Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    ....evde kendi çapımda "sanayi" kurdum ya ( salya - sümük, grip geçmedi hala a.q) geik yapabiliyorum

    Soru şu : Nasıl Lakap kazanılır?
    ...aslında cevap belli, bileğinin hakkı ile.

    Ya da şöyle anlatayım ... ben lakabımı nasıl kazandım?

    ...geçmiş zaman. Kemancı acaip popüler, popüler derken mesela Volvox sahne alıyor, hatırlayanınız var mı onları?

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Volvox_%28m%C3%BCzik_grubu%29

    İstanbul'da olduğum zaman oraya takılıyorum, kapı tayfasından bir-ikisi tanıdık ... biliyorlar beni, çatlak ama genelde dert yaratmaz diye yafta yemişim. Galip abi'de (Tekin) abi diyorum çünkü eleman benden 5-6 yaş büyük ayrıca kafası bir başka çalışıyor. Bodyguard'lar aracılığı ile tanıştık Galip abi ile ... benim saçma - sapan hikayeleri duymuş ; bana da anlat dedi ... öyle de yaptım (bkn.aynen bu blog'da yaptığım gibi) Galip abi'nin barın arkasında ufak bir odası var, ufak derken harbi ufak ... odanın zaten yarısı onun çizim masası, boş yerlere de bir - iki sandalye atmışlar. Mekan'a gittiğimde etrafta takılmıyorum, içkimi alıp geçiyorum arka tarafa, kimi zaman çene çalıyoruz, kimi zaman sadece kafa çekiyoruz.

    ...bir akşam Galip abi'ye Çad'da Libya'lı tutsaklara ne yaptıklarını anlatıyorum (ayrı bir hikaye, zamanı gelince onu da yazarım) o da arada kaşlarını çatıp soru soruyor. Bizim kafalar iyi olmuş ama, bilmem kaçıncı bira+votka'yı içiyoruz. Arada birileri gelip gidiyor... ben pek sallamıyor, kafama göre köşede takılıyorum.

    Sonra (saat iki - üç gibi...) bir kaç tane hanım kızımız geldi ziyarete... diyeceksiniz ki sana ne? ...gerçekten bana ne? sallamadım zaten ... onlarda başladı içmeye, hatta bir sonraki tur'u ısmarladılar (bkn.sevindirik olmak) sonra biri bana sordu.

    - Kaan
    - hıı (ben)
    - sen karşıda oturuyorsun dimi?
    - hıı (hala ben)
    - araba ile mi geldin?
    - hıı (evet anlamında)
    - giderken beni de bırakır mısın?
    - olmaz...
    - neden?
    - olmaz işte...

    Galip abi başladı kıkırdamaya, kızlar ayar oldu tabi. Başladılar üstelemeye...
    - neden bırakmıyorsun kızı? ayıp be..
    - kasmayın, olmaz dedim.
    - neden ama neden? neden?

    dayanamadım tabi...
    - bakın bende kafa bi dünya, arabayı otelin altına mı bıraktım? yoksa AKM'nin parkına mı onu bile hatırlamıyorum. Bu kafa ile çıkıcaz dışarı, sabah ayazı bi vuracak ... kafa olacak tam CİLA ... yarım saat debelenicez arabayı bulalım diye. Sonra arabaya binicez, köprüye gideceğiz ... tabi ben bir yere sıvanmazsam. Ehliyeti kaptırmadan köprüden geçmek zor iş (o dönemde alkol çevirmesi yapıyorlardı) hadi diyelim ki geçtik ... sana sorucam evin nerede diye ... sen bana bir saat anlatmak için uğraşacaksın, ben belki anlayacağım belki de anlamayacağım... diyelim ki anladım... seni eve bırakacağım, sen bana "gel bi kave iç, bu kafa ile daha fazla araba kullanma" diyeceksin, ben de mecburen peki diyicem, başlıycam park yeri aramaya .. büyük ihtimal ile iki mahalle ötede falan bi yer bulucam, çıkıcaz yukarı sen bana kave yapıcan, ben kave'mi içicem ... sen "tavla oynamaya mı geldik? nedir yani?" diyicen, ben gene mecburen sana yumulucam ... düzgün hatunsun, yumulmak sorun değil de benim kafa bi dünya. Ya sana yazarken sızıcam, ya da bi b*k yapamıycam ... kız arkadaşların sana soracak "attın herifi eve, nasıldı?" diyecekler (evet...hatunlar bu geyiği yaparlar) sen de yüzünü buruşturup "yapamadı bişi!" diyicen ... camia ufak, millet birbirini tanıyor ... senin yüzünden adım ib*e'ye çıkacak, kısmetim kapanacak. Onun için yok kızım, bırakmam seni.

    Galip abi'den bir muHAHAHAHA! geldi, kızlar epey bir bozuldu ve içlerinden biri bana bağırdı.
    - Hayvan'sın sen, HAYVAN!

    ...işte ben lakabımı bu şekilde, alnımın akı ile ve de hak ederek kazandım
  2. Kaan Yagizer
    Beyrut limanı ... iç savaş devam ediyor ve liman bölgesi neredeyse terk edilmiş durumda. Yanmış bir çimento mikseri'nin gölgesinde bazen piknik yapıyoruz. Darı kamyonları gelip yüklerini alıyor ve karanlığa kalmadan geri dönmek için limanı acele ile terk ediyorlar. Kimi kuzey'e bekaa'ya doğru gidiyor, kimsi ise batı'ya ... mülteci kamplarına.

    - Ne buldum? Biliyonuz mu?
    Kamarotumuz biraz yarım akıllı olduğu için onu pek sallamıyoruz. Aslında iyi çocuk ama bilirsiniz işte, aklı lodos yemiş yosun gibi gidip - geliyor. Bir poşet taze ceviz almışız, gölgede oturmuş çekiç ile ceviz kırıp eŞek öldüren olarak tabir edilebilecek nefasetteki lübnan şarabı ile taze ceviz yiyiyoruz.

    - ne buldun?
    bizimkisi sırıttı, başladı olduğu yerde tepinmeye...
    - bakın!

    ...baktık. Elinde pembe renkli beyaz bir kutu. Kutu beyaz şeritler ile süslenmiş ve üzerinde bir de isim var ... "Nike"
    - nereden buldun lan bunu?

    başı ile arkasında bir yerleri işaret etti...
    - oradan!

    üsteledik...
    - daha ne kadar var peki?
    - bi konteyner dolusu...

    toplu bir "haSSSSSSSS" çekip ayaklandık, yapıştık kamarot'un yakasına...
    - hemen göster o konteyneri...

    Konteynerlerin üzerinde gönderici / alıcı veya gideceği adres bilgisi (güvenlik nedenleri ile...) yazmaz. Sadece onu taşıyan geminin uluslar arası kimlik numarasını ve bir de konşimentoda ki referans numarasını görebilirsiniz.

    ID : 13841083
    Ref : QW12AC165t782VyV16 ... gibi.

    Elinizde bir yük takip cetveli varsa ya da bu tür "gizli" ticari bilgiye ulaşma şansına sahipseniz bu harf/rakam dizini ile o konteynerin içinde ne bulunduğu bilgisine ulaşabilirsiniz. Aksi durumda ... avucunuzu yalarsınız.

    Yani bizim durum kabaca şu ...

    İç savaş nedeni ile kaos'a düşmüş bir ülkenin (Lübnan) en işlek limanında (Beyrut) yarım akıllı bir her*el* tarafınca (bizim kamarot) bir konteyner Nike ayakkabı keşfedilmiş. Liman defalarca bombalanmış, görevliler ya kaçmış ya da taraflardan birisine katılmış ... bir miktar BM askeri var ama onlar konteynerlerin, ya da konteynerlerden arta kalanların güvenliğini sağlamak ile falan ilgilenmiyorlar.

    ...yani ayakkabıları -millileştirebiliriz- nıHaHoHo!!!

    Kamarotu takip ederek konteyneri bulduk. Sol üst köşeden bir isabet almış, büyük ihtimal ile şarapnel ... kapağın üst kısmı sardelye kutusu gibi açılmış. Aradan baktık ... içerisi gerçekten silme ayakkabı dolu.





    ...parayı bulduk leyn!!! ...havasındayız.

    Parayı bulduk ama geminin geri kalanının desteğini almadan o iş hallolmaz. Hemen topukladık geriye ... gidip lostromo'yu bulduk, durumu anlattık. Adam eski kurt, neler görmüş geçirmiş ... hemen gidip baktı konteynere....
    - çenenizi kapatın, ne yapacağımızı ... nasıl yapacağımızı ben söylerim ... dedi.

    ...başladık beklemeye. Sabırsızlanıyoruz tabi, hesap falan da yapıyoruz.

    - Konteyner içten içe 12,5 metre uzunlukta, 2,5m genişlikte ve 2,5metre yükseklikte. Silme dolu olduğuna göre en az 14,000 kutu alır. Şarapnel yedi, yağmurda malın bir kısmı ıslandı diyelim ... kötü hesap yapalım ... 10,000 kutu sağlam kalmış olsun. Türkiye'de 100 doların altında Nike yok, biz yarı fiyatına sattık diyelim ... ne yapar bu? Yarım milyon dolar ... kaç personel var gemide? 32 ... yani adam başı düşer 15,000dolar.
    - iyi para be!
    - öyle valla...

    Anlayacağınız 15,000 doları cebime koymuş gibi keyifleniyorum. Haber gemide yayılmış, insanlar şimdiden o para ile yapacaklarını düşünmeye başlamış. Kimi karı - kız ile ezerim, nasıl olsa haybeden geldi diyor ... kimi peşinat yapıp memlekette bir arsa falan alırım havasında.

    - sol tek!
    Lostromo'nun verdiği haber buydu...
    - konteynerin içindeki bütün ayakkabılar "sol tek" ... kapağı açtık, malı kontrol ettik. Sonra da durum anlaşılmasın diye sıkıca kapattık.
    - ee? ne yapıcaz şimdi?

    Lostromo kaçın kurrası ... onda çözüm bitmez.
    - Sağ tekleri belli ki başka bir konteyner ile yollamışlar. Büyük ihtimal ile konteynerin rengi ve nakliyeci firması da farklıdır (güvenlik için) , ama gene de onu bulabiliriz.
    - Nasıl?
    - Kapağın üzerindeki gemi I.D'si le (I.D : Kimlik)

    Lostromo haklı, başka renk ve başka konşimento numaralı olsa da iki konteyneri aynı gemi getirdiyse kapaktaki I.D numarası da aynı olacaktır. Yani yapmamız gereken bizim bulduğumuz Nike konteynerinin kapağında yazan "ID:13841083" bilgisine sahip diğer konteyneri veya konteynerleri bulmak.
    ...işin ucunda yarım milyon dolar var, bulmazmıyız yahu?

    Başladık aramaya...

    Kimseye çaktırmadan ikili - üçlü devriye çıkarıyoruz limana. Bir yandan işimizi yapıyor, diğer yandan korsan yavrusu havasında liman sahasını hallaç pamuğu gibi atıyoruz.

    ...yok lan yok!

    nerede bu ikinci konteyner?

    bir hafta kadar sonra (ikinci arama turunun sonuna doğru) teoriler üretmeye başladık.
    - belki ikinci konteyner gönderilmeden savaş çıkmıştır...
    - belki sağ tekleri gümrükten çektiler ama sol tekleri alamadan durum b*k* sardı

    ... aslında dilimiz varmıyor ama esas ihtimal herkesin aklında.
    "Sol konteyneri "A" gemisi ile ve Sağ konteyneri de "B" şirketi ile yollamış olabilirler mi?"

    ...eğer öyleyse ikinci konteyneri hayatta bulamayız.
    Pes etmek yok tabi ... aramayı sürdürdük ... sürdürdük ... sürdürdükkkkk
    - yok, yok, yok....

    ... her birimiz limanda en az 1,000Km yol yapmıştır diyeyim (yaya olarak) durumumuzu siz anlayın (içler acıklısı)

    Nerdeyse bir ay boyunca liman bölgesini aradık, yanmış anterpolara bile girdik ama yok, yok, yok... yapılabilecek tek şey manyağa vurup dalga geçmek.
    - sadece sağ tek satan dükkan açsak iş yapabilir miyiz acaba?
    - içine ampul falan taksak bu ayakkabıları dekoratif amaçlar ile satabilir miyiz?

    ... ne b*kt*n bir durumdur bu? Heves nasıl kursakta kalır?
    İşimiz bitip çektirip giderken kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, herkes sanki cebinden 15,000 dolar eksilmiş kadar mutsuzdu, savaş alanından eve sağ salim dönmenin keyfini bile yaşayamıyorduk dersem bilmem inanır mısınız?
    ...pIFFFF (bkn.gitti paracıklar)
  3. Kaan Yagizer
    Annemlerin evinde ilk haftayı bitirmişim, en az bir ay daha yatarım diye planlamış olmama rağmen ve yüksek sesle itiraf etmiyor olsam da hafiften daralmaya başlamışım. "O**racaksan bahçeye çık be olm!" ya da "Yemek yerken dirseklerini masaya dayama" türü söylemler nasıl söylesem? Bana hiç iyi gelmiyor.
    ...elim cebimde yaptığım yürüyüş'ten döndüğümde bir de ne göreyim? Simsar not bırakmış ... hemen aradım tabi.

    - Abi beni aramışsın, Kaan ben.
    - ...iş kazası var, Sohtorik'te...gidermisin?
    - sıfır mı? değiştirme mi? (sıfır : gemiye yeni kontrat ile çıkma, değiştirme : kaza geçiren elemanın ekibine katılma ve onlarla birlikte işi bırakmak demek.)
    - dokuz'a dört kalmış, yani değiştirme. (yani dokuz aylık kontrat'ın beş ay'ı gitmiş, geride dört ay kalmış)
    - uyar ... ücret?
    - şu kadar ... benim komisyon da ... malum (genelde simsar yapılan kontrat'tan %5 ile %7 arasında bir şey alır ... yani bu vak'a da diyelim ki 5,000dolar maaş alacağım, dört ayda ne yapar? 20,000 USD ... yani simsar benden en az 1,000USd kesecek ... ne güzel iş? öyle değil mi?)
    - tamam...ne zaman gideceğim?
    - acentayı arayacağım, sen bilmem kim bey'i gör ... o halleder işini (simsar'ın acentada çalışan bilmem kim bey'e sakal atacağını, bu işlerin hürmet! gösterilerek halledildiğini size söylemiş miydim?)
    - taam

    kapattım telefonu, pasaportu alıp kıç cebime soktum, gemi adamı cüzdanını da ... anneme bai-bai dedim ... pıRRR (bkn.yola çıkışı apartmanın önünde epey gürültülü bir 0**ruk ile kutlama)
    ...gittim acentaya, eleman zaten beni bekliyor. gemici cüzdanımı ve pasaportumu aldı, kaydetti...kopya çıkardı falan - filan, kontrat imzalattı, sonra bir şoför çağırdı ve dedi ki.
    - bunu hava limanına götürün

    bu? ... dallamaya bak ya!

    ...neyse ... küfretmedim tabi. Enspektör'e kazıtıp sonra kara liste olmanın alemi yok diye düşündüm. Aldım evrakları, bana uzattığı harcırah parasını cebe attım. Baktım Üç aşamalı bilet düzenlenmiş.... İstanbul - Heatrow , Heatrow - JFK ve JFK - Tocumen (Panama) ... üçü 'de "mail order" denen cinsten, yani yapmam gereken desk'e gidip voucher'i göstermek ve bileti almak.

    Şoför yolda biraz gevezelik eder gibi oldu ama benim kafa "bu!" söylemine takılmış ya, pek keyfim yok. Adam baktı ki benden pas gelmiyor, o da kapattı çeneyi.

    Yeşilköy'de sorun çıkmadı, zaten yanımda bagaj yok (el çantası bile) geçip oturdum uçağa .... bekle - bekle - bekle - bekle .. ulan? Yaklaşık bir saat sonra anons yaptılar, kalkış öncesi kontrollerde bir sıkıntı tespit edildi, kaldırın kıçınızı da salona geri dönün dediler (aslında tam olarak öyle demediler ama siz anladınız işte...)

    ...acenta'yı aradım ben de
    - bilmemne bey'i istiyorum.
    - bağlıyorum, bekleyin.
    - alo?
    - usta ben kaan, benim uçak yalan oldu. ne zaman kalkar bilmiyorum, bağlantıyı kaçırabilirim, haberin olsun.
    - uçuş numaranı söylesene bana
    - falan - filan
    - taaam, yarim saat sonra ara beni
    - taam.

    yarım saat sonra aradım, ne olur ne olmaz çapraz rezervasyon yaptırmış bana ... BA kendi hatasından dolayı aktarmayı kaçırma ihtimalimi fark edince yokuş yapmamış, yani benim uçak daha fazla gecikiyor olsa da bana ilk uçakta yer ayırtacaklar.
    - gemiyi sıraya sokuyorum, oyalanma ... tamam mı?
    - taam

    Gemiyi sıraya sokmak şu anlama geliyor, Panama kanal girişinde açıkta demirleyen gemiler önce kanal yönetimine geçiş bedelini öder (en az 30,000 ... en fazla 500,000 dolar) ve bir sıra numarası alır. Sıra size geldiğinde ayrıca pilot'a para öder ve geçişi başlatırsınız ... eğer bir nedenden dolayı (mesela eksik makinist ... deniz kurallarına göre eksik zabitan ile sefere çıkılamaz) sıranızı geçirirseniz ... puFFF ... paranız yanar, yeniden para öder ve sıranın sonuna geri dönersiniz (kaybedilen zaman + para)

    BA neden sonra bizi uçağa geri çağırdı, doluştuk tabi ... haldır-huldur uçutuk, dandik kabin servisine söylendik ve paldır - küldür Heatrow'a indik. Ben transit'e geçtim ... millet gümrük'e yöneldi ... desk'ten biletimi aldım, 3 saat sonra kapı açılacak ve dört saat sonra da JFK'ye uçuş başlayacak.
    ...peHHH

    Geçtim bir köşeye, salon zaten ağzına kadar dolu. Saksıların arasına kıvrıldım ... hoRRR biraz uyudum.
    ...rüyamda tamtamlar çalıyor, balta girmemiş bir ormanda o garip seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum ...

    Uyandım tabi ... gerindim, etrafıma falan bakındım ... sonra gözüm saate takıldı.
    ...hASSSSSSSS
    ...uçağı beklerken uykuya daldım ya, o arada uçak gelmiş, milleti doldurmuş ve bensiz gitmiş (bkn.BA için boşuna i**e demiyorlar) ...hay bin kunduz be! ...gidip telefonların yerini sordum, elimdeki üç beş dolarla bir uluslar arası telefon kartı aldım ve İstanbul'u aradım.

    - Bilmemkim bey lütfen.
    Telefona bakan Bekçi abi demez mi
    - Beyim onlar iki saat sonra gelcek, sen sonra gene ara.
    ....dıııt, dıt-dıt-dıt

    Hay ******** !!! ...yapacak bir şey yok, bekledim tabi. 2 - 2,5 saat sonra gene aradım.
    - Bilmemkim bey lütfen!
    - Kim aradı diyelim?
    - Çarkçı Kaan
    - Bağlıyorum Efendim
    - ... buyur çarkçım, vardın mı Amerika'ya?
    - yooo!
    - ...................................................................................................................................................niye kine?
    - uyudum, uçağı kaçırmışım...
    - yalan..
    - cık, diil ... öyle saksı gibi dikiliyorum Heatrow'da
    - şaka mısın lan sen?
    - enspektörüm, olur böyle şeyler ... bozma ağzını, bana da kayış attırma. Çeker giderim, o gemiyi de senin bi tarafına sokarlar.
    - ..................................................................................................................................................fesüphanallah, yarım saat sonra ara beni.

    Geçtim bar'a, bi bira içtiim (Bkn.Bira ile Ale arasında hala karar verememiş olmak) sora yeniden aradım elemanı. Santral ve hoşbeş sonrası eleman öksürdü.
    - sana başka bilet ayarladık, hesap tutarsa JFK aktarmasını kaçırmazsın ... desk'e uğra, ismini yazdırdık.
    - eyvallah

    Dediklerini yaptım, help desk'e uğradım. Pasaportumu gösterdim, hemen biri beni Golf arabasına attı. Başladı gitmeye, git - git bitmez. Arada aklımdan geçiriyorum ...yoksa enspektör beni New York'a golf arabası ile mi yolluyor? Sonra eleman durdu, yeniden kimlik gösterdim, biletimi aldım, bekletmeden hemen körüğe geçtik, uçağa göz ucu baktım "hadi be?" dedim ama içine girene kadar emin olamadım tabi.

