç öğün yemek yerim ki bu o dönem resmen lüks. Günde 7 arabaya çıksam ufaktan para biriktiririm be!

    Tulum giyiyorum, işe giriş evraklarımı hazırlıyorlar ... gidip ilk kartımı basıyor ve ilk aracıma girişiyorum.

    ...2.2'lik bir sedan bu ... deri koltuklu, sunroof'lu lüks bir banliyö aracı.

    Aynen girişiyor, bir yandan da saate bakıyorum. Bakalım günde kaç araba yapabileceğim. Atlamadan, işi şişirmeden tüm listeyi takip ediyor ve aracı yıkamaya çekiyorum. Bas deterjanı ... arabayı zincire tak ... makina Hyundai'yi çekerken öbür tarafa geçip kurulama bezi alıp beklemeye başlıyorum.

    ...sonra araba otomatik yıkamadan çıkıyor.

    Çıkıyor da .... araba bir garip ... ???

    Hani çok büyük bir yanlışlık vardır (mesela Pisa kulesi) ona baktığınızda beyin doğrudan algılamayı red eder ama durumun fecasi yanlış olduğunu hissedersiniz. Aynen benim durum bu ...

    kuZu'ya bakıyorum ... bakıyorum ... kafa basmıyor bir türlü, beyin durmuş.

    Kapıyı açmam ile -FOŞŞŞŞ- su boşalıyor dışarı, arabada belki bir ton sabunlu su var .... nasıl ya?
    ...haSSSSSS Sunroof'u açık bırakmışım.

    Off yaaa! Panik içinde ve inleyerek kendimi yere atıp elimle ayak havuzuna dolmuş suyu boşaltmaya çalışıyorum (toprağa kemik gömen köpek gibi) koltuğa elim değiyor, canım deri döşemenin dikişlerinden cof! diye su boşalıyor, ön göğüsten aşağı su akıyor ... LAN! Arabayı boğmuşum resmen.

    Sonra arkalardan bir yerden - HIAGHHH- diye bir ses geliyor ... dönüp bakıyorum bana işi gösteren ustabaşı prefabrik binadan çıkmış naralar atarak bana doğru koşuyor.
    ...ne yapmalı?

    TopuKKKK ... o dev park alanında tam bir tur atıyoruz. Ben önde -anam, anam- modunda kaçıyorum, ustabaşı ağzından köpükler saçarak arkamdan geliyor.

    ...ana kapının oraya geldiğinde sola sinyal patlatıp kendimi sokağa atıyor ve gaz kesmeden aynen Topuk! olayını sürdürüyorum.

    İzimi kaybettirince tulum çöp'ü boyluyor ... ve ben bi cigara içip kendime gelince iş aramaya başlıyorum. Takip eden gün Cadillac'ta iş buluyorum. Ustabaşı soruyor bana ...

    - İş tecrüben var mı?
    - Evet Hyundai'de PDI'cılık yaptım, mekanik tamirde de iyiyimdir. (...ne var? Yalan mı?)
    - Haa ... iyi o zaman. Sana saatte 18.30 veririm, uyar mı?
    - Taam

    ..anlayacağınız Hyundai'deki kariyerim kısa ama verimli bir şekilde sonlansa da o iş bana Cadillac'ın kapılarını açıyor...
  7. Kaan Yagizer
    Arap Kerem Fenerbahçe'de pederinin yeni aldığı Merso ile dolaşıyor ... resimdeki U.S versiyon olsa da Arabın Almanya çıkışlı Merso'da kompl krom tamponlar var ve kuZu resmen ya-kı-yoooo ....

    Bize -kelek- atılalı (bkn.Paris - Dakar hikayesi...) bir aydan fazla süre geçmiş ama alınan karar gereği o süre boyunca sessiz, boynu bükük ve sakin kalmışız. İntikam alınacak ama tabi ki bunun zamanı var...

    Arabın kullandığı ve buran buram -yeni- kokan Merso işte böyle bir şey.



    Arabın babası dönemin ağır abilerinden, politikacı ve deyim yerinde ise -ensesi kalın- takımının üyesi. Ama hakkını vermek lazım, arada sırada çıkıklık yapsa da Kerem it-uğursuz değil. Bize karşı düzenlediği ve planlamasını üstlendiği o menfur -şaka- dışında aslında sevilesi bir adam.

    ...ama onun bu -sevilesi- kişilik yapısı bizim ondan intikam almamıza engel değil. (bkn.iş başka, aşk başka)

    Düşünüyoruz, düşünüyoruz ... kırmızı Merso fazlası ile dikkat çekici ... Arap'tan intikam alacağız ve bu intikam'ın konusu da Merso olacak ... işin o kısmı belli ... ama nasıl?

    Öncelikle bir göze - göz durumu söz konusu. Takıldığımız Fener - Kalamış tayfası Arap ve arkadaşlarının bizi nasıl ayara getirdiğini biliyor, hikayemiz aradan geçeni bir ay'a rağmen hala anlatılıyor ve tabi ki abartılıyor. (bir versiyonda ben altıma işemişim, bir diğer versiyonda da Bunalım camdan aşağı atlayıp ayaklarını kırmış)

    ...yani intikamımız da -epik- olmalı, bizim hamlemiz de aynı şekilde anlatılmalı. Ancak bu şekilde yediğimiz kelek gölgelenecek, bir anlamda namus temizlenecek.

    Sonra Rauf buluyor yapmamız gereken şeyi ... ben Arabın Merso'yu kaldırıp denize sürelim, batın gitsin ... akvaryum süsü olsun falan diyorum ama Rauf'un plan çok daha iyi. (bkn.elemanın kafa çalışıyo abi)

    ... Arap akşamları (neredeyse her akşam) Fenerbahçe'ye geliyor ve arabasını büfelerin oraya çekip (eskiler hatırlar ... yan yana büfeler vardı orada) bir - iki saat takılıyor. Sonra da nereye gidecekse, gidiyor.

    Rauf diyor ki ...
    - işte orada saldıracağız, büfelerin önü Arap'ın savunmasız olduğu an ve de mekan ... orada etrafı arkadaşları ile çevriliyken kelek beklemez.

    ...taam diyoruz.

    Hazırlıklar yapılıyor ve gelen ilk Cumartesi akşamı (en kalabalık akşam) plan işleme konuyor. Arap her zaman ki gibi gelip arabasını büfelerin önüne, az çaprazına yani büfelerin hemen yanındaki İETT durağının önüne geri geri park ediyor.

    ...hemen yanına bir araba geliyor. Bu arabada gürültülü müzik çalıyor ve bu da yetmezmiş gibi "OoOoO hayırlı olsun!" falan diyen bir grup mavracı (bizim suikast yancıları) Merso'nun etrafını sarıyor. Anlayacağınız Arap lafa tutuluyor, kafası karıştırılıyor.

    Sonra mavracılar başlıyor..

    - gidiyo mu bu? bi bassana ...
    - sen var ya şimdi asfalta lastiklerinle "kahramanmaraşlıabdullahwashere" yazarsın

    ... falan diyor.

    Bu da yetmezmiş gibi yanda park eden ve müzk çalan araba pati çekerek ve lastik yakarak kalkıyor. Yancılar lastik dumanı içinde veriyor gazı ...

    - bas , bas, bas

    Arap gaza geliyor, yüreğinde genç osman temposu basıyor marşa ... abanıyor gaza.

    ... millet sağa - sola kaçışıyor, Merso arka lastikleri yakıyor ... patinaj çekiyor ... çekiyor .. çekiyor ve...

    HARŞ - ŞANGIR , ŞUNGUR falan bir ses geliyor ve Merso namludan çıkan mermi edası (ve hızı ile) Çınar'a doğru uzaklaşıyor. Büfenin arkasında gülmekten geberiyoruz, intikam böyle alınır işte ...

    Yerde ... az önce Arab'ın Merso'nun durduğu noktada Komple Krom tampon (orta parça) yatıyor ... millet Kerem'i lafa tutarken tampona bağlanan çelik çekme halatı İETT durağının taşıyıcı borusunu resmen dirsek gibi bükmüş.

    ...gülmekten yerlerde yuvarlanıyoruz ... intikammm - intikammm diye nara'lar atıyor Bunalım Hakan.

    Sonra Arap geliyor ... arabadan inip yerde yatan bükük arka tamponuna, bize , etrafa , arabasına bakıyor. Gözleri boş, belli ki şaşırmış. Merso'nun arka tarafına doğru gidiyor , oradaki manzara'ya göz atıyor ve inaharghghgh gibilerden bir çığlık atıyor.

    Merso'nun arkasında içine rahatlıkla yumruğum sığacak boyutta iki tane delik açılmış ... arabanın stepne havuzu bükülmüş ve dışarı doğru uzamış.

    ...beklentimiz çelik tel'in tamponu sökmesiydi ama bağlantı ayakları fazla sağlam olduğu için tampon koparken kuZu'nun k*ç*n* resmen patlatmış. Mağara gibi iki delik var arabada ...

    Arap dizlerinin üzerine yere çöküyor ve başlıyor bağırmaya

    - Neden? Nedennnn?

    Rauf bizi dürtüyor ...

    - Karnım acıktı artiz (amerikan salatalı ve sosisli sandviç) yiyelim mi?
    - taam ... diyoruz.

    Arap dövünüyor asfaltın ortasında, etrafındaki kalabalık giderek artıyor ve biz gayet iyi biliyoruz ki gün doğduğunda aldığımız intikam ağızdan ağıza dolaşmaya başlayacak.

    ...eh, bu kutlanmaz mı?
  8. Kaan Yagizer
    İş yerinde oturuyorum, telefon çaldı… açtım.

    - Kaan bey sizi patron arıyor.
    - Bağla …
    - Kaan
    - Buyur patron
    - Yanıma gelsene …
    - Peki …
    - ….. dıttt, dıt, dıt,dıt.

    Kalktım yerimden, çıktım odasına. Patron yok. İndim aşağı, santrale sordum.

    - Patron nerede?
    - Dışarıdan aradı …

    …hımmm … peki. Cepten aradım, ulaşılamıyor. Nerde yahu bu adam? Evi aradım … yenge biliyordur diyorum kendi kendime. Hoşbeşten sonra sordum.

    - Patron nerede?
    - İki gün önce Amerika’ya gitti Kaan
    - Peki … kolay gelsin.

    ..ben çıkıyorum dedim millete. Eve gittim, el çantasına bir – iki şey koydum … pasaportu aldım yanıma, bir zaman yokum diyerek çıktım evden. Taksi ile iskele, vapur ile karşıya geçiş … taksi ile hava alanı.

    - İyi günler … bir bilet istiyorum.
    - Tabi … nereye?
    - Amerika’ya ilk uçuş ne zaman?
    - Hangi kente?
    - Fark etmez, mümkün ise doğu yakası … ama midwest veya kuzey’de olur.
    - Amerika’ya ilk uçak yarın sabah …
    - Peki o zaman bana Sciphol’a bilet verin, oradan zıplarım.
    - Vizeniz var mı?

    (vize gösterilir) bilet alınır ve KLM ile turist sınıfta Amsterdam’a uçulur. (3 saat bekleme + 3 Saat uçuş) Amsterdam’da gümrükten hızla geçilir ve bilet aranmaya başlanır. NW gişesi umut vericidir (Northwestern ve KLM iş ortağıdır)

    - İyi günler … bir bilet istiyorum
    - Tabi … nereye?
    - Amerika kıtasına , mümkün ise doğu yakası … ama midwest veya kuzey’de olur.
    - Tam olarak nereye?
    - Güney Carolina, olmazsa Kuzey … ya da Baton Rouge veya Miami … Boston’a kadar kuzeye çıkabilirsiniz ama NY olmasın. Maine bile olur ama NY’de zaman kaybetmek istemiyorum.
    - O’Hara?
    - Olur.


    (2 Saatlik bekleme sonrası 8 saatlik Chicago uçuşu) O’Hara’da uçaktan iniş, gümrükten geçiş … bir kullan at telefon satın alma ve şirketi geri arama. “Patron’a söyleyin ben Amerika’dayım … yerel numarasını size bıraksın”

    Yaklaşık yerini biliyorum … ama sadece yaklaşık!

    Yeniden NW’nin gişesine yanaşmaca.
    - İyi günler … bir bilet istiyorum
    - Tabi … nereye?
    - Güneye, Konfederasyon bölgesine (gişe memuru zenci olduğu için esprime gülmez)
    - Tam olarak nereye?
    - Spartanburg’a bilet var mı?


    Varmış …

    (3 saat bekleme +4 saat uçuş … spartanburg) Yerel hava alanından şirketi arıyorum.
    - Patron numarasını bıraktı mı?
    - Evet … numarayı verirler.
    - Charlotte’deymiş.
    - O.K


    Ana kapının yanındaki Thrifty’den Mid-Size Sedan kiralama (Opel çakması Caddy Cimarron) ve yola çıkmaca. Charlotte 75mil kadar uzakta. Telefon açılır ama patronun numarası cevap vermez, voice mail’e düşer.
    - Patron ben geldim, Charlotte’ye gidiyorum, lütfen beni bu numaradan ara (numara bırakılır)


    Kafam önüme düşerken Charlotte’ye varılır, kent girişindeki Best Western’e nakit ile girilir ve banyo dahi yapmadan sadece ayakkabılar atılarak uykuya dalınır.
    Saatler sonra uyanılır, telefonda –sarı- ışık yanıp sönmektedir. Sesli mesaj dinlenir … patron Houston’dadır. Kalkılır, duş yapılır … gömlek, çorap falan değiştirilir. Charlotte hava alanına gidilir (kentin diğer ucu) araba bırakılır, Houston’a bilet sorulur … vardır.

    (2 saat bekleme, 2,5 saat uçuş)

    Houston’da Hertz’ten SUV kiralanır (Chevrolet) ve patron aranır.
    - Sesin kesiliyor Kaan … ne Houston’da mısın? Ben Albuquerque’ye geçiyorum, sen de oraya gel.
    - Orada nerede kalacaksınız?
    - Havalimanı Ramada, sana da yer ayırtırım.
    - Eyvallah.


    Chevy’ye binilir ve SUV vitese takılır. Yaklaşık 900mil gidilecektir. Gidilir de … sabaha karşı Ramada’ya varılır, oda rezerve edilmiştir. Duş atılır, yatağa yığılmak ile kendinden geçme arasında 10 saniye falan zaman aralığı vardır.

    …birkaç saat sonra telefon çalar.
    - Hadi abi kalk, kahvaltı ediyoruz, yola çıkıcaz.
    - Peki


    Saate bakılır, üç saat önce yatağa devrilmişsinizdir … duş atılır, son temiz çamaşır ve çorap giyilir, kahvaltıya inilir. Patron yanında bir arkadaşı ile kahvesini içmektedir.
    - Hadi bir şeyler ye de gidelim.
    - Nereye gidiyoruz?
    - Chicago’ya uçup oradan araba kiralayacağız ve doğu kıyısı boyunca güneye inip depo’ya kadar milleti ziyaret edeceğiz ( Depo = Charlotte)


    (içinizden CİNAYET! Çığlıkları yükselir ama onun yerine ağzınıza bir üzümlü muffin atmak ile yetinirsiniz.)

    Albuquerque hava alanına gidilir, Chevy bırakılır. Uçağa binilir ve O’Hara’ya uçulur…(cinayet işlenmez, patrona surat bile yapılmaz)
  9. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı , havada hafif bir meltem olmasa aslında iyice yapış yapış olacağız ama Allahtan azıcık esiyor hava.
    Parayı, pass'ı falan boyundaki keseye koymuşum. Ne de olsa Pire'nin yankesecileri meşhur, onları gereksiz yere memnun etmenin alemi yok, öyle değil mi?
    Üç kişi gemiden inmişiz, telsizci, üçüncü ve ben ... Marina'ya gidip güzel bir masa donatalım kendimize diyoruz. En azından lumbar ağzındaki muhabbet bu yönde.
    Ticari liman pire'ye biraz uzak olduğu için taksi ile kent merkezine yakın bir yerlere ulaşıp sonra yola yürüyerek devam etme kararı almıştık ... iyi ki de öyle yapmışız. Yunanistan'ın trafiği kimi zaman bizden beterdir, o akşam da işte öyle müstesna akşamlardan biri.
    Kente dalıp hafif yokuştan aşağı, denize doğru yürürken sokaklarda normalden daha fazla insan olduğunu fark ediyorum. Sadece insanlar da değil, ufak "teneke" orkestralar kafalarına göre -kakafonik- müzik yapıyor ve millet cici elbiselerini giymiş, sokaklarda dans ediyor.
    ...hay bin kunduz ... festival'e denk gelmişiz.

