Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    1994 yılı, Borusan'da çalışıyorum. Araba almam lazım, ama ne alsam? İkinci el'lere falan bakıyorum sonra bir gün yemekhanede Ali Vahapzade ile geyik çeviriyoruz. Kendisi (daha doğrusu Babası) Borusan Oto'nun %50 ortağı, o da yönetim kurulunda. Araba muhabbeti yaparken demez mi
    - Yeni çıkan Compact'lardan alsana, personel indirimi de var.
    Ya fena fikir değil aslında, şöyle bir bakıyor ve satıştaki çocuklar ile konuşuyorum. %20 personel indirimi ile birlikte 1,8'e geçebiliyorum. Sipariş formunu yapıyoruz, E36 Compact 318TI. Balköpüğü dış / siyah iç renk. Ali bey kıyak çekiyor ve bana Sparco koltuk seti hediye ediyor (3,000Mark falan) Genel Müdürümüz geri durur mu? Sağolsun Müşerref hanım da sever ... o da spor süspansiyon ve sürüş kit'i opsiyonuna imza atıyor. Ön ve arka viraj demirleri, ayarlanabilir amortisörler, üst köprü, 15" jantlar ve çift pistonlu kalperlerim olacak.
    ...ne güzel.
    Bazı opsiyonları satın almıyorum, atıyorum Boss müzik sistemi veya LSD* ya da deri döşeme.
    Mart sonu arabam fiktif saha'ya iniyor. 
    Gümrükten çekilene kadar neredeyse her gün tel örgü'ye burnumu dayayıp bakıyorum. (rengi tutmuyor ama kuZu böyle bir şey işte)

    ...günü geldiğinde cari hesabımı kapatıp arabamı teslim alıyorum. 
    O hafta sonu bol bol tütsülüyorum kuZu'yu. Küçücük araç, aks aralığı kısa ... TI makine sinirli, 150 beygirin yanı sıra çok çabuk devir alıyor ve 318TI acaip kolay yanlıyor. Çok eğlenceli yani...
    Pazartesi dükkana (Borusan Avcılar) gidiyorum, servis raporları ile falan uğraşırken Ali bey geliyor.  O zaman M3 kullanıyor, arabada bir enayilik varmış ... servis'e bırakmış.
    - Kaan karşıya geçmem lazım (evi o zaman Selamiçeşme tarafında) senin arabayı alayım mı? Sen de akşam benim araba ile geçersin ... Bağdat'ta falan buluşup araçları değişiriz.
    Taam ... diyorum. Hem M3 kullanıcam, hem de adam patronum be!
    Veriyorum anahtarları, işime dönüyorum. Almanya'dan yeni servis işletim raporları gelmiş. Adam/Saat verimlilik hesaplarını disponent ile birlikte kontrol ediyoruz. Kağıt ve raporlar arasında boğulmuşuz resmen.
    Akşam üzeri birileri gelip tepeme dikiliyor.
    - Kaan abi bi gelsene
    - Hayırdır?
    - Gel bi..
    Aha! diyorum, gene bi b*kl*k oldu serviste. Takılıyorum servis danışmanının peşine, arka tarafa ... benzin istasyonun ve parça rampalarının olduğu arka avluya gidiyoruz ki ... haSSSS ... benim kuZu çekicinin sırtında.
    - Ananı! Ne oldu lan?
    Ali ağa Fenerbahçe stadının orada kuZu'yu kaydırmış (bilen bilir, pis bir kapalı viraj var stadın arkasında) ve aynen sıvamış arabayı. Polis gelmiş, rapor tutmuş .. Kosiflerden yardım istemişler, onların çekicisi arabayı alıp Avcılar'a getirmiş.
    Ofise dönüp Ali bey'i aradım ... iyiymiş ... bir - iki çürük falan ama o kadar.
    - Ya kusura bakma, kaydı araba. Tutamadım.
    - Ya olur öyle şeyler, neyse ... canınız sağolsun = Türkçe meal'i : Arabamın ağzına s*çt*n eşşş....
    - Sen git yeni bir tane sipariş et kendine, o gelene kadar da benim arabaya bin.
    - Ya ne gerek var ki Ali bey = Türkçe meal'i : Senin t*ş*ğ*n* yiyiiim
    - Uzatma, git hallet işini.
    ...ağa'nın eli tutulmaz ki  
    Gidip oturdum satış danışmanının masasına...
    - Abi geçmiş olsun, bitmiş diyorlar senin araba için
    - Amaan, canım sağolsun. Hadi bana yeni bir kuZu sipariş edelim
    - Harbiden mi?
    - Hee ... ama bu defa normal 318TI olsun, Compact'ın g*t* fazla hızlı kopuyor
    Sonuç : Yeni (lacivert) 318TI aracım (%100 bedelsiz) gelene kadar M3'e bindim.
    Sonuç : Borusan Compact araçların sipariş listesinde LSD'yi opsiyon olmaktan kaldırıp zorunlu hale getirdi
    Sonuç : Benim Balköpüğü 318TI pert edildi. Aracı Adana'lı bir tamirci almış. Tamir edip satmış, kuZu'yu beş yıl kadar daha kullanımda kalmış. Sonra gene kaza yapmış ve bu defa hurdalığı boylamış.  
    *Edit : Düzeltme ... 90'lı yılların ilk yarısında BMW'nin elinde ESP değil, Sınırlı Kaydırmalı Difransiyel vardı. Ağzım/Elim alışmış, ESP diye yazdım ... özür. 
  2. Kaan Yagizer
    ... o ne be ??? demeyin.
     