    ...düz bir koridor düşünün ... sağ ve sol tarafta geniş, deri koltuklar var. iki koltuk sağda ve iki koltuk solda. Yani kabin daracık ... ama uzun. Geçtim, yerime yerleştim ve yüzümdeki sırıtmayı engellemeye, sanki daha önce bin kere Concorde'a binmişim, hatta bakkala ekmek almaya bile Concord ile gidermişim gibi bir ifade takındım.



    4-5 saat önce kalkan BA uçağı saatte 800 - 850 yapıyor, Concorde ise 2,100+ ... Atlantik'in diğer yakasına varmadan bizim uçak BA'ya fark atmıştı bile. Helikopter ile kent merkezine beleş ulaşım vardı (Raincheck yapabilir miyiz? ...dedim ... x***r dediler, olmazmış öyle bir şey) bana da bar'a tüneyip beni bırakıp giden dümbelek BA uçağını karşılamak kalmıştı. Bir ara (sırf gırgırına) enspektörü arayıp JFK'de uçağı kaçırdım (gene) diyeyim mi??? diye aklımdan geçirdim (kesin inme inerdi bu defa) ama yapmadım ... iyi aile çocuğu olmak işte böyle bir şey. :)
  4. Kaan Yagizer
    Tarlabaşından topuklayıp sağa dalıyor ve köşe başındaki metruk binanın kapı ağzına sotalanmış çingene ablaları şık bir bel hareketi ile atlatıyorum, sattıkları hapların aynı zamanda tüketicisi olan bu güruh ile uğraşacak halim yok ... dar sokağı geçip nevizade'nin girişine sırtımı dönerek binalar arasındaki geçide atıyorum kendimi. 
    ... tayfa Sinepop'un köşesinde takılıyor. Berber'e selam sallayıp geçiyorum. Arkamdan sesleniyor ...
    - Gel de bi ustura atayım kafana.
    - Karnım aç, dönüşte uğrarım ... söz.
    Dövmecinin BlackSea Tatoo yazan tabelasının altından geçip Yunus'a sesleniyorum...
    - Yemeğe gidelim mi?
    Yunus oğlanın birinin yan tarafına tribal yapıyor. Gözlerini kısıp işin akışına bakıyor ve başını sallıyor.
    - Yarım saat...
    - Taam
    Kapının önüne çıkıp bir cigara yakıyorum, Yunus dükkanın kokmasına uyuz oluyor, o yüzden içeride cigara içmiyoruz. Kapı ağzına iki kız katalogtan desen bakıyor, yunus'un çömezi de "ben bu b***an anlarım havasında onlara mevzuyu açıklıyor. 
    - Bira isteyen var mı?
    İstiyorlarmış, Son Durak'a (Bar) dalıp üç tane Efes Dark kapıyorum. Kapı ağzındaki güruh "Sinemaya gidelim mi?" havasında ... ne sineması be? Hiç gidip karanlık bir salonda saatlerce oturasım yok valla. 
    - Siz uzayın abi, zaten karnım aç.
    Bira leşini çöp tenekesine atıp bacaklarımı biraz açmak için Emek'e doğru yürüyor, köşe başında dikilip akan kalabalığa bakıyorum. Çok geçmeden Yunus dikiliyor tepemde.
    - Nereye gidelim?
    - Üçüncü?
    - Olur.
    Caddeye çıkıp az ilerledikten sonra ara sokağa dalıp ilk sağa giriyor ve üçüncü mevki'nin eşiğini aşıyoruz. Boş masa'ya oturup menü'ye bakıyorum ... menü her zamanki gibi A4 kağıda elle yazılmış ve poşet dosyaya konmuş.
    - Ben meksika patatesi ve pilav takılıcam ... sen?
    - Aynen, ama sütlaç'ta isterim.
    Masadaki kağıt parçasına siparişi yazıp merdivenlerden aşağıya, mutfağa iniyorum.
    - İki meksika, iki pilav, bir de sütlaç.
    - İçecek?
    - Kola
    - Tamam
    Yukarı çıkıp Yunus'un yanına oturuyorum, boynundaki mavi kumtaşı kolye ile oynuyor, Mısır'dan almıştım onu.
    - Dükkanı ana caddeye taşımak istiyorum ama böyle kocaman bir değişiklik yapmak fikrine de uyuz oluyorum.
    - Yavaşça taşı o zaman. Yeni dükkanı aç, acele etmeden taşın. Altı ay, bir sene iki tarafı da açık tut, hem müşterilerin alışır .... hem de sen ... sonra da komple yeni dükkana geçersin.
    Mantıklı fikir, bunu o da biliyor. Başını sallıyor. 
    - Asansör geldi
    Kalkıp küçük yemek asansöründen tabaklarımızı alıyoruz. Ekmek dandik, sepeti kapıp aşağı iniyor, biraz taze ekmek kesip geri geliyorum. Kıymalı patates yemeği leziz, baharatın azıcık b*ku çıkmış sanki ama kayıntı güzel abicim. 
    - Kalkalım mı?
    Olurmuş ... yeniden mutfağa inip hesabı ödüyorum, Yunus'a başımla "hadi" çekip atıyorum kendimi sokağa.
    - Akşam Nazan'lara gidelim mi?
    Nazan ortak arkadaş, reklamcı.
    - Ne yapıcaz ki?
    - Monopol oynarız ...ne bileyim ya.
    Dükkana geri dönerken telefon açıyoruz, dert değilmiş ama yemek falan yapamazmış. Taam diyoruz, gelirken -iğrenç- alırız (bkn.ıslak hamburger) yemek derdi hallolur, taammış, uyarmış. Fight Club'un editör edition'unu almış, kesilmiş sahneler felan da varmış içinde. Monopol fikrinden daha iyi tabi ki ... oKKe diyorum kendi kendime, akşama ne yapıcam derdinden de kurtuldum.
    Yunus dükkana öner dönmez koltukta onu bekleyen kıza girişiyor. Bende kendimi berbere atıyorum. Saç - Sakal ustura ve sıcak havlu ile kompres. Bir saat kadar sonra bilardo topu kadar parlak ve pürüzsüz olarak son durak'ta bir masaya konuyorum. Mekan dolu o yüzden masamı mahallenin torbacısı Engin ile paylaşıyorum.
    - İşler nasıl gidiyo?
    Omzunu silkiyor, Engin'in işi polis onu paketlemeye karar vermezse asla kötü gitmez ki ... arada kalkıp kaş - göz ederek müşterilerini aşağı sokaktaki yangın yerinden bozma otopark'a çağırıp hızlı bir al-ver çekiyor, sonra da masaya ... birasına geri dönüyor. 
    - Yurtdışında da böyle mi bizim işler?
    Bir an düşünüp başımı sallayorum.
    - Aşağı yukarı .. evet. 
    - Yani atlayıp bir yere gitsem yabancılık çekmem
    - Yok, çekmezsin ... hayırdır? Dünya'ya mı açılıyorsun?
    Sırıtıyor
    - Franchaise veririm belki ...
    Bunu nereden öğrendiği konusunu hiç açmıyorum bile ...  caddede insan nehri akıyor ama bir arka sokakta yaşam çok farklı. Etrafı kentin karmaşası ile çevrili bir adada gibiyiz ...durum az ötede süren şehir karmaşası ile o kadar alakasız, kopuk. 
    Kepenk sesi geliyor, bakıyorum Yunus dükkanı kapatıyor.
    - Sekelim mi?
    - Taam.
    - Ben kaçar, kolay gelsin sana ... diyorum ailemizin torbacısına
    - Eyvallah.
    Dar sokağı aşıp caddenin kıyısında duraklıyoruz. İçimden denize atlar gibi nefesimi tutmak geliyor, ama sonra vaz geçiyorum.
    - Hadi abi
    - Tekel'e de uğramayı unutmayalım.
    Bir adım atıyor ve kalabalığa karışıyoruz ... Dükkanlar ve ofisler kapanırken Beyoğlu ufaktan -gece- moduna geçiyor. Takım elbiseliler çekilirken onların boşluğunu seyyarlar, berduşlar, nohut pilavcılar, polisler, taksiciler, dönmeler, kevaşeler, pezo'lar, köyden yeni gelmiş andavallar, varoştan kopmuş elemanlar, bela arayanlar, eğlence kovalayanlar, one-night-stand tayfası ve gösteririm ama vermem diyen plaza sürpüntüsü, gündüz fotokopi makinesi tamir eden klavyeci ve daha yeni uyanmış dümbelekçi ... pavyonda işbaşı yapmaya giden kons. abla ve onun sabaha kadar bakıcıda kalacak veledi dolduruyor. Güneş geri gelip aksini söyleyene ve çöpçüler etrafa girişene kadar ortam bin türlü musibet ve onyüzbinmilyon tür insan evladı ile dolup taşacak. Yunus'a sesleniyorum.
    - Seviyorum lan bu ortamı
    Sırıtıyor
    - Sevilmese çekilmez ki...
    Haklı ... sevilmese çekilmez ki ... 
  5. Kaan Yagizer
    Advertorial (bir çeşit reklam işte) yapacaz dediler ... bizim pazarlama tarafı ile işi bitirmişler, bana da "Size mail atalım, yazılı cevap verin ... röportaj olur" diye haber yollamışlar.
     
    ...piki ... didim
     
    Neyse yolladılar soruları, cevap yazdım ... sonra Alo! geldi ... efendim editör sayfanın ortasına resim koymak istiyormuş, röportaj çok uzun olmuş, bu kadar metni kimse okumaz ... yazıyı kısaltalım, resim koyalım demiş.
     
    ...koyun mustang'ın resmini ... didim
     
    Olmazmış ... işin raconu aracın yanında röportaj veren kişinin resmini basmakmış ... böylece metin okuyucunun kafasında maddi olarak yer edermiş ... öbür türlü "anonim" basın bülteni olurmuş vs.vs.
     

     
    ...hay Allah benim belamı versin be!
     
    Neyse ... geldi fotoğrafçı, güleç yüzlü ... neşeli bir kızcağız. Başladık resim çekmeye. Elini oraya koy, başını kaldır, gıdını toparla ... olmadı ... göbeğin sarktı, az sağa dön ... yok kıçın resmi kapattı falan.
     
    ...daraldım be!
     
    Bir ara isyan ettim
    - Miss Turkey yarışmasına katılmayacağım yahu ... ne kastın!
    ...kız demez mi
    - Hafifsağ yap, omzunu geriye at ...
    ...aaa! Santim sallamıyor be.
     
    Bir süre ve ikibin kadar resim çektikten sonra teşekkür etti gitti kızcağız. Sonra editör deneme'yi gönderdi (bkn.ek) resme bi baktım ... ülen ... ne güzel çıkmışım be! ...ben?!? ...Alalalal?!? ...bu ben miyim?
    - Yahu ne güzel çıkmışım ...fotoğrafçı epey terletti ama eline sağlık.
     
    Editör demez mi...
    - iyidir arkadaşımız, model ne kadar faul olsa da o bize her zaman iyi poz'lar getirir.
    ...faul? ben mi?  ...yuhhh!
    ...........şimdi bu lafın üzerine ne denir ki? 
  6. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman ... arkadaşlar kapının önüne çağırdı. Yeni bir araba gelmiş, denemek istermiymiş? isterim tabi ... neden istemeyeyim ki? Çıktım kapının önüne, aHanda ... araba bu.

    MX5, siyah ... soft top. Aracın tavanı, ya da bir başka tabir ile en üst noktası pantalon kemerim hizasında ... mantıklı bir adam olsam yapmam gereken şey belli, teşekkür edip içeri girmek, masama oturup bi kave sipariş etmek. Ama ben mantığı ile öne çıkan bir adam değilim ki, kaşıntılıyım ... sıkıntılıyım eyvallah ama mantıklı?
    Aldım anahtarı, açtım kapıyı ... koltuğu geri çekeyim dedim, zaten gerideymiş. Ehue ... neyse önce kafayı ve omuzları sokarak bindim arabaya, sonra ani ve acaip estetik bir manevra ile (bkn.TIR'ın geri geri park etmesi) koltuğa oturdum ... tamam, gitmeye hazırım. Sonra çocuklar uyardı.
    - Abi sol bacağın dışarıda kaldı...
    Harbiden mi? ...hadi ya? Neyse komple sağ koltuğa yatıp sol bacağı da içeri çektim, arkadaşlar kapıyı dışarıdan kapattı ... sığdım arabaya (en azından teoride) ... kafam tavanda (kelimenin tam anlamı ile) yükseklik ayarı bulunmayan direksiyon kucağımda. Kısacası benim görüntü bu şekilde (temsilidir)

    Mx nasıl gidiyor? Gaz tepkisi nasıl? Yol hissi var mı? ...inanın aklımda değil. Test bir an önce bitsin, çıkayım şunun içinden havasındayım.  ...kaza bela yaşamadan döndüm geldim tüKKan'a ... çocuklar açtı kapıyı, kuZu'dan inicem ... de ... LAN!
    ...inemiyorum ki? Abi sıkıştım arabanın içine... eklemlerim kitlenmiş resmen, çıkamıyorum dışarı. Dizimi az kıvırsam olacak da ... kıvıramıyorum ki, direksiyon kolonuna takılmış. İtfaiye çağırsalar, hidrolik ayırıcı ile açsalar ve sprial ile kesseler yeridir yani. Millet başladı t*ş*k geçmeye ...
    - sağ kapıdan girip tavanı açın, yukarıdan çekerek çıkartalım
    - sana çok yakıştı abi, sen takıl orda
    vs.vs. Allahtan omuzlarımı oynatabiliyorum, kafayı bir şekilde branda tavan mekanizmasının arasından kurtarıp dışarı çıkarttım, böylece olduğum yerde dönebildim, iki kişi koltuk altlarımdan çekti, ben de kollarımı kullandım ve ta-taaaa ... garip bir PoP! sesi ile (bkn.Şampanya şişesi açmak) bir de baktım ki özgürüm, aracın dışındayım.
    Eğilip toprağı (daha doğrusu) betonu öpmek içimden geçmedi değil, ama karizma'yı da çizmemek lazım tabi. Hemen atlayıp suratında gizlemeye çalışmadığı gülücük ile soru soran Mazda bölge müdürünü olgunca cevapladım.
    - Nasıl olmuş araba? Sevdin mi?
    - Frenlerin dozajlaması üzerinde çalışmak lazım tabi, direksiyon biraz hissiz ... motor da alt devirlerde baygın kalıyor, onun dışında fena değil, total değerlendirmede beş üzerinden iki veririm. (Bkn.İshal olmadım, içimden don değiştirmek geldi)
     
     
  7. Kaan Yagizer
    Bodrum yat limanında oturmuş bir yandan diş fırçası ile enjektör temizliyorum bir yandan da gelen geçene bakıyorum. Artık kanıksamaya başladığım -boşan,boşa düş,yeniden düzen kur- havasındayım, kafamı dinlemek için okuldan arkadaşım Yunus'un teknesine atmışım kapağı. Yunus gel evde kal diyor ama tekne'de rahatım ...akşam oldu mu beyaz minderleri yere çekip üzerlerine havlu atıyor ve hoRRRRR ... yani keyif kEkA ...

    http://bodrumdive.com (yunus'un web sayfası ... dive boat seçeneğinde de teknenin resimleri var.)

    Kimi zaman dalmaya gidiyorum ben de, tek yıldız asistan eğitmen (açık deniz / padi) sertifikam var ama yıl boyu bütün gün bu işi yapan Yunus ve arkadaşları ile kondisyon adına yarışmam söz konusu bile değil. Yunus ve onun baş eğitmeni Gökhan ile zaman geçirmeyi ya da teknede falan tamir edilecek bir şeyler var ise (...bilen bilir, teknelerde tamirat işi asla sona ermez) tercih ediyorum.

    Akşamları genelde tekne mutfağında Gökhan'ın -türlü- olarak adlandırdığı ama bence -elinde olan her şeyi bir tencerede kaynat, salça ve tuz ekle, sonra da yumul- olan yemeği yiyiyor, minderleri başüstüne çekip yıldızların altında sessizce sohbet ediyoruz. Genelde uzaktan gelen müzik sesleri ve bodrum'un gecelerinin o anlaşılmaz karmaşası arka planda bize eşlik ediyor ama ne gam?

    Fört ile görüşmüşüm ... henüz orada işe başlamamış ama İ.K ile "yaz sonu gibi gelirim işte,kasmayın beni" şeklinde anlaşma sağlamışım ... yani endişe duymam gereken (o an itibarı ile) bir aile hayatım ya da kariyer endişem yok ... deyim yerinde ise şeyim şeyime denk (siz anladınız bunu...) takılıyorum.

    ..yaz sonu gibi giderim, uyar mı? ... demişim Yunus'a ... ona uyar tabi ... neden uymasın ki? Para falan almadan takılıyorum teknede, tencereye attığım kaşık ya da ince belli bardak'ta içtiği çay onu zorlmıyor ... buna karşı "dolu" mevsimde dümen tutacak, zincir atacak, motora bakım yapacak, sintineyi temizleyip onun eski MAN'ı çalışır durumda tutacak bir adamı var.

    ...yani Yunus'a uyar benim durum... bana da uyar ... low profile takılıyor ve kafamı dinliyorum. Sabah yüzümü yıkamak yerine denize atlıyor, karnım acıktığında teknenin mutfağına dalıyor ya da kordon'u geçip yolun karşısındaki market'e gidiyorum. Verilecek hesabım ve beklenecek aybaşım yok

    Yunus sakin ötesi bir adam ... Nirvana'ya ulaşmış, geri dönmüş ... şimdi ikinci tur'u yapıyor diye dalga geçiyor olsak da adamdan resmen -huzur- yayılıyor. Gökhan ise ateşli, neşeli ve -her şey hemen olsun- havasında bir laz uşağı. Bir de ben ... kafası kırık İstanbul çocuğu olunca bizim geyik katmerleniyor tabi.

    - Hava var, kaçakçı'ya gidelim ... diyor Yunus.

    Yaz ortası ama arada hava hala patladı mı patlıyor, Ege böyledir zaten ... PMS'li hatun gibi aniden manyağa bağlar, bir an bakarsınız size sırıtıyor, bir an sonrasında da kül tablasını kapmış kafanıza vurmakta.

    - Taam

    -Derin- (Yunus'un teknesinin eski adı) kaba suyu kese kese gidiyor, Kaçakçı tersanelerin kuzey - kuzeybatısında kısmen kapalı bir koy. (kara ada) Eski zamanda Yunanistan'dan gelen kaçakçılar bu koya'a girer ve Bodrum'dan gelen ufak teknelerin getirdiği tütün, incir vs. yükler sonra da bu malı Ege adalarının ahalisine üzerine kar koyarak ve vergi falan ödemeden satarmış. Koyun adı kaçakçı kalmış ama koy aynı zamanda gemi karinasına benziyor ... tekneyi fi tarihinde atılmış tonoz'a bağlayıp suya atladığınız zaman ilk fark edeceğiniz şey bu. Sanki koca bir gemi batmış ve siz onun karinası içinde yüzüyorsunuz.

    Dalgalar koy'u gemi gövdesi biçiminde oymuş ... yüksek cidarlar da rüzgar'ı kestiği için hava karayel'e çevirmediği sürece Kaçakçı süt-liman ... o gün götürülecek grup oryantasyon - sığ su dalışı yapacağı için (5m civarı) kaçakçı ideal ...

    Gökhan çok geçmeden suya atlıyor ve yavrularını arkasına takmış anaç ördek gibi koy'un dibine (bir anlamda hayali teknemizin burnuna) gidiyor, orada su bel hizasında ... millete maske kullanmayı, regülatörü ağızda tutmayı vs. gösterecek. Yunus sonradan suya girip insanların pek sevdiği su altı fotoğraflarını çekmek için kamerasını falan hazırlıyor ... bir kızcağız var teknede (ismini unuttum) o da miço ile birlikte karina'da -türlü- ve pilav pişiriyor.

    Ortam sakin yani ... ben de göbekten pamuk mu çıkarsam? Yoksa tembellik etmeyip zodiac'ın kıçındaki 10'luk Mercury'i mi söksem??? diye düşünüyorum.

    ..sonra birisi bağırıyor.

    Bağıran kocası suya giren Alaman hatun, köşkün damına çıkmış güneşleniyordu hatun ... ben de oturduğum yerden kalkıp onun işaret ettiği noktaya bakıyorum. Suda halka halka köpükler var hala ... sonra fark ediyorum ki o köpüklerin içinde biri yüzü koyun durumda batıyor.

    - Suya adam düştü...

    Gemiciliğin temel öğretilerindendir bu ... tekneden biri suya düştü diye geçiriyorum aklımdan ve elime geçen can yeleği ile birlikte atıyorum kendimi suya. Allahtan koy geniş değil, bir kaç kulaçta yanındayım elemanın ... su derin değil, belki 6-7 metre ... dalmamı engellemesin diye can yeleğini bırakıp makas yaparak dalıyor ve elemanı yakalıyorum.