    Off yaaa!

    Marna'ya bir indik ki ... auwww ... orada durum daha da vahim. Lokantalar, meyhaneler ağzına kadar dolu... bizim masa kurma hayali yalan olmuş.

    Yunanlılar normalde akşam yemeğine 21,00 gibi oturur ve masadan da 00,30 - 01,00 gibi kalkar, yani bizim alışkanlığımızın tersine lokantalar bir masatyı gecede birden fazla kere satamaz. Bunu bildiğimiz için görece erken yola çıkmış ama festival olduğunu bilmediğimiz için (o zamanlarda millet masaya erken oturur) açıkta kalmıştık.
    ...Burger King'e gidecek halimiz yok ki ... karnım da aç, ne yapalım?

    Mecburen etraftaki büfelere falan dadandık, bir şeyler yedik ... birer eşek birası kapıp deniz kıyısındaki park'a gittik.



    ...işte milet eğleniyor, canlı müzk falan da var ... biz de takılıyoruz öylesine. Kafamızdaki plan bu değildi ama ne yapalım? Oturup ağlayacak halimizde yok ki.

    Sonra -danK- bir şey resmen kafamda patladı ....! NOLUYO LAN!!
    ...kim vurdu diye baktım, beyaz elbiseli, saçı çiçeklerle süslü bir hatun geberiyor gülmekten ... elinde mukavva (veya onun gibi bir şey işte) boru kılıklı bi alet var, kurdeleler falan sarılmış o mukavvaya ... göz göze geldik ... boruyu gözümün önünde salladı, döndü arkasını gitti.

    - Naptın kadına be?!? ...diye sordu arkadaşlar, napicam ya? Öyle oturuyorum işte ... tanımam etmem manyağı. Akşam vakti bulaşmayayım şimdi falan dedim, poşetten bir bira daha çıkardım, açtım ... ikinci biramın ortasındayım ki ...

    -danK- ...bir kere daha .... aAaAaAaAa dedm ... s*k*r*m ortasını, nedir lan bu!
    - ben yolarım bunun saçını başını abicim ... diye atarlandım.

    Arkadaşlar saçmalama falan diyerek sakinleştirdi beni ... hatun hala geberiyor gülmekten. Şeytan diyor, al oradan bi taş, akıt pekmezini ... kendi halimde oturuyorum, ne bulaşıyorsun yahu?
    - bu gelecek, bak görürsünüz ... taktı kafaya ... gelecek gene.

    ...ya saçmalama, olmadı gidelim ... kavga çıkarmayalım falan dedilerse de sallamadım. Bir kere daha kafama vu-ra-ma-ya-cak ... nokta.
    Kalktım yerimden gidip hemen yakındaki bayiden bir TaNea (bizim Hürriyet gibi bir gazete) aldım ... ortadan katladım, içine azıcık bira döktüm, bir kere daha katlayıp bacağımın altında iyice sıkıştırdım.

    Takılıyorum ama gözüm hatunda, bir kere daha gelirse .....
    ....geldi de, on dakika falan ya geçti, ya geçmedi ... baktım kuşa dalacak kedi misali ufaktan yanaşıyor, menzile girmesini bekledim (bkn.avcıya pusu atmak) tam elindeki kurdelalı mukavva'yı kaldırmıştı ki bacağımın altından çektiğim TaNea'yı Bizans tekfuruna "bu babam için, bu da emmim için ..ama esas bu köyün delisi için..." dalan Kara Murat tadında tam da ağzının ortasına çaktım.

    ...resmen çTONK! etti gazete, deli yunanlı hatundan "ohş" diye bir ses çıktı, ben de zafer nidası patlattım -niHAHoHo- böyle bir afalladı, şaşırdı, olduğu yerde sallandı ... elimdeki gazeteyi gösterip havladım ona.
    - Malaka!!! (pis bir küfürdür...)

    ...döndü gitti.
    muHaHaHaHa!!! kim demiş intikam tatsızdır diye?

    Epey bir güldük ... geyik de yaptık sonra.
    - senden iyi tenisçi olur, nasıl çaktın öyle gelişine?
    ...falan - filan.

    Sonra kalktık, bir taksi bulana kadar yürüdük ... arkasından da gemiye döndük. Sabah kalktık, kahvaltı ediyoruz ... çocuklar benim vukuatı anlatmaya başlamaz mı?
    - ya ne gerek var? ...falan dedim ama efendi kaptan'a ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

    - sonra efendi kaptanım, bir de baktık bizim üçüncü böyle resmen havada perende atıp Jackie Chan gibi hatuna bi çaktı... baktık ki aPLa ayakkabılarından çıkmış ... Allah bilir hala yere düşmemiştir ... o derece yani.

    efendi kaptan bunları dinledi dinledi ... sonra bana baktı ve basit bir soru sordu.
    - üçüncüm, Haloa nedir biliyor musunuz?
    - bilmiyorum efendim .. dedim (bilmiyordum harbiden)
    - peki ... dedi sakince, ama hava değişmiş. Sessizce kahvaltıyı ettik.

    Doğal olarak araştırdık .... Haloa nedir? Neyin nesidir? Meğer Haloa kadınların festivaliymiş, kadınlar o gün/gece boyunca başta serbest konuşma ve canları ne çekerse yapma olmak üzere bir çeşit -dokunulmazlık- kazanırmış.
    ... işin daha da kötüsü, o mukavva boru vardı ya? Hani üzerine kurdelere sarılı olan ... o şey ile seçtikleri erkeğe vurur ve onu kendisi ile birlikte -eğlenmeye- çağırırlarmış.

    Yani ben iki kere davet alıp, davet'e icap etmemişim ... üçüncü davet denemesini ise şiddet ile cevaplamışım.
    ...kısmet nasıl tepilir? Islak TaNea ile kısmetin ağzının ortasına vurularak

    Sonuç : İşte cehalet böyle bir şey

    http://en.wikipedia.org/wiki/Haloa_%28festival%29
  10. Kaan Yagizer
    ...başlığı okuyunca saç problemlerinden bahsedeceğimi sananlara : KEL ya da K.E.L Kabataş Erkek Lisesi anlamına da gelir. Artık "Erkek Lisesi" olmasa da boğaz kıyısında saraydan bozma binasında uzun yıllardır ( 1900'lerin başından beri) eğitim veren bu -güzide- kurumdan bahsediyorum.

    ...KEL'i pek çok benzerinden ayıran temel özellik ne oldukça "sert" disiplini (...ki öyleydi) ne de verdiği iyi öğrenimdi (...ki bu da doğruydu) KEL'in en büyük özelliği öğrencilerine, daha doğrusu öğrencilerinin ailelerine makul ücret karşılığında sunduğu -pansiyon- hizmetiydi.
    ...ufak tefek değişiklikler ile bu hizmet (en azından bildiğim kadarı ile) hala sürüyor.

    Nedir -pansiyon- hizmeti?

    ...şudur.

    Diyelim ki bir çocuğunuz var, bu velet size illallah dedirtti ... gönderirsiniz KEL'e, isterseniz h.sonları da orada kalır ve sadece okullar kapalı iken eve döner, ya da yüzünüzü yumuşatır ve onu başımın gözümün sadakası hesabı h.sonları evinize alırsınız. (Bkn.paşa gönül kriteri) Çocuğunuz KEL'de yaşar, orada yer - içer - ders çalışır - hamama gider - saçını keser - kantinde takılır ve biraz da kafası çalışıyor ise Lise'yi bitirir, Üniversite sınavını kazanır.

    ...Üni'yi kazanır derken dalga geçmiyorum. KEL'de "SALATALIĞI burada 4 yıl tut, o bile Mülkiye'yi kazanır" diye bir geik döner diyeyim, gerisini siz anlayın (...gerçekten de KEL mezunlarının sınav performansları efsanevidir)

    KEL'de üç çeşit öğrenci vardı ... okul bitince evinde giden -gündüzcüler- ...ki bunlar gerçekten az sayıdaydı, h.sonları evine giden -evciler- ve okul nüfusu içindeki çoğunluk olan -daimi yatılılar-

    ...ben üçüncü gruba dahildim. (sizce neden?)

    Hayat KEL'de fena değildir ... eğlenecek bir şeyler bulabilirsiniz. Arka bahçedeki yarı nizami beton saha da futbol oynayabilir, iki basketbol sahasında top sektirebilir, klüplere katılıp gereksiz işler ile uğraşabilir (örnek: pul klübü ya da adı artık her ne ise) kantinlerde aylaklık edebilir, hamamda göbek taşına sabun sürüp biraz su dökerek takunya ile buz pateni yapabilir (...ki bu faaliyet genelde revirde biter) sahil'e çıkıp boğaz'ı seyredebilir, balık tutabilir veya üst sınıfların genelde yaptığı gibi Ortaköy tarafındaki Tekel deposu ile bitişik duvardan kaçabilirdiniz.
    ...yaklaşık beş metrelik duvara tırmanır (bizden önceki abilerimizin duvara açtığı ayak basma ve tutunma gediklerini kullanarak) sonra Ortaköy'de bilardo oynar, king çevirir, sandal kiralar vs.vs. lise'den kaçmış p*çl*rin yaptığı şeyler ile uğraşabilirdiniz.

    KEL'de hatay toz pembe diye düşünmeyin ... okulda eğitmenler, okutmanlar ve hatta etüd abileri ve tabi ki üst sınıflardan devamlı şiddet görürsünüz. Hazırlık ve birinci sınıf ikinci kat'a çıkamaz (çıkarsa akşam yatakhanede eşşek sudan gelene kadar dayak yer) ikinci sınıflar ise üçüncü kat'ı rüyasında bile göremez.

    Yani bir dayak döngüsü (benim zamanımda) söz konusudur. Hazırlık sınıftaysan herkes seni döver, okulun önünden geçen köpekler bile seni kovalar, bir'e geçtin mi hazırlıkları döver ve abilerin gözüne batmamaya çalışırsın, iki'ye kapağı attın mı dövecek alt sınıf arar ve bir üçlüğe yakalanmamaya çalışırsın ... son seneye ulaştın mı? O zaman yakaladığına verirsin sopayı.

    ...doğal olarak KEL öğrencisi yarı vahşidir ... ailesi tarafınca kısmen terk edilmiştir, dayak yeme korkusu ile ensesinde göz çıkarmıştır ve şiddet eğilimini bulduğu her fırsatta ortaya çıkarma eğilimine sahiptir.

    Ortaköy sahilinde üç nadide okul yan yana dizilmiştir. Her biri saray eskisi olan bu okullardan ilki KEL, ikincisi Galatasaray Kız Lisesi ve üçüncüsü ise Yüksek Denizcilik Okuludur. Yani GS kız lisesi iki erkek okulunun arasında kalmıştır ve biraz da bu neden ile KEL ile Yüksek Denizcilik devamlı kavga eder.

    Kızlar yüzünden kavga çıkar, GS'li kızlar kendi yaşlarında sümüklü oğlanlar yerine bembeyaz üniformalı üni.öğrencilerine baygın bayın bakar ... Yüksek Denizcilik öğrencileri laci KEL ceketi (mendil cebindeki arma kimlik tespit'i için yeterlidir) giymiş birisini yakaladığında tartaklar döver ... KEL öğrencileri üniformalı bir Yüksek Denizcilik öğrencisini tek yakalarsa piranha sürüsü gibi ona dalar...

    İki okul arasındaki bu sonsuz kavganın bir nedeni de sabah sporudur. Yüksek Denizcilik öğrencileri sabahları (yaz - kış demeden) denize flika indirir ve boğaz'da kürek çekerler ... bu daimi yatılı KEL öğrencileri için bedava eğlence anlamına gelir. Sabah erken kalkar (06.30 gibi) sahile gider ve bir gece önce kantinden toplayıp taşla ezerek katladığımız gazoz kapaklarını sapan ile flika'ya atarsınız.

    Boğaz'ın serin ve taze havası ile ciğerlerinizi doldurur, lunapark'ta ki hedeflere ateş ediyormuşçasına eğlenir ve el-göz koordinasyonunuzu geliştiririsiniz... bundan ala spor mu olur?
    ...Flika'lar KEL'in önünden geçerken dümen kırıp boğazın ortasına doğru açılır ama gemi trafiğine de girmek istemedikleri için gene de sapan menzlinde kalırlar. Daimi yatılılar tespit gibi sahile dizilir ve "atış serbest" komutu ile birlikte cenk'e gider ve düşman piyadesine ok atar gibi gazoz kapaklarını çekip atarlar, çekip atarlar.

    Gazoz kapakları metal sis gibi flika'ya doğru uçar, büyük çoğunluğu kısa, bazıları da uzun düşer ... salvo atıp ıskalarsanız flika'da ki üni.öğrencileri kahkahalar atar.

    ..ama...

    Arada sırada isabet sağlanır ... Yüksek denizcilik öğrencileri kapalı can yelekleri giydiği ve miğfer taktığı için onların canını acıtmak zordur ama gene de bir kürek sallandığı, flika'dan küfürler yükseldiği zaman daimi yatılılar gülmekten geberir. Sabah sporu eğlencelidir. Tabi bu biraz da kıyının hangi tarafında olduğunuz ile alakalıdır. : : :
  11. Kaan Yagizer
    Bodrum yat limanında oturmuş bir yandan diş fırçası ile enjektör temizliyorum bir yandan da gelen geçene bakıyorum. Artık kanıksamaya başladığım -boşan,boşa düş,yeniden düzen kur- havasındayım, kafamı dinlemek için okuldan arkadaşım Yunus'un teknesine atmışım kapağı. Yunus gel evde kal diyor ama tekne'de rahatım ...akşam oldu mu beyaz minderleri yere çekip üzerlerine havlu atıyor ve hoRRRRR ... yani keyif kEkA ...

    http://bodrumdive.com (yunus'un web sayfası ... dive boat seçeneğinde de teknenin resimleri var.)

    Kimi zaman dalmaya gidiyorum ben de, tek yıldız asistan eğitmen (açık deniz / padi) sertifikam var ama yıl boyu bütün gün bu işi yapan Yunus ve arkadaşları ile kondisyon adına yarışmam söz konusu bile değil. Yunus ve onun baş eğitmeni Gökhan ile zaman geçirmeyi ya da teknede falan tamir edilecek bir şeyler var ise (...bilen bilir, teknelerde tamirat işi asla sona ermez) tercih ediyorum.

    Akşamları genelde tekne mutfağında Gökhan'ın -türlü- olarak adlandırdığı ama bence -elinde olan her şeyi bir tencerede kaynat, salça ve tuz ekle, sonra da yumul- olan yemeği yiyiyor, minderleri başüstüne çekip yıldızların altında sessizce sohbet ediyoruz. Genelde uzaktan gelen müzik sesleri ve bodrum'un gecelerinin o anlaşılmaz karmaşası arka planda bize eşlik ediyor ama ne gam?

    Fört ile görüşmüşüm ... henüz orada işe başlamamış ama İ.K ile "yaz sonu gibi gelirim işte,kasmayın beni" şeklinde anlaşma sağlamışım ... yani endişe duymam gereken (o an itibarı ile) bir aile hayatım ya da kariyer endişem yok ... deyim yerinde ise şeyim şeyime denk (siz anladınız bunu...) takılıyorum.

    ..yaz sonu gibi giderim, uyar mı? ... demişim Yunus'a ... ona uyar tabi ... neden uymasın ki? Para falan almadan takılıyorum teknede, tencereye attığım kaşık ya da ince belli bardak'ta içtiği çay onu zorlmıyor ... buna karşı "dolu" mevsimde dümen tutacak, zincir atacak, motora bakım yapacak, sintineyi temizleyip onun eski MAN'ı çalışır durumda tutacak bir adamı var.

    ...yani Yunus'a uyar benim durum... bana da uyar ... low profile takılıyor ve kafamı dinliyorum. Sabah yüzümü yıkamak yerine denize atlıyor, karnım acıktığında teknenin mutfağına dalıyor ya da kordon'u geçip yolun karşısındaki market'e gidiyorum. Verilecek hesabım ve beklenecek aybaşım yok

    Yunus sakin ötesi bir adam ... Nirvana'ya ulaşmış, geri dönmüş ... şimdi ikinci tur'u yapıyor diye dalga geçiyor olsak da adamdan resmen -huzur- yayılıyor. Gökhan ise ateşli, neşeli ve -her şey hemen olsun- havasında bir laz uşağı. Bir de ben ... kafası kırık İstanbul çocuğu olunca bizim geyik katmerleniyor tabi.

    - Hava var, kaçakçı'ya gidelim ... diyor Yunus.