    Skavenç (Scavenge Box) deniz makinelerinde yağ ve yakıt buharı ile temiz havanın karıştığı ve ardından ateşleme odasına yollandığı yere skavenç denir. Şimdi bu noktada durun ve gözünüzde canlandırmaya çalışın. Pistonunun üzerine masa koyup 4 kişi yemek yiyeceğiniz boyutlarda bir makineden bahsediyoruz, düşük devirli olsa da atalet ve malzeme yorgunluğu nedeni ile elinizi üzerinden çekemeyeceğiniz. Karterine girip dolaşacağınız (...ki an gelir gerçekten girip dolaşmanız ve yağ pompası emme ünitesinin ağzında biriken küspeyi kürekle temizlemeniz gerekir) ya da somunları boru anahtarı ve balyoz ile sıkacağınız (genelde o somunu üç kişilik ekip söküp-takar) boyuttta bir makine bu.
     
    Şöyle anlatayım.
     
    Körüklü belediye otobüsü vardır ya ...
     

    işte o otobüsün üzerine bir tane daha koyun ... aHanda!! karşınızda deniz dizeli
     
    ...üstelik makina dairesinden bu canavardan iki tane var.
     
    İskele - Sancak makinalarının arasında, etrafında, altında ve üstünde ise yardımcı makinalar (genelde 3 adet Cat955 veya muadili) kompresyon tüpleri, santürfüjler, vanalar, onlarca kilometre boru hattı, yüzlerce kilometre elektrik kablosu, merdivenler, köprüler vs.vs.
     
    ...tam bir karmaşadır aşağısı. (bkn.obareyy)
     
    ...bir de skavençler vardır tabi.
     
    Hadi skavenç'e geri dönelim ...
     
    Önden siz buyrun. (resimler http://www.denizciyiz.com/ adresinden alıntıdır) "not:resimdeki makina -minik- tabir edilen cinsten, 35-40k Grosss tonluk gemilerdeki makinalar bu canavarın bir kaç katı büyüklüğündedir."
     
    Ana makina dayanılacak derecede soğusun (40-50 derece) diye beklendikten sonra başlarsın kapakları sökmeye.
     

     
    kapakları açıp ortamı havalandırmak esastır. 
     

     
    kimse zehirlensin, bayılsın istemeyiz ... değil mi?
    ...sonra sıra içeri girmeye gelir.
     

     
    içeri girdiğinizde ise sizi bekleyen manzara (yaklaşık) budur.
     

     
    duvarlar karbonize olmuş yağ ve is + yakıt buharından kalan çiğ fuel-oil (MDO - Marine Diesel-Oil) kalıntısı sizi bekler. 
    ... skavenç temizlenmelidir ... yoksa...
     
    Yoksa yangın çıkar, açık denizde en son isteyeceğiniz şey ise yangındır. (bkn. xxki tutmak) 
     
    O nedenle yılda bir kaç kez (3-4 ayda bir, yakıt kallitesi skavenç temizlik süresini etkiler) dalarsınız içeri.
    Başlarsınız kazımaya - ovalamaya - terlemeye ve lanet okumaya.
     