    Yüzeye çıktığımız an Yunus geliyor, uyanık adam Zodiac'ı kapmış motoru çalıştırmadan (kapalı koyda, hele suda adam ve aşağıda dalgıç varken motor çalıştırılmaz) seyyar kürek ile iki suya basıp gelmiş. Onun yardımı ile salağa bağlamış elemanı Zodiac'a atıyoruz. Can yeleğini kapıp ben de çıkıyorum yanına. Yunus elemanı yan çevirmiş, su yuttumu ona falan bakıyor.

    - Bu bizim müşteri değil... diyorum Yunus'a ... sadece başını sallıyor.
    ...ee? Bu adam nereden geldi o zaman? Uçaktan mı düştü *****?

    Herifi milletin yardımı ile kıç küpeşteden tekneye alıyoruz. Adam perişan durumda, su istiyor ... veriyoruz. Kırık dökük türkçe, ingilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor.
    - Arkadaşları varmış sanırım
    - ne ulan bunlar kazazede mi?

    Yunus Zodiac'ı alıp koydan çıkıyor, biz de adamın karnını doyurup biraz daha sıvı takviyesi yapıyoruz. Yarım saat kadar sonra Yunus geliyor, yanında 3 kadar kadın ve 4-5 çocuk ... durum anlaşıldı ... bunlar adalara gitmeye çalışan kaçak göçmenler.

    Zodiac iki sefer daha yapıyor ve 15 kadar kadın - çocuk - adam derin'in kıç altına yığılıyor. Alayı perişan durumda, üç gece kadar önce insan kaçakçıları onları ada'ya bırakmış ... burası yunanistan, siz sabaha kadar takılın sonra da teslim olup siyasi sığınma isteyin demişler. Ulan kara adada ne su var, ne de korunak bir gölge ... bunlar da o insan geçmez - kuş uçmaz yerde sıkışıp kalmışlar.

    ...bildiğin vicdansızlık işte...

    Yunus sahil güvenliğe haber uçuruyor hemen ... sudan çıkan dalgıç grubunun da katılması ile teknede adım atacak yer kalmamış, sahil güvenlik gelene kadar kaçakçı'da kalıp yemek yiyiyor, çay keyfi yapıyor ve bekliyoruz. Iraklı kaçaklar yakalandıkları için üzgün (sonuçta kaçakçılara verdikleri para yandı,gitti) ama sağ kaldıkları için de mutlu. Biz şaşkınız, teknedeki turistler desen onlar paso resim falan çekiyor.
    ...döndüklerinde anlatacakları bir hikayeleri oldu işte, hem de beleşe.

    ...o ara öğreniyoruz ki sudan çıkardığımız eleman yardım arıyormuş, bizi koyun tepesinden görmüş ... aşağı inecek yol olmadığı için de kaldırıp suya atmış kendisini ... saLak adam, ya boynunu kırsaydı? Ama o kadar çaresiz kalmışlar işte ... mecburiyet adama neler neler yaptırmaz ki?

    Sahil Güvenlik sonunda gelip bot ile kaçakları devir aldığında hava'da ufaktan kapatmaya başlıyor...
    - Dönelim mi abi? Millete yarın bizdensiniz der, ek ücret ödemeden turu tekrar ettiririz ... bu da dükkandan olsun, napalım?
    - Taam diyor ve tonaz bağına gidiyorum.

    Yunus Man'ın marşına basıyor ve yaşlı kız anında çalışıyor. Kulak kabartıp onun düzgün rölantisini dinliyorum, tornistan konduğunda şanzımandan cızırtıda çıkmıyor artık ... işi düzgün yapmışım diye içimden geçirip avara ettiğim ıslak halatı roda'ya sarıyorum.

    ...adalet olmasa da hayat hala güzel be abijim :)))))
  8. Kaan Yagizer
    ...başlığı okuyunca saç problemlerinden bahsedeceğimi sananlara : KEL ya da K.E.L Kabataş Erkek Lisesi anlamına da gelir. Artık "Erkek Lisesi" olmasa da boğaz kıyısında saraydan bozma binasında uzun yıllardır ( 1900'lerin başından beri) eğitim veren bu -güzide- kurumdan bahsediyorum.

    ...KEL'i pek çok benzerinden ayıran temel özellik ne oldukça "sert" disiplini (...ki öyleydi) ne de verdiği iyi öğrenimdi (...ki bu da doğruydu) KEL'in en büyük özelliği öğrencilerine, daha doğrusu öğrencilerinin ailelerine makul ücret karşılığında sunduğu -pansiyon- hizmetiydi.
    ...ufak tefek değişiklikler ile bu hizmet (en azından bildiğim kadarı ile) hala sürüyor.

    Nedir -pansiyon- hizmeti?

    ...şudur.

    Diyelim ki bir çocuğunuz var, bu velet size illallah dedirtti ... gönderirsiniz KEL'e, isterseniz h.sonları da orada kalır ve sadece okullar kapalı iken eve döner, ya da yüzünüzü yumuşatır ve onu başımın gözümün sadakası hesabı h.sonları evinize alırsınız. (Bkn.paşa gönül kriteri) Çocuğunuz KEL'de yaşar, orada yer - içer - ders çalışır - hamama gider - saçını keser - kantinde takılır ve biraz da kafası çalışıyor ise Lise'yi bitirir, Üniversite sınavını kazanır.

    ...Üni'yi kazanır derken dalga geçmiyorum. KEL'de "SALATALIĞI burada 4 yıl tut, o bile Mülkiye'yi kazanır" diye bir geik döner diyeyim, gerisini siz anlayın (...gerçekten de KEL mezunlarının sınav performansları efsanevidir)

    KEL'de üç çeşit öğrenci vardı ... okul bitince evinde giden -gündüzcüler- ...ki bunlar gerçekten az sayıdaydı, h.sonları evine giden -evciler- ve okul nüfusu içindeki çoğunluk olan -daimi yatılılar-

    ...ben üçüncü gruba dahildim. (sizce neden?)

    Hayat KEL'de fena değildir ... eğlenecek bir şeyler bulabilirsiniz. Arka bahçedeki yarı nizami beton saha da futbol oynayabilir, iki basketbol sahasında top sektirebilir, klüplere katılıp gereksiz işler ile uğraşabilir (örnek: pul klübü ya da adı artık her ne ise) kantinlerde aylaklık edebilir, hamamda göbek taşına sabun sürüp biraz su dökerek takunya ile buz pateni yapabilir (...ki bu faaliyet genelde revirde biter) sahil'e çıkıp boğaz'ı seyredebilir, balık tutabilir veya üst sınıfların genelde yaptığı gibi Ortaköy tarafındaki Tekel deposu ile bitişik duvardan kaçabilirdiniz.
    ...yaklaşık beş metrelik duvara tırmanır (bizden önceki abilerimizin duvara açtığı ayak basma ve tutunma gediklerini kullanarak) sonra Ortaköy'de bilardo oynar, king çevirir, sandal kiralar vs.vs. lise'den kaçmış p*çl*rin yaptığı şeyler ile uğraşabilirdiniz.

    KEL'de hatay toz pembe diye düşünmeyin ... okulda eğitmenler, okutmanlar ve hatta etüd abileri ve tabi ki üst sınıflardan devamlı şiddet görürsünüz. Hazırlık ve birinci sınıf ikinci kat'a çıkamaz (çıkarsa akşam yatakhanede eşşek sudan gelene kadar dayak yer) ikinci sınıflar ise üçüncü kat'ı rüyasında bile göremez.

    Yani bir dayak döngüsü (benim zamanımda) söz konusudur. Hazırlık sınıftaysan herkes seni döver, okulun önünden geçen köpekler bile seni kovalar, bir'e geçtin mi hazırlıkları döver ve abilerin gözüne batmamaya çalışırsın, iki'ye kapağı attın mı dövecek alt sınıf arar ve bir üçlüğe yakalanmamaya çalışırsın ... son seneye ulaştın mı? O zaman yakaladığına verirsin sopayı.

    ...doğal olarak KEL öğrencisi yarı vahşidir ... ailesi tarafınca kısmen terk edilmiştir, dayak yeme korkusu ile ensesinde göz çıkarmıştır ve şiddet eğilimini bulduğu her fırsatta ortaya çıkarma eğilimine sahiptir.

    Ortaköy sahilinde üç nadide okul yan yana dizilmiştir. Her biri saray eskisi olan bu okullardan ilki KEL, ikincisi Galatasaray Kız Lisesi ve üçüncüsü ise Yüksek Denizcilik Okuludur. Yani GS kız lisesi iki erkek okulunun arasında kalmıştır ve biraz da bu neden ile KEL ile Yüksek Denizcilik devamlı kavga eder.

    Kızlar yüzünden kavga çıkar, GS'li kızlar kendi yaşlarında sümüklü oğlanlar yerine bembeyaz üniformalı üni.öğrencilerine baygın bayın bakar ... Yüksek Denizcilik öğrencileri laci KEL ceketi (mendil cebindeki arma kimlik tespit'i için yeterlidir) giymiş birisini yakaladığında tartaklar döver ... KEL öğrencileri üniformalı bir Yüksek Denizcilik öğrencisini tek yakalarsa piranha sürüsü gibi ona dalar...

    İki okul arasındaki bu sonsuz kavganın bir nedeni de sabah sporudur. Yüksek Denizcilik öğrencileri sabahları (yaz - kış demeden) denize flika indirir ve boğaz'da kürek çekerler ... bu daimi yatılı KEL öğrencileri için bedava eğlence anlamına gelir. Sabah erken kalkar (06.30 gibi) sahile gider ve bir gece önce kantinden toplayıp taşla ezerek katladığımız gazoz kapaklarını sapan ile flika'ya atarsınız.

    Boğaz'ın serin ve taze havası ile ciğerlerinizi doldurur, lunapark'ta ki hedeflere ateş ediyormuşçasına eğlenir ve el-göz koordinasyonunuzu geliştiririsiniz... bundan ala spor mu olur?
    ...Flika'lar KEL'in önünden geçerken dümen kırıp boğazın ortasına doğru açılır ama gemi trafiğine de girmek istemedikleri için gene de sapan menzlinde kalırlar. Daimi yatılılar tespit gibi sahile dizilir ve "atış serbest" komutu ile birlikte cenk'e gider ve düşman piyadesine ok atar gibi gazoz kapaklarını çekip atarlar, çekip atarlar.

    Gazoz kapakları metal sis gibi flika'ya doğru uçar, büyük çoğunluğu kısa, bazıları da uzun düşer ... salvo atıp ıskalarsanız flika'da ki üni.öğrencileri kahkahalar atar.

    ..ama...

    Arada sırada isabet sağlanır ... Yüksek denizcilik öğrencileri kapalı can yelekleri giydiği ve miğfer taktığı için onların canını acıtmak zordur ama gene de bir kürek sallandığı, flika'dan küfürler yükseldiği zaman daimi yatılılar gülmekten geberir. Sabah sporu eğlencelidir. Tabi bu biraz da kıyının hangi tarafında olduğunuz ile alakalıdır. : : :
  9. Kaan Yagizer
    Tri-State'ye (New York/New Jersey ve Connecticut bölgesi) yaz gelmiş. N.Y'da yaz pis geçer ... nasıl kışın East River'i buz ile kaplayacak kadar soğuk yaparsa yaz geldiğinde de N.Y'a pis, yapışkan ve sıcak hava dalgası resmen tecavüzcü coşkun abimiz endamı ile (bkn.biliyorum sen de istiyorsun) tırmanır.

    ...O.Ç Tamer ile ortak kullandığımız evden N.J'ye daha yeni taşınmışım ... eski kız arkadaşım, yeni karım ile birlikte gereksiz yüksek bedel ile aldığımız ikinci el kontraplak evimizi adam etmeye çalışıyoruz. İşe gitmediğim zaman evde bir şeyler ile uğraşıyorum çünkü Amerika'da özellikle kalifiye tamirci bulmak neredeyse imkansız ya da aşırı pahalı.

    Türkiye'de bir sokak arasında sıkışıp kalmış tesisatçı amca orada son model Corvette'ye biniyor ve özel dikim gömlek giyiyor diyeyim, gerisini siz anlayın.

    Dediğim gibi hava acaip sıcak ... ter bile üzerinize yapışıyor ve bizim klimamız yok. Evimiz bahçeli olsa da, banliyöde yer alsa da (gerçi bizim evin bulunduğu yere banliyö denir mi? ...o ayrı tabi) sonuçta ufak, bir yatak odamız ... bir salon+mutfağımız (ikisi bir arada, ikisinden de azıcık) bir depo/yüklük/dolap gibi odamız ve banyo ile hol'den ibaret olan 90m2'lik evi soğutmak için bir tek klima yeter de artar ama bizde o klimayı alacak para ... nasıl desem? Bulunmamakta.

    Mercedes (Wife No.1) işe yeni girmiş, Citibank'ın Help Desk'inde çalışıyor, hani kredi kartınızı yitirdiğinizde banka'ya telefon açıp "imdat" dersiniz ya? İşte Mercedes sizin telefonunuzu cevaplayan kişi. Hatun yarım gün alo diyor (henüz tam güne geçememiş) bir yandan da giderek şişen göbeğini taşıma işi ile iştigal ediyor.

    ...anlayacağınız genç, parasız ve de hafiften batmış (finansal durum itibarı ile) şekilde idare etmeye çalışıyoruz. Formen'in gözünün içine bakıp 7/24 yalaka mode:ON takılıyorum, belki bana bir - iki saat mesai yaptırır da üç-beş kuruş cebimize girer davasındayım.

    O.Ç Tamer ise bildiğiniz gibi ... çalıyor, çırpıyor, aldatıyor ve kafasına göre takılıyor. Hani Karınca ve Ağustos böceği masalı vardır ya, biz aynen öyleyiz işte (ben bu masalda ki devamlı fazla mesai yapan karıncayım ne yazık ki) ...Tamer'in temel felsefesi basit. "Gerekmedikçe Çalışma" ... aslında burada demek istenen şey çalışma değil, çalma olmalı ama Tamer motto'sunu telaffuz ettiğim ilk şekilde dillendirmeyi tercih ediyor.

    Bir mağazaya giriyor, cebinde kuvvetli mıknatıs ... sergilenen fotoğraf makinesini alıyor, mıknatıs ile alarm'ı saniyeler içinde çıkarıyor ve sonra aldığı askı kayışı ile kasa'ya gidiyor.
    - bu askı kayışını almak istiyorum, sizden bir de ricam olacak ... bu makine bana hediye edildi ama içine nasıl film konuyor bilmiyorum, yardımcı olur musunuz? ...diyor.

    Amerikalılar temelde "inanma" eğilimli insanlar, yani bir şey söylerseniz elemanların doğal tepkisi size -inanmak- şeklinde oluyor. O.Ç Tamer aşırı soğukkanlı şekilde davranış sergilediğinden ona inanıyor ve makineye nasıl film konacağını ve hatta nasıl pozlama yapılacağını gösteriyorlar. Tamer askı kayışına 10 ve film için de 3 dolar ödeyip boynunda 1,500 dolarlık kamera ile mağazadan çıkıyor ve malı en yakın rehincide 350 - 400 dolar'a bozduruyor.
    ...para bitene kadar çalışmaya gerek yok.

    Para mı lazım?
    Wallmart'a gidiyor, bir market aracı alıp deterjan reyonuna dalıyor ve alabildiği en büyük boy deterjan kutusunu arabaya koyuyor. Sonra genel tuvalete gidip ortam müsait olduğunda alttan açtığı deterjan kutusunu içindeki malzemeyi tuvalete döküyor. (ondan sonra tuvalete girip sifonu çeken kim bilir nasıl korkuyordur?) Artık alış verişe hazır ... yükte hafif paha'da ağır şeyler alıyor/çalıyor. Mesela bir oto teyp'i, saat, telesekreter cihazı vs. Deterjan kutusu dolduğunda yanında getirdiği şeffaf koli band'ı ile kutunun altını kapatıyor ... yanına bir kaç ucuz şey alıp kasaya gidiyor ... deterjanı kasa'da okutuyor ... kaç para? 9.95'mi? ...tabi buyrun ... sonra adres en yakın rehinci (gene)

    ...anlıyacağınız O.Ç Tamer kafasına göre takılıyor. Herif için her mevsim bahar, ben ise kesintisiz kış'ı yaşıyorum.

    Bir akşam eve geliyorum ve bilin bakalım beni kim bekliyor? Tamer bizi ziyarete gelmiş. Mercedes onu sevmez, Tamer bir keresinde ona iş teklif etmişti , o günden beri Tamer'e ne güvenir, ne de ondan hazzeder. (işin detayına girmeyeceğim ... kusura bakmayın.)
    - bu ne istiyor gene? ... havasında.

    Soru güzel ... ben de merak ediyorum, ne istiyor bu? ...oturup kibarca soruyorum.
    - ne istiyon Tamer?

    ...bir şey istemiyormuş. Bize "yeni ev" hediyesi getirmiş. Hediye arabada, yardım et taşıyalım diyor. Dışarı çıkıyoruz, gerçekten arabada bir hediye var. O.Ç Tamer'in kuZu'nun tüm arka koltuğunu kaplayan öküz kadar bir Westinghouse klima ünitesi.
    ... hadi be? cidden mi?

    Eve taşıyoruz koli'yi ... Mercedes hala atarlı.
    - ne var onun içinde? ... falan havasında (Tamer'e o kadar güveniyor) koli'yi açıyoruz, harbiden klima var içinde. Hem de sıfır kilometre, uzaktan kumandalı falan. auWWW

    ...gevşiyoruz tabi.
    Meğer bu ön sevişmeymiş, esas muamele başlamadan Tamer bizi gevşetiyormuş.
    - Yardımınıza ihtiyacım var, kamyondan düşmüş (Amerikan Argosunda -Çalıntı-) biraz mal var ve bunları bir-iki gün sizin garajınıza koymak istiyorum.

    Mercedes atlıyor...
    - kaç para vereceksin? ... yahu kızım bi dur, bi dinle önce. Tamam acaip parasız durumdayız ama...
    Tamer sırıtıyor ... balık zoka'yı yuttu havasında.
    - 100 dolar veririm. Bir kaç hafta için 100 dolar, hem de peşin.
    - Anlaştık.

    Yahu sen ne yapıyorsun? ...manyak mısın? Tamer'e güvenilir mi? Mercedes gözümün içine baka baka parayı alıyor ve resmen buhar ediyor. Tamer memnun, kendine bir depo buldu.
    - yarın yollarım kutuları ... diyip uzuyor Tamer. Belli ki biz fikir değiştirmeyelim derdinde.

    - Ya başımızı belaya sokuyorsun, çalıntı malları eve yığmak neyin nesi? Biri ihbar etse...
    Mercedes lafı ağzıma tıkıyor.
    - Ona güvenmiyorum, ayrıca bana ettiği hakareti de unutmadım. Merak etme, kafam çalışıyor...
    ...somurtup oturuyorum.

    Akşam eve dönüyorum ... uuuu
    O.Ç Tamer'in arkadaşları/adamları malları yığmış. İki arabalık garajımız tepeleme (kapı zor kapanıyordu valla) eşya, koli dolu. Mercedes'e soruyorum ...
    - baktın mı içlerine?
    ...bakmış. Genelde mutfak gereçleri, fırınlar, kuzineler, mikser'ler falan varmış. Belli ki bunlar mutfak eşyaları satan bir yerin deposunu kaldırmışlar ... pıFFF Resmen -yataklık- yapıyoruz yahu.

    ...sevmem böyle işleri, hatunun peşine takıldık ama işin ucunda mahkemelik olmak var & ; (((& ;

    Gece sıkıntılı geçiyor ... sabah işe gidiyorum ... iş yerinde keyif sıfır, akşam eve geliyorum ... aAaAaAa???

    ...lan?
    - Ne oldu kolilere?
    Mercedes cevap veriyor...
    - Başka yere götürdüler her halde, ya da sattılar. Ne bileyim? Sabah senden sonra kamyonla gelip aldılar...

    ...aaa? ne güzel! Aferin lan diyorum Tamer'e (içimden) kırk yılda bir düzgün iş yaptı. Klima'yı bağlıyorum, ohh miss ... haybeden gelen 100 dolar da cabası.
    O gece mis gibi uyuyorum.
    ...hayat kısa zamanda rutin'e dönüyor. Sabah 06,00 gibi kalkıp önce işe, iş çıkışı bir - iki saatliğine okula uğruyorum. Ardından ev ... halimden memnunum yani. Bir de borçlar ezmese ...