    Yaz ortası ama arada hava hala patladı mı patlıyor, Ege böyledir zaten ... PMS'li hatun gibi aniden manyağa bağlar, bir an bakarsınız size sırıtıyor, bir an sonrasında da kül tablasını kapmış kafanıza vurmakta.

    - Taam

    -Derin- (Yunus'un teknesinin eski adı) kaba suyu kese kese gidiyor, Kaçakçı tersanelerin kuzey - kuzeybatısında kısmen kapalı bir koy. (kara ada) Eski zamanda Yunanistan'dan gelen kaçakçılar bu koya'a girer ve Bodrum'dan gelen ufak teknelerin getirdiği tütün, incir vs. yükler sonra da bu malı Ege adalarının ahalisine üzerine kar koyarak ve vergi falan ödemeden satarmış. Koyun adı kaçakçı kalmış ama koy aynı zamanda gemi karinasına benziyor ... tekneyi fi tarihinde atılmış tonoz'a bağlayıp suya atladığınız zaman ilk fark edeceğiniz şey bu. Sanki koca bir gemi batmış ve siz onun karinası içinde yüzüyorsunuz.

    Dalgalar koy'u gemi gövdesi biçiminde oymuş ... yüksek cidarlar da rüzgar'ı kestiği için hava karayel'e çevirmediği sürece Kaçakçı süt-liman ... o gün götürülecek grup oryantasyon - sığ su dalışı yapacağı için (5m civarı) kaçakçı ideal ...

    Gökhan çok geçmeden suya atlıyor ve yavrularını arkasına takmış anaç ördek gibi koy'un dibine (bir anlamda hayali teknemizin burnuna) gidiyor, orada su bel hizasında ... millete maske kullanmayı, regülatörü ağızda tutmayı vs. gösterecek. Yunus sonradan suya girip insanların pek sevdiği su altı fotoğraflarını çekmek için kamerasını falan hazırlıyor ... bir kızcağız var teknede (ismini unuttum) o da miço ile birlikte karina'da -türlü- ve pilav pişiriyor.

    Ortam sakin yani ... ben de göbekten pamuk mu çıkarsam? Yoksa tembellik etmeyip zodiac'ın kıçındaki 10'luk Mercury'i mi söksem??? diye düşünüyorum.

    ..sonra birisi bağırıyor.

    Bağıran kocası suya giren Alaman hatun, köşkün damına çıkmış güneşleniyordu hatun ... ben de oturduğum yerden kalkıp onun işaret ettiği noktaya bakıyorum. Suda halka halka köpükler var hala ... sonra fark ediyorum ki o köpüklerin içinde biri yüzü koyun durumda batıyor.

    - Suya adam düştü...

    Gemiciliğin temel öğretilerindendir bu ... tekneden biri suya düştü diye geçiriyorum aklımdan ve elime geçen can yeleği ile birlikte atıyorum kendimi suya. Allahtan koy geniş değil, bir kaç kulaçta yanındayım elemanın ... su derin değil, belki 6-7 metre ... dalmamı engellemesin diye can yeleğini bırakıp makas yaparak dalıyor ve elemanı yakalıyorum.

    Yüzeye çıktığımız an Yunus geliyor, uyanık adam Zodiac'ı kapmış motoru çalıştırmadan (kapalı koyda, hele suda adam ve aşağıda dalgıç varken motor çalıştırılmaz) seyyar kürek ile iki suya basıp gelmiş. Onun yardımı ile salağa bağlamış elemanı Zodiac'a atıyoruz. Can yeleğini kapıp ben de çıkıyorum yanına. Yunus elemanı yan çevirmiş, su yuttumu ona falan bakıyor.

    - Bu bizim müşteri değil... diyorum Yunus'a ... sadece başını sallıyor.
    ...ee? Bu adam nereden geldi o zaman? Uçaktan mı düştü *****?

    Herifi milletin yardımı ile kıç küpeşteden tekneye alıyoruz. Adam perişan durumda, su istiyor ... veriyoruz. Kırık dökük türkçe, ingilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor.
    - Arkadaşları varmış sanırım
    - ne ulan bunlar kazazede mi?

    Yunus Zodiac'ı alıp koydan çıkıyor, biz de adamın karnını doyurup biraz daha sıvı takviyesi yapıyoruz. Yarım saat kadar sonra Yunus geliyor, yanında 3 kadar kadın ve 4-5 çocuk ... durum anlaşıldı ... bunlar adalara gitmeye çalışan kaçak göçmenler.

    Zodiac iki sefer daha yapıyor ve 15 kadar kadın - çocuk - adam derin'in kıç altına yığılıyor. Alayı perişan durumda, üç gece kadar önce insan kaçakçıları onları ada'ya bırakmış ... burası yunanistan, siz sabaha kadar takılın sonra da teslim olup siyasi sığınma isteyin demişler. Ulan kara adada ne su var, ne de korunak bir gölge ... bunlar da o insan geçmez - kuş uçmaz yerde sıkışıp kalmışlar.

    ...bildiğin vicdansızlık işte...

    Yunus sahil güvenliğe haber uçuruyor hemen ... sudan çıkan dalgıç grubunun da katılması ile teknede adım atacak yer kalmamış, sahil güvenlik gelene kadar kaçakçı'da kalıp yemek yiyiyor, çay keyfi yapıyor ve bekliyoruz. Iraklı kaçaklar yakalandıkları için üzgün (sonuçta kaçakçılara verdikleri para yandı,gitti) ama sağ kaldıkları için de mutlu. Biz şaşkınız, teknedeki turistler desen onlar paso resim falan çekiyor.
    ...döndüklerinde anlatacakları bir hikayeleri oldu işte, hem de beleşe.

    ...o ara öğreniyoruz ki sudan çıkardığımız eleman yardım arıyormuş, bizi koyun tepesinden görmüş ... aşağı inecek yol olmadığı için de kaldırıp suya atmış kendisini ... saLak adam, ya boynunu kırsaydı? Ama o kadar çaresiz kalmışlar işte ... mecburiyet adama neler neler yaptırmaz ki?

    Sahil Güvenlik sonunda gelip bot ile kaçakları devir aldığında hava'da ufaktan kapatmaya başlıyor...
    - Dönelim mi abi? Millete yarın bizdensiniz der, ek ücret ödemeden turu tekrar ettiririz ... bu da dükkandan olsun, napalım?
    - Taam diyor ve tonaz bağına gidiyorum.

    Yunus Man'ın marşına basıyor ve yaşlı kız anında çalışıyor. Kulak kabartıp onun düzgün rölantisini dinliyorum, tornistan konduğunda şanzımandan cızırtıda çıkmıyor artık ... işi düzgün yapmışım diye içimden geçirip avara ettiğim ıslak halatı roda'ya sarıyorum.

    ...adalet olmasa da hayat hala güzel be abijim :)))))
  12. Kaan Yagizer
    ...pek severim Kahire'yi. Özellikle Serbest/Freelance çalıştığım sıralarda Kahire benim için bir sıçrama noktası / üst'tü. Afrika'da bir yerlere mi gideceğim? Ya da işim bitmiş,  eve geri mi dönüyorum? Önce Kahire'ye uğrar,  tozumu ... toprağımı orada bir dökerdim. (G.Asya'da ki sıçrama noktam da Bangkok'tu ... onu ayrıca yazarım)
    Özellikle uzun süre uçtuğunuz zaman uçak kabini içindeki filtre edilmiş hava + saatler boyu sigara içememenin etkisi ile kapılar açılıp yerel atmosferi kokladığınız zaman ülkeler/şehirler size "değişik" kokar.  Afrika'nın geneli nemli/killi toprak ya da rusya paslı demir tadında olsa da Kahire bildiğiniz baharat kıvamındadır.
    ...İstanbul'da ki tarihi mısır çarşısına ilk kez girdiğinizde burnunuza yüzlerce çeşit baharatın kokusu aynı anda toslar ya ... işte uçak kapısı açıldığında Kahire aynen öyle kokar.  Tabi ilk anda, dakikalar içinde o koku hissi azalır ... bir anlamda beyniniz ve koku reseptörleri yeni duruma uyum sağlarlar. Ama yalan yok, o ilk anın hissini pek severim.
     

     
    Kahire değişik bir yerdir, ne aradığınızı ... nerede arayacağınızı biliyorsanız size garanti ediyorum bulursunuz. Benim aradığım/beklentim (Kahire için) genelde kafayı temizleme, sıfırlama olduğu için hep aynı rutini tekrarlardım. 
     
    Öncelikle otel ... pek çok "güzel" otel olmasına rağmen ben her zaman Hilton Nil'de ... yani Nil ırmağının kıyısındaki eski (...ve biraz da dökük) Hilton'da kalırdım. Aynı paraya kent merkezindeki -yeni- Hilton'da ya da Marriot kulesinde oda tutabileceğimi bilmeme rağmen nehir kıyısında konaklamamın tabi ki nedeni vardı.
     
    İlk neden El Khalil'di ( Halil ) Khan el-Khalili veya türkçesi ile El Halil Hanı aynı ismi taşıyan caminin arkasındaki orta boy bir meydana ve meydana bağlı çarşı demektir.  https://en.wikipedia.org/wiki/Khan_el-Khalili
     
    Türk çarşısı'da (bizim kapalıçarşıya cidden benzer) denen Halil epey eğlencelidir. Hilton Nil'den çıkıp eski Kahire müzesine doğru nil kıyısında eller cepte yürürseniz bolca seyyar satıcı'yı mafi! yallah! diyerek geçmek zorunda kalırsınız. Ama az sabrederseniz Halil camisinin yanından dolanıp Halil meydanına çıkarsınız ki sizi burada küçük hasır tabureleri ve alçak masaları ile kave'ler beklemektedir.
     
    Arka taraflarda (ön tarafta yani meydana yakın oturmak aynı zamanda seyyar! saldırısına açık olmak anlamına gelir) bir yere çöker ve seslenirsiniz ... Sevvi Şay! Şişha! ... yani çay ve nargile. Bizim nargile'den narin ve küçük olsa da arapların şişha dediği şey temelde aynıdır. Nane aromalı çayınız ve şişha'nız gelir ... artık keyfinize bakıp etrafı seyretme zamanıdır.
     
    Halil'in ön tarafına turist otobüsleri gelir ... inen yolcular bilinç altı dürtü ile istavrit sürüsü gibi safları sıkıştırıp onları "güden" rehberin komutları ile üzerlerine saldıran seyyarları yararak El-Halil çarşısına yönelir. Seyyar'lar balık sürüsüne saldıran torikler gibi vur-kaç yapıp sürüden av kapma derdindedir. Bir turist boş bulunup yürümeyi keser ve ona teklif edilen dandik şeye ilgi gösterirse aynı anda on seyyar ona dalar ve "avı" resmen aptal eder. Rehber ve sürü tuzağa düşürülen turist'i kurtarabilirse ne ala ... kurtaramazlarsa eleman epey hafiflemiş, kadınsa hafiften taciz edilmiş ve elinde çarşıdan yarı fiyatına alacağı bir şeyler ile bulur kendisini.
     
    Turist grubu halil'in girişini geçtiği an avcı/seyyar sürüsü dağılır, çarşı esnafı onları kovaladığı için meydandaki seyyarlar sokaklara girmez, çarşı içinde mal satan veya cazgırlık / hanutçuluk yapıp müşterileri dükkanlara sokan tayfa ayrıdır ... yani çarşı kapısındaki avcılar ile çarşı içindekiler birbirlerinin sınırlarına saygı gösterir.
     
    El Halil'de belki de binlerce dükkan vardır. Ud telinden cibinliğe, kum taşı kolyeden yarı değerli mücevherlere, kaliteli baharattan mısır ketenine kadar neredeyse her şeyi satan bu mağazalara sadece bakmak bile insanı yorar. Paralel sokaklar çarşı içinin insan yoğunluğunu ve mısır'lı esnafın gürültünün hayırlı bir şey olduğu düşüncesini de hesaba katınca aklınızı bulandırır, insanı hiç bir şey yapmasa dahi yorar. Peki zevkli midir bu gezinti? Bence evet ... kahire'ye yolunuz düşerse Halil'i en az bir kere ziyaret edin, bolca pazarlık yapın ve paranızı sağlam yere koyun derim.
     
    Genelde şişha'mı bitirip kalkar ve meydanın ucundaki eczaneye uğrarım ... küçük ama kapsamlı bir eczanedir burası. Humma, sıtma ve dizanteri ilaçları,deri  kremleri, sinek kovucular, zehir serumları (yılan,çıyan,akrep vs.) ateş düşürücüler, tuz hapları ... kısaca Afrika'da ihtiyaç duyacağım tıbbi malzemeyi oradan alır ve bu defa nil'e sırtımı dönüp yaşayanlar şehrinin eğri,büğrü sokaklarına dalardım.
     
    Turistler genelde Riché'ye falan gitse de https://en.wikipedia.org/wiki/Café_Riche ben daha geleneksel davranıp "esnaf" lokantalarında falafel ve fatta yemeği tercih ederim. bkn.zevk meselesi.
     
    Kakuleli kahve, bir-iki cigara ve biraz daha kafa dinlemek için nehir kıyısındaki kafe'ler idealdir. Boğucu sıcaktan etkilenmemeniz için tavana monte edilmiş kocaman vantilatörlerin altında keyif çatarken güneş düşmeye başlar. Artık otele dönüp biraz uyuklama,  duş alma, üstünü değiştirme ve gece hayatına akma zamanıdır.
     
    Mısır'da eğlence mekanları hızla açılıp-kapandığı için "Nereye akayım?" sorusunun güncel cevabını concierge'den almakta yarar vardır ... onlara beklentilerinizi (örnek : çok parçalanmak istemiyorum, tekno müzikten ve lübnanlı @r@spulardan hazzetmiyorum) derseniz size mekan tavsiye ederler.  Şimdi gelelim ulaşım işine ... ulaşım deyip geçmeyin, Kahire'de zor iştir.
     
    Otelden veya civarından taksi'ye binecekseniz önce gideceğiniz yerin ismini/adresini (talep ederseniz ön bürodakiler bu bilgiyi bir kağıda sizin için yazarlar.) şoföre göstermeniz ve gidiş - dönüş için sıkı pazarlık yapmanız gerekir. Mısır'lı taksi şoförleri yarı yolda pazarlık bozmaları veya sizi istediğiniz yere değil, komisyon alacakları bambaşka bir noktaya götürmeleri ile meşhurdur. 
     
    İşin en kolay çözümü şudur ... arabanın ve plakanın resmini çekip (resim çektiğinizi şoföre göstererek) otel ön bürosu ile paylaşın ... pazarlığı sağlam yapıp elemanı gidiş-dönüş için tutun ama ona anlaşılan bedelin sadece üçte birini ödeyin ... geri kalan parayı beni istediğim saatte alıp otele geri getirdiğinde alacaksın diyin. 
     
    Bunu yaparsanız kelek yemezsiniz,  aksi durumda maceraya yelken açarsınız
     
    Sonuç : Eski Mısır'dan kalan anıtları gezmeseniz dahi Kahire eğlencelidir... severim, tavsiye ederim. 
  13. Kaan Yagizer
    Advertorial (bir çeşit reklam işte) yapacaz dediler ... bizim pazarlama tarafı ile işi bitirmişler, bana da "Size mail atalım, yazılı cevap verin ... röportaj olur" diye haber yollamışlar.
     
    ...piki ... didim
     
    Neyse yolladılar soruları, cevap yazdım ... sonra Alo! geldi ... efendim editör sayfanın ortasına resim koymak istiyormuş, röportaj çok uzun olmuş, bu kadar metni kimse okumaz ... yazıyı kısaltalım, resim koyalım demiş.
     
    ...koyun mustang'ın resmini ... didim
     
    Olmazmış ... işin raconu aracın yanında röportaj veren kişinin resmini basmakmış ... böylece metin okuyucunun kafasında maddi olarak yer edermiş ... öbür türlü "anonim" basın bülteni olurmuş vs.vs.
     

     
    ...hay Allah benim belamı versin be!
     
    Neyse ... geldi fotoğrafçı, güleç yüzlü ... neşeli bir kızcağız. Başladık resim çekmeye. Elini oraya koy, başını kaldır, gıdını toparla ... olmadı ... göbeğin sarktı, az sağa dön ... yok kıçın resmi kapattı falan.
     
    ...daraldım be!
     
    Bir ara isyan ettim
    - Miss Turkey yarışmasına katılmayacağım yahu ... ne kastın!
    ...kız demez mi
    - Hafifsağ yap, omzunu geriye at ...
    ...aaa! Santim sallamıyor be.
     