    ...debelenir - terler - o daracık metal tabutun içinde ister istemez soluduğunuz yakıt buharı artığının bünyenize (sonradan) vereceği zararı düşünmemeye çalışarak daha fazla ve daha fazla ter dökersiniz.
     
    Çıkar, biraz soluklanır ... tuz hapı yutar, su içer ... cigara yakar, daha fazla su içer ve geri dönersiniz.
     
    Tam günlük iştir skavenç temizliği ... sancak makinayı bitirir ... kapatır ... ısıtmaya alır ve iskele'ye geçersiniz. O da bitti mi? Bu defa santürfüjler, süperfan (arabadaki egzost gibi ... ama bunun içinde elleriniz cebinizde dolaşabilirsiniz) yardımcılar, kompresörler, pompalar, tezgah ve panolar ile boğuşursunuz.
     
    Liman makinacı için mesai yapma, iş kazası geçirme ve yemekte falan karşılaştığınızda sizinle kafa bulan güvertecilere kazıtma zamanıdır. Onlar bir gün içeri, bir gün dışarı çekerken siz (belki) tek bir gün karaya çıkar ... o günü de ihtiyaç karşılama, alış veriş yapma vs. ile geçirirsiniz. Soran olursa "aa!bilmem nereye tabi ki gittim, gitmez miyim?" deseniz de ... o kent/liman ile ilgili bilginiz (genelde) liman girişi - gümrük - en yakın market + alış veriş merkezi - bar - kerhane - gümrük ve liman girişinden ibarettir. (bkn.10 kere gidip harita'da Hamburg'u gösterememek) 
     
    ... dertlidir gemicilik, makinacılık ise +1'dir.
     
    Öyle sizi her limanda sevgili felan beklemez  (bkn.olsa iyi olur ama...)
     
    ...macera derseniz ...genelde ölümden ve/veya yaralanmaktan nasıl son saniye'de kurtulduğunuz, nasıl batmadığınız veya limanda hangi boyutta xxxlik sergilediğiniz ile kısıtlıdır.
     
    (forumdaşımız olan) Meslektaşlarım (gerek duyarlarsa) ek yorum yaparlar ama bence gemicilik "Karıyı dul" bırakmaktır, b*k gibi para kazanıp (işi bilen, kafası çalışan denizde iyi para kazanır) onu keyifle ezememektir.
     
    Yapılır mı?
     
    Tabi ki
     
    ...gemicilik aynı zamanda özgürlüktür, 3,000 yılı aşkın bir geleneğin parçası olduğunu bilmek ... doğa ve fizik yasaları ile kavgaya tutuşmak, biri size "Ümit burnunu görmek istiyorum hacı!" dediğinde sırıtıp aklınızdan kıyıda tavuk hesabı kovaladığın penguenleri geçirmektir. 
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  3. Kaan Yagizer
    ...eskiden öyle her sokak köşesinde Nike, Adidas veya Reebok falan yok. Ortalama tüketicinin bulabileceği en baba lastik (eskiden spor ayakkabıya öyle deniyordu ... lastik) ayakkabı ise RAF veya Mekap ... yani kot pantalon veya düzgün spor ayakkabı isteniyorsa öncelikle paranız olacak ... bu bir, ikincisi de gideceğiniz yeri bileceksiniz.

    Alamanya'dan eniştegiller falan getirmiyorsa bu tür kaçak alışveriş yapılabilecek iki nokta var o günlerde ... tophane'de ki amerikan pazarı, şimdilerde yıkıldı ... yerine bir ton nargileci açıldı ama tophane rıhtımına gelen gemilerden alınan kaçak malların satıldığı yerdi amerikan pazarı (isminden belli değil mi?) ya da kapalıçarşı bedesten.

    Üstelik öyle her istediğin modeli her numarasını falan da bulamıyorsun ... ayağına uyan ayakkabı, ya da kıçını sığdırdığın kot denk geldi mi? Fazla cıvıtma ... yap pazarlığı, al gitsin ... o noktadayız.