    Sonra bir gün akşam üzeri Tamer geliyor (iş yerine) ...iş çıkışı eve beraber gidelim diyor.
    - Taam
    - Bir de kamyon ayarladım, emanetleri alacaklar.
    - HÖNK?!?
    - Senin garajda ki emanetler, onları diyorum ...
    ....harbiden mi?
    - Eee? Aldınız ya onları? Bir gün sonra kamyon gönderdin ... aldırdın malları!.

    Tamer gökkuşağı gibi renkten renk'e giriyor. Adam kalp'ten gidecek ya ...
    - Ben bir şey aldırmadım ki... diye kekeliyor.
    - Nasıl ya?!? Sen malları getirdin, bir gün sonra da birileri gelmiş ... bizi Tamer yolladı malları alacağız demiş, yüklemişler ne varsa ve de götürmüşler ... diyorum.

    Resmen yığılıyor oğlan, ağzı köpürüyor ... hafiften baygınlık geçiriyor.
    - Soydular beni ... soydular beni ...
    inanmıyor, şaka yapıyorum sanıyor. Beraber eve giderken yol boyu yeminler ettiriyor bana. Garaj'ı boş görünce daha da fena oluyor, hırsından ön bahçedeki çimleri yoluyor ... ama yapacak bir şey yok ki.

    ...anlayacağınız O.Ç Tamer hayatında ilk ve belki de son kez hırsızlık kurbanı oluyor. Üzülüyorum haline, çok değil tabi ... belki bir parça ... ama olan olmuş.

    Bir saat kadar sonra çekip gidiyor, giderken ayaklarını sürüyor. Arabayı kullanıyor ama hali - mecali kalmamış. Adam resmen gözümün önünde yaşlandı yahu.

    ...gece itiraf ediyorum.
    - Çok üzüldüm haline...
    - Senin yumuşak kalpli olduğunu bildiğim için bir şey söylemedim zaten.
    - neyi söylemedin?
    - o malları biz aldık ...
    - Hadi be?
    - evet...

    Mercedes abisini aramış. Abi, yani benim Kayınbirader Purple üyesi (bir çeşit bölgesel çete) ...bir kamyon bulup gelip almışlar malları. Sonra da birilerine satmışlar. Yani Tamer'in yapacağı işi yapmışlar ve para da aile içinde kalmış.
    - 35k düştü payımıza. Geçen ve bu ayın taksitlerini ödedim ... artan para ile de bizim bankada bebeğimize fon açtım (eğitim) ... hep o bizden faydalanacak değil ya?!
    ...hadi be?
    ...harbiden mi?
    ...yemin et?

    Banka cüzdanını gösteriyor, iki aylık mortgage makbuzlarını (bir ay geride kalmıştık ... fecasi rahatladık o para ile) falan gösteriyor. Kızsam mı? Sevinsem mi? Bilemiyorum...
    ...ama klima iyi soğutuyor. Tri-State'de yaz bela gibi ortalığı kasıp kavuruyor ama benim Westinghouse klimam var ve mırıldanıyorum.
    - ohh ... es yiğidin bağrına.
  10. Kaan Yagizer
    ...malum Autoshow zamanı ... bir -fuar- katkısı da ben yapayım.

    Avrupa'da Autoshow'u yani main event/ana etkinliği Paris ile Frankfurt arasında dolaştırırlar. O sene etkinlik Paris'te ... İstanbul'dan göz etmiş bir ailenin işlettiği Golden Tulip'te kalırız hep. Napoleon'un meazr anıtının dibindeki bu apartmandan bozma sakin mekan bir çeşit olmaz ise olmazdır (bizim için) Sabah kahvaltıda ince belli bardaktan çay içer, beyaz peynir - zeytin ve reçel yer ... mekan sahipleri ile geyik çeviririz.

    Her zaman ki gibi gittik, fuar'ı gezdik ... Şanzelize'de Renault Showroom'a uğrayıp konsept otomobillere "aüww ... çook çirkinler" dedik, Hippopotamus'ta kaburga kemirdikten sonra hava alanı yolunu tuttuk.
    ...bavullar teslim edildi, biniş kartları alındı ... her şey yolunda.

    Elimi cebime attım ... üüü ... bi ton bozuk para kalış. X-ray'den geçeceğim (uçağa binerken) onları ceplerinden çıkar, doldur ... üff ... uzun iş. Gidip şunları harcayayım dedim kendi kendime.

    Hemen yakında bir mağaza var ... daldım içeri. Kızıma çukulata falan alırım diyorum ... sonra bir baktım ... aaa ... Jack'leri ikili şekilde paket etmişler. Üzerlerine ağ takmışlar ve 2xJack'i bir arada -tek- fiyatına veriyorlar. Yahu ben 7 numarayı pek severim bea...

    Aldım Jack'leri (bozukluklar ucu ucuna yetti, artan üç beş kuruşu da bağış kutusuna attım) attım poşete, geçtim X-Ray'den (o zamanlar uçağa sıvı sokuluyor) gidip bizimkilerin yanına oturdum.
    ...anons yapıldı.

    - THY'nin Paris - İstanbul uçağı bir saaat rötarlı?

    ...yanımızdaki körükte Lufthansa uçağı var, bizim bagajları Alman uçağına ... Almanların bagajları da bizim uçağa koymuşlar .... işi düzeltiyorlarmış ama pardon - pardon'muş.
    ...*i* kafalı fransızlar diye söylendik, galiba ayağım falan çarptı .. poşet tıngırdadı. Nasıl tıngırdamasın ki? İçinde 2XJack Daniels var.
    - Ne var o poşette?
    ...ehüe ... ne denir ki? İtiraf ettim tabi.
    - Jack
    - Numara 7'mi?
    - Evet
    - İyi ... kurun tezgahı abiler.
    Biri otomattan cips ve fıstık aldı, biri cebinden plastik bardak çıkardı ...

    ...şimdi bir durun ve düşünün.

    Kim havaalanında cebinde iç içe geçmiş 10 adet (yaklaşık) plastik bardak ile dolaşır ki? Yani bunun olma ihtimali nedir? Şu anda Mitsubishi Türkiye'nin Pazarlamasını yürüten arkadaşın cebinden çıkan bardaklar benim dimağımı kitledi dersem inanabilirsiniz.

    ...devam ededlim.

    Böylece biz hava alanı bekleme salonunda cips ve fıstık ile oda ısısında 2xJack Daniels'i içip bitirdik (yaklaşık 6-7 kişi) ... kafalar cilalandı. Sinirler gevşedi, rötar kimsenin umrunda değil.
    ...anons yapıldı, kalkıp uçağa geçtik...yerimize oturduk, kemerleri bağladık ... gazete dağıtıldı, günlerdir türk gazetesi okumamışım... aldım bir tane, standart anonslar vs. sonrası kısa bir taksi ile piste çıktık ... uçağımız yükselmeye başladı, gazetenin sayfasını çevirdim ve...

    G-Ü-M-M

    Gözlerimi bir açtım ... ilk fark ettiğim kollarımın ağrıdığı. Ağzım kurumuş, başım ağrıyor ama kollarım kopacak sanki. Baktım hala gazeteyi tutuyorum ... baktım uçak yerde ... baktım neredeyse kimse kalmamış (uçakta) ... baktım ... AaAaA? Ulan Yeşilköy'deyiz.
    ...yahu ben bütün yol boyunca uyudum mu?
    ...nasıl?

    Kollarım kopacak sanki ... gazete okur durumda kendimden geçmişim ve 3 saat kadar o pozisyonda kaldığım için kaslarım aşırı gerilmiş, kramp üzerine kramp giriyor. Zar - zor kalktım yerimden, çapraz'da oturan arkadaşa baktım...

    ...aAaAaAa ... ölmüş.
    Cesedi koltukların üzerinde sırt üstü yatıyor, üzerine lacivert THY battaniyesi sermişler ve garibimin bir eli battaniyenin altından çıkmış.
    - Hadi beee .... dedim, gittim yanına ... baktım ... ölmemiş, hatta ÖKÜZ gibi horluyor.

    Hostes geldi ...
    - Uyandıramadık bir türlü, yolcular şikayet ediyordu ... biz de biraz -ses- azalsın diye üzerini örttük ... demez mi?

    Kaldırdık arkadaşı, kalktı ama resmen kendinde değil. Uçaktan çıkıp tuvalete attık kendimizi ... yüzümüzü gözümüzü falan yıkadık biraz. Görece ferahladık ama hala kafa nal gibi...
    ...bavulları nasıl aldık? nasıl gümrükten geçtik? ... inanın hala doğru düzgün hatırlamıyorum.

    Olay ne peki?

    Biz deniz seviyesinde kafayı çektik, kan henüz alkole doyarken de uçakla düşük basınç alanına çıktık ya ... bizim Jack'ın etkisi ikiye, üçe katlanmış. Anlayacağınız 30,000feet'te alkol komasına girmişiz Yere inip 1 Atmosfer'e geri dönünce de -ayılmışız- ... tam bir rezillik yani.

    ...kollarım günlerce ağrıdı dersem inanın.

    Ulan gazete okur pozisyonda sızar mı adam? Vay Hayvan ben ... (bkn.yuh yani) kimbilir millet ne dalga geçmiştir bizimle.
  11. Kaan Yagizer
    Memlekete yeni dönmüşüm. Freelance çalışmayı bırakıp "kalıcı" iş bulmaya karar vermişim. Ama evim yok, kardeşim demez mi?
    - Beraber ev tutalım ... benim manitunun anasında tonla mekan var, birisini bize kiralasın.
    Kadında harbiden iki bavul tapu var yahu! Ataşehir'de bir ev kiraladı bize, hem de epey bi ucuza. Neyse yerleştik ... ben de Mercedes ile BMW arasında gidip geliyorum. İş görüşmeleri falan O.K'de hangisinde çalışsam mutlu olurum davasındayım. 
    ...bir akşam telefon çaldı (gece geç saat) .. eŞŞedü! diye açtım telefonu. Arayan benim magarac'ın sevgilisi (boşnakça : eşek demek)
    - Kaza yaptık, Göztepe'de hastanedeyiz ... kötü dağıldık!
    ...apar topar attım kendimi dışarı, gittim acil'e. Benim Magar yanında sevgilisi ile travma bölümünde müşahade'ye alınmış. 
    - Ne oldu?
    Kızın Peugeot 208'i vardı ... arabayı o kullanıyormuş. Bağdat caddesine akarken bir Cherokee ile çarpışmışlar, darbenin şiddeti ile kapı açılmış ve benim Magarac sapsız balta gibi uçmuş dışarı (eve...emniyet kemeri takmıyormuş) ve kafa üstü çakılmış asfalta.
    Bizim mal'ı ispatula ile kazımışlar, sonra da hastaneye getirmişler. Röntgen, scan falan çekilmiş ... servis'te müşahade altında tutmaya karar vermişler. Gitim yanına ... üüü ... kırık cam parçaları kolunu doğramış, sağında - solunda çürükler var ama o kadar.
    - Ne oldu lan?
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxxtir et, iyileşir ... nasıl oldu bu iş?
    - Bilmiyorum ki ...
    ...öyle bir an sessizlik oldu. Sonra göz göze geldik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - Ne?
    - Kaza yaptık be, yalan olduk resmen!
    - Ne diyon olm?
    ...sessizlik.
    - Aaa! Abi sen mi geldin ... hale bak ya, bozduk façayı.
    - xxxxtir lan!
    Kalkıp doktor aradım tabi. Ne oldu benim bilader'e??? diye sordum. Meğer benim magar kafa üstü çakılınca -beyni şişmiş- yani darbenin etkisi ile şişen beyin kafatasına sığmaz olmuş (lafın gelişi) bu da hafıza ile ilgili sorunlara neden olmuş. (Doktor abilerim bu konuya vakıftır, daha iyi anlatır) Yani benim kardeş olmuş "Kefal Hafıza" ... eleman 30 - 40 saniye, max.1dakika süreli hafızaya sahip (eski Casio hesap makinesi kadar felan RAM'i var yani) ...sonra kafayı sıfırlıyor.
    ... ee? Bu böyle mal'mı kalacak?
    - Yok dedi doktor, yakında beynindeki ödem azalır ... normale döner.
    - hııı ... peki.
    İki gün hastanede kaldı, sonra bizimkini xxxtir ettiler. 
    Ettiler de herfin durum vahim ...
    - Karnım aç!
    - Olm ... daha beş dakika önce kahvaltı ettin.
    - Abi ... abi .. kalk!
    - Ne?
    - Yanımda bir karı yatıyor!
    - Eben ... sevgilin lan o, git zıbar.
    - Çişim geldi mi acaba?
    - Yeni çıktın hela'dan
    - Cigaram bitti, bana cigara alır mısın?
    - Elinde yanıyo ya?
    Evin her tarafında A4 kağıt boyunda notlar.  Mesela sokak kapısında kocaman "Yanında kimse olmadan sokağa çıkma!" yazıyor. Kahvaltı etti / Yemek yedi ise buzdolabına yazı asılıyor "Magarac, karnın aç değil ... git otur yerine!" gibi .. gibi.
    Benim manita, biraderin ki ve ben ... günleri vardiya'ya bağlamışız. Yanlız bırakmaya gelmiyor ki elemanı. Kızlar okula sıra ile gidiyor, ben de iş dönüşü alıyorum nöbeti. Herife tam 4 ay bakıcılık yaptık ... sonra başladı bunun hafıza kapasitesi artmaya ... 1 dakika oldu 5, 5 oldu 15 ... bahar geldiğinde bizim Magarac'ın kafa yerine gelmiş ... ama arada hala saf'a yatıyor (bkn.yersen) olsa da yemiyoruz.
    ...anlayacağınız -Kalın Kafalı- olmak o kadar da iyi bişi değilmiş valla. 
     
  12. Kaan Yagizer
    Bizim çaycı Sebo her akşam üzeri yaptığı gibi kendi -tükkanının- önünü ardını güzelce parlatıyor, kirli paspası yıkıyor ve kurusun diye camın kenarına asıp evine gidiyor.
    ...mevsim yaz, paspas bezi normalde sabaha kadar kurur, öyle de oluyor ... ama akşam çıkan esinti artık kuruyan, yani hafifleyen paspası camın kenarından söküp alıyor. Ve her şey böyle başlıyor.

    Genelde hep öyle olmaz mı zaten?

    Sebo sabah geliyor, bekçiler ocağı ateşlemiş, su kaynamış. Çay koyup demlikleri dolduruyor ve etrafı toparlarken bir de bakıyor ki paspas yok ... daha doğrusu metal kısım var da, camın kenarına koyduğu bez gitmiş. Camın kenarına gidip bakıyor "nerde lan bu?" bez az aşağıya, eternit'in üzerine düşmüş. Hafiften kazıtıp paspas demiri ile bez'e ulaşmaya çalışıyor ama ıhhh ... olmuyor.
    ...alt tarafı 50 santimlik püsküllü bez parçası, boş ver geç ... depoda en az 100 tane daha vardır ... dimi? Ama olmazzzzz !!! O paspas a-lı-na-cak !!

    Sebo camın kenarına tutunup kendini yavaşça aşağıya bırakıyor ve eternit'in kenarına iniyor, eternit bu, tepesinde adam dolaşsın diye yapılmamış ki mendebur. İki adım atıyor, eternit çatlıyor, bir adım daha atıyor ... eternit gene çatır - çutur ediyor ... ama Sebo uzanıp paspas'ı alıyor.

    ...Sebo memnun, paspas elinde ... ve çatırt!

    Mondeo yazlıktan gelmiş, aracı sundurmanın altına çekmişler ve yolda tampona bulaşmış, çamurluk ağızlarına sıçramış zift kalıntılarını temizliyorlar. Araç sahibi bizim boya ustasının yanında, acele etmeden, itina ile kuZu'yu yol pisliğinden arındırıyorlar.
    ...derken paldır - küldür bir şey oluyor, kafalarına plastik parçaları yağıyor. Bizim boyacı bakıyor ki Çaycı Sebo Mondeo'nun tepesinde kedi Garfield gibi yatıyor.

    - Şaka yapıyor sandım! ... diye anlatıyor bana (sonradan) hatta Sebo'ya bağırmış ...
    - İn ulan arabanın üzerinden, manyak herif.

    Sonra bakıyorlar ki şaka falan değil bu ... eternit kırılmış ve Sebo Mondeo'nun tavanına çakılmış.

    ... Mondeo'nun aksesuarlarını sayalım ... Alaşım Jant, Elektrikli Camlar, Merkezi Kilit, Klima, ABS, Çaycı, Uzaktan Kumanda, Sis Farları, CD Çalar .... yani kabaca durum bu.

    Sebo'yu hastaneye götürdüler, bizimkiler resim çekip kaza raporu tutturuyor ... araç sahibi bana uğradı, biz de muhabbet ediyoruz.
    - Ne yapacağız? dedi müşteri ...
    - Valla çaycı sizde kalsın, arabanıza'da yakıştı aslında dedim ...

    Gülüştik, sonuçta durum belli ... kasıt yok. Dedim ki ...
    A - Hemen araç bedelini ödeyeyim, aracınızı hasarsızmış gibi satın alayım ya da takas'a sayayım.
    B - İkame araç vereyim, aracı tamir edeyim (sigortadan parasını alacağım nasıl olsa) araca binmeyi sürdür, satacağın zaman bana getir, hasarsızmış gibi alayım. Bunu garanti etmek için de sana ıslak imzalı yazı vereyim.

    "B" seçeneğini istediğini söyledi müşteri (..ki bence de doğru yaptı...zaten bir yıl sonra falan değiştirdik aracını ... bu defa C-Max aldı) yani aramızda sorun yok.

    ...aradan biraz zaman geçti, baktım Sebo iş başı yapmış. Biraz topallıyor ama durumu iyi ... buna takılayım dedim. Seslendim ...

    - Sebo, sana bir pelerin yaptırayım mı? Şöyle Superman'in pelerininden ... arkasında da Sebo'nun "S"si ... ne de olsa artık uçuyorsun, nam yaparsın ... ün yaparsın ... millet bak uçan çaycı sebo geliyor der ... dedim.

    .. biz biraz güldük (itiraf ediyorum, epey güldük) o bu şakayı komik bulmadı (...bence komikti) ama sonra olan şeyi ben de komik bulmadım. Misafirim var, ya da canım kahve çekiyor. Arıyorum çay ocağını.
    - Alo...
    - .......
    - Alo???
    - ......
    - Ya bana kahve versenize...
    - ......
    - Alo?!?
    - ...............................................................dııııt-dıt-dıt-dıt

    Nasıl yani?
    Y*vş*kl*k yaptım , dalga geçtim diye çay ocağı bana ambargo'mu uyguluyor yani?
    ...harbiden mi?

    Bir gün, iki gün ... bir hafta ... efendiliği bozmuyorum ama olacak gibi değil. Çağırdım Sebo'yu...
    - Alo?
    - .....
    - Sebo yanıma gel, ya da kapat telefonu ve İnsan Kaynaklarına git, çıkışını versinler.
    - ...tamam

    ...geldi! Sebo'dan efendi gibi özür diledim (yaptığım gereksiz espri için) o da bana güzel bir türk kahve'si yaptı ... barıştık
    Mutlu Son...

    Not: Uçan Çaycı Espri'si bence gerçekten komikti ama ...
  13. Kaan Yagizer
    12 yaşına kadar Galata'da ikamet ettik, Galata dediğin Yüksekkaldırım'a iki sokak mesafe, doğal olarak bizim çocukların mekanı. Tarlabaşı'lı p*çl*r Zürafa'ya takılır, Dolapderelilerin mekanı zaten malum durumda, Tophaneli veletler dersen onlar -aşağı- karhane civarını mesken tutmuş ... yüksekkaldırım ve o dönemin anılan nam'ı ile "lüküs" karhane ise galata veletlerinden sorulur.

    ... yaşın ufak ise girişteki koca kapıyı tutan bekçi amca'nın kolunun altından geçmek öyle kolay iş değil, yol - iz bileceksin. Mesela kaşını gözünü oynatmadan elemanın gözünün içine bakıp...

    - Annemgil çağırtmış bea! ..diyebilmen lazım, lazım ki Bekçi seni avluya salsın....

    Kapıyı bir kere aştın mı seni içeride bambaşka bir dünya bekliyor. Girişin solunda vukuat çekmiş elemanları dövdükleri polis klübesi, hemen onun yanında emanetçi, onun karşı tarafında benim favori p*z*v*nk*m olan Şevki abi'nin işlettiği on numara. Onun az altında da büfe ve tuvalet.

    ...kapıda kimlik kontrolüne takılan veletler arkandan atar yapar, bekçi'ye...

    - Onu neden aldın da bizi almıyorsun ...der ve bekçi de onlara...

    - Onun durumu ayrı, o *r*sp* çocuğu diye cevap verirken ilk iş Şevki abi'nin mekana dalıyorum...