    Bir süre ve ikibin kadar resim çektikten sonra teşekkür etti gitti kızcağız. Sonra editör deneme'yi gönderdi (bkn.ek) resme bi baktım ... ülen ... ne güzel çıkmışım be! ...ben?!? ...Alalalal?!? ...bu ben miyim?
    - Yahu ne güzel çıkmışım ...fotoğrafçı epey terletti ama eline sağlık.
     
    Editör demez mi...
    - iyidir arkadaşımız, model ne kadar faul olsa da o bize her zaman iyi poz'lar getirir.
    ...faul? ben mi?  ...yuhhh!
    ...........şimdi bu lafın üzerine ne denir ki? 
  14. Kaan Yagizer
    12 yaşına kadar Galata'da ikamet ettik, Galata dediğin Yüksekkaldırım'a iki sokak mesafe, doğal olarak bizim çocukların mekanı. Tarlabaşı'lı p*çl*r Zürafa'ya takılır, Dolapderelilerin mekanı zaten malum durumda, Tophaneli veletler dersen onlar -aşağı- karhane civarını mesken tutmuş ... yüksekkaldırım ve o dönemin anılan nam'ı ile "lüküs" karhane ise galata veletlerinden sorulur.

    ... yaşın ufak ise girişteki koca kapıyı tutan bekçi amca'nın kolunun altından geçmek öyle kolay iş değil, yol - iz bileceksin. Mesela kaşını gözünü oynatmadan elemanın gözünün içine bakıp...

    - Annemgil çağırtmış bea! ..diyebilmen lazım, lazım ki Bekçi seni avluya salsın....

    Kapıyı bir kere aştın mı seni içeride bambaşka bir dünya bekliyor. Girişin solunda vukuat çekmiş elemanları dövdükleri polis klübesi, hemen onun yanında emanetçi, onun karşı tarafında benim favori p*z*v*nk*m olan Şevki abi'nin işlettiği on numara. Onun az altında da büfe ve tuvalet.

    ...kapıda kimlik kontrolüne takılan veletler arkandan atar yapar, bekçi'ye...

    - Onu neden aldın da bizi almıyorsun ...der ve bekçi de onlara...

    - Onun durumu ayrı, o *r*sp* çocuğu diye cevap verirken ilk iş Şevki abi'nin mekana dalıyorum...

    Şevki abi, adı üzerinde ... ağır ve şevkli bir abi. Karhanede'ki bütün ağır abiler gibi o da Madam (Manukyan) için çalışıyor, bir anlamda emanetçi. Yanında katlara bakan abiler ... ki bunlar saat tutup işi ağırdan alanın kapısını yumruklar ve ...

    - İçine mi düştün bilader, hade ... hadee..

    ..diye bağırırlar, ya da vitrinciler ...ki bunlar kalabalık içinde kararsız kalmış elemanları ...geç anlaş! koçum, ya da s*kt*r git ... kapatma dükkanın önünü diye kışkışlardı ... çalışsa da mekanın tek ve de en baba abisi Şevki abi (doğal olarak) ...dik yokuşun altındaki yangın yerine Murat 131'ini çekişi, yumurta topuklu ayakkabıları ile dükkanına ağır adımlarla gidişi ve hemen her zaman sakin tavırları hala aklımda... Şevki abi. Ağır abi, karizma abi...

    Hesap kitap ondan sorulur, karhane'nin en ağır abilerinden biri olmanın getirdiği karizma gereği 7/24 Orhan Baba dinlerdi Şevki abi. Her gün okul çıkışı onun yanına gider, bahşiş toplamak ve ayak işi yapmak için ortalıkta mal mal dolaşan diğer Galata p*çl*rinin aksine onun görüş alanından pek çıkmazdım. Neden çıkayım ki? Adam resmen seni fırtınadan koruyan kadim ağaç gibi .. mağrur, güven veriyor insana.

    ...sermaye'ye tost'mu alınacak ... koş Kaan, Şevki abi'nin ayakkabılar boyacıda mı? Koş Kaan, kapıya taksitçi mi geldi? Koş Kaan ... akşam yemeğine, yani gececilerin ufaktan gelmesine kadar on numara'da takılır ... akşam da eve resmen cebim para dolu gelirdim.

    Sermaye bahşiş verir, p*z*v*nk bahşiş verir, kapıda ki bekçi kendi payını alır (ne de olsa gir - çık mevzuunda sorun yaratmıyordu ... bunun bir karşılığı olacak değil mi?) tatlıcı'ya yollanan para'nın üstü sende kalır, yemekçi'den taşınan pilav üstü karşılığı bahşiş cebe indirilir.

    Yüksekkaldırım o zamanlar acaip popüler, escort işi henüz icad olunmamış ... kaçak ve güvensiz randevuevlerine ya da dolapderede ki çingene karhanesine takılmayacaksan adres belli. Millet geliyor, karhane çalışanları kendi deyimleri ile "ağırlıklarını alıp" müşterileri iyice "silkeliyor" ve hemen herkes paraya para demiyor.

    Arada yamuk yapmak isteyenler de çıkıyor tabi. Ama mal sahibi yani Madam uyanık. Hemen herkesi bordrosuna almış, dönemin en baba abileri, mesela Beyoğlu tarafının belki de tek hakimi Kürt İdris'in dahi Madam'ın duvarlarının arkasında söz hakkı yok.

    ...kıllık mı yaptın? Arıza mı çıkardın? Hemen p*z*v*nk takımı seni paketliyor, polis'e teslim ediyor ... onlar da Allah ne verdiye sana ikram ediyor. İçeride emanet! taşımak madam tarafınca yasaklanmış, müşterilerin üzeri aranıyor ... çalışan ağır abiler de kapının karşısındaki hamam'a uğruyor ve bellerindeki emanetleri hamamcı abi'ye teslim ediyor ... akşam çıkarken de geri alıyor.

    ...hayat güzel be ... hem eğleniyorum, hem de o biçim para kazanıyorum. Babam durumu santim sallamıyor, Annem ise bozuk atıyor "Ağzını bozuyo o karılar" falan diyor ama ne gam? ...çok da tıNNN!

    Bir gün okul çıkışı gidiyorum ki tezgahta bir başka abi oturuyor.

    ...kim lan bu?

    Sermayelerden biri anlatıyor ...Şevki abi önceki akşam dostu ile kavga etmiş, olay büyümüş. Birileri daha dahil olmuş ...Dolmabahçe'de deşmişler Şevki abi'yi, o da çekmiş emaneti iki kişiyi indirmiş. Sonuç o hastanede, vurduğu abiler ise imam'ı görmeye gitmiş.

    Sermaye'ye soruyorum ... bu kim?

    - Aşağıdan geldi, Madam Şevki abi'nin yerine yollamış ... diyorlar.

    O gün yeni -abi- ile takılıyorum ma ıHHH! ...çocuk aklımla pek ısındığım Şevki abi'nin yerini tutmuyor. İki yıl'ı aşkın süre ile her gün gördüğüm abi'mi özlüyorum.

    ...ben gelmeyecem, bi başka ayakçı yollarım, olur mu? ...diyorum yeni abi'ye?

    Belli ki üzüntümü anlamış, cebime para koyuyor ...bir ihtiyacın olursa gel diyor. O da iyi bir abi ama ... Ohannes'e devrediyorum on numarayı. Artık yeni abiye o ayakçılık yapacak ...on yaşımın kışında "emekli" oluyorum karhane'den.

    ...bir kaç gün sonra haberi geliyor, vefat etmiş Şevki abi. Cenaze Paşakapı'dan kaldırılacakmış.

    Anama ısrar ediyorum ama götürmüyor beni helalleşmeye ... bir de bozuk atıyor "ne işin var elin p*z*v*nginin cenazesinde be!" diyor. Ulen senin p*z*v*nk dediğin adam bana yol yordam öğretti, abilik ... arkadaşlık yaptı demek istiyorum ama veledim daha ... resmen dilim tutuluyor.

    Gidip mum yakıyor, dua ediyorum Şevki abime, Allah Rahmet eylesin ... mekanı cennet olsun diyorum.

    ...artık gitmiyorum karhane'ye, gidesim yok. Okuldan eve, evden okula ... resmen hevesim kaçmış. Kimi zaman evimizin köşesindeki avizecinin vitrinine saatlerce bakıyor, öyle saksı gibi oturuyorum kaldırımda. Şevki abi'mi, kartuşlu teybinde orhan baba çalmasını, kurvaze takım elbiselerini, arada tek kaşını kaldırıp benim saçmalıklarımı sabırla dinlemesini hatırlıyorum.

    Mırıldanıyorum ... adamdın be abi! Ne özledim seni...
  15. Kaan Yagizer
    Ben Galata’da büyüdüm, ailem nesillerdir “Üzerine kulenin gölgesinin düşmediği” yerde oturmadı .. nesillerdir derken, cidden nesillerden bahsediyorum. Ya da tam olarak söylemek gerekirse +800 yıl önce İstanbul’a geldiklerinden beri…

    Büyük dedemin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesi bu gün Milano olarak bilinen şehir devlet’in sınırlarında yaşıyormuş. Fakir insanlarmış dedelerim (kısaca dedelerim diyorum … siz anlayın işte) o zamanlar lonca’lar ticaret’e hükmettiği ve bizimkilerde de lonca’ya katılacak para olmadığı için seyyar ayakkabı tamirciliği yaparlarmış.

    O çağlarda seyyar tamircilik zor zanaatmış … ayak bileklerine kadar gelen uzun deri önlükler giyer, çarşı – pazarda dolaşırlarmış.

    Biri ayakkabısını , çarık ya da çizmesini tamir ettirmek mi istiyor? Hemen yere çöker ve yanlarında dolaştırdıkları tabureyi (..ki bunun alt kısmında alet – edevatlarını taşırlarmış) yere koyar … Müşteriyi tabureye oturtup müşterinin ayaklarını da kucaklarına koyarlarmış.

    O zamanlar aile ismi olarak “cuir”i kullanırlarmış (kösele/ayakkabı derisi demek) … anlayacağınız durumları sokak köpeklerinden azıcık halliceymiş.

    Sonra bir şey olmuş. 1198’de tahta çıkan yeni Papa (…ki bu Papa kendine Innocentius = Masum ismini almış ..peHHH) Haçlı seferleri düzenlemeye karar vermiş. Tahta yeni çıktı ya, dosta – düşmana Hristiyan dünyasının efendisi kim? Batı’da raconu kim keser? Bunu göstermek istemiş (bildiğiniz i**e işte…) Kafirlerin (…Serazenler,yani Müslümanlar) elindeki kutsal toprakları (Kudüs ve çevresi) ele geçirmekmiş i**e papa’nın dileği.

    …tabi ki dilemek başka şey, dileğin gerçekleşmesi ise bambaşka!

    Hristiyan kralları Papa’ya pek yüz vermemiş. Hazineleri boşmuş, daha önceki seferlerin –kötü- sonuçları- hala hafızalardaymış ve de ismi –Masum- olsa da yeni Papa’nın fazla ateşli!! Olduğunu düşünüyorlarmış. Onu sallamamışlar!

    …ee? Papa ne yapacak? Adam Haçlı Seferi ilan etmiş bir kere, … “Ehue! Pardon! Pardon! … başka zaman yaparız artık!” diyip karizma’yı çizecek hali yok ki!

    Düşünmüş taşınmış ve sonra da çözümü bulmuş … demiş ki…

    - Sıradan halkı haçlı ordusuna katılmaya çağıracağız, haçlı ordusuna katılan herkese bir af belgesi vereceğiz ve sefer sırasında ölen herkese de cennet’e serbest giriş vaat edeceğiz.
    - Yerler mi?
    - Yerler …

    …yemişler de (bizim dedeler dahil)

    Endüljans denen belgeleri üretmişler … buna göre belgeyi taşıyan kişi Hristiyan topraklarını terk ettiği andan itibaren ne günah işlerse işlesin (hiçbir kısıtlama olmaksızın) peşin olarak affedilecek ve sefer sırasında ölür ise cennetten deniz manzaralı (tamam bu kısmını attım) arsa kapatacakmış.

    …beHHH

    Bizimkiler papazların anlattığı (Bkn.yalan pazarlama) yağ, bal ve süt ülkesine gidip taşıyabilecekleri kadar servet sahibi olmak için orduya katılmışlar. İsimlerini yazdırıp af belgelerini almışlar ve 1203 yılının sonunda ordu ile birlikte yola çıkmışlar.

    İki kardeş (içlerinden birisi bizim dede … ama hangisi? …onu bilmiyoruz) neredeyse silahsızmış, öyle filmlerdeki gibi zırh – kalkan falan yokmuş ellerinde. Birisi bildiğin odun taşıyormuş, diğerinde ise paslı bir satır varmış, o kadar.

    Odun ve satır ile Selahattin Eyyübi’nin ordusuna karşı sefere çıkmak hem de bunu yaya olarak yapmak … beHHH

    Ordu ilerlerken kentlerden ona katılım sağlanıyormuş. Her kent deli , dilenci, serseri ve hapishanelerde yatan başı bozuk takımını Haçlı Ordusuna teslim ediyor (Papa’lık emri gereği) az miktarda da askeri (mümkün olduğu kadar az) bu güruh’a katıyormuş.

    Ordu arada saçmalamış (balkanlarda slav asıllı insanlara saldırmışlar, kent ve köyleri yağmalamışlar) ve 1204 senesinde İstanbul’a … eski adı ile Konstantinopolis’e varmışlar.

    Dediklerine göre şehri ilk gördüklerinde hemen herkes yere kapanıp ağlamaya başlamış, şehir öyle güzel ve öylesine zenginmiş ki ordu’da bulunan hiç kimse daha önce o kadar güzel bir şehri ne görmüş, ne de hayal etmiş.

    Bizans’lılar ayrı mezhepten olsalar da bu yeni orduyu karşılamış, doyurmuş, tedavi etmiş. Haçlıların bi b*k yiyemeyeceklerini biliyor olsalar da doğu’ya doğru ilerlerken o yönden baskı yapan Serazen güçlerine hasar verirler, hepsi geberir gider ama en azından biz de birkaç yıl rahat ederiz diyorlarmış.

    Bilmedikleri şey ise Haçlıların “ganimet burada hacı, ne gerek var taa Kudüs’e kadar gitmeye” dedikleriymiş … gerçekten şehir fazlası ile iştah açıcıymış ve her şey olup bitene kadar Bizanslılar i**e papa’nın toparladığı it sürüsünün esas amacını anlamamış.

    Böylece Haçlılar Konstantinopolis’e saldırmış … önce başarılı olamamışlar, sonrasında da (kendilerinin bile pek inanamadığı şekilde) surları aşmışlar.

    Yağma ve katliam başlamış … çalabilecekleri her şeyi çalmış, gözlerine kestirdiklerini de katletmişler. Boğazlananlar arasında Bizans imparatoru ve ailesi de varmış … hemen bir konsül kurmuşlar, aralarından bir tanesini İmparator seçmişler ve de şehre yerleşmişler.
    Benim dede’de (daha doğrusu dedeler) savaştan sağ çıkmayı başarmış. Yağma işinde de başarılıymışlar. Ceneviz’li bir taciri boğazlayıp onun deri depolarına ve evine konmuşlar. Ortalık biraz sakinleşince de kent surlarının dışındaki Ceneviz kolonisine (bu günkü Galata) taşınmışlar ve orada deri ticaretine başlamışlar.

    İki kardeşten biri Galata’da mallara ve eve bakmak için kalırken diğer kardeş gemi ile (parayı buldu ya, iki dakikada g*t* kalkmış) ailenin geri kalanını getirmek için Milano’ya dönmüş ve gebermeden geri gelmeyi, gelirken de çocuk ve kadınları Konstantinopolis’e ulaştırmayı başarmış. (Anlayacağınız benim dedeler temelde serseri olsalar da becerikli serserilermiş)

    …işte o gündür bu gündür benim ailem Galata’da yaşamış. Bizanslılar 1260’lı yıllarda kenti Latinlerden geri alıp bu defa kentte kalan Latinleri boğazlarken de Galata’da kalıp manzarayı seyretmişler, onlardan sonra gelen ordular şehri kuşatırken de.

    Fatih’in gemileri karadan taşınırken Osmanlı’ya don yağı, temiz su … hatta urgan ve ip çekmek için deri parçaları sattıkları bile söylenir (…tabi işin bu kısmı rivayet)

    Anlayacağınız “maceracılık” bizim Büyük dedenin, dedesinin, dedesinin, dedesinin büyük dedesinin büyük dedesinin dedesinden kalma … bir çeşit aile mirası...