    ...normalde acaip zil! takılırım, ama Yorgun'un abisi Selim'e koltuk çıkmış ... bahar geliyor, gidin kendinize faça yapın demiş. Yani sponsorumuz var ... biz de atladık Selim ile birlikte vapura, önce amerikan pazarı ... converse falan var ama bize uyan deri ayakkabı yok. Benim de, Selimin de ayaklar aynı numara 45 ... yani 10,5 ... o kadar talep edilen bir ayak numarası değil, doğal olarak amerikan pazarında beyaz uzun konçlu converse dışında ayakkabı bulamıyoruz.

    ...ee napicez?

    Aynen (yaya olarak) kapalıçarşı'yı tuttuk ... bedestende ki ufak dükkanlarda tezgah altı iş yapılıyor ... polis falan basar diye de en az iki - üç erkete ortalıkta.

    Sorduk soruşturduk ... bi dükkana gittik, ikinci dükkan derken üçüncü dükkan'da ... aHanda!

    Adam bize demez mi ...
    - Yeni Adidas'lar geldi ...
    ..ulen adama sarılıp öpesim geldi ... abi daldı tezgahın altına, çıkardı iki kutu ... Adidas'lar, hem de kısa konçlu ve de deri ... auwww ... ağlayacağım yahu.

    Stan Smith o dönemin en popüler ayakkabılarından ... şimdilerde pek bir havası kalmadı ama o zaman STANSMITH!!! falan havasındayız ...ve de herif bize iki çift birden teklif ediyor.

    ...hafif bir pazarlık denemesi, yaLan tabi. İki tane de Wrangler alırsak ne olur ... abi b*k*n* yiyim yol paramız kalmadı falan geyiğinden sonra al takke ver külah anlaştık. Attık ayakkabıları ve kot'ları poşetlere ... mercan yokuşundan sallanıp vapur'a yollandık.

    Akşam F.B klübünde yaz eğlencesi var ... çekelim kız gibi Stan Smith'leri ... kot'ları, hava atalım falan diye konuşuyoruz bir yandan. Ama öyle sevinçliyim ki ... anlatılmaz yani.

    ...Yorgun'un evde hemen deniyoruz kotları, Adidas'ların bağcıklarını takmaca ... sıfır kilometre beyaz çorap'lar falan da hazır (ne iğrenç dimi? beyaz çorap ... ama o zaman moda, M.Jackson bile beyaz çorap giyiyor) traş oluyor, Yorgun'un abisinin aqua velva losyonuna tecavüz ettik sonra atıyoruz kendimizi sokağa.

    Ulen yürüyorum ama nasıl? Sanki ayağım yere değmiyor, bembeyaz Stan Smith'ler kirlenecek diye kaldırımdaki tozlardan bile kaçınıyorum ... o havadayım yani.

    ...çay bahçesinde takılıyoruz biraz ... millet haset yapıyor biz de eğleniyoruz.
    - ne o lan banka mı soydunuz *bn*l*r falan diyorlar, gevrek gevrek gülüyoruz ... keyifler yerinde.

    Akşam olunca geçiyoruz klübe, giriş paramız yok ... o nedenle komşu Yelken Klübüne sızıp plaj bölümünden Fenerbahçe klübüne yatay (ve beleş) sızma yapıyoruz, hemen kalabalığa kaynamaca. Havalar beşyüz, keyifler gıcır ve masa masa dolaşıp beleş tuborg gold bira otlanıyoruz. Milletin yaşı tutmuyor, o kalabalığa içki satılmaması lazım ama kimin umrunda? Herkes gidip klüp bahçesindeki büfe'den bira alıyor, getiriyor.

    ...bir ara F.B liseli kızların masasında takılıyorum. Bi hatun var aralarında, pek muhabbete katılmıyor ... genelde sessiz kalıyor ... ne bileyim? Biraz mesafeli, biraz c00l tavırlar sergiliyor. Kız ilgimi çekiyor ... gidip yanına oturuyorum. Bahçedeki çınar ağacının etrafındaki alçak duvarın üzerinde oturuyor hatun, ben de yanında park etmişim.

    Kafama göre geyik yapıyorum, kendimi tanıtıyorum ... bir - iki şey söylüyor, kendi çapımda bağlama çekiyorum ama nafile, kızcağız arada sırada gülümsüyor olsa da ses çıkarmıyor.
    ...alalala??? o kadar da itici bir tip değilim ki???