    Şevki abi, adı üzerinde ... ağır ve şevkli bir abi. Karhanede'ki bütün ağır abiler gibi o da Madam (Manukyan) için çalışıyor, bir anlamda emanetçi. Yanında katlara bakan abiler ... ki bunlar saat tutup işi ağırdan alanın kapısını yumruklar ve ...

    - İçine mi düştün bilader, hade ... hadee..

    ..diye bağırırlar, ya da vitrinciler ...ki bunlar kalabalık içinde kararsız kalmış elemanları ...geç anlaş! koçum, ya da s*kt*r git ... kapatma dükkanın önünü diye kışkışlardı ... çalışsa da mekanın tek ve de en baba abisi Şevki abi (doğal olarak) ...dik yokuşun altındaki yangın yerine Murat 131'ini çekişi, yumurta topuklu ayakkabıları ile dükkanına ağır adımlarla gidişi ve hemen her zaman sakin tavırları hala aklımda... Şevki abi. Ağır abi, karizma abi...

    Hesap kitap ondan sorulur, karhane'nin en ağır abilerinden biri olmanın getirdiği karizma gereği 7/24 Orhan Baba dinlerdi Şevki abi. Her gün okul çıkışı onun yanına gider, bahşiş toplamak ve ayak işi yapmak için ortalıkta mal mal dolaşan diğer Galata p*çl*rinin aksine onun görüş alanından pek çıkmazdım. Neden çıkayım ki? Adam resmen seni fırtınadan koruyan kadim ağaç gibi .. mağrur, güven veriyor insana.

    ...sermaye'ye tost'mu alınacak ... koş Kaan, Şevki abi'nin ayakkabılar boyacıda mı? Koş Kaan, kapıya taksitçi mi geldi? Koş Kaan ... akşam yemeğine, yani gececilerin ufaktan gelmesine kadar on numara'da takılır ... akşam da eve resmen cebim para dolu gelirdim.

    Sermaye bahşiş verir, p*z*v*nk bahşiş verir, kapıda ki bekçi kendi payını alır (ne de olsa gir - çık mevzuunda sorun yaratmıyordu ... bunun bir karşılığı olacak değil mi?) tatlıcı'ya yollanan para'nın üstü sende kalır, yemekçi'den taşınan pilav üstü karşılığı bahşiş cebe indirilir.

    Yüksekkaldırım o zamanlar acaip popüler, escort işi henüz icad olunmamış ... kaçak ve güvensiz randevuevlerine ya da dolapderede ki çingene karhanesine takılmayacaksan adres belli. Millet geliyor, karhane çalışanları kendi deyimleri ile "ağırlıklarını alıp" müşterileri iyice "silkeliyor" ve hemen herkes paraya para demiyor.

    Arada yamuk yapmak isteyenler de çıkıyor tabi. Ama mal sahibi yani Madam uyanık. Hemen herkesi bordrosuna almış, dönemin en baba abileri, mesela Beyoğlu tarafının belki de tek hakimi Kürt İdris'in dahi Madam'ın duvarlarının arkasında söz hakkı yok.

    ...kıllık mı yaptın? Arıza mı çıkardın? Hemen p*z*v*nk takımı seni paketliyor, polis'e teslim ediyor ... onlar da Allah ne verdiye sana ikram ediyor. İçeride emanet! taşımak madam tarafınca yasaklanmış, müşterilerin üzeri aranıyor ... çalışan ağır abiler de kapının karşısındaki hamam'a uğruyor ve bellerindeki emanetleri hamamcı abi'ye teslim ediyor ... akşam çıkarken de geri alıyor.

    ...hayat güzel be ... hem eğleniyorum, hem de o biçim para kazanıyorum. Babam durumu santim sallamıyor, Annem ise bozuk atıyor "Ağzını bozuyo o karılar" falan diyor ama ne gam? ...çok da tıNNN!

    Bir gün okul çıkışı gidiyorum ki tezgahta bir başka abi oturuyor.

    ...kim lan bu?

    Sermayelerden biri anlatıyor ...Şevki abi önceki akşam dostu ile kavga etmiş, olay büyümüş. Birileri daha dahil olmuş ...Dolmabahçe'de deşmişler Şevki abi'yi, o da çekmiş emaneti iki kişiyi indirmiş. Sonuç o hastanede, vurduğu abiler ise imam'ı görmeye gitmiş.

    Sermaye'ye soruyorum ... bu kim?

    - Aşağıdan geldi, Madam Şevki abi'nin yerine yollamış ... diyorlar.

    O gün yeni -abi- ile takılıyorum ma ıHHH! ...çocuk aklımla pek ısındığım Şevki abi'nin yerini tutmuyor. İki yıl'ı aşkın süre ile her gün gördüğüm abi'mi özlüyorum.

    ...ben gelmeyecem, bi başka ayakçı yollarım, olur mu? ...diyorum yeni abi'ye?

    Belli ki üzüntümü anlamış, cebime para koyuyor ...bir ihtiyacın olursa gel diyor. O da iyi bir abi ama ... Ohannes'e devrediyorum on numarayı. Artık yeni abiye o ayakçılık yapacak ...on yaşımın kışında "emekli" oluyorum karhane'den.

    ...bir kaç gün sonra haberi geliyor, vefat etmiş Şevki abi. Cenaze Paşakapı'dan kaldırılacakmış.

    Anama ısrar ediyorum ama götürmüyor beni helalleşmeye ... bir de bozuk atıyor "ne işin var elin p*z*v*nginin cenazesinde be!" diyor. Ulen senin p*z*v*nk dediğin adam bana yol yordam öğretti, abilik ... arkadaşlık yaptı demek istiyorum ama veledim daha ... resmen dilim tutuluyor.

    Gidip mum yakıyor, dua ediyorum Şevki abime, Allah Rahmet eylesin ... mekanı cennet olsun diyorum.

    ...artık gitmiyorum karhane'ye, gidesim yok. Okuldan eve, evden okula ... resmen hevesim kaçmış. Kimi zaman evimizin köşesindeki avizecinin vitrinine saatlerce bakıyor, öyle saksı gibi oturuyorum kaldırımda. Şevki abi'mi, kartuşlu teybinde orhan baba çalmasını, kurvaze takım elbiselerini, arada tek kaşını kaldırıp benim saçmalıklarımı sabırla dinlemesini hatırlıyorum.

    Mırıldanıyorum ... adamdın be abi! Ne özledim seni...
  14. Kaan Yagizer
    İstanbul ilinin Anadolu! yakasına yeni taşınmışız, yaz günü ... durumu olan Kadıköy'lüler yazlığa falan gitmiş, olmayanlar da o zamanlar faaliyetini sürdüren Moda plajında falan takılıyor. Bıyığı henüz terlememiş Galata P*ç*'yim ama daha semtte kimseyi tanımıyorum, günün standarları ile "takipçi" sayım SIFIR.
    Galata'dan taşınmak istemiyorum diye arıza çıkarttığım için babam bana "SuS Lan!" hediyesi babında bi bisiklet almış ... kontra pedallı alaman harikası onunla tanıştığımda beş yaşında falan ama dert değil. Maarif mektebinin (bu günkü Kadıköy Anadolu...) karşı sokağındaki tamirci amca zinciri değiştirip jantları akord edince bisikletim çi-çekkk gibi oluyor. 

    Şifa yokuşunun tepesine çıkıp salıyorum kendimi aşağı, yol dümdüz Kurbağalı dere'ye kadar (...ki Kadıköylüler ona B*kl* Dere der...) iniyor, sonra ani bir sol viraj ile salı pazarı istikametine ve yoğurtçu parkına doğru dönüyor. Yani zamanında fren yapamazsan ya park'a dalarsın ya da dereye düşersin ... ama yokuştan aşağı tam gaz inmek çok zevkli be abijim  
    Arkadaş falan da olmadığı için manyak gibi günde 15,817 kere yokuşu tırmanıp Saint Joseph'in kapısının orada tribe giriyor, kafama göre bir geri sayım başlatıp 10 - 9 - 8 s*kt*r et, bas gitsin hesabı salıyorum kendimi aşağı. O zamanlar saçlarım var  rüzgar ile ahenkle dans ediyorlar ve ben yokuştan aşağı sapsız balta gibi inerken kahkahalar atıp saçma salak naralar patlatıyorum.
    Bir gün, iki gün ... bir hafta .... eee? Yokuştan inmek zevkli de mahalle post apokaliptik havada. Bi ben varım etrafta gezen, bir de arada sırada karşılaştığım bakkalın çırağı.  Eleman kendini mahalle esnafından saydığı ve de bana -arıza- teşhisi koyduğu için ona laf atsam da hiç cevap bile vermiyor. Kolunda sepeti, sırtında bakkal önlüğü ile kafasına göre takılıyor.
    Pedalı parmağın ucu ile düzeltip ters basarak bisikletin arkasını kaydırmak (kontra pedal bisiklet öyle fren yapardı) falan zevkli ancak belli ki olayı bir üst boyuta taşımak lazım ... ama nasıl?
    Cevap belli ... oyun kağıtları.

    Bizimkiler briç falan oynamayı seviyor, babam da yurt dışından -plastik- oyun kağıtları getirmiş. İki deste dandini bir kutuda ... kutular ise salondaki bardak - kristal dolabının alt çekmecesinde. Bisikletime ses efekti yapmaya karar veriyorum ve plastik oyun kağıtları bunun için biçilmiş kaftan.
    ... işlem basit aslında.
    Arka çatala tutuşturulan mandalın ağzına bir plastik oyun kağıdı takılıyor, jant döndükçe teller plastik oyun kağıdının uç kısmına vuruyor ve bisikletten resmen Vespa sesi çıkıyor ... muHAHAHA!
    Bir deste kağıt ve yeterince mandal ayarlayıp şifa yokuşunu tırmanıyor, kuZu'mu  oyun kağıtları ile donatıp hızlı bir geri sayım ile -basıyorum gaza- ... sonuç MUH - TE - ŞEM beee!  Tarrrrrrrrrrr diye ilerliyorum ve bana yüz vermeyen bakkalın çırağı -noluyo be?- diye dönüp bakınca ona -NaH- bile çekiyorum.  Yokuşun altında vardığımda hemen yukarı dönmeme de gerek yok, düz yolda pedal basmak da çok zevkli ... etrafta kafa sevici bir Tarrrrrrrrrrr ile dolaşıyorum, işte kendimce eğleniyorum.
    Kötü haber şu ki bir oyun kağıdının genelde 10-15 dakikalık ömrü var ... bu sürenin sonunda kağıt bildiğiniz -hamur- halini alıyor, resmen dağılıyor. Ama sorun yok ki ... bende bir ton oyun kağıdı var ... di mi?
    52'lik deste, joker ve destenin içinden çıkan briç+bezik puan tablosu'nun ağzına s*çm*m bütün günümü alıyor. Akşam üzeri eve dönerken mutlu, yorgun ve acaip eğlenmiş haldeyim. Hiç bir şey olmamış gibi hurdaya dönmüş oyun kağıtlarını kutusuna koyuyor ve kutuyu da aldığım yere, kristal dolabının altına özenle yerleştiriyorum.
    ...no piroblem!
    Günler sonra birden ve hiç bir ön belirti olmaksızın annemin saldırısına uğruyorum. Arkadaşları ile kağıt oynayacaklarmış ve kutuyu açtıklarında kağıtların halini görmüşler ... annem suçlunun kim olduğunun tabi ki farkında. Olayı kardeşimin üzerine atayım diyicem (...ilerki yıllarda işe yarayacak olsa da o an için bu seçenek yok, çünkü çocuk daha bir yaşında falan) yemiyorlar ... annem terlikle beni kovalarken bahçeye kaçıyorum.
    - ne yaptın kağıtlara? anlat dövmiycem ...
    - söz mü?
    ...tabi ki yalan.  Plastik oyun kağıtlarını hangi amaç ile kullandığımı itiraf ediyor ve bi ton dayak yiyiyorum. Akşam mevzu babama intikal ediyor, ceza belli ... Nah Bisiklet! Benim kontra pedal bir yerlere gönderiliyor, ya da veriliyor ... bana da kurbağalı derenin kenarına gidip balıkların sırt üstü yüzdüğü siyah-gri suyu seyretmek kalıyor.
    ...bildiğiniz mutsuzum yani... 
    O kontra pedal sahip olduğum ilk ve son bisiklet (motorsikletler hariç) benimle çok kalmış olmasa da onu hatırladığımda hala hafifçe gülümsüyorum dersem bilmem inanırmısınız? 
  15. Kaan Yagizer
    Fazlası ile velet olduğum ve Galata'da beraber koşturup azıttığım güruh'un etkisi ile telaffuzum bozulduğu gerekçesi ile Pazar okulu'na gitmeme karar verildiğinde 10-11 yaşında falanım. Olay ben sokakta "Muerté" diye bağırıp korsancılık oynarken kopmuş, tabi ben bunu uzun zaman sonra öğrendim ... o ayrı. Ailem genelde Sefayat'ların kullandığı Ladino " https://en.wikipedia.org/wiki/Judaeo-Spanish " diline doğru kaymaya başladığımı görünce müdahale etmek istemiş ... müdahale de Pazar okulu. (bkn. hay bin kunduz!) Ya ne işim var benim okulda? Zaten bütün kış okuldayım falan dediysem de ... nafile! 
    Pazar okulu dediğime bakmayın ... Pazar sabah, Çarşamba akşam ve Cuma akşam olmak üzere üç kere gidiliyor okula ,yani resmen kabus beee ... her bir kur en az 2,2.5 saat ediyor .. yani tam bi ızdırap. Ya yapmayın ya etmeyin ... ıhhh ... dediğim dedik.... yok arkadaş, yırtamıyorum. 
    Muerté be! Mille Muerté!! gidip bi fıçı Aqua de Lişiya (Çamaşır Suyu) içsem yeridir ... 
    ee? Dios Mio! ... Nereye gidicem?
    Cevap St.Maria!!! 
    Lan! Onlar Katolik be ... neden Alman Kilisesine takılmıyorum?  Neymiş efendim Alman Kilisesindeki reverant'a (vaiz) bizimkiler -ayar- oluyormuş ... eee? Siz reverant'a ayar oluyorsunuz diye ben neden Katolik kilisesine gidiyorum ki? Yok mu yakında bi Protestan kilisesi? ...yokmuş. Var mış ama uzakmış, ulaşım dert olurmuş. 
    ...ohh be! Millet evde fosur-fosur ederken ben kalkıp Pazar okulunda sürünücem ... adaletini s******m dünya!
    Ne kadar cırlasam da hemen o çarşamba aynen götürülüyorum, arada bacağıma kramp giriyor ... karnım ağrıyor ama annem kulağıma bir yapışıyor ki ... oy, oyyy.
    Biber gibi yanan ve Mr.Spock modeli kulağımla ( bkn.Über mutsuz ) St.Maria'ya adım atıyor, kulağımı annemden alan Rahibe ile birlikte sınıfa "tıpalanıyor" ve iki kocaman saat boyu monoton ses ile teslis ( Testis değil, iyi biliyorum çünkü testis/teslis dil sürmesi nedeni ile fena pataklanmıştım ) doktiririnini dinliyorum. Daha doğrusu bir süre sonra uykuya dalıyor ve ağzımın kenarından salya akıtarak resmen kendimden geçiyorum.
    ...ya hacı bunlar bozuyor beni bea!!!
    St.Maria Draperis ufacık ve bakımlı bir kilise, gene de mekan bana ağırlıklar bastırıyor ... daha eşikten geçip merdivenlerden avluya inerken ruhum daralıyor. Ya sev-mi-yo-rum kardeşim ... sevmiyorum işte.  ( bkn.sallayan yok )
    Rahip Paolo benim gibi kıçını başını oynatan veletlerin kafalarına patlatıyor şaplağı, Rahibeler desen ... onların bir tek döner-uçar tekme atmadıkları eksik ... yahu dayak arsızı olucam ya da beyin sarsıntısı geçirip çişimi tutamaz hale gelicem ... o derece yani.
    ...nefret ediyorum Pazar Okulundan. Mahallede piç takımı ile azmak varken neden günlerimi St.Maria'da geçiriyorum ki?
    Sonra beklediğim an geliyor ... Bakire Meryem ve Kutsal doğum geyiği açılıyor.
    - Ne yani? Onca yıllık evliliklerinde Yusuf bir gün bile Meryem'e elini sürmemiş mi?
    .......falan-filan
    - Hiç mi dokunmamış?
    .......falan-filan
    - Yani İsa Yusuf'un çocuğu değil ...
    .......falan-filan
    - Eee! 4 kardeş deniyor, diğer kardeşler kimden peki?
    .......falan-filan
    - Hepsi mi piç? Harbiden mi?
    İşte olay bu noktada kopuyor ... İsa'ya "piç" demesem belki medeni sınırlar içinde kalacağız ama piç söyleminin son "ç" harfini telaffuz ederken linç ediliyorum ... "!Cabrona" bu hijo de puta'ların elleri de harbiden ağır be kardeşim. Beni resmen E.T formuna sokana kadar hırpalayıp hademe ile eve gönderiyorlar. Bir de not yazılmış ... not anneme veriliyor ( benden arta kalanlar ile birlikte ) ve Pazar okulu serüvenim resmen sona eriyor.  Notta -terbiyesiz- ve -uyumsuz- olduğum için istenmediğim yazılmış, bu cono'lar ellerinden gelse beni afaroz edecek ... ne dedim ki? Yani bunca sinir neden?
    - Ne oldu be?  ..babam daralmış ( annem ona notu gösterince )
    - İsa piç mi diye sordum? O chinga du madré takımı da beni dövdü be!
    - Neden öyle dedin ki? Ayıp ama ...
    - Babası belli değilmiş ... ya ne diyecektim? Mariquita işte...  
    ...babam gülmesini zor engelliyor, annem hala gergin. Ben mi? Kızgınım abicim ... alt tarafı "piç" dedim ya, bu laf için el kadar çocuk pataklanır mı? Hayallerimde hızlıca büyümek ve St.Maria ruhani ekibini ağlatana kadar eskitmek var ( bkn.türk filmlerinden etkilenmek ) 
    - Gel sana anlatayım o mevzuyu, ama bir daha İsa'ya piç demek yok ... tamam mı?
    - !Si
    ...bi şaplak daha yiyiyorum kafamın arkasına. Annem hala kızgın ...
    - Türkçe konuş -mierda- diyor.
    Gülmeye başlıyoruz, annem önce kaşlarını çatıyor ... sonra o da bize katılıyor.
    - Galata'dan taşınmamız lazım, hepimizin dili bozuldu yahu ...
     