    Meraklısına referanslar.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%B6rd%C3%BCnc%C3%BC_Ha%C3%A7l%C4%B1_Seferi
    http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Innocentius
    http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCljans
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Latin_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

    - aha! Af Belgesi Böyle Bir Şey İşte!-


  16. Kaan Yagizer
    ...millet soruyor..
    - Bu yaz ne yapacaksınız?
    - Memlekete gidicem ... diye cevap veriyorum fazla detaya girmeden.
    - Yayla'ya falan mı çıkacaksınız?
    - Hee ... diyip geçiyorum.

    Duygu'nun pasaportu alıyorum, şimdilerde de geçerli olan randevu sistemi yeni başlamış. Elçilikten onun için bir randevu alıp zamanı geldiğinde

    - bana takılsana, bişi yapıcaz ... diyorum, detay'a girmeden.

    Hatun beni biliyor, napicaz? nedicez? falan diye kasmıyor. İstinye'ye çufçuflayıp kapının karşısında bir yere arabayı park ediyorum.

    - işte randevu kağıdın, bu da dosyan ... içeri gir, dosyanı vize servisine ver. biraz bekletip seni mülakata çağıracaklar. Türkçe konuşmak istediğini belirt, gerekli evraklar dosyanda var zaten. Fazla bir şey sormazlar, sorarlarsa da tatil için vize istiyorum dersin.
    - vize'mi alacağım?
    - evet
    - bilemediğim bir şey sorarlarsa sana telefon açayım mı?
    - açamazsın, elçilik duvarının az dışından itibaren Jammer alanı var. Telefonun çalışmayacaktır, illa konuşmamız gerekirse vize görevlisinden rica et beni karasal hat üzerinden arasın.
    - peki

    Elçiliğin kapısının karşısındaki café'ye geçip oturuyorum ... bir saat kadar sonra Duygu elinde kargo makbuzu ile kapıda beliriyor.

    - pasaportu iade etmediler
    - evet ... kargo ile eve yolluyorlar
    - vize alıp almadığımı da söylemediler
    - aldın
    - nereden biliyorsun?
    - almamış olsan bana aldım mı diye sormazdın
    - bilirdim yani
    - evet
    - ....peki

    Pasaport bir hafta kadar sonra geliyor, vize'yi kontrol ediyorum ... cimri p*z*v*nk bir yıllık vermiş. Neyse diyorum, işimizi görür ... sonra uzatırız.

    On gün kadar sonra sabah kalkıyoruz ... kahvaltıdan sonra taksi ile Kadıköy'e giderken ufaktan mızmızlanıyor.

    - eminmisin?
    - ...hıı

    Duygu'nun söylenmesinin nedeni ayağımızın dibine koyduğum omuz çantası kaynaklı. Ufak çantanın içinde fotoğraf makinesi, birer t-sihrt, çorap, don ve diş fırçaları var ... pasaportlar cebimizde ... hepsi bu. Başka eşyamız yok, bavulumuz yok, kabin içi el bagajımız bile yok.

    - çantanızı siz mi hazırladınız?
    - bavulunuzu bir yerde bırakıp göz temasını yitirdiniz mi?

    ...bu soruları omuz çantasını göstererek cevaplıyorum.
    - başka eşyamız yok, hepsi bu işte.
    - bavulunuz yok mu?
    - yok
    - ...peki

    THY'nin comfort koltuklarına kurulup uzun uçuş için hazırlanıyoruz. Ayakkabılar fora, omuz çantası koltuğun altında, kulaklıklar hazır konumda ... 10 kusür saat o koltuklar evimiz olacak.

    LaX'ta uçaktan ilk inenlerdeniz ... hemen gümrük'e geçiyoruz, bavul yok ... bagaj bekleme yok. Kasmadan gümrük ve göçmenlikten geçip kontrol noktasındaki dijital kameraya poz veriyoruz.

    - hadi otobüse
    - O.K

    Otobüs bizi Terminal 21'e atıyor ... Avis'e dalıyoruz. Bankonun arkasındaki tiplere bakıyorum, hangisi işimi görür? Hangisine yazmam lazım? ... Duygu'ya başımla bekleme bölümünü işaret ediyorum.

    - Sen uza abi
    ... Duygu olayı biliyor ve bozuntuya vermeden uzuyor.

    Mid-Class Sedan book etmişim ve beleş upgrade peşindeyim. Banko elemanlarının bu yetkisi var, biliyorum ve hayvani cazibemi kullanarak upgrade yaptırmayı planlıyorum.

    ..orta bankodaki hafif chubby filipinli abla'ya yanaşıyorum. Voucher'i gösterip işlemi başlatıyorum, Ford'dan dolayı ek indirimim de var ... onu falan yaptırırken "meslektaş" muhabbeti koyup ufaktan cilveleşiyorum. Çok geçmeden elimdeki anahtarları Duygu'ya sallıyorum.

    Aslında bir Opel Omega olan Cadillac Seville artık bizim.


    Hyundai veya benzeri olarak belirtilen mid-class'tan full-size sedan'a yaptığımız bedelsiz geçişin verdiği moral ile arabaya atlıyoruz. L.A'da iki gün kalacağız, en azından plan bu ... daha doğrusu bu elimizdeki tek plan. Türkiye'ye Miami'den döneceğiz ve Seville'yi orada bırakacağım ... yani yolculuğumuz batı kıyısında, L.A'de başlıyor ve doğu kıyısında Miami'de bitecek ... arada ne yapacağız? O belli değil ... zaten işin zevkli kısmı da bu.

    Vadi'de yer ayırttığım Best Western'e gidip bir duş atıyor, saat farkı ve jet lag'ı atmak için azıcık kestiriyor ... ondan sonra da en yakın J.C.Penny'e gidiyoruz.

    - bizi üç gün idare edecek kadar şeyler kap, ama bavul alma ... eşyaları arabaya poşet ile koyarız.
    - O.K

    ...aynen öyle yapıyoruz. Sonra L.A gezimiz başlıyor. Venice Beach, Rodeo Drive, Film Stüdyoları falan derken iki gün boyu neredeyse hiç durmadan geziyoruz.

    - Las Vegas'a gidelim mi?

    Bulvar'da yemek yediğimiz Meksika lokantasında taco grande'ye dalarken soruyorum ... uyar diyor Duygu. Sabah kalkıp doğu'ya doğru yola koyuluyoruz. L.A'nin içinde trafik kötü, ne de olsa Rush Hour denen sabah işe gidiş geyiği orada da var ama banliyö hattını aştığımızda taaaaaaaaa Hoover Barajına kadar yol mis gibi akıyor.

    - Harita'da Moapa'yı bulsana, ne kadar yolumuz kalmış
    - o ne?
    - kızılderili bölgesi ... sarı renkte yazacak
    - nasıl yazılıyor
    - mo-a-pa ...yada öyle bir şeydi sanırım
    - taam

    Moapa Las Vegas yolu üzerinde reservoir denen eski bir sürgün alanı. Beyaz adam kızılderilileri yeninde onları ölsünler diye çöle sürmüş, orada ikamet etmek zorunda bırakmış. 1970'li yılların sonunda Kızılderililer dava açmış ve reservoirlerin mülkiyetini almış, bu da yetmemiş Amerikan hükümetini bu bölgelerin -yarı bağımsız- olması konusunda da ikna etmiş. Özellikle güney'de hemen her kızılderili bölgesinde ya bir kumarhane vardır (hükümet karışamaz) ya da bir fabrika satış mağazası/seri sonu satış merkezi (bir çoğunda ikisi birden) Moapa'da bunlardan birisi ... hem kumarhanesi var, hem de AVM'si ... işin güzel yanı kızılderili bölgesinde vergi yok.

    ...yani alış veriş yaparken VAT (Amerikalıların KDV'si) ödenmiyor...

    İki tane öküz kadar Samsonite alıyoruz ve Duygu mağazadan mağazaya akıyor

    - Taam, bu kadar yeter ... dediğinde bakıyorum kız kardeşinin henüz planlamaya başladığı çocuğun ilk okul son sınıf'ta giyeceği Hilfiger mont'u bile almış.
    ...kasmıyorum, eywallah diyorum. Alış veriş tribine girmiş hatun ile kasanın arasına giren erkek ya akılsızdır, ya da Kara Murat'ın soyundan gelen bir korkusuz.
    ...ikisi de olmadığım için gidip bir bavul daha alıyorum. Seville'nin bagajı büyük, üç XXL Samsonite'yi gayet rahat sığdırıyoruz..

    - Tamam mı?
    - Taam
    - Huzura erdin mi?
    - Alış veriş adına evet, ama fena halde kumarım geldi
    - Günah şehri bir kaç saat uzakta, sık dişini kızım
    - Eywallah

    ...devam edecek...
  17. Kaan Yagizer
    Nevada'nın göbeğinden New Orleans'a menzil yaklaşık 2,000 mil, ben var ya ben uçana beş, kaçana on çakarım deseniz yapacağınız en fazla günde 1,000 mil, o da hız limiti nedeni ile -nah- mümkün...
    .
    ... üstelik arada Houston'a uğramak var kafamda. Bunalım Hakan (Buno) Houston'da ikamet ediyor, en azından adamı göreyim istiyorum, yani iki günde ~2,500mil yapacağım. Sonrasında Mardi Gras başlıyor... offf yaaa
    ... kasar be. Yazık yahu bana!

    Oysa ben bu yolculuğu 4 - 5 günde ... salına salına yapmayı planlıyordum. Gazlamak da mümkün değil, hız sınırı genelde 45, kimi yerler de ise 35 ... 55'e çıktığı sadece bir kaç nokta var. Yani kaba hesapla 72km/h ile günde 1,000 kilometre yapmaya kalksam bu 13 - 14 saat kesintisiz hem de üç gün üst üste direksiyon başında kalacağım demektir.

    ... mola yemek vs. eklerseniz uyumak için ayıracağım saatler dışında gelecek 72 saatte Cadillac ile -samimi- olacağız ... olayın en kaba ama aynı zamanda en açık ve gerçekçi tarifi bu.

    ...kısacası s*çt*k

    Yapacak bir şey yok, emir demiri keser (kesti de...) tırmandım Seville'nin direksiyonuna, Duygu açtı harita kitabını ... arada bana komut veriyor.
    - I101'den çıkacaksın, 65. çıkışı kaçırma, !61'e gireceğiz ... sonra 500 mil dümdüz 61'i takip edeceğiz.
    - Sir , Yes Sir!

    Arada gazlayayım diyorum ama polisler işi abartmış (ben görmeyeli) ... Bilboard'a ilan vermişler.
    - Reduce your speed or we will
    (kabaca ... ayağını gazdan çek, yoksa biz çektiririz!)
    ...bunu okuyup gazlamak mümkün mü? (Yusuf Mode=ON)

    O üç gün hakkında söylenecek fazla bir şey yok aslında. Araba kullandım,kullandım,kullandım,kullandım ... yemek yedim, benzin aldım, araba kullandım,kullandım,kullandım, yemek yedim, helaya gittim, benzin aldım ... Duygu eğleniyor. Arada uyuyor, cep telefonunda oyun oynuyor .. arada bana haber veriyor.
    - İstanbul'da o biçim kar yağıyormuş
    ...bizim klima açık, güney'e doğru indikçe sıcak daha da artıyor.
    Ben araba kullanıyorum, kullanıyorum...

    Buno ve karısı ile yarım gün ve bir akşam geçirdikten sonra yeniden yol ... araba kullanıyorum, kullanıyorum, kullanıyorum.

    Sonunda New Orleans ... auWWW
    ... daha önce gelmişim New Orleans'a ama Mardi Gras zamanı ne oluyor bu kent'e? Herkes sokaklarda, özellikle yer bulduğumuz (nasıl yer bulduk? ... inanın fikrim yok, tamamen kısmet.) otelin olduğu Kanal caddesi'ne girmek neredeyse imkansız.

    Duygu açtı harita kitabiını, New Orleans şehir merkezi sayfasına geldi ... başladı bana yol tarif etmeye.
    - Amedeus'tan sağa gir ... düz git sonra ilk soldan sap ...
    ...atıyo...
    ...pis sallıyo...
    ...kaybolduk...
    ...diyorum kendi kendime (sessizce tabi) ama yok! Otelin arka girişine, oto-park kapısına götürdü bizi. Oha! Hatunuma sessiz bir saygı içinde baktım dersem bana inanın. (artık kısmet midir? onu bilmem...)

    otele yerleşip kendimizi sokağa atıyoruz, millet barları mekanları bitirmiş sokakta dans ediyor, kafa çekiyor. Bütün bir şehir -azgınlık- havasına girer mi? New Orleans girmiş vallahi...
    TGIF var yakında, dalıp pork ribbon ve gumba istiyorum ... madem güneydeyiz o zaman güneyli adetlerine uymak lazım, öyle değil mi?
    ...yorgunum ama şehirdeki o aşırı pozitif enerji beni de etkiliyor. Bir ara geçit konvoyuna katılıp boncuk atarken buluyorum kendimi, bir başka aralıkta da sokakta dans ederken.

    otele nasıl döndük? kendi başımıza gelebildik mi? ...anılar bölük pörçük ama akşamdan kalma ve fecaat bir baş ağrısı ile kalkıyor, biberli domates suyu ve votka içerek güne başlıyorum. Çivi çiviyi söküyor ...
    - ey New Orleans, biz geldik ... hadi gezelim.
    - French Quarter'e gidelim...
    - yakın zaten, gidelim a.q
    - taam a.q

    L.A'den çıktığımızdan beri ideal rota ile alakamız olmamış, Amerikanın güneyinde testere ağzı gibi bir iz bırakmışız ( mavi çizgi ideal rota, kırmızı ise bizim yaptığımız ...şey)



    ...devam edecek
  18. Kaan Yagizer
    ...L.A'i terk etmeden önce kaldığım Best Western'in yöneticisine yapışmışım ... Amerika'da Hintliler blok halinde Taksi işletmeciliği ve Otel işindedir. Best Western Valley'in yöneticisi de bir istisna değil ... eleman bir Singh ve beklediğim üzere Las Vegas'ta otellerde çalışan bol miktarda Singh var.

    - Kumarhanesi olsun ama pahalı olmasın, beni Bellagio'ya falan yollama ... Strip'in ucunda, arkasında olsun ama yeni - temiz ve ucuz olsun.

    - Aye, Aye Sire .. diyor ve bize SLS'te yer ayırtıyor. Otelin Geceliği 65 dolar (kahvaltı dahil)

    ..yani biz SinCity'e doğru yol alırken otelimiz belli, odamız belli.

    Las Vegas'ın en büyük hikayesi -Strip- denen rota. Strip kenti ikiye bölen ve her iki yakasında da otellerin, kumarhane ve gece klüplerinin, barların ve mağazaların yer aldığı bir çeşit cadde.
    ...strip uzaydan bile gözüküyor. O derece yani ...

    Ahanda uzaydan çekilmiş Las Vegas resmi ...



    ...kuzey - güney doğrultusunda dümdüz uzanan ışık çizgisi ünlü -strip- bizim kalacağımız SLS'de strip üzerinde ... kuzey ucunda, az daha ilerlediğin zaman çöle dalıyorsun ama olsun strip'teyiz abijim...

    Las Vegas'ın olayı şu ... odalar falan gayet lüks, bizim kaldığımız geceliği 65 dolarlık mekan böyle bir şey işte...



    tavanda "ayna" bile var, masaj yapan duş, banyo'da jakuzi ... arka bahçede tam boy olimpik havuz ... geberene kadar yiyebileceğin açık büfe, o büfenin daha da aşmış! modeli akşam kuruluyor ve adam başı sadece 7 dolar ... oto-park beleş vs.vs.
    ...tüm hikaye kumarhane de ...

    Las Vegas'ta önce kumarhane yapılır, sonra onun etrafına otel kurulur derler ... bizim otel'de farklı değil. Gırgırına Mirage ve Bellagio'ya gitmiştik, orada da durum aynıydı.
    ...Otele giriş yapıyorsun, resepsiyondan asansörlere gitmek için kumarhanenin ortasından geçiyorsun, havuza gideceksin ... asansörden çıkıp gene kumarhaneyi kat ederek cubidibap (suya atlama efekti) yapıyorsun. Tuvaletlere ödül olarak prezervatif veren kollu kumar makinesi koymuşlar ... gerisini siz gözünüzde canlandırın.

    Odaya yalandan yerleşip iniyoruz kumarhaneye ... ben canlı pokere geçiyorum, duygu'da elektronik kumar aletleri bölgesinde lokasyon tutuyor.

    ... prensibim var ... belli bir miktar parayı "bu para bana battı..." diyerek ayırırım, o parayı gözden çıkardım ya ... kaybetsem de koymaz.