     
  16. Kaan Yagizer
    Yaz gecesi hava şurup kıvamında. Öyle ki evde durulmuyor ... salondaki koltuğun, kanapenin minderlerini balkona taşımak, onların üzerine çarşaf serip yayılmak akla gelen tek çözüm. Alahtan sivrisinek felan yok ... anlayacağınız resmen balkon'da yaşamaya başlamışız.
    ... Hacı bi yerlere gidelim, sen izin alabilicen mi?
    Alırmış ... eh iyi! ...nereye gitsek peki?
    - Pasaportum yok benim, yani var da yok gibi...
    - O ne demek be? Pasaportun vardır veya yoktur ... varmış gibi nasıl bir durumdur kızım? ...diyorum.
    Efendim pasaport varmış ama köpek onu ısırmış,didiklemiş yani işe yararmıymış? bilmiyormuş ... 
    - Sen yarın izin işini hallet, akşam gelirken de pasaportu yanında getir ... bakiim
    - Taam
    Bir sonraki akşam tost yerken (akşam yemeği) bir yandan pasaporta bakıyorum (balkonda) köpek falan kemirmemiş, hayvan resmen -yemiş- be! 
    - Yok usta, bununla seni mahalle bakkalına bile almazlar. Türkiye'de bi yere gidelim.
    - XYZ nasıl?
    - Merkez bankası başkanını xxxxmedim kızım, bende o kadar para yok
    - NNN nasıl peki? 
    - cıK, çok kalabalık (harbiden nefret ederim insan denizinde kulaç atmaktan) ...şeye gidelim mi?
    - nereye?
    - Şeye işte ... yani çıkalım yola, öyle akalım. Yorulunca dururuz, yorulmazsak devam ederiz.
    - Plan,program yok yani?
    - yok
    ...bi düşünüp sonra "taam" diyor. İki gün sonra yanımıza az bişiler alıp atıyoruz kendimizi yola. İzmir'e doğru felan gidiyoruz ama o kadar ... başka fikrimiz, düşüncemiz, planımız yok yani. Tam saldım çayıra, Allah kayıra modundayız.
    Aslında fena da gitmiyor ... Bursa'da bir gün kalıyor, İskender yiyip hamama gidiyoruz. Yaz günü hamama gidilir mi demeyin? Tellak resmen rendeliyor beni ... akşam üstü Uludağ'a çıkıp üç kuruşa Beceren'de kalıyoruz ... koca otelde 3-5 müşteri var sadece. 
    - Marmara'ya gidelim mi?
    "Marmara" dediği Marmara adası. Kapıdağ'dan motor kalkıyormuş ... arabayı oraya bırakalım, karşıya geçelim ... orada da pansiyonda falan kalırız. Lan! Ben ne hayal ediyordum, fikre bak ... üstüne demez mi? "Çocukluğum yazları Marmara'da geçti, Babamın vefatından beri gidemedim." ...ya yürü git kızım felan diyemedim bunun üzerine. Çevirdim direksiyonu ... ver elini Erdek. Arabayı sahil kıyısındaki otopark'a bırakıp akşam üzeri motoruna atladık ... ver elini Marmara Adası.
    Yalan yok (içimden) söyleniyorum ... B*k vardı Marmara Adasında felan diye ama bir kere "O.K" demişim işte. 
    ...benim hatunun keyfi yerinde, yarımada'yı devirince boğazda biraz hava yiyiyoruz ama o bile keyfini kaçırmıyor. Motor iskeleye yanaşır yanaşmaz aşağı atlayıp soluğu kordon'da ki kasapta alıyor. Bana düşen onun ve benim eşyaları taşıyarak hanımefendiyi takip etmek. Bir yandan da söyleniyorum "Kasap ne alaka abi? Önce kalacak yer bulsaydık ya?" ... meğer Kasap aynı zamanda sucuk imalatçısı (çok baba sucuk yapıyordu) ucuz - taze ama lezzetli şarap satıcısı (standart ambalaj 1lt. istersen bidonla da veriyorlar) ve emlakçıymış. 
    Adam dükkandan çıkıp elindeki anahtar destesini sallıyor. Meğer millet müşteri çıkarsa kirala diye evlerini ona bırakırmış.  Elemanın traktörün kasasına eşyaları koyduk, biz de tırmandık, başladık gitmeye. Meğer bizim kasap - sucukçu - şarapçı - emlakçı abi aynı zamanda iskeleden/evlere "Nakliye" işi de yapıyormuş. 
    Eleman bizi dağın başında (kelimenin tam anlamı ile) bir eve götürdü ... ev sahibi yaşlı bir çiftmiş ve evi haftalık olarak "eşyalı" kiralıyormuş. Ev güzel gerçekten, kocaman bir terası var ... tamam dedik, tutuyoruz ama nasıl gidip geleceğiz? Sorun değilmiş ... Belde marka bir bisiklet gösterdi bize "Bunu kullanın işte, hem de beleş"
    Eşyaları bırakıp bisikleti traktör kasasına attık, aşağıya (iskelenin de olduğu merkeze) birlikte döndük, para işini falan hallettik önce, sonra başladık alış-veriş yapmaya. Yokuş yukarı bisiklete binemeyeceğimiz aşikar ama poşetleri falan asabiliyoruz üzerine. Öyle de yaptık, adanın suyu nefis olduğu için suya ihtiyaç yok ama yiyecek, içki, ekmek, kavun falan derken bizim Belde bisiklet oldu yük katırı.
    Eve döndüğümüzde hava iyiyce kararmış olduğundan kafayı vurup yattık ... ev hem konum nedeni ile yüksek ve denize dönük hem de kentten uzak. Serin ve temiz havada bir uydum ki ... resmen efsane!
    Sabah kalk, kahvaltı yap ... kumsal uzakta. Aşağıya doğru inen 6.935 basamaklı bir yol var ama geri dönüşte kalp krizi geçirmek neredeyse garanti ... biz de evde takıldık. Yan bahçede kocaman bir hortum var, daralan onu açıp çimenlerin üzerinde duş atıyor ... ev sahipleri şezlongları da bırakmış, onun dışında devirip leşleniyoruz. Arka planda TRT FM çalıyor (nedense radyo bir tek onu çekiyor) bir de TV var ama onu kim seyredecek?
    Akşam yemek için Marmara'ya inip sahilde balık - rakı yapıyoruz .... sonra da Yazlık sinemada dudaklarımız şişene kadar tuzlu çekirdek çıtlatıp dandini tahta sandalyeler üzerinde (minderler büfe'de ayrıca kiralanıyor) Chuck Norris filmi seyrediyoruz.
    Lan!
    Laf ettim ama Marmara adası hiç de fena değilmiş be!
    Üşenmeyip sahile inince deniz tertemiz. Ne soğuk, ne de sıcak ... tam kıvamında. Genelde aileler geldiği için pek eğlence felan yok, bir şemsiye kirala ... altında yatıp kitap oku - denize gir - uyukla - seyyar satıcıdan haşlanmış mısır al olayı yani.
    İlk akşamdan sonra yemekleri teras'ta masa kurup yemeye başlıyoruz. Tepemizde yıldızlar, yaz gecesinde bile kimi zaman ürperiyor insan ... dağ başı öyle serin oluyor. En sonunda dayanamayıp itiraf ediyorum.
    - Baştan sessizce karşı olsam da Marmara hiç de fena fikir değilmiş aslında.
    Manita gülüp bana Scramble kutusunu gösteriyor ...
    - Var mısın oyuna? Kaybeden bulaşıkları yıkar.
    TRT FM'de türkü çalıyor, ben de elimdeki salak harfler ile bir kelime çıkarıp bulaşıklardan yırtmaya çalışıyorum ... gece serin, kafam sakin ...
  17. Kaan Yagizer
    Ford bizi Mondeo'nun (şu anda ki eski kasa) testleri için Sardunya'ya götürmüş. Aradan bazıları çıkıp "Bizim bayileri oraya götürmeyin, bunlar bildiğiniz gibi insanlar değil ... kaçarlar, toparlayamazsınız" demiş ise kimse onları dinlememiş (...ki aynen öyle oldu, biz de testlerin ikinci günü akşamı uykumuz geldi diye kaçıp Prag'a topuklamıştık.) ...iyi ki de dinlememiş.

    ... arabalar ile yol testi yapıyoruz, Sardunya bol virajlı (bir yanı dağ, bir yanı uçurum) yollara sahip ...yol notlarını alıp çıkıyor (her arabada üç kişi) bir sonraki durak/dinlenme/yemek alanında grupla buluşuyoruz. ilk gün böyle geçti, halka açık yollarda zevkli, güzel manzaralı bol-bol araç sürüşü. Sonra ikinci gün başladı...

    Liman sahasının bir kısmı kapatılıp pist'e dönüştürülmüş ve bu trfiğe kapalı alanda bizden araçları "zorlamamız" istendi. İstasyonlar halinde çalışıyoruz, 4 veya 5 kişinin yanına bir Ford Turing pilotu veriyorlar, onlar bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini gösteriyor ve sonra da onları taklit etmemiz bekleniyor. Günün sonunda bu istasyon çalışmasından en iyi not alan üç kişi ayrıca ödül kazanacağı için herkes dikkatli, kasıyor.

    Öğle yemeği molası dışında ara vermeden çalışıyoruz, yoruluyoruz (biraz) ama ortam çok eğlenceli, bu nedenle millet mızmızlanmıyor. Böyle bir ortamda sıra TIR sollamaya geldi ... kukalar, lastikler ve taşınabilir bariyerler ile bir istasyon kurmuşlar ... rota şöyle ...



    ...alt kısımda marş'a basıyor ve (kırmızı ok yönünde) ilerliyorsun. Sollama noktasına geldiğinde (ilk yatay mavi çizgi) maksimum hız 50km/h ... bunun üzerindeysen (kocaman bir skorbord koymuşlar kenara hızını görüyorsun) kırmızı ışık yakıp seni geri gönderiyorlar.

    Mavi çizgiyi aşınca gazlamak serbest, senin gidiş-geliş yolda TIR solladığın farz ediliyor ... sollamayı kaç saniyede bitireceğin ise istasyonda başarı sağlamak için gerekli kriter.

    İşaretli noktada sollamayı bitiriyor, ani sağ ile şeridine dönüyor ve ikinci mavi çizgiden, yani zamanlayıcıyı durduran hattan geçiyorsun. Aslında basit , ben bile ilk anlattıklarında anlamıştım (o kadar basit yani)

    ...biz başladık tabi. Süreler de beraberinde geliyor ... her sürücünün toplam 2 hakkı var ve daha iyi olan zaman listeleniyor. Gazlıyor, koşarak geri geliyor ve yeniden arabaya binmek için bekliyorsun ... orada en az 7 - 8 kişilik bir grup var ve bu bekleyenler o biçim tezahürat yapıp, birbirini gaza getiriyor.

    Bizden önce İspanyollar bu istasyondan geçmiş, onların sürelerini sorduk "11-12 saniye gibi" cevabını aldık, demek ki bu sürenin altına inmemiz lazım.

    ...ilk deneme ... kötü kalktım ama onun bir önemi yok, 50km/h geçişinde iyiyim (tam tamına 50) sonra bastım pedala, elimden gelse taban halısını delicem, sollama bitiminde ya Allah diyerek frensiz şerit geçişi yaptım (vites düşürüp kompresyonla kasarak) araç biraz kafa salladı ama topladı. Yeniden gazladım ve 11.7 saniye.

    ..pıFFF

    İndim arabadan, memnun değilim tabi ... daha iyi yapabilirdim diye söyleniyorum kendi kendime. Yürüyerek geçtim kuyruğun sonuna, iki önümde bir kız var. 165 falan, at kuyruklu, sarışın ... bizden mi? Değil ... neyse ... salla ... kuyruğa kaynak yapmış dedim. Milleti seyrediyor ve sıram gelsin diye bekliyorum.

    Sıra kıza geldi, bindi arabaya. Emniyet kemerini taktı ... bastı, sola çıktı, gazladı, sağa geçti ve bitirdi.

    - 9.7

    ....buyur?!? yemin et?!? harbiden mi?!?
    kuyrukta ki maço herifler bir anda sus-pus ... bizden sadece tıSSSSSS sesi geliyor.

    Sıra gene bana geldi, kız hem moralimi bozmuş, hem de gazlamış beni. Sola nasıl çıktığına ve sağa nasıl geçtiğine bakmışım ama. Sert manevra yerine aracı hafifçe yönlendirip akmaya bırakmış.

    ...aynısını yaptım. Ani manevra yerine aracın kinetik enerjisini korumaya özen gösterdim ve sollamanın son kısmında ayağımı hafifçe gazdan çekip vites falan düşürmeden, futbol tabiri ile "şık bir bel hareketi" çekerek istasyonu bitirdim.

    - 10.9

    ...bu iyiydi işte dedim kendi kendime hafiften yengeç gibi yürüyorum geri dönerken (bkn.tieyyyttt dağıtırım leyn) baktım kız yanımdan geçiyor. Dönüp led ekrana baktım.

    - 9.5

    haSSSSS....off yaaa!! Soradan öğrendik ki o kız Avusturya Turing Car yarış takımının üyesiymiş, profesyonel şoförmüş ... iyi de o kadar da fark yenmez ki be kardeşim.

    ...anlayacağınız test'leri terk edip Prag'a kaçtıysam (o akşam) bunun bir nedeni var (bkn.yersen)
  18. Kaan Yagizer
    ...millet soruyor..
    - Bu yaz ne yapacaksınız?
    - Memlekete gidicem ... diye cevap veriyorum fazla detaya girmeden.
    - Yayla'ya falan mı çıkacaksınız?
    - Hee ... diyip geçiyorum.

    Duygu'nun pasaportu alıyorum, şimdilerde de geçerli olan randevu sistemi yeni başlamış. Elçilikten onun için bir randevu alıp zamanı geldiğinde

    - bana takılsana, bişi yapıcaz ... diyorum, detay'a girmeden.

    Hatun beni biliyor, napicaz? nedicez? falan diye kasmıyor. İstinye'ye çufçuflayıp kapının karşısında bir yere arabayı park ediyorum.

    - işte randevu kağıdın, bu da dosyan ... içeri gir, dosyanı vize servisine ver. biraz bekletip seni mülakata çağıracaklar. Türkçe konuşmak istediğini belirt, gerekli evraklar dosyanda var zaten. Fazla bir şey sormazlar, sorarlarsa da tatil için vize istiyorum dersin.
    - vize'mi alacağım?
    - evet
    - bilemediğim bir şey sorarlarsa sana telefon açayım mı?
    - açamazsın, elçilik duvarının az dışından itibaren Jammer alanı var. Telefonun çalışmayacaktır, illa konuşmamız gerekirse vize görevlisinden rica et beni karasal hat üzerinden arasın.
    - peki

    Elçiliğin kapısının karşısındaki café'ye geçip oturuyorum ... bir saat kadar sonra Duygu elinde kargo makbuzu ile kapıda beliriyor.

    - pasaportu iade etmediler
    - evet ... kargo ile eve yolluyorlar
    - vize alıp almadığımı da söylemediler
    - aldın
    - nereden biliyorsun?
    - almamış olsan bana aldım mı diye sormazdın
    - bilirdim yani
    - evet
    - ....peki

    Pasaport bir hafta kadar sonra geliyor, vize'yi kontrol ediyorum ... cimri p*z*v*nk bir yıllık vermiş. Neyse diyorum, işimizi görür ... sonra uzatırız.

    On gün kadar sonra sabah kalkıyoruz ... kahvaltıdan sonra taksi ile Kadıköy'e giderken ufaktan mızmızlanıyor.

    - eminmisin?
    - ...hıı

    Duygu'nun söylenmesinin nedeni ayağımızın dibine koyduğum omuz çantası kaynaklı. Ufak çantanın içinde fotoğraf makinesi, birer t-sihrt, çorap, don ve diş fırçaları var ... pasaportlar cebimizde ... hepsi bu. Başka eşyamız yok, bavulumuz yok, kabin içi el bagajımız bile yok.

    - çantanızı siz mi hazırladınız?
    - bavulunuzu bir yerde bırakıp göz temasını yitirdiniz mi?

    ...bu soruları omuz çantasını göstererek cevaplıyorum.
    - başka eşyamız yok, hepsi bu işte.
    - bavulunuz yok mu?
    - yok
    - ...peki

    THY'nin comfort koltuklarına kurulup uzun uçuş için hazırlanıyoruz. Ayakkabılar fora, omuz çantası koltuğun altında, kulaklıklar hazır konumda ... 10 kusür saat o koltuklar evimiz olacak.

    LaX'ta uçaktan ilk inenlerdeniz ... hemen gümrük'e geçiyoruz, bavul yok ... bagaj bekleme yok. Kasmadan gümrük ve göçmenlikten geçip kontrol noktasındaki dijital kameraya poz veriyoruz.

    - hadi otobüse
    - O.K

    Otobüs bizi Terminal 21'e atıyor ... Avis'e dalıyoruz. Bankonun arkasındaki tiplere bakıyorum, hangisi işimi görür? Hangisine yazmam lazım? ... Duygu'ya başımla bekleme bölümünü işaret ediyorum.

    - Sen uza abi
    ... Duygu olayı biliyor ve bozuntuya vermeden uzuyor.

    Mid-Class Sedan book etmişim ve beleş upgrade peşindeyim. Banko elemanlarının bu yetkisi var, biliyorum ve hayvani cazibemi kullanarak upgrade yaptırmayı planlıyorum.

    ..orta bankodaki hafif chubby filipinli abla'ya yanaşıyorum. Voucher'i gösterip işlemi başlatıyorum, Ford'dan dolayı ek indirimim de var ... onu falan yaptırırken "meslektaş" muhabbeti koyup ufaktan cilveleşiyorum. Çok geçmeden elimdeki anahtarları Duygu'ya sallıyorum.

    Aslında bir Opel Omega olan Cadillac Seville artık bizim.


    Hyundai veya benzeri olarak belirtilen mid-class'tan full-size sedan'a yaptığımız bedelsiz geçişin verdiği moral ile arabaya atlıyoruz. L.A'da iki gün kalacağız, en azından plan bu ... daha doğrusu bu elimizdeki tek plan. Türkiye'ye Miami'den döneceğiz ve Seville'yi orada bırakacağım ... yani yolculuğumuz batı kıyısında, L.A'de başlıyor ve doğu kıyısında Miami'de bitecek ... arada ne yapacağız? O belli değil ... zaten işin zevkli kısmı da bu.

    Vadi'de yer ayırttığım Best Western'e gidip bir duş atıyor, saat farkı ve jet lag'ı atmak için azıcık kestiriyor ... ondan sonra da en yakın J.C.Penny'e gidiyoruz.

    - bizi üç gün idare edecek kadar şeyler kap, ama bavul alma ... eşyaları arabaya poşet ile koyarız.
    - O.K

    ...aynen öyle yapıyoruz. Sonra L.A gezimiz başlıyor. Venice Beach, Rodeo Drive, Film Stüdyoları falan derken iki gün boyu neredeyse hiç durmadan geziyoruz.

    - Las Vegas'a gidelim mi?

    Bulvar'da yemek yediğimiz Meksika lokantasında taco grande'ye dalarken soruyorum ... uyar diyor Duygu. Sabah kalkıp doğu'ya doğru yola koyuluyoruz. L.A'nin içinde trafik kötü, ne de olsa Rush Hour denen sabah işe gidiş geyiği orada da var ama banliyö hattını aştığımızda taaaaaaaaa Hoover Barajına kadar yol mis gibi akıyor.

    - Harita'da Moapa'yı bulsana, ne kadar yolumuz kalmış
    - o ne?
    - kızılderili bölgesi ... sarı renkte yazacak
    - nasıl yazılıyor
    - mo-a-pa ...yada öyle bir şeydi sanırım
    - taam

    Moapa Las Vegas yolu üzerinde reservoir denen eski bir sürgün alanı. Beyaz adam kızılderilileri yeninde onları ölsünler diye çöle sürmüş, orada ikamet etmek zorunda bırakmış. 1970'li yılların sonunda Kızılderililer dava açmış ve reservoirlerin mülkiyetini almış, bu da yetmemiş Amerikan hükümetini bu bölgelerin -yarı bağımsız- olması konusunda da ikna etmiş. Özellikle güney'de hemen her kızılderili bölgesinde ya bir kumarhane vardır (hükümet karışamaz) ya da bir fabrika satış mağazası/seri sonu satış merkezi (bir çoğunda ikisi birden) Moapa'da bunlardan birisi ... hem kumarhanesi var, hem de AVM'si ... işin güzel yanı kızılderili bölgesinde vergi yok.

    ...yani alış veriş yaparken VAT (Amerikalıların KDV'si) ödenmiyor...

    İki tane öküz kadar Samsonite alıyoruz ve Duygu mağazadan mağazaya akıyor

    - Taam, bu kadar yeter ... dediğinde bakıyorum kız kardeşinin henüz planlamaya başladığı çocuğun ilk okul son sınıf'ta giyeceği Hilfiger mont'u bile almış.
    ...kasmıyorum, eywallah diyorum. Alış veriş tribine girmiş hatun ile kasanın arasına giren erkek ya akılsızdır, ya da Kara Murat'ın soyundan gelen bir korkusuz.
    ...ikisi de olmadığım için gidip bir bavul daha alıyorum. Seville'nin bagajı büyük, üç XXL Samsonite'yi gayet rahat sığdırıyoruz..

    - Tamam mı?
    - Taam
    - Huzura erdin mi?
    - Alış veriş adına evet, ama fena halde kumarım geldi
    - Günah şehri bir kaç saat uzakta, sık dişini kızım
    - Eywallah

    ...devam edecek...
  19. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman, dar koltuk arasında şişen ayaklarımız ve saat farkından çorba'ya dönmüş beyinlerimiz ile Narita'nın nedense üretim/montaj hattına benzettiğim yürüyen yollarına tırmanıyoruz.  Göz hattımda ki neredeyse herkesin suratında mutsuz bir ifade var, ya da fazlası ile kayıtsız. Sonradan üzüntü, sevinç vs. hisleri topluma açık mekanlarda (özellikle abartılı şekilde) ifade etmenin toplumda pek de hoş karşılanmadığını öğreniyorum. 
    - Japonya'ya geliş nedeniniz?
    ... ulen niye gelicem? B*kmu var Caponya denen memlekette? Gümrük görevlisinin gözünün içine bakıp
    - Pleasure (zevk) 
    Herif dalga mı geçiyorum diye bana bakıp pasaportumu damgalıyor. Capon topraklarına girerken vize almanıza gerek yok, uçakta form doldurup gümrük veznesinden 20USD karşılığı aldığınız pulu pasaporta yapıştırıyorsunuz o kadar. Bakıyorum evrakıma ... 30 günlük (tek giriş - çıkış) vermiş. Cimri p*z*v*nk, dandini ülkeni çantama koyup götürecem sanki.
    ...neyse!
    Kimi zaman yerin altına dalan elektrikli teron/metro karışımı bir şey ile merkez istasyona, oradan metro ile da kent merkezindeki Shinjuku'ya gidiyoruz. Daha doğrusu Metro'ya yatay geçiş yapıyor ve ilk golü yiyiyoruz. 
    Olay şu ... 

    LAN!
    Bilet makinaları kombini uzay üssü gibi. Hangi makinayı seçicem? Hangi hatta binmem lazım? Ben neredeyim? Kimim? İmdattt!  Sonra Shinjuku hattını bulup zar-zor bilet alıyor (*bn* aletler japonca ... üzerlerinde ingilizce seçeneği varmış ama "İngilizce'ye Dön" talimatını bile Japonca yazmışlar ... ben var ya, sizin....) neyse, küfretmeyeyim.
    Metro geliyor ... acaip kalabalık zaten. Vagonlar dolu, bin kişi de binicem derdinde. Elemanın biri de beni dürtüklüyor ... ya var ya ... ben dürtülmekten nefret ederim. Bir dürttü, sesimi çıkarmadım, iki dürttü ... eŞŞedü! zaten yorgunum, 12 saat uçmuşum, kafam bi dünya ... üçüncü dürttü. Dönüp yapıştım bodur p*z*v*nk*n yakasına, başladım bağırmaya. "Stop man or I'll brake your neck!" herif gak-guk etti, ben de tokat ile itme arası bir şey yapıp 5TL'lik lastik top gibi sektiriyorum elemanı. 
    Biniyoruz Metro'ya herif ise istasyonda dikilmiş hala elini kolunu sallıyor, buna parmağımla "getirme beni oraya yoksa senin...." gibilerden bi işaret çekiyorum. Kapılar kapanıyor, metro hareket ediyor ... nasip değilmiş. Dövemedim tacizciyi ... (bu konuya daha sonra geri döneceğiz) 
    Conrad'a geçip yerleşiyoruz. Oda güzel, hayvan gibi manzarası var. Yapacak acil bir işim yok, beraber geldiğim arkadaş ile konuştuktan sonra , duş atıp bir-iki saat uyumaca olayına geçiyorum. Akşam dışarı çıkıp biraz gezicez, zaten yaklaşık üç gün -boş- zamanımız var, sonra Yokohoma'ya geçip gemi'ye transfer olacağız.  Hava yediği için gemimizin Tokyo körfezine girişi yaklaşık 72 saat gecikmiş ... uyar bana, şikayet etmem valla.
    Akşam yemek için dışarı çıkıyor ve KFC'ye giderek karnımızı doyuruyoruz. Ben de arkadaşım da Capon! yemeklerinden hiç hazzetmediğimiz için Long Life KFC diyoruz. Sonra da Shinjuku'nun eğlence! bölgesi Kabukicho'ya geçiyoruz. Burası yirmiden fazla dar paralel sokaktan oluşuyor ve sokakların iki yakası da gece klübü, bar, striptease show vs. ve caponların pek sevdiği Hostess Bar'lar ile dolu.
    İşim olmaz ama yeri gelmişken Hostess Bar olayını anlatayım. Temelde Karaoke bar gibi bir şey bu, kendine oda açtırıyorsun ... atıyorum 6 kişilik ... diyelim ki o odaya geçiyoruz (iki erkek) hemen 2 - 3 - 4 tane hostes geliyor ve eğlencemize katılıyor. Yanlış anlaşımasın, aşna - fişne yok ... karaoke yapıp (onun da nesini severler ki?) bolca içki içiyor ve efsanevi hesap ödeyip çekip gidiyoruz ... olay bu yani ... hostesler ile içki içip anırmak için deli gibi bedel ödemece... tam m*l işi yani.
    Kabukicho'da genelde saçma sapan saçlı (didiklenmiş, punk, mor, yeşil, pembe) tipler karşınıza çıkıyor. Bu kadın ve erkek aracı/anutçular sizi bir yerlere götürmek istiyor ... bunlar tipik turist tuzakları tabi ki. İşin sırrı basit aslında. Her durumda kazıklanacaksınız, sonuçta Caponya abartı pahallı, Tokyo'da caponlar için bile pahallı bir şehir. Ama daha az ütülmek istiyorsanız kapısındaki neonlarda -ingilizce- yazan mekanlara gideceksiniz.  Yanınıza hostes falan gelirse -pas- geçip show falan seyredip içkinizi içecek, eğleneceksiniz ... nokta.  Bunun dışına çıkarsanız kendinizi Yakuza'ya borç senedi imzalarken bulursunuz ... o derece yani.
    Aynen öyle yaptık biz de robot kabare show'a dalıp kişi başına 170USD ödeyerek (Tokyo için yemek+içki ... gayet makul bir rakam) oturup gösteriyi seyrettik.  Bildik turist tuzağı olsa da itiraf ediyorum ben çok eğlendim.
    Saat bilmem kaç olmuş (mekanda show aslında non-stop sürüyor) otele gidelim diye çıktık dışarı. Ultra-Süper-Uber dandik ama yeterince tüketilince kafayı bulandıran Capon viski'si ile hafiften kafayı kırmış olarak otele doğru yürüyoruz ki önümüzde kavga çıkmaz mı.  Resmen kısmet ayağımıza gelmiş be!
    Kim kiminle kavga ediyor? Dava ne? Neden kavga ediliyor? Hiç bir fikrimiz olmamasına rağmen bir de baktım ki biz de kavga'ya karşımışız. Acaip eğleniyorum ama ... büyük ihtimal ile bana kendi dilinde "sen nerden çıktın birader?" falan diyen herifin birisinin yakasına yapışmışım. O bana çakıyor, ben ona ve onu elimden almaya çalışan arkadaşına yazıyorum.  Bi ona , bir de kankasına ...sonra cevap babında o bana çakıyor, sonra ben bi ona ... bi kankasına yerleştiriyorum.
    Sonra olay kopuyor!! Benim kanka kavganın ortasında kendisini Conan zannedip nara atmaz mı? 
    abi ... adam Tokyo'nun ortasında , gecenin bir vakti uluyor !!! Herif "Crom Hear Me! , count the deads.." diye bağırıyor yahu ... kavga etmeyi bırakıp kendimi yere atıyor ve anıra anıra gülüyorum halimize. Polis sirenleri yakınlaşırken kavga bitiyor, herkes topukluyor, biz de otelimize gidiyoruz. Asansörün aynasında hafiften kapanmış sağ gözüme bakarken ortak karara varıyoruz. "Bu akşam eğlenceliydi, gerçekten"
    ... gelecek bölüm : Shinto tapınağında rahiplerden dayak yemece. 
  20. Kaan Yagizer
    ...sandık başındayız. Her gelene nasıl oy kullanması gerektiğini anlatıyoruz ama gene de 11 seçmen "geçersiz" oy atmayı beceriyor. Herkes YSK'nin s*ç*p batırdığı konusunda hem fikir ... yahu bu kadar kullanışsız, bu kadar kötü tasarımlı oy pusulası yapılır mı be?
    ...sandık müşahitlerinden biri "acıktım" diyor, yakında sokak simidi yapan fırın var. Ona "biz tezgaha bakarız, sen bi koşu git simit al , gel" diyoruz.
    ...öyle de yapıyor... başkan, memur ve üç parti müşahiti. 5 tane sıcacık simit almış, teşekkür ediyoruz. Tam simidi -lüp- edicem, gözüm "dışarıdan" sandığa katılan HDP Müşahitine takılıyor. Ya onu atladık be! Gidip yanına oturuyor ve simidi kırıp yarısını ona veriyorum.
    - Sağol abi, ne gerek var? ..diyor ... simidi alması için ısrar ediyorum. Kırmıyor (sağolsun) beraber lüpletiyoruz sıcacık sokak simidini.
    ...bir zaman sonra yanıma gelip elindeki telefonu gösteriyor ... tweet atmış bizim hakkımızda.



    gülüşüyor, işimize devam ediyoruz.

    ...belli ki bir MHP'li ile daha önce hiç bu kadar yakın olmamış, aslında işin dibine bakarsak bir HDP'li ile -yakınlaşmış- zaten kaç tane MHP'li var ki? Gezi'de gazlanmamış, bir HDP'li ile kol kola girip gaz bulutundan birbirimizin üstüne, başına kusarak ve de yardımlaşarak çıkmamış olsam büyük ihtimal ile ben de çıtır simidimi pay etmezdim...

    Yani aslında bizimki simit değil, gaz kardeşliği...
    ...belki de ihtiyacımız olan da bu... bir simidi kırıp beraber tıkınmak ve karşımızdakinin tam olarak ne istediğini anlamaya çalışmak...
  21. Kaan Yagizer
    Ev arkadaşım Tamer ile birlikte Doğu Harlem ya da bilinen adı ile Spanish Harlem'de bir depo'da oturuyoruz. Evimize (üç katlı bir bina) girişteki 7/24 açık bir bakkal ile onun yanında ki bar/batakhane karışık mekan'ın arasından, dar bir merdiven ile (aynı anda iki kişi geçemiyor) çıkılıyor. Her katta iki daire var ve her daire kabaca 350m2'lik bir kare şeklinde. Ara bölme yok, duvar yok ... sadece bir tuvalet, o kadar ... doğal olarak yapabileceğiniz en iyi şey orta kısıma bi divan ile tivi koymak, karenin iki uzak ucuna da yatakları yerleştirmek.

    ...alış verişimizi genelde giriş kattaki grocery'den yapıyoruz, koreli bir aile tarafınca işletilen bu nezih! iş yeri ortalama haftada bir soyuluyor olsa da çalınan mal ve para'yı genel olarak fiyatlara yansıtan Mr.Kim durumu fazla -sallamıyor-
    ...eh, o soyulmaktan gücenmiyorsa bize ne? dimi?



    Oturduğumuz yer pek popüler değil, mahalle sakinleri East Harlem için El Barrio (kabaca bizim mahalle) diyor ve aklı başında zenciler bile semtten uzak duruyor. Yani kiralar ucuz ... ki bizim için de önemli olan bu.

    Çalınacak bir şeyimiz olmadığı için (fakiriz işte, ne olmuş?) , WASP (beyaz - anglosakson - protestan) olayı ile de yakından uzaktan alakamız bulunmadığından sorun yaşamıyoruz. Mahallenin çetesi "Purple" ile iyi geçiniyoruz, zaten onlar da 101 ile 116 arasında deyim yerinde ise kuş uçurtmuyor. Yani Purple ile iyiyseniz, El Barrio'da rahat yaşayabilirsiniz.



    Tamer genelde sabahları Mr.Kim'in mağazaya dalıyor ve nasıl olduğunu bilmesem de merak saldığı Kore turşularına dadanıyor. Mr.Kim pek sevdiği ve övündüğü Kimchi'yi tezgahın üzerinde kocaman cam kavanozlarda satıyor ve bizim Tamer dükkana girip kola alıyor, elini kavanoza ayı gibi sokup turşu çalıyor, sigara alıyor ... turşu çalıyor ... hiç bir şey almıyor ... turşu çalıyor.



    ...hayır bir şeye benzese canım yanmayacak. (bkn.zevk meselesi işte)

    Bir gün Mr.Kim'in canına tak ediyor ... bizim Tamer tam elini kavanoza sokmuş, Mr.Kim tezgahın üzerinden sarkıp öğretmen edası ile buna bir tane çakıyor (elinde maşa var...)
    - Turşu çalma artık, yeter! ...diye bağırıyor bizimkine.

    Tamer gururlu falan değil, gururunu yiyeyim herifte onur denen şeyden bile zerre yok ama nedense Mr.Kim'in ona atarlanması bizim elemana koyuyor. Söylenip dolaşıyor ...
    - Dükkanını yakıcam, hem de o içerideyken.

    ...öyle bir şey yapmaması için onu ikna ediyorum. Mr.Kim'i salladığım için değil, herifin iki üst katında oturuyoruz a.q ... manyak herif kundakçılık yapacak, tavuk gibi tütsüleneceğiz. Başka alternatifler öneriyorum ona ...
    - git iş çıkışı böbreğinden bıçakla guuk'u .... falan türünden daha medeni intikam olasılıkları sunuyorum.

    ...üstelik bu plan tutarsa evde tek başıma kalacağım (Tamer hapisteyken arada sırada ziyaretine giderim ... o ayrı)

    Sonra Tamer'in intikam'ı gerçekleşti .... umduğum/tavsiye ettiğim gibi intikam için bıçak kullanmamış olsa da olay efsaneviydi (bence)
    ...her şey şu şekilde gerçekleşiyor.

    Tamer yüzünde pis bir sırıtma ile bakkala dalıyor ... Mr.Kim onu yeni imal edilmiş! b*k* bakar gibi süzüp soruyor.
    - Ne istiyorsun?
    Tamer kapının önünde duran Cadillac'ı işaret ediyor.
    - Arabanı satıyormuşsun, ben almak istiyorum.

    Mr.Kim ufacık bir herif, Cadillac'ı kullanmak için koltuğa basurluların kullandığı simitlerden yerleştiriyor ve arkasında da bir minder koyuyor ... o halde bile yola direksiyonun arasından bakıyor. Ama Cadillac'ı çok seviyor, her gün onu muhakkak yıkıyor, parlatıyor. Yani arabası onun zayıf yanı ve Tamer 'de bunu keşfetmiş.

    Mr.Kim Cadillac'ı satıp yenisini almaya karar vermiş, hatta sipariş ve ön ödemeyi bile yollamış. Ama Mr.Kim (haklı olarak) Tamer'e inanmıyor.
    - Sende para ne gezer turşu hırsızı, yürü - git ... diyor buna.

    Tamer elini cebine atıp yumruk kadar bir para destesi çıkarıyor. Lastik bant ile bağlanmış nakit tomarını görünce Mr.Kim'in sesi kesiliyor.
    - Arabana iyi bakıyorsun, biliyorum ... ama deneme sürüşü yapmadan satın almam ... diyor bizimki.

    Mr.Kim parayı görünce yutkunuyor ama Tamer'e de güvenmiyor.
    - Arabayı kullan, ama ben de yanında oturacağım ... diyor.

    Zaten Tamer'in istediği de bu ... beraberce Cadillac'a biniyorlar, Tamer koreli de koltuğuna tırmansın diye bekledikten sonra marşa basıyor ve....

    ...yolun karşısındaki duvara yapıştırıyor arabayı, Koreli şaşırıyor ... ne yapıyorsun? demeden ... Tamer geri vitese takıp elektrik direğine vuruyor. Sonra duvara, sonra direğe ... yeniden. Aman - dur - yapma diyene kadar Cadillac'ı dört - beş kere daha vuruyor duvara ve direğe.

    Polis geliyor ... bizimkiler arabadan iniyor ve Tamer elleri havada itiraf ediyor.
    - Araç sahibi yanımda, işte bu bey. Ama aracı ben kullanıyordum ... sanırım gözüm karardı ve bir yerlere vurdum.

    Mr.Kim'de jeton düşüyor ama itiraf çoktan edilmiş ... geçmiş olsun. Meğer Mr.Kim "tek kullanıcılı sigorta poliçesi" yapmış, Cadillac'ı ondan başkası kullanmadığı için aslında mantıklı ama o poliçe kaza'yı yapan Tamer olduğu ve o da bunu Polis'e itiraf ettiği için geçersiz. Mr.Ki orada sinir krizi geçiriyor ve başlıyor Tamer'i kovalamaya.

    Tamer önde kaçıyor, koreli arkasından ona bağırarak ve ağzından köpükler saçarak Tamer'i kovalıyor ve en arkada da polisler ... hem Tamer hem de Koreli'yi yakalamak için koşturuyor.
    ...yakalıyorlar tabi ki...

    Sonuç : Tamer intikamını alıyor, bunun ötesinde Koreli için şikayette bulunuyor ve 30feet'lik "uzaklaştırma" kararı aldırıyor (mahkemeden) ... Koreli sigorta'dan para alamıyor ... Tamer'i dava da edemiyor çünkü kaza sırasında o da araçta ve direksiyonu bilerek/isteyerek o vermiş.

    ...tabi Kore'li "kanını yerde bırakmıyor" ama bu başka bir hikaye ... turşu hırsızı = 1 , kore'li = 0 ...ilk devre bu şekilde bitiyor.
  22. Kaan Yagizer
    ...sene iyi geçmiş, Ford bizi eşlerimiz ile birlikte "teşekkür" gezisine çıkarmaya karar vermiş. Ford ve bayi çalışanları, Setur operatörleri falan derken yaklaşık 300 kişiyiz.
    İki uçağı silme doldurduk, beleş gezi'nin verdiği overdose neşe ile yola çıktık. Otel baba, hatta fazla baba ... Excelsior otelden çok müze gibi, odalarda ağır kadife perdeler, filmlerde falan gördüğümüz kenarları sütunlu (ya da artık ona ne deniyorsa) yataklar falan.

    ...bize bir kaç alternatifli program yapmışlar. Benim de sadece ilk günüm dolu, komite toplantısı var ... Hatun'da Vatikan'ı görmek istiyor. Ona dedim ki...
    - Hacı sen Vatikan'a git, ben de komite toplantısına katılayım. Ama geri kalan programları pas geçeriz, Roma'yı sana ben gezdiririm.

    ...kırmadı beni, sadece vatikan programına katılmayı seçti ... dolu dolu üç günümüz var ve o zamanı güzel geçirmeyi kafamda planlamışım. Mesela Pantheon'a gidip oradaki resmi rehberi "tavanı niye kapatmadınız ki? Ortası delik kalmış ... paranız mı bitti?" diye ayar edicem ama daha önemlisi Pantheon'un karşısında ki Dolche Vita'da oturup Expresso içicem vs.vs.

    Her gittiğim yerde otelime veya konakladığım yere yakın mekanları şöyle bir gözden geçirir, genelde "esnaf lokantası" kıvamında bir iki "beslenme" noktası seçerim. Komite toplantısı pazarlama programının sunumu fazla uzamayınca erkenden bittiği için kendimi otelden dışarı atıp arka sokaklara ... yani Excelsior'un üzerinde bulunduğu ana cadde'den (via) uzaklara doğru başladım yürümeye.

    Bir de baktım aradığım mekanı bulmuşum ... tataaaaa

    Restore edilen bir binanın altında, daracık bir merdiven ile inilen bodrum kat ve onun da altında ki mahzen denebilecek salon tam da aradığım şey. Bu Ristoranté aile işletmecisi ... baba şef garson, anne kasaya bakıyor, oğlan çocuk ve iki kuzen yemek yaparken kız kardeş ve yeğen servis ile ilgileniyor.
    ...kapıdan girdim ki anne ile kızı kavga ediyor ama yemek servisi aksamıyor ve tümü italyan olan müşteriler durumu sallamıyor.

    Kadın ingilizce bilmiyor ama kocasında biraz hayat var. Akşam için iki kişilik yer ayırtıp çıktım dışarı... acele etmeden otele döndüm, bu arada mezeci/soğukçu arıyorum ... neden derseniz parmesan'ı çok severim ve hazır gelmişken biraz alayım diyorum.
    ..buldum da, vakumlanmış paketlerde 7-8 parça parmesan ile italyanların evde yemek yerken tükettiği "masa şaraplarından" iki tane aldım, otele mutlu mesut döndüm.

    Masa şarabını almışım, parmesan tamam ... mekanı da bulmuşum ... ohhh yani.

    Akşam üzeri hatun geldi, yorulmuş biraz ... Vatikan'ı da sevmemiş (aynen) akşam için nehir kenarında yemek programı var ama ben ısrar edince o gün bulduğum aile lokantasına giyme fikrime O.K verdi.
    ...millet otobüslere doluşup nehir kenarına giderken biz üzerimizde rahat kıyafetler ile çıkıp -özel- mekanımıza doğru yola koyulmuştuk bile.

    ...restoran tam tahmin ettiğim gibiydi. Bir sayfadan oluşan menü ... üç - dört çeşit pizza, iki - üç çeşit pasta ... iki çeşit tatlı ve açık şarap.

    Ortam temiz ama şaşalı değil, arka planda sicilya müzikleri (mandolin) çalıyor ve aile kavga halinde ... çat - pat italyancamla kavgayı takip etmeye çalışıyorum. Siparişimizi alan kız benim lasagnia talebimi iletiyor ama "bu defa düzgün pişir" diye de ekliyor. ocağın başındaki kuzen'de ona "sen iyi yemekten ne anlarsın ki.." diye cevap veriyor anne onlardan bir ton fazla bağırıp "gürültü yapmayın saygısızlar" diyor, baba o karmaşada sesini biraz yükseltip (başka nasıl duyuracak ki?) calzone söyleyince kız - anne ve kuzen ona "sağırmıyız biz? neden bağırıyorsun?" diye geri bağırıyor.

    ...ama yemekler muh-te-şem ... açık şarap hafif biberli gibi ancak yemek ile çok güzel gidiyor. Çok geçmeden hatun itiraf ediyor.
    - mekan dandik ya, yemekler de boktan olur sanıyordum ama yok abicim, nefis hepsi.