    Las Vegas için ayırdığım para 300 dolar, bunun 200'ünü Duygu'ya veriyorum, bana 100 dolar yeter. 10 dolar pot'lu Texas Hold'em masasında 100 dolar yeter de artar bile (huyum değildir, canlı kumarda para kaybetmem ... cidden)

    Saat 03,00 civarında masa değiştiriyor, 50'lik tezgaha oturuyorum, Duygu iki kere beni ziyaret edip kavımdan fiş çalıyor (parası bitmiş...) sabaha karşı'da uykumuz geldiği için odaya çıkıyoruz.

    ...sabah (aslında öğleden sonra) yaptığımız kahvaltı sonrasında küçük bir hesap yapıyoruz. 300 dolar tatil bütçesine geri iade ediliyor, Duygu 500-550 falan kaybetmiş ama geceyi onun kayıplarından sonra 250 dolar kazanç ile kapatmışız.

    Anlayacağınız Strip konaklaması bedavaya gelmiş ...
    - Bir gece daha kalalım mı?
    - Olur, ama kumar baydı artık. Akşama kadar havuz kenarında leşlenelim ... sonra çıkıp yemek yer, şov falan seyretmeye gideriz. MGM'de güzel atraksiyonlar oluyor, oraya falan topuklayalım
    - Taam

    MGM'de David Copperfield var, arka taraflarda falan oturulursa yer var ve ücret kelle başı 55 dolar ... uyar diyoruz, bilet alıyoruz. Şov 22,00'de başlıyor yani yemek vs. için bolca zaman var.
    ...yemek yiyip strip'te yaya olarak tur atıyor ve şov zamanı MGM Grand'a gidiyoruz ... revü kızları, ön gösteriler falan derken Copperfield gene döktürüyor. Otele dönerken soruyorum ...
    - Buradan nereye gideceğiz? Var mı kafanda bi yer?
    - Büyük Kanyon ne kadar uzakta?
    - Sonora çölünün diğer tarafı ... 200 kilometre falandır.
    - Kaç mil yani?
    - Şimdiden mil hesabına mı geçtin kızım?
    - çevreye uyum sağlamak lazım ... dimi?
    - hehe ... 130-140 mil falan.
    - taam, oraya gidelim
    - sabah erken kalkıp topuklarız
    - eywallah

    ...devam edecek.
  19. Kaan Yagizer
    Büyük Kanyon bir millipark, yani orada kafana göre takılamıyorsun. Girişte para ödeyip gişeden geçiyorsun ve hava giderek soğuyor. Leyn ... daha sabah çöl'de terden geberiyordum, şimdi sümüğüm dondu bea.

    ...Allahtan bizim gibi kazmalar için bir alış-veriş meydanı kurmuşlar. Duygu buzdolabı magnet'i , 1,000 parçalık kanyon yap-boz'u falan kovalarken ben parmaksız eldivenler ve yünlü montlar alıyorum. Artık rahatız ...



    ... kafanızdaki "büyük" kavramını bir belirleyin önce. Sonra "büyük" dediğiniz şeyi 100 ile (yazı ile yüz) çarpın ... işte büyük kanyon öyle bir şey. Konya vilayeti kadar bir uçurumlar, düzlükler, tepeler bileşkesi.

    Onu ilk gördüğünüzde ağzınızdan bir ...
    - hadi be!?! ... kurtuluyor.

    Duygu'ya alternatifler öneriyorum ...
    - Helikopter turu var, katılalım mı?
    - cıK
    - Balon turu var ... ona ne dersin?
    - cıK
    - Askı turu var, o olur mu peki? (küçük balon, paraşüt tesisatı gibi koşum ile balonun altına asılıyorsunuz ... yani altınızda sepet falan yok ... en önde sırtında motor olan kılavuz var .. siz de tespih gibi arkasına takılıyorsunuz, kılavuz arkasındaki 7 - 8 balonu çekiyor ... acaip zevkli bir şey)


    - o hayatta olmaz
    - len! sen yüksekten mi korkuyorsun?
    - ...evet
    - hadi be
    - valla
    - ee? napicez?
    - IMAX var burada, ona mı gitsek?
    - canlısı yanıbaşımda dururken sanal tur mu atacağız?
    - oğlum korkuyom lan yüksekten...
    - ıHHHH ... peki, IMAX'a gidelim.

    Akşam yenen güzel yemekten sonra IMAX'a gidiyoruz. Bir jet uçağı ile Kanyon'a dalıyorlar ... kamera bunu manyak detaylı çekmiş, IMAX'ın dev ekranında görüntü fazla gerçekçi ... Duygu'nun midesi bulanıyor ... çıkıyoruz.
    ...IMAX serüvenimiz 10 dakika falan sürdü

    Akşam kalın battaniyelere sarınmış durumda şezlong'ta yatar (kaldığımız otelin küçük havuzu ufaktan buzlanıyordu, o derece soğuk ama hava temiz ötesi ... o ayrı) samanyolu'nu seyrederken duygu mırıldanıyor.

    - 51.bölge ne kadar uzakta?
    - New Mexico sınırı ... 600 km falan sanırım, belki de 700
    - oraya gidelim mi?
    - uzaylılardan korkmuyormusun?
    - divanda mı yatmak istiyorsun?
    - .... evet iyi fikir, 51.bölge'ye gidelim.
    - sabah çıksak ...
    - kahvaltı eder uzarız ... uyar mı?
    - ....uyar.

    Aynen öyle yapıyoruz. Yolda mola veriyor, kamyoncu lokantasında 18 tekerleklilerin arasına kiralık arabamızı çekip t-bone kemiriyor ve akşam olurken -shady- motel'e çöküyoruz.
    ...otelin ismi gırgır , ama temiz ... ucuz ve yakında güzel bir yemek mekanı var. Limonlu turta nefis, omlet ağlatıyor ... kahve de güzel ... sabah ünlü black mailbox'a bakma kararı alıyoruz.

    Adı Black olsa da Groove yakınındaki kutu aslında beyaz ... daha doğrusu bir zamanlar beyazmış. Adet olduğu üzere uzaylı amcalara bir not bırakıyoruz ...
    - İstanbul'a gelirseniz bize de uğramayı unutmayın, pas geçerseniz kırılırız ... diyoruz.

    (temsili)



    ardından ET karayolunu (üzerinden ikide birde uçan daire geçermiş) müzeyi falan geziyoruz. Akşam yemeği yerken Duygu'nun gözü haberlere takılıyor. Spiker New Orleans'ta ki Mardi Gras (Büyük Perhiz kutlamaları) hazırlıklarını anlatıyor.

    - Aaa .. Mardi Gras başlıyormuş.
    - ....evet
    - New Orleans uzak mı?
    - ...evet
    - Ama yolumuzun üstü ... dimi?
    - Sayılır
    - Gidelim mi?
    - New Orleans'a mı?
    - Evet ...
    - Mardi Gras zamanı otellerde yer yoktur ki, Baton Rouge'ye gidelim daha iyi ...
    - Sen bi baksana, kesin bi yer bulursun ...
    - Resepsiyoncu ile kırıştır diyorsun yani?
    - Ben cigara içmeye dışarı çıkarım...
    - O kadar istiyorsun yani?
    - ...hııı
    - Peki o zaman
  20. Kaan Yagizer
    Memlekete yeni dönmüşüm. Freelance çalışmayı bırakıp "kalıcı" iş bulmaya karar vermişim. Ama evim yok, kardeşim demez mi?
    - Beraber ev tutalım ... benim manitunun anasında tonla mekan var, birisini bize kiralasın.
    Kadında harbiden iki bavul tapu var yahu! Ataşehir'de bir ev kiraladı bize, hem de epey bi ucuza. Neyse yerleştik ... ben de Mercedes ile BMW arasında gidip geliyorum. İş görüşmeleri falan O.K'de hangisinde çalışsam mutlu olurum davasındayım. 
    ...bir akşam telefon çaldı (gece geç saat) .. eŞŞedü! diye açtım telefonu. Arayan benim magarac'ın sevgilisi (boşnakça : eşek demek)
    - Kaza yaptık, Göztepe'de hastanedeyiz ... kötü dağıldık!
    ...apar topar attım kendimi dışarı, gittim acil'e. Benim Magar yanında sevgilisi ile travma bölümünde müşahade'ye alınmış. 
    - Ne oldu?
    Kızın Peugeot 208'i vardı ... arabayı o kullanıyormuş. Bağdat caddesine akarken bir Cherokee ile çarpışmışlar, darbenin şiddeti ile kapı açılmış ve benim Magarac sapsız balta gibi uçmuş dışarı (eve...emniyet kemeri takmıyormuş) ve kafa üstü çakılmış asfalta.
    Bizim mal'ı ispatula ile kazımışlar, sonra da hastaneye getirmişler. Röntgen, scan falan çekilmiş ... servis'te müşahade altında tutmaya karar vermişler. Gitim yanına ... üüü ... kırık cam parçaları kolunu doğramış, sağında - solunda çürükler var ama o kadar.
    - Ne oldu lan?
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxxtir et, iyileşir ... nasıl oldu bu iş?
    - Bilmiyorum ki ...
    ...öyle bir an sessizlik oldu. Sonra göz göze geldik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - Ne?
    - Kaza yaptık be, yalan olduk resmen!
    - Ne diyon olm?
    ...sessizlik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxtir lan!
    Kalkıp doktor aradım tabi. Ne oldu benim bilader'e??? diye sordum. Meğer benim magar kafa üstü çakılınca -beyni şişmiş- yani darbenin etkisi ile şişen beyin kafatasına sığmaz olmuş (lafın gelişi) bu da hafıza ile ilgili sorunlara neden olmuş. (Doktor abilerim bu konuya vakıftır, daha iyi anlatır) Yani benim kardeş olmuş "Kefal Hafıza" ... eleman 30 - 40 saniye, max.1dakika süreli hafızaya sahip (eski Casio hesap makinesi kadar felan RAM'i var yani) ...sonra kafayı sıfırlıyor.
    ... ee? Bu böyle mal'mı kalacak?
    - Yok dedi doktor, yakında beynindeki ödem azalır ... normale döner.
    - hııı ... peki.
    İki gün hastanede kaldı, sonra bizimkini xxxtir ettiler. 
    Ettiler de herfin durum vahim ...
    - Karnım aç!
    - Olm ... daha beş dakika önce kahvaltı ettin.
    - Abi ... abi .. kalk!
    - Ne?
    - Yanımda bir karı yatıyor!
    - Eben ... sevgilin lan o, git zıbar.
    - Çişim geldi mi acaba?
    - Yeni çıktın hela'dan
    - Cigaram bitti, bana cigara alır mısın?
    - Elinde yanıyo ya?
    Evin her tarafında A4 kağıt boyunda notlar.  Mesela sokak kapısında kocaman "Yanında kimse olmadan sokağa çıkma!" yazıyor. Kahvaltı etti / Yemek yedi ise buzdolabına yazı asılıyor "Magarac, karnın aç değil ... git otur yerine!" gibi .. gibi.
    Benim manita, biraderin ki ve ben ... günleri vardiya'ya bağlamışız. Yanlız bırakmaya gelmiyor ki elemanı. Kızlar okula sıra ile gidiyor, ben de iş dönüşü alıyorum nöbeti. Herife tam 4 ay bakıcılık yaptık ... sonra başladı bunun hafıza kapasitesi artmaya ... 1 dakika oldu 5, 5 oldu 15 ... bahar geldiğinde bizim Magarac'ın kafa yerine gelmiş ... ama arada hala saf'a yatıyor (bkn.yersen) olsa da yemiyoruz.
    ...anlayacağınız -Kalın Kafalı- olmak o kadar da iyi bişi değilmiş valla. 
     
  21. Kaan Yagizer
    Kaan kafaya takmış, kariyerini yarış alanında yapacak. Ünlü olucam, paraya para demiycem, adımı pistlere altın harfler ile yazdırıcam havasında. Bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, sanayi sitelerinde sürtüyor, Şişli Turing'te ve Marmara Café'de bolca zaman geçirip yarışçı abilerinden kırıntılar kapmaya çalışıyor.
    ...bir gün bana geldi.

    - Kaan
    - hıı?
    - ben yarışa katılıcam
    - ee?
    - bana co-pilot lazım
    - ee?
    - sen olur musun?
    - ne?
    - co-pilot
    - o ne ki?
    - oturuyon yanımda, haritaya bakıp sağa git, sola git falan diyon
    - arada ben de kullanıyom mu peki?
    - yok
    - niekine?
    - kurallar öyle olm
    - hııı

    Kaan başladı ballandıra ballandıra anlatmaya. Yarış bitecek arabanın üzerine çıkıp şampanya patlatacağız ... ama çamurluk kenarında dikileceğiz, kaputun üzerine hayvan gibi çıkıp kaportayı çökertmeyeceğiz. Yarış üzerine yarış kazanacağımız için bize kovalar ile para verecekler.
    - neden kova ile? yani neden bavulla değil de kova ile para veriyorlar?
    - bilmiyorum ... hep kova diyorlar, daha bavul ile para alanı duymadım
    - ilginç...
    - evet

    ...anlayacağınız Carlos Sainz ve Louis Moya havasına girmişiz ... bir kere karar verdikten sonra kim bizi durdurabilir ki?
    - ama antreman yapmamız lazım ... video seyrettim, adamlar devamlı antreman yapıyor
    - ii ... yapalım
    - taam

    iki motorsiklet kaskı ayarladık (kolay) iki tane de bildiğiniz işçi tulumu, ayakta lastik ayakkabı, boyunda da fularlar.
    - fular ne iş be?
    - olm bütün baba yarışçılar takıyor bunları, pederin çekmeceden arakladım ... çaktırma
    - i*n* gibi oldum ben bununla, çıkartıcam
    - çıkartma olm ... uğursuzluktur
    - harbiden mi?
    - valla
    - ... peki

    Kaan'ın babasının bi Opel Manta'sı var. İki litrelik bu kuZu adamın gözünün bebeği, o zamanlarda ... o araba yokluğunda tek kapı spor otomobilim var diye hava atıyor adamcağız.

    ... hatırlamayanlar için kuZu işte böyle bir şey.



    ...zamanının güzel arabalarından yani.

    Pazar sabahı erken Manta'yı alıp uzayacağız. Kilyos'a gidip orada köy yollarında gazlayacağız. Kaan bir yıl önceki istanbul Rallisinin etap notlarını bulmuş, oradan uğraşıp bir harita çıkarmışız ... hatta üzerine not bile almışız. Yarım A4 kağıda el ile çizdiğimiz harita'da böyle bir şey ...



    ... düz beyaz kağıda tükenmez kalem ile çizilmiş haritamız, motorsiklet kasklarımız, iş tulumu ve fularlarımız ile Pazar sabahı erkenden buluşup sessiz olmaya özen göstererek Kaan'ın pederin kuZu'yu çalıyoruz.

    Artık yollar bizim...

    Arabayı Kızıltoprak benzinciden full'leyip Ümraniye üzerinden basıyoruz köy yollarına.

    Kısa zaman sonra kask'lardan dolayı ter basıyo ... çok sıcak be, bir şey de göremiyorum kapalı motorsiklet kaskı ile ...
    - ya bize bişi olmaz, ben çıkartıcam bu kaskı
    - beynim kulaklarımdan aktı lan, s*k*r*m kaskını, ben de çıkarıcam

    kasklar arka tarafa atılır, camlar açılır ve tulumların fermuarları gevşetilir. Kaan yanlamakta, ben de elimdeki kağıt parçasından ona bir sonraki virajı söylemeye çalışmaktayım. Tabi teoride ... çünkü o sallanan , debelenen ve savrulan arabada harita'ya bakarken midem bulanıyor.
    ...dur lan dur
    - ne oldu?
    - kusucam

    Şarampol'de içimi temizledikten ve biraz nefeslendikten sonra elimi yüzümü yıkayıp arabaya geri dönüyoruz.
    - olm harbiden iyi gidiyoruz ha, yarışta bu tempo'yu tutturursak ve de sen kusmazsan birincilik kesin
    - harbiden mi?
    - valla
    - kova ile para vericekler ... dimi?
    - aynen ... kova ile
    - vay be!

    O gaz ile arabaya biniyor, gazlıyor ve ..............
    ilk virajda şarampolden aşağı uçuyoruz.

    Opel önce sağ tekeri düşürüyor, Kaan toparlamaya çalışıyor ama arka kayıyor ve biz buzda kayıp kıç üstü oturan teyze hesabı alçak şarampolden aşağı langır - lungur yuvarlanıyoruz.
    ... bir tavandayız ( kaan ile birlikte) bir yerde ... bir sağ direğin orada birbirimize sarılmış vaziyetteyiz, bir arka pandizot civarında romans ortamında.

    Sonra Manta tavanın üzerinde duruyo , ön cam yerinden fırlamış ... zaten emniyet kemeri takılı değil, oradan çıkıp biraz uzaklaşıyoruz.
    - aa ... Walkman'ım arabada kaldı

    Kaan Opel'e sürünerek girip Walkman'ını alıyor. Birer cigara içiyoruz, kafa göz şişmiş ama kanamamız falan yok. Kol - bacak da kırık değil (bkn.Allah baba'nın aptalları koruması vakası)
    - sigorta var , salla a.q

    doğru diyor, Kaan'ın babası sigortacı zaten ... saLLa

    yola çıkıyor, ilk gelen minibüs ile köye geri dönüyor. Kave'den bir amca buluyor ve üç kuruş karşılığı onun traktör ile arabayı düzeltip yola çekiyoruz. Opel'in yağı boşalmış. Araba hem ezik, hem de leş gibi...
    ...yeniden yola çıkıyor ve bu defa benzinciye gidip iki plastik patlak yap alıyor, yağ koyuyor, yerinden çıkan akü'yü takıyor ve basıyoruz marş'a ... karbiratör biraz pislik yapıyor ama çalışıyor Manta.

    ...araba ikinci dünya savaşında düşman tank'ının ateşi altında kalmış gibi ama hala yürüyor ... yolun sağından tın-tın gelip arabayı park'a çekiyoruz. Kaan tembih ediyor ...
    - hiç ses etme, peder arabayı görünce manyağa bağlar ama biz saf'a yatalım ... mahallenin piçleri çalmış, yatırmış - kaldırmış ve yerine bırakmış ayağı çekeriz...
    - taam

    eve gidip yıkanıyor ve standar pazar günü aktiviteme (bkn.göbekten pamuk çıkarmak) başlıyorum ki biri kapı'ya abanıyor ... ev yıkılıyor yahu. Kapı'ya gidiyoruz ki ... auwww ... Kaan'ın peder gelmiş. Yanında da suç ortağım :
    - bizim piçler arabamın ağzına *çm*ş diye beni pedere şikayet ediyor. Kaan'ın babası arada ona bi tane çakıyor, benim peder de bana yazıyo .. resmen stereo dayak yiyiyoruz be. Arada olay çapraz'a döner mi? Gangbang'a kurban olur muyuz diye ufaktan endişe duyuyorum ama olmuyor... buna da şükür.

    Kaan'ın babası işi biliyo...
    - Bunlar arabayı alıp gelmiş ama olmaz ki ... arabayı aynı yere götürücez, olay yerine jandarma çağırıcaz ve rapor tutturucaz, gerisini ben hallederim.
    ...eder de, adam sigortacı.

    Peder çizgili pijamalarını çıkarıp giyiniyor, bizim arabaya biniyorlar (Doğan SLX - Füme Renk) biz de Kaan'ların Manta'ya tırmanıyoruz ... iki araba başlıyoruz olay yerine gitmeye.
    - Burası mı?
    - evet
    - epey de yüksekmiş be, kaç takla attınız?

    omuz silkiyoruz, ne bileyim be? takla atarken 7 - 8 - 9 diye saymayı unuttuk işte (bkn.gençlik cehaleti) Kaan'ın babası olayı ele alıyor.
    - yaklaştırın arabayı, aynı yerden sallayalım aşağı.
    - taam

    aynen dediğini yapıyoruz ve Manta'yı yolun kenarına iyice yanaştırıp bi abanıyoruz ... lümp! aynen langır - lungur gidiyor aşağı ve...
    GÜMMM!
    ...hasss!

    Araba yanmaya başlıyor ... muHAHAHA
    ...ilk defasında vermediğimiz hasarı ikinci yuvarlamada verdiğimiz için veya onu devirince kızgın motora benzin döküldüğünden araba alev alıyor .. lan - hop falan diyene kadar, hatta babam bizim arabadan koltuk altı spreyinin hallicesi yangın söndürme! aletini alıp gelene kadar Opel ocak çırası gibi alev alıyor. Şarampolün kenarına tespih gibi dizilip oturuyoruz, peder bi tane daha çakıyor enseme...
    - eşş*ğl* e**k diye kazıtıyor. Şimdi ben bu şaplağı neden yedim? Ulen hep beraber atmadık mı arabayı?
    - en azından jandarmayı çağırmaya gerek kalmadı... birazdan gelirler ... diyor Kaan'ın babası.

    Adam haklı, gerçekten çıkıp geliyor Jandarma. Onlar rapor falan tutarken Kaan mırıldanıyor.
    - Ulan kaza'da almadığımız hasarı babalarımız verdi be ... her tarafım çürük içinde a.q
    - aynen
    - haftaya sizin araba ile antreman yapalım mı?

    peder'in Doğan'a göz ucu ile bakıp sırıtıyorum
    - neden olmasın? kova ile di mi?
    - kova ile a.q
    : : :
  22. Kaan Yagizer
    Yaz gecesi hava şurup kıvamında. Öyle ki evde durulmuyor ... salondaki koltuğun, kanapenin minderlerini balkona taşımak, onların üzerine çarşaf serip yayılmak akla gelen tek çözüm. Alahtan sivrisinek felan yok ... anlayacağınız resmen balkon'da yaşamaya başlamışız.
    ... Hacı bi yerlere gidelim, sen izin alabilicen mi?
    Alırmış ... eh iyi! ...nereye gitsek peki?
    - Pasaportum yok benim, yani var da yok gibi...
    - O ne demek be? Pasaportun vardır veya yoktur ... varmış gibi nasıl bir durumdur kızım? ...diyorum.
    Efendim pasaport varmış ama köpek onu ısırmış,didiklemiş yani işe yararmıymış? bilmiyormuş ... 
    - Sen yarın izin işini hallet, akşam gelirken de pasaportu yanında getir ... bakiim
    - Taam
    Bir sonraki akşam tost yerken (akşam yemeği) bir yandan pasaporta bakıyorum (balkonda) köpek falan kemirmemiş, hayvan resmen -yemiş- be! 
    - Yok usta, bununla seni mahalle bakkalına bile almazlar. Türkiye'de bi yere gidelim.
    - XYZ nasıl?
    - Merkez bankası başkanını xxxxmedim kızım, bende o kadar para yok
    - NNN nasıl peki? 
    - cıK, çok kalabalık (harbiden nefret ederim insan denizinde kulaç atmaktan) ...şeye gidelim mi?
    - nereye?
    - Şeye işte ... yani çıkalım yola, öyle akalım. Yorulunca dururuz, yorulmazsak devam ederiz.
    - Plan,program yok yani?
    - yok
    ...bi düşünüp sonra "taam" diyor. İki gün sonra yanımıza az bişiler alıp atıyoruz kendimizi yola. İzmir'e doğru felan gidiyoruz ama o kadar ... başka fikrimiz, düşüncemiz, planımız yok yani. Tam saldım çayıra, Allah kayıra modundayız.
    Aslında fena da gitmiyor ... Bursa'da bir gün kalıyor, İskender yiyip hamama gidiyoruz. Yaz günü hamama gidilir mi demeyin? Tellak resmen rendeliyor beni ... akşam üstü Uludağ'a çıkıp üç kuruşa Beceren'de kalıyoruz ... koca otelde 3-5 müşteri var sadece. 
    - Marmara'ya gidelim mi?
    "Marmara" dediği Marmara adası. Kapıdağ'dan motor kalkıyormuş ... arabayı oraya bırakalım, karşıya geçelim ... orada da pansiyonda falan kalırız. Lan! Ben ne hayal ediyordum, fikre bak ... üstüne demez mi? "Çocukluğum yazları Marmara'da geçti, Babamın vefatından beri gidemedim." ...ya yürü git kızım felan diyemedim bunun üzerine. Çevirdim direksiyonu ... ver elini Erdek. Arabayı sahil kıyısındaki otopark'a bırakıp akşam üzeri motoruna atladık ... ver elini Marmara Adası.
    Yalan yok (içimden) söyleniyorum ... B*k vardı Marmara Adasında felan diye ama bir kere "O.K" demişim işte. 
    ...benim hatunun keyfi yerinde, yarımada'yı devirince boğazda biraz hava yiyiyoruz ama o bile keyfini kaçırmıyor. Motor iskeleye yanaşır yanaşmaz aşağı atlayıp soluğu kordon'da ki kasapta alıyor. Bana düşen onun ve benim eşyaları taşıyarak hanımefendiyi takip etmek. Bir yandan da söyleniyorum "Kasap ne alaka abi? Önce kalacak yer bulsaydık ya?" ... meğer Kasap aynı zamanda sucuk imalatçısı (çok baba sucuk yapıyordu) ucuz - taze ama lezzetli şarap satıcısı (standart ambalaj 1lt. istersen bidonla da veriyorlar) ve emlakçıymış. 
    Adam dükkandan çıkıp elindeki anahtar destesini sallıyor. Meğer millet müşteri çıkarsa kirala diye evlerini ona bırakırmış.  Elemanın traktörün kasasına eşyaları koyduk, biz de tırmandık, başladık gitmeye. Meğer bizim kasap - sucukçu - şarapçı - emlakçı abi aynı zamanda iskeleden/evlere "Nakliye" işi de yapıyormuş. 
    Eleman bizi dağın başında (kelimenin tam anlamı ile) bir eve götürdü ... ev sahibi yaşlı bir çiftmiş ve evi haftalık olarak "eşyalı" kiralıyormuş. Ev güzel gerçekten, kocaman bir terası var ... tamam dedik, tutuyoruz ama nasıl gidip geleceğiz? Sorun değilmiş ... Belde marka bir bisiklet gösterdi bize "Bunu kullanın işte, hem de beleş"
    Eşyaları bırakıp bisikleti traktör kasasına attık, aşağıya (iskelenin de olduğu merkeze) birlikte döndük, para işini falan hallettik önce, sonra başladık alış-veriş yapmaya. Yokuş yukarı bisiklete binemeyeceğimiz aşikar ama poşetleri falan asabiliyoruz üzerine. Öyle de yaptık, adanın suyu nefis olduğu için suya ihtiyaç yok ama yiyecek, içki, ekmek, kavun falan derken bizim Belde bisiklet oldu yük katırı.
    Eve döndüğümüzde hava iyiyce kararmış olduğundan kafayı vurup yattık ... ev hem konum nedeni ile yüksek ve denize dönük hem de kentten uzak. Serin ve temiz havada bir uydum ki ... resmen efsane!
    Sabah kalk, kahvaltı yap ... kumsal uzakta. Aşağıya doğru inen 6.935 basamaklı bir yol var ama geri dönüşte kalp krizi geçirmek neredeyse garanti ... biz de evde takıldık. Yan bahçede kocaman bir hortum var, daralan onu açıp çimenlerin üzerinde duş atıyor ... ev sahipleri şezlongları da bırakmış, onun dışında devirip leşleniyoruz. Arka planda TRT FM çalıyor (nedense radyo bir tek onu çekiyor) bir de TV var ama onu kim seyredecek?
    Akşam yemek için Marmara'ya inip sahilde balık - rakı yapıyoruz .... sonra da Yazlık sinemada dudaklarımız şişene kadar tuzlu çekirdek çıtlatıp dandini tahta sandalyeler üzerinde (minderler büfe'de ayrıca kiralanıyor) Chuck Norris filmi seyrediyoruz.
    Lan!
    Laf ettim ama Marmara adası hiç de fena değilmiş be!
    Üşenmeyip sahile inince deniz tertemiz. Ne soğuk, ne de sıcak ... tam kıvamında. Genelde aileler geldiği için pek eğlence felan yok, bir şemsiye kirala ... altında yatıp kitap oku - denize gir - uyukla - seyyar satıcıdan haşlanmış mısır al olayı yani.
    İlk akşamdan sonra yemekleri teras'ta masa kurup yemeye başlıyoruz. Tepemizde yıldızlar, yaz gecesinde bile kimi zaman ürperiyor insan ... dağ başı öyle serin oluyor. En sonunda dayanamayıp itiraf ediyorum.
    - Baştan sessizce karşı olsam da Marmara hiç de fena fikir değilmiş aslında.
    Manita gülüp bana Scramble kutusunu gösteriyor ...
    - Var mısın oyuna? Kaybeden bulaşıkları yıkar.
    TRT FM'de türkü çalıyor, ben de elimdeki salak harfler ile bir kelime çıkarıp bulaşıklardan yırtmaya çalışıyorum ... gece serin, kafam sakin ...
  23. Kaan Yagizer
    ...yaz günü, daha veletiz (yani fiii tarihinde geçiyor bu hikaye) biri çıktı dedi ki ...
    - Bizim yazlığa gidelim mi?
    - Nerde sizin yazlık
    - Çanakkale'de..
    ...çok yol değil, gidilir tabi. Pedere yaLakalık yaptım, o zaman Doğan SLX'imiz var (hem de 5 ileri ... peHHH) genişletilmiş h.sonu için arabayı ondan kaptım. Beş kişi ... ben - hakan, kız arkadaşlarımız ve bir yancı (o da hatun/ev sahibi) Cuma günü sabah namazını müteakiben ç.kale'ye çuf-çuf edeceğiz.

    Hakan'ın lakabı -bunalım- herif (..ki kendisini acaip severim) suratında depresif bir ifade ile dolaşıyor, hem de 7/24 ... hayattan bıkkın, ultra c00l ve tepkisiz bu yüz ifadesi nedeni ile adama bunalım (ya da kısaca buno) diyoruz. Ama aslında Hakan'ın bunalım ile falan alakası yok ... çizgi kahraman Conan vardı ya , Hakan onun yanlış zaman diliminde dünyaya gelmiş ruh ikizi ... kafasında toplam 5A'lık (amper) bir cam sigorta var ve o sigorta -çıt- ettiğinde Hakan komple arıza! moduna geçiyor.
    ...ama can bir arkadaş. İçi - dışı bir, yamuğu olmaz. Bela var ise sırtını Hakan'a dayar ve k*ç*nd*n endişe duymazsın ... o derece yani.

    Sabahtan buluştuk (Hakan o gece bizde kalmıştı) kızları ve beraberlerinde getirdikleri 8,541 tane bavul+çantayı arabaya doldurduk... klasik atarımızı yaptık.
    - ne gerek var ki bu kadar eşyaya ... bi hafta sonu kalıcaz yaw
    ...ve klasik cevabımızı aldık.
    - bunların hepsi lazım bize, siz anlamazsınız.
    ...kapattık çenemizi, bastık marş'a...

    Yazlık nerede?
    - ben tarif ederim ... ç.kale'nin hemen dışında bir koy var, orada.
    - iyi
    ...tırtır gidiyoruz işte, kaset çalıyor ... orta karar muhabbet dönüyor. Eceabat'a kadar sıkıntısız gelip orada durduk ... evde bir şey yokmuş, işte su - kola - bira - şarap - ekmek - pril - patates - ayçiçeği yağı - hıyar falan aldık eceabat'tan ... arabanın içi pazarcı kamyonetine döndü. Herkesin kucağı, ayağının altı falan dolu ... kaset çalıyor Buno kucağındaki karpuza vurarak tempo tutuyor, kızlar arkada ultra detone şekilde La Chante Mi Cantare söylüyor ..bilmem o parçayı hatırladınız mı? (bi ara marş gibiydi... asansörler dahil her yerde çalardı) ben de o gürültüde arada sırada gelen yol tarifini kaçırmamaya çalışıyorum.



    Koy girişinde bir motel var, onun yanından yamaca tırmanan şose'ye sardık ve toplam üç evden oluşan bir ev öbeğinin önünde durduk. Bahar sonu, yaz başı ... diğer yazlıklar henüz boş. Motel'de de yaz'a hazırlık yapan bir kaç işçi var o kadar. Yani ortam -sakin- ötesi.

    ...indik arabadan, eşyaları toparladık ve taşıdık. İşte kendi çapımızda yerleşiyoruz eve. TiVi'nin anten kablosu kopmuş, Buno kabloyu takip edip dama çıktı. Sonra da aşağı düştü ... kızlar mutfağı falan yerleştiriyor. Ben arabaya atladım, Buno'yu Eceabat'a Eczaneye götürücem, eksik bir iki şey var, onların da listesini yapmışlar. Bastık gaza ver elini Eceabat.

    çarşı içinde Buno'nun sağını - solunu düzeltip ona bakım yapacak bir eczane bulduk. Kafasındaki küçük patlağa bakıp -sağlık ocağına git istersen- dediler ... saLLa ya!, bizim eleman sağlamdır. Yalandan bi hediye paketi yaptılar buna. Bakkala uğrayıp eksikleri aldık, elektrikçiden yirmi metre TiVi anten kablosu yaptırdık ve basıp eve geri döndük.