    Otele dönerken biraz yolu uzatıyoruz, tepeleme dolmuşuz ya ... diğer türlü uyku tutmayacak, belki biraz yürümek iyi gelir diyoruz.

    Başlıyor günlerimiz böyle geçmeye ... sabah kahvaltı edip çıkıyoruz dışarı. Programa falan takılmadan geziyoruz, akşam üzeri de otele dönüp biraz dinlendikten sonra bizimkilere (artık işletmeci aileye böyle diyoruz) gidip masamıza oturuyoruz.

    Seyahatin dördüncü akşamında "gala" yemeği var. Rahmi Bey Roma'nın en güzel mekanlarından bir tanesini bizler için kapatmış. Villa Milani denen bu işletme sadece güzel yemek değil, aynı zamanda da tüm şehrin panaromik manzarasını sunuyor.

    http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187791-d4504580-Reviews-Villa_Miani-Rome_Lazio.html

    ...diğerlerinden sıyırdık ama gala yemeğine de gitmemek olmaz.

    Cicilerimizi giyip otobüse biniyor ve altı - yedi otobüslük kafile halinde yola çıkıyoruz. Mekan'ın manzarası gerçekten enfes, kış olmasına rağmen şansımıza hava açık ve söz verildiği gibi roma ayaklarımızın altında serilmiş.

    ...masalara dönüp yerleşiyor ve menü'ye bakıyoruz.
    - O ne lan? ...elimde olmadan atar'a bağlıyorum. Menü - ekşi kremalı yabani kuşkonmaz çorbası , trüf mantarlı ördek sote falan şeklinde. Hatun ile göz göze geliyoruz...
    - aç kaldık sanki? ... diyor ... valla öyle, aç kaldık a.q

    Teşekkür konuşmalarından falan sonra afiyet olsun diyorlar, yemekler servis ediliyor ama ıhhh ... çorba ber-bat ... bu ne yaaa? Hanıma fısılıyorum ...
    - kaçalım mı kız?
    - kaçalım valla ... bizimkilere gidelim
    - taam.

    Gidip bir setur görevlisi buluyor ve ondan bize taksi ayarlamasını talep ediyorum ... masaya dönüp hanımı alıyorum ve fazla dikkat çekmeden (low profile) uzuyoruz.
    - isterseniz biraz bekleyin ... başkaları da otele erken dönmek istedi, onlar için otobüs ayarladık ... diyorlar.

    İyi de biz otele değil, pizza kemirmeye gitmek istiyoruz.
    - yok, teşekkürler ... biz taksi ile devam edelim ... diyorum.

    Arkadaşlar ile biraz geyik yapıyoruz (onlar otobüsü bekleme kararı almış...) sonra da taksi'ye binip sicilyalı'ların mekanına akıyoruz. Yemek nefis, Milani'de önümüze konan -şey-den en az on kat daha güzel ... gene eşek gibi yiyip yürüyerek otele dönüyoruz. Daha kapıdan içeri giriyoruz ki başlıyor telefonum çalmaya.
    - Alo?
    - iyimisin? ... nerdesin?
    - İyiyim oteldeyim ... ne oldu ki?

    ...telefon kapanıyor ama bir kaç saniye sonra gene çalıyor, bu defa arayan patron ... iyi olup olmadığımızı soruyor ... ne oluyor ya?

    Sonra öğreniyorum ... bizden hemen sonra kalkan ve milleti Villa Milani'den otele getiren otobüs kaza yapmış, yoldan aşağıya uçmuş.

    http://arsiv.sabah.com.tr/2006/02/08/gnd106.html

    ...hadi be?!?

    Hanımı otel'de bırakıp hastaneye topukluyorum. Kötü haber üzerine kötü haber geliyor ... o gece resmen bir kabus. Sabah Ali bey (Koç) Roma'ya gelip bize katılıyor, T.C. Büyükelçilik çalışanları da resmen üzerimize titriyor.
    ...Ali bey bize özel uçaklar ayarlıyor, pasaport kontrolünden dahi geçmeden ülkeye dönüyoruz ... yaralılar ve vefat eden arkadaşlar ise daha sonra ambulans uçaklar ile getiriliyor.

    Herkes şok tabi ... iyi başlayan bir gezi nasıl olur da böylesine b*k* sarar? Kimsenin aklı almıyor...

    ...günler sonra taksi'ye binme kararımızı ... otobüs teklifini red edişimizi konuşuyoruz. Ortak noktamız ise şu.
    - Sicilyalılar biraz daha kötü yemek yapmış olsa biz de büyük ihtimal ile o otobüste olacaktık...

    Kısmet işte ... ya da kısmetsizlik. Canımızı kaliteli yemeğe borçluyuz (bir anlamda)
  23. Kaan Yagizer
    ...evimiz üç katlı. Girişi üzerinde biz oturuyoruz, bizim üstümüzde de Babaannemgiller ...ihtiyaç olmadığından giriş katı kiraya vermiş bizimkiler. Madam Anuş ve oğlu Leon kiracımız. Madam eski kulağı kesiklerden, zamanında görmüş geçirmiş... emekli olmuş ama pes etmemiş, muhasebe öğrenmiş ... Beyoğlu esnafının defterlerini tutuyor.

    Leon ise çok ağır spastik, anacığının bakımına muhtaç. Bizimkiler aslında ortak kullanım alanı olan ufak ama derli toplu arka bahçemizi Anuş'a terk etmiş, böylece leon bütün gün evde kapanıp daralmıyor, bahçeye çıkıyor. Anası Leon'a bir plastik kap vermiş, onunla oynuyor ve kedilerden çok korkuyor. Bahçeye kedi girerse "Mami!" diye başlıyor bağırmaya, Anuş evde değilse anam onu sakinleştirmek için aşağı iniyor ama nedense ben Leon'dan pek bi tırsıyorum.

    Sokağımızdaki evlerin hemen hepsi zaman içinde kat planına dönüşmüş, her katta ayrı bir aile ... ayrı bir hikaye var. Komşumuz konyalı hallaç'ın oğlu kansızlık çekiyor. Anası oğlanı bize getiriyor, gün aşırı iğne yaptırıyor ama aynı kadın çocuklarının bizimle, yani mahallenin gayrı müslim veletleri ile oynamasını istemiyor. Cama çıkıp yarı beline kadar sarkarak bağırıyor "Kaç kere dedim şu gavurlarla oynamayın diye, gelin bakiim eve..."

    Dar sokağın diğer yakasında, yani karşımızda avize'ci var, çok seviyorum o dükkanı. Burnunu tavukçunun vitrinine dayayan gariban hesabı gidip kristal avizeleri seyrediyorum, el imalatı avizenin her parçası ışık ile dans ediyor sanki.

    Dükkancı arada çıkıp beni kovalıyor "Kuzum salya içinde bıraktın vitrini be, yapma be kuzum ... git hadi"

    Kimi zaman mevlevihane'nin oraya inip dans eden -dervişleri- (çocuk aklı o kadar basıyor) çaktırmadan seyrediyor, ya da dayak yemeyi göze alırsak mevlüt okuttuklarında K.Paşa camiine gidip mevlut şekeri alıyoruz.

    O kocaman akide parçalarını ağzımıza atıp yokuşu geri tırmanırken aşağı mahallenin veletleri peşimize düşer diye etrafı kontrol ediyoruz.

    ...mahallemizin bakkalı bir çeşit kamu görevlisi ve kısa vadeli borçlandırma uzmanı gibi. Bütün ay ondan alış veriş ediyor ve deftere yazdırıyoruz, ay başı geldi mi babam bakkala gidip -hafifliyor- defter kapatılıp, yeniden açılıyor. O defteri araklayıp (ay sonunda) bakkal'a geri satma fantazileri kuruyoruz.

    ...Sinagog var mahallede, kimi zaman arabalar arka arkaya dizilip yolu iyice daraltıyor. Ayin çıkışına gidip hiç de cimri olmayan Yahudi komşularımızın ikram ettiği lokumları ve mendil içinde verdiği bahşişleri alıyoruz. Cami - Sinagog ve Kilise arasında geçiyor günler, üstelik iyi de eğleniyoruz.

    ...anamın ısrarı ve terlik tehdit'i ile pazar okuluna gidiyorum. Nefret ediyorum Kilise'ye gidip saatlerce incil okumaktan, daha ikinci sayfada çişim geliyor. İzin alıp kendimi dışarı atıyor, biri peşime düşüp beni sınıfa geri sokana kadar bahçede oynuyorum.

    Reverant her fırsatta beni anneme şikayet ediyor "Bak bu oğlan adam olmayacak, serseri olacak başımıza" diyor... sonrası malum tabi ... eve gelince anamdan dayak yiyorum ama derim olmuş sığır derisi ... saLLa ... daralıyorum abicim kilisede .... aaaa ... zorla mı ya?

    Kulenin orada taksi durağı var, bir de çay ocağı. Arada kaçıp ocağa saklanıyorum ... özellikle anam beni aramak için sokağa çıkmışsa. Taksi esnafı olayı çözmüş ... anamın balata yanık, onlar da fark etmişler ...dikkat ile yaklaşıyorlar ona.

    - Benim oğlanı gördünüz? ...diye sorduğunda, hep bir ağızdan
    - Görmedik valla - billa ...diyorlar.
    ...hehehe... aslan abilerim ya!

    Kulenin yaz kış serin taşlarına sırtımı dayayıp bin yıldır bu sokaklarda yaşayan atalarımı düşünüyorum. Onları da anaları elde terlik kovalar mıydı acep? diye merak ediyorum ... kovalardı her halde.

    ...o eski Galata'yı özlüyorum...
  24. Kaan Yagizer
    ...acayip parasızım. Akşamları okul çıkışında pizza'cı da kaçak çalışıyorum ve -malzemecilik- yapıyorum. Önüme boş pizza hamuru geliyor, domates sosu serp, kaşar serp ... sonra adisyona göre malzeme yerleştir. iki parça sucuk pizza'nın üzerine, bir sucuk ağza ... iki tutam peynir pizza'ya, bir tutam ağıza hesabı gece saat 02.00'a kadar saatte 5 dolar'a çalışıyorum. Ortalığı temizleme, çöpü çıkarma, tıkanan tuvalate el atma da yan işlerim. Ama akşam yemeği beleşe geliyor. (kurdeşen döküyorum ... o ayrı)

    ...sonunda öğrenci işleri kağıt karmaşasının arasından çıkıp bana yarım gün çalışma izni veriyor ... heyooo be! Sonunda sıcak yemek yiyebileceğim.

    Çalışma belgemi alıp göçmen ofisine kendimi kaydettiriyorum ve cebimde sosyal güvenlik kartı ile iş aramaya başlıyorum.

    ...tataaaaa .... neredeyse anında iş buluyorum. Hyundai'nin lojistik merkezi iki blok ötede ve adamlar "Help Wanted" ilanı asmışlar. Hemen girip espri yapıyorum ...

    - Yardım etmeye geldim
    Sekreter kız bana b*k* bakar gibi bir bakış fırlatıp birilerini çağırıyor. O gelene kadar oturup bekliyorum ve de ustabaşı gelince biraz laflıyoruz.

    - İşi biliyor musun?
    - iş ne?
    - PDI (Teslimat öncesi hazırlık)
    - Biliyorum
    - gel, göstereyim ... (belli ki bana inanmadı ... ama harbiden biliyorum be!)

    O zamanlar Hyundai doğrudan ithal ediliyor, limana gelen araçlar lojistik merkezlerine taşınıyor ... burada iç sevk için hazırlanıp bayilere yollanıyor. Benim gittiğim yer de öyle bir nokta. Kocamaaaaaaan bir alan, beton zemin ... iki sundurma, bir prefabrik ofis binası ... o kadar.

    ...iş basit aslında. Önce gidip dispozisyon'dan araç anahtarı ve park bilgisini alıyorsun. (Kırmızı 27 gibi ...) kart basıyorsun ve aracı bulup sundurmaya çekiyorsun. Araç nakliye modunda, jant kapakları vs. bagajda zaten ... onları tak, paspasları ser, silecekleri tak, teybe (kaset devri) Hyundai'nin Wellcome kasedini tak, istasyonları ayarla son check list'e geç. Yağına, suyuna, akü gerilimine bak, aracı kontrol et.

    ... sonra arabayı otomatik yıkamaya götür, deterjan sık, zincire tak ... araba otomatik yıkamadan çıkınca kurula, teslimat hazır noktasına götür, kitle. PDI O.K etiketi yapıştır, anahtarları götür ... kart bas ... 11 dolar senin.

    Kafamda hesap yapıyorum ... günde 5 araba yapsam 55 dolar, 50 dolar günlük yaşam için bana yeter de artar bile ... üç öğün yemek yerim ki bu o dönem resmen lüks. Günde 7 arabaya çıksam ufaktan para biriktiririm be!

    Tulum giyiyorum, işe giriş evraklarımı hazırlıyorlar ... gidip ilk kartımı basıyor ve ilk aracıma girişiyorum.

    ...2.2'lik bir sedan bu ... deri koltuklu, sunroof'lu lüks bir banliyö aracı.

    Aynen girişiyor, bir yandan da saate bakıyorum. Bakalım günde kaç araba yapabileceğim. Atlamadan, işi şişirmeden tüm listeyi takip ediyor ve aracı yıkamaya çekiyorum. Bas deterjanı ... arabayı zincire tak ... makina Hyundai'yi çekerken öbür tarafa geçip kurulama bezi alıp beklemeye başlıyorum.

    ...sonra araba otomatik yıkamadan çıkıyor.

    Çıkıyor da .... araba bir garip ... ???

    Hani çok büyük bir yanlışlık vardır (mesela Pisa kulesi) ona baktığınızda beyin doğrudan algılamayı red eder ama durumun fecasi yanlış olduğunu hissedersiniz. Aynen benim durum bu ...

    kuZu'ya bakıyorum ... bakıyorum ... kafa basmıyor bir türlü, beyin durmuş.

    Kapıyı açmam ile -FOŞŞŞŞ- su boşalıyor dışarı, arabada belki bir ton sabunlu su var .... nasıl ya?
    ...haSSSSSS Sunroof'u açık bırakmışım.

    Off yaaa! Panik içinde ve inleyerek kendimi yere atıp elimle ayak havuzuna dolmuş suyu boşaltmaya çalışıyorum (toprağa kemik gömen köpek gibi) koltuğa elim değiyor, canım deri döşemenin dikişlerinden cof! diye su boşalıyor, ön göğüsten aşağı su akıyor ... LAN! Arabayı boğmuşum resmen.

    Sonra arkalardan bir yerden - HIAGHHH- diye bir ses geliyor ... dönüp bakıyorum bana işi gösteren ustabaşı prefabrik binadan çıkmış naralar atarak bana doğru koşuyor.
    ...ne yapmalı?

    TopuKKKK ... o dev park alanında tam bir tur atıyoruz. Ben önde -anam, anam- modunda kaçıyorum, ustabaşı ağzından köpükler saçarak arkamdan geliyor.

    ...ana kapının oraya geldiğinde sola sinyal patlatıp kendimi sokağa atıyor ve gaz kesmeden aynen Topuk! olayını sürdürüyorum.

    İzimi kaybettirince tulum çöp'ü boyluyor ... ve ben bi cigara içip kendime gelince iş aramaya başlıyorum. Takip eden gün Cadillac'ta iş buluyorum. Ustabaşı soruyor bana ...

    - İş tecrüben var mı?
    - Evet Hyundai'de PDI'cılık yaptım, mekanik tamirde de iyiyimdir. (...ne var? Yalan mı?)
    - Haa ... iyi o zaman. Sana saatte 18.30 veririm, uyar mı?
    - Taam

    ..anlayacağınız Hyundai'deki kariyerim kısa ama verimli bir şekilde sonlansa da o iş bana Cadillac'ın kapılarını açıyor...
  25. Kaan Yagizer
    Bir gün (O zamanlar Borusan'da çalışıyorum) arka bahçedeki benzin pompalarının gölgesinde oturuyor ve teslimatçı arkadaşlar ile geyik çeviriyoruz ... güvenlikçi uğradı.
    - Patron seni çağırıyor .... hadi be? Cidden mi? Ne gerek vardı ki? ehüe ... eŞŞedü çekip gittim yanına.  Patronum Melih Pekol (kulağı çınlasın) On numara adamdır, işi bilir, vardan ve yoktan anlar ama detaycı adamdır ... bir yerde yanlış yaptıysan hayatta affetmez.  Melih bey'in odasına giderken aklımdan "acaba ne b*k yedim gene?" diye geçiriyorum ... hayır tahmin etsem savunma kurgulayacağım da aklıma bir şey gelmiyor ki.
    - Kaan, sen motor kullanmayı biliyorsun değil mi?
    - Evet efendim, ama motorsiklet ehliyetim yok
    - sertifikasyonum tamam ama?
    - evet efendim .... gerçekten de BMW'nin kurslarına katılmış ve sertifika programını tamamlayıp Urkunde  almışım.
    - Polise yüklü miktarda motor veriyoruz, onların kademelerini kurmalarına yardım edip teknisyenlerine eğitim vereceksin.
    ....haSSS....of yaaa! (tabi bütün bunlar içten içe ve %110 sessiz şekilde yapılıyor) sesli ve resmi tepkim ise "Aye,Aye Boss" şeklinde.
    Tıpış tıpış yolu tuttuk tabi. Yunusların o zaman ki merkezi Eski Karayolları binası (günümüzün Zorlu Center'i...) arkasındaki alan. BMW'ler sandıklı olarak oraya geliyor, sandıkları açıp makinaları kuruyoruz. Bir kaç tane (sanırım 10-15 kadar K serisi grenajlı) makina var ama esas motorlar R100GS ...

    10 kadar motor -kobay- yapılmış, millet sıfırdan motor kullanmayı öğreniyor. Yani her eğitim motoru en az yirmi kere (günde) yıkılıyor. Alanın bir ucuna milleti bandajlamak için istasyon kurulmuş, diğer tarafında da biz motoru topluyoruz.
    - yıkıldı ... koş, koş ...
    Betona sıvanan polisi alıp bir uca taşıyorlar, biz motoru kaldırıp diğer uca götürüyoruz ... manzara bu şekilde yani.  Kıdemli trafikçi abiler Yunuslara eğitim veriyor, açılan kapı'dan nasıl kaçılır? Şaftlı motora nasıl gaz verilir? Trafikte sıyırma nasıl atılır vs.vs.  İlk zamanlar kırılan sinyalleri değiştiriyor ama sonradan vaz geçiyoruz ... o kadar çok stop - sinyal kırılıyor ki ... eğilen gidonu / ön çatalı kibarca (araya üzeri bez sarılı kalas koyup kanırtarak) düzeltmek yeterli. Makinalar boxer olduğu için yıkılsa da milletin bacakları ezilmiyor ... sadece sıcak motor ve egzost yüzünden bolca yanık vakası yaşanıyor ... millet dalga geçiyor ... "Yunus olmak için Bepanten banyosu yapmak şart abi!" 
    .. kimi zaman geç saatlere kadar çalışıyoruz.  Bir akşam (saat 23,00-23,30 gibi) çıkıcam, önce tuvalete gideyim dedim. Sivilleri giydim, karşı yakaya geçen ekip beni de müsait bir yere atacak işte. Ana binaya gittim, tuvalete girdim ... sonra da çıktım (doğal olarak) ...yani tuvalette kalmaz ki insan, çıkar değil mi?
    Bir çıktım ki ... anam!
    Tuvaletin kapısında nöbetçi amiri başta olmak üzere en az on polis hazırola geçmiş bekliyor. Tırstım tabi ki ... 
    ?!? Noluyo be ?!?
    - Kaan?
    - Buyur Amirim?
    - İçeride başka kimse var mı?
    - Tuvalette mi?
    - Evet..
    ...ehe... tuvalet tek kişilik be ... içeride nasıl başka biri olabilir ki? Safça cevap veriyorum...
    - Yooo!
    Yunuslar ferahlıyor ... ben de onlara salakça bakmayı sürdürüyorum.  Biri zahmet edip açıklıyor durumu. Meğer (ismini unuttum) Asayiş Büro Müdürü ani baskınlar yaparmış, o da iri yarı ve hafif kelmiş ... gecenin bir saati koridorda beni gören polis memuru kontrol baskını yiyiyoruz sanıp herkese haber vermiş ... onlar da tuvalet kapısına tören pozisyonunda dizilmiş. Yani klasik bir -yanlış alarm- durumu söz konusuymuş   
    ...anlayacağınız ben hela'da çatır-çatır ...... ellerimi yıkarken arkadaşlar dışarıda hazır kıta! bekliyormuş   Güvenli s*ç*ş diye buna denir, öyle değil mi?   
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.