    ...baktık ki kızlar evi paspaslıyor. Biz de anten kablosuna giriştik ... onlar işlerini bitirene kadar TiVi devreye girmiş, TRT1 dışında bir şey çekmiyor (konum gereği) ama ne önemi var ki. Ama benim aklıma bir şey takılmış ... ev sahibine sordum.
    - Ya gelirken levhalara gözüm takıldı ... bu koyun ismi ne biliyorsun di mi?
    - Hee ... Morto
    - Morto ne demek biliyor musun peki?
    - Yooo!
    - Ölüm demek...
    - Valla mı?
    - Hee

    Cidden Morto -ölüm- demek ... Çanakkale savaşları sırasında binlerce insanın can verdiği bir mekandayız yani. Kim tutup buraya yazlık yapar ki? Nasıl bir akıldır bu?
    ...çok bıdı-bıdı yapmadım tabi. Sonuçta h.sonu güzel vakit geçirmeye gelmişiz. Ama huzurlu falan da değilim yani.

    Hava kararırken biz terasa masayı kurduk, kızlar yemek yaptı (iyrençti!) hava tertemiz ama serin, üstümüze battaniye falan aldık, ışıkları kıstık .. arka planda teyp kafasına göre takılıyor başımızın üzerinde kent ışıkları tarafınca gölgelenmemiş samanyolu, az ötemizde ise deniz ... ortam Uber!
    - ya ne diicem!?

    Baktım Hakan'a ... herif koltuğunun altındaki manitası ile mırmır edeceğine gene bi saçmalık peşinde.
    - ne?
    - şimdi burada tonla eleman ölmüş dimi?
    - evet ... yani sanırım
    - nerde bunun mezarları?
    - bilmem ... buralarda bir yerdedir her halde
    - mezarlığı soyalım mı?
    - ya bi s*kt*r git Buno

    ...bu sustu, ben battaniyemin altına geri döndüm...
    - kaan
    - e*e*n, ne var? (hırladım bu defa)
    - ciddiyim olm ... manyak deli demir haçlar falan var o mezarlarda, birer tane araklıyalım olm.
    - neden ölüyü rahatsız edelim ki? yapmam öyle bir şey sana da yaptırmam ... geç onu.

    ...konu kapandı (nah kapandı)

    hava iyice soğuyunca girdik eve, herkes odasına çekildi. bir süre sonra da vurduk kafayı uyuduk.
    - kaan, kalk ... kalk
    ...sabahın körü be!
    - hay a*an* ... ne var be? ...diye uyandım. Hakan'ın manita yanında ev sahibi ile tepemizde dikiliyor. Biz de biraz -uygunsuz* durumdayız tabi. Toparlandım az.
    - hakan kaza geçirdi ... gel çabuk.
    - hay bin kunduz! of beee

    kızları kovaladım, giyindim ve çıktım dışarı.
    ...evler hafif bir yamacın dibine yapılmış. Yamacın öbür tarafında da (meğer) harbiden mezarlık varmış. Kafasına takıldı ya, sabah gün doğar doğmaz bizim Buno atmış kendini dışarı, ev sahibinden aldığı tarif ile mezarlığa gitmiş. Abana abana bir mezardan haç sökmüş... öyle dandik bir haç'ta değil bu. Kocaman, ağır ve bir buçuk metrelik falan döküm demir'i sırtlanmış.



    ...eve geri dönerken de yamaçta bir ayağı kaymış ... kayış o kayış. (bkn.şemsiyenin açılması)

    Buno yere düşüyor, haç'a kafa atıyor ... yuvarlanıyor ... haç Buno'ya bir tane patlatıyor ... bir kere daha yuvarlanıyor ... haç'a gene çakıyor ... yani yamaçtan aşağı paldır-küldür iniyorlar ve demir haç bizim Buno'nun ağzına özenle bi güzel s*ç*y*r.

    Sonuçta maç Demir Haç : 20 Hakan : 0 şeklinde gerçekleşiyor.

    ...bir gittim ki Buno evin dibinde inleyerek ve kafa göz patlamış (gene) yatıyor.

    - eşşedü ... falan diyor bu!

    Buno'dan arta kalanları toparladık, kızlar hala geyik yapıyor
    - Altına gaste kağıdı koysak mı?
    ...cevap vermiyorum ama aslında fena fikir de değil hani...

    Aynen Eceabat, gittik eczaneye ... eczacı çıktı bizim elemana baktı.
    - cık! dedi ... buna elimi sürmem. limanda sağlık ocağı var oraya gidin.

    Gittik...

    ...Buno'yu muayene ettiler, isterseniz ç.kale devlet hastanesine gidin dediler. Bir ağrı kesici yaptılar bizim elemana, kafasında iki patlak var, bir tane'de sol tarafında. Onları diktiler, tetanoz iğnesi yaptılar bir de bize "kendi isteğim ile hastaneye gitmedim" diye kağıt imzalttılar. Bi de reçete yazdılar ... saldılar.
    - Gece kusarsa, çok derin uykuya falan dalar gibi olursa uyutmayın, hastaneye götürün ... dediler.

    Hakan'ı koyduk arabaya, eczaneye uğradım ... ilaçlarını aldım. Aynen eve döndük.
    ...bunu yatırdık salona, herif hala ...
    - demir haç'ım nerde? ...falan diye inliyor. Şeytan diyor al bi yastık bas suratına.

    Çıktım dışarı, haç bıraktığımız yerde. Sırtlandım ... tırmandım yamacı ... biraz yürüdüm ... mezarlık önümde. Hakan bunu bir mezardan sökmüş ama .... hangisinden? Etrafta bin tane haç var, hangi mezara saygısızlık yapmış ki bizim hayvan?
    ...ara - ara ... en sonunda buldum tabi.

    Sırtım kırılmış, İsa kendi haçını bütün Kudüs sokaklarında taşımış ... o an bunun ne kadar b*kt*n bir iş olduğunu daha iyi anlıyorum. Yalandan yerine oturtuyorum haç'ı ... Buno abanırken dibindeki mermer kaideyi kırmış, tam yerinde durmuyor ama elimden ne gelir ki?
    ... özür dileyip (arkadaşım adına) bir de yalandan dua okuyorum ... çarpılmanın, lanetlenmenin gereği yok ... di mi abi?

    Eve dönerken pis, yorgun ama görece rahatlamış hissediyorum.
    - dönmemiz lazım!
    ...diye karşılıyorlar beni..
    - neden?

    efendim Hakan'ın manitası Hakan'ın annesini aramış, durumu anlatmış. Kadıncağız telaşlanmış, yeminler ettirmiş. Hemen getirin oğlumu diye tutturmuş.
    - ee? daha karpuz kesicektik? ...nasıl yani?!? ...cidden mi?
    ...Hakan da başlamaz mı sızlanmaya
    - ölüyom ben, gidiyom ... annemi - babamı göreyim öyle öleyim bari.

    ...hay *b*n ... offf ya, off.
    Toparlandık tabi. Eşyaları toparla, Hakan'ı toparla ... evi toparla. Canım burnumda ... yanağıma öpücük konduran manitaya bile hırlıyorum, o derece yani.
    ...şarkı falan çalmadan döndük İstanbul'a, Hakan'dan arta kalanları evine bıraktım. Bir de sanki oğlanı o hale ben getirmişim gibi fırça yedim annesinden. Laf dilimin ucuna kadar geldi ...
    - senin oğlan mezar soyuyordu teyze, sen ne diyorsun? ... ama sustum, çünkü bir onu severim, muhterem teyzedir ... iki oğlanın durumu harbiden b*k, morali bozulmuş.

    ...herkesi evine döküp ben de evin yolunu tuttum.
    Epey bir süre -suratsız- dolaştığımı söylememe gerek yok tabi. Bir kaç gün sonra Hakan'ı görmeye gittim. Kapıdan girdim eleman sordu.
    - Haç nerde?
    - Götürüp geri bıraktım tabi.
    ...aaa?

    Eleman bana küstü be! ... inanmazsınız ama mezardan çaldığı demir haç'ı yerine geri koydum diye adam benimle aylarca konuşmadı. Neymiş efendim? Onu hak etmiş ... uğruna kan bile dökmüş...
    ...var mı böyle bir dünya?
  24. Kaan Yagizer
    Bir gün (O zamanlar Borusan'da çalışıyorum) arka bahçedeki benzin pompalarının gölgesinde oturuyor ve teslimatçı arkadaşlar ile geyik çeviriyoruz ... güvenlikçi uğradı.
    - Patron seni çağırıyor .... hadi be? Cidden mi? Ne gerek vardı ki? ehüe ... eŞŞedü çekip gittim yanına.  Patronum Melih Pekol (kulağı çınlasın) On numara adamdır, işi bilir, vardan ve yoktan anlar ama detaycı adamdır ... bir yerde yanlış yaptıysan hayatta affetmez.  Melih bey'in odasına giderken aklımdan "acaba ne b*k yedim gene?" diye geçiriyorum ... hayır tahmin etsem savunma kurgulayacağım da aklıma bir şey gelmiyor ki.
    - Kaan, sen motor kullanmayı biliyorsun değil mi?
    - Evet efendim, ama motorsiklet ehliyetim yok
    - sertifikasyonum tamam ama?
    - evet efendim .... gerçekten de BMW'nin kurslarına katılmış ve sertifika programını tamamlayıp Urkunde  almışım.
    - Polise yüklü miktarda motor veriyoruz, onların kademelerini kurmalarına yardım edip teknisyenlerine eğitim vereceksin.
    ....haSSS....of yaaa! (tabi bütün bunlar içten içe ve %110 sessiz şekilde yapılıyor) sesli ve resmi tepkim ise "Aye,Aye Boss" şeklinde.
    Tıpış tıpış yolu tuttuk tabi. Yunusların o zaman ki merkezi Eski Karayolları binası (günümüzün Zorlu Center'i...) arkasındaki alan. BMW'ler sandıklı olarak oraya geliyor, sandıkları açıp makinaları kuruyoruz. Bir kaç tane (sanırım 10-15 kadar K serisi grenajlı) makina var ama esas motorlar R100GS ...

    10 kadar motor -kobay- yapılmış, millet sıfırdan motor kullanmayı öğreniyor. Yani her eğitim motoru en az yirmi kere (günde) yıkılıyor. Alanın bir ucuna milleti bandajlamak için istasyon kurulmuş, diğer tarafında da biz motoru topluyoruz.
    - yıkıldı ... koş, koş ...
    Betona sıvanan polisi alıp bir uca taşıyorlar, biz motoru kaldırıp diğer uca götürüyoruz ... manzara bu şekilde yani.  Kıdemli trafikçi abiler Yunuslara eğitim veriyor, açılan kapı'dan nasıl kaçılır? Şaftlı motora nasıl gaz verilir? Trafikte sıyırma nasıl atılır vs.vs.  İlk zamanlar kırılan sinyalleri değiştiriyor ama sonradan vaz geçiyoruz ... o kadar çok stop - sinyal kırılıyor ki ... eğilen gidonu / ön çatalı kibarca (araya üzeri bez sarılı kalas koyup kanırtarak) düzeltmek yeterli. Makinalar boxer olduğu için yıkılsa da milletin bacakları ezilmiyor ... sadece sıcak motor ve egzost yüzünden bolca yanık vakası yaşanıyor ... millet dalga geçiyor ... "Yunus olmak için Bepanten banyosu yapmak şart abi!" 
    .. kimi zaman geç saatlere kadar çalışıyoruz.  Bir akşam (saat 23,00-23,30 gibi) çıkıcam, önce tuvalete gideyim dedim. Sivilleri giydim, karşı yakaya geçen ekip beni de müsait bir yere atacak işte. Ana binaya gittim, tuvalete girdim ... sonra da çıktım (doğal olarak) ...yani tuvalette kalmaz ki insan, çıkar değil mi?
    Bir çıktım ki ... anam!
    Tuvaletin kapısında nöbetçi amiri başta olmak üzere en az on polis hazırola geçmiş bekliyor. Tırstım tabi ki ... 
    ?!? Noluyo be ?!?
    - Kaan?
    - Buyur Amirim?
    - İçeride başka kimse var mı?
    - Tuvalette mi?
    - Evet..
    ...ehe... tuvalet tek kişilik be ... içeride nasıl başka biri olabilir ki? Safça cevap veriyorum...
    - Yooo!
    Yunuslar ferahlıyor ... ben de onlara salakça bakmayı sürdürüyorum.  Biri zahmet edip açıklıyor durumu. Meğer (ismini unuttum) Asayiş Büro Müdürü ani baskınlar yaparmış, o da iri yarı ve hafif kelmiş ... gecenin bir saati koridorda beni gören polis memuru kontrol baskını yiyiyoruz sanıp herkese haber vermiş ... onlar da tuvalet kapısına tören pozisyonunda dizilmiş. Yani klasik bir -yanlış alarm- durumu söz konusuymuş   
    ...anlayacağınız ben hela'da çatır-çatır ...... ellerimi yıkarken arkadaşlar dışarıda hazır kıta! bekliyormuş   Güvenli s*ç*ş diye buna denir, öyle değil mi?   
  25. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman ... arkadaşlar kapının önüne çağırdı. Yeni bir araba gelmiş, denemek istermiymiş? isterim tabi ... neden istemeyeyim ki? Çıktım kapının önüne, aHanda ... araba bu.

    MX5, siyah ... soft top. Aracın tavanı, ya da bir başka tabir ile en üst noktası pantalon kemerim hizasında ... mantıklı bir adam olsam yapmam gereken şey belli, teşekkür edip içeri girmek, masama oturup bi kave sipariş etmek. Ama ben mantığı ile öne çıkan bir adam değilim ki, kaşıntılıyım ... sıkıntılıyım eyvallah ama mantıklı?
    Aldım anahtarı, açtım kapıyı ... koltuğu geri çekeyim dedim, zaten gerideymiş. Ehue ... neyse önce kafayı ve omuzları sokarak bindim arabaya, sonra ani ve acaip estetik bir manevra ile (bkn.TIR'ın geri geri park etmesi) koltuğa oturdum ... tamam, gitmeye hazırım. Sonra çocuklar uyardı.
    - Abi sol bacağın dışarıda kaldı...
    Harbiden mi? ...hadi ya? Neyse komple sağ koltuğa yatıp sol bacağı da içeri çektim, arkadaşlar kapıyı dışarıdan kapattı ... sığdım arabaya (en azından teoride) ... kafam tavanda (kelimenin tam anlamı ile) yükseklik ayarı bulunmayan direksiyon kucağımda. Kısacası benim görüntü bu şekilde (temsilidir)

    Mx nasıl gidiyor? Gaz tepkisi nasıl? Yol hissi var mı? ...inanın aklımda değil. Test bir an önce bitsin, çıkayım şunun içinden havasındayım.  ...kaza bela yaşamadan döndüm geldim tüKKan'a ... çocuklar açtı kapıyı, kuZu'dan inicem ... de ... LAN!
    ...inemiyorum ki? Abi sıkıştım arabanın içine... eklemlerim kitlenmiş resmen, çıkamıyorum dışarı. Dizimi az kıvırsam olacak da ... kıvıramıyorum ki, direksiyon kolonuna takılmış. İtfaiye çağırsalar, hidrolik ayırıcı ile açsalar ve sprial ile kesseler yeridir yani. Millet başladı t*ş*k geçmeye ...
    - sağ kapıdan girip tavanı açın, yukarıdan çekerek çıkartalım
    - sana çok yakıştı abi, sen takıl orda
    vs.vs. Allahtan omuzlarımı oynatabiliyorum, kafayı bir şekilde branda tavan mekanizmasının arasından kurtarıp dışarı çıkarttım, böylece olduğum yerde dönebildim, iki kişi koltuk altlarımdan çekti, ben de kollarımı kullandım ve ta-taaaa ... garip bir PoP! sesi ile (bkn.Şampanya şişesi açmak) bir de baktım ki özgürüm, aracın dışındayım.
    Eğilip toprağı (daha doğrusu) betonu öpmek içimden geçmedi değil, ama karizma'yı da çizmemek lazım tabi. Hemen atlayıp suratında gizlemeye çalışmadığı gülücük ile soru soran Mazda bölge müdürünü olgunca cevapladım.
    - Nasıl olmuş araba? Sevdin mi?
    - Frenlerin dozajlaması üzerinde çalışmak lazım tabi, direksiyon biraz hissiz ... motor da alt devirlerde baygın kalıyor, onun dışında fena değil, total değerlendirmede beş üzerinden iki veririm. (Bkn.İshal olmadım, içimden don değiştirmek geldi)
     
     
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.