    Elimdeki tuborg şişesini ona doğru uzatıyor ve soruyorum.
    - içer misin?

    Kızcağız elimdeki bira şişesine bakıyor, bana bakıyor, şişe'ye bir kere daha bakıyor ve ...

    Abi ahir ömrümde ben öyle bir daha benzerini görmedim diyeyim ... kız resmen itfaiyenin basınçlı hortumu vardır ya, hani açarlar ... önünde duramazsın ... aynen öyle bir şiddet ile kusuyor.

    Aslında kusmuyor, o boya tabancası, ben de motor kaputuymuşum gibi beni tepeden tırnağa (...hem de kelimenin tam anlamı ile..) resmen ... nasıl desem?? Sıvıyor.

    Saç diplerimden (evet o zamanlar saçlarım var) ayağımdaki Stan Smith'lere kadar komple kusmuk ile kaplanıyorum ... nasıl ya? nasıl ya?????

    ...inanılmaz derecede sinirleniyorum tabi. O an kaşındığımın, kusmak üzere olan bir kızın yanına gidip oturduğumun, deyim yerinde ise bela aradığımın ve sonunda belayı'da bulduğumun bilincinde değilim.

    Kıza bir tane çakasım var ama hayır ... ömrüm boyunca kadına el kaldırmadım (hala) kaldırmam da ... ben de gidip hemen çaprazımda dikilen ve bizim durumumuzu hayret ile seyreden (konu ile kesinlikle ilgisi - alakası olmayan) ve kim olduğunu hala bilemediğim bir oğlanın ağzının ortasına oturtuyorum yumruğu.
    ...oğlan OHŞ falan diye kapaklanıyor yere, ben de o hırs ile yürüyüp gidiyorum.

    Adım attıkça ayaklarımdan forş - forş diye sesler geliyor ... kızın kusmuğu ayakkabılarımın içine bile dolmuş...pıFFF

    Selim'lerin eve gidip soyunuyorum, duş alıp kot ve ayakkabının durumuna eğiliyorum. Kot lavabo'da soğuk su ile yıkanınca idare eder hale geliyor ama Stan Smith'lerin durumu kötü. Diş fırçası ile dikişlerin arasını, kürdan ile ayakkabı bağı deliklerini ve havalandırma için açılmış noktaları falan temizliyorum.

    Islak bez ile ayakkabının içini temizleyip sökülen tabanı ayrıca yıkıyorum ... sonra da kurusun + havalansın diye Adidaslar ile Kot'u balkona asıp bir kere daha duş alıyor, banyoyu temizliyorum. Artık son duruma sabah bakacağız. Elimden daha fazla ne gelir ki?

    Sabah kalkar kalkmaz duruma göz atıyorum, kot iyi durumda ama Stan Smith'ler için aynı şey söylenemez ... ayakkabı'nın gözünün fer'i gitmiş ... o bembeyaz deri lekeler ile dolu. Giymeye giyilir ama Adidas'larımın o auwww durumu bir daha geri dönmemek üzere bizim hane'yi terk etmiş.

    Biri dokunsa ağlayacağım yani ... Allahtan kimse dokunmuyor da karizma'yı çizmiyorum. O hafta okula giderken Stan Smith'leri giyiyorum ama Kabataş'ta kimse -yeni- ayakkabılarımın farkına bile varmıyor ... hava falan da atamıyorum. Anlayacağınız mutsuz çocukluk : Bir , gariban ben : Sıfır durumu bir kere daha tecelli ediyor.

    Ahanda Stan Smith'ler ... ulen hala güzeller be !!! Gidip bi koşu alasım geldi valla ...


  4. Kaan Yagizer
    - Ya yok mu bunun kolay bir yolu?
    ... dedim buyur, otur ... bir çayımı iç ... tam anlat derdini. Öyle de yaptık ... sonra başladı kafasına takılan konuyu anlatmayı.
    - Yahu neden benzin deposu kapakları bazı araçta sağda, bazılarında ise solda? Neden bunu standart hale getirmiyorsunuz?
    Şimdi bu derin konu, taaaa araç tasarımına ... hatta trafik yönüne kadar giden upuzun bir hikaye. 
    - Hadi ondan geçtim, belli ki anlaşamıyorsunuz, neden aracın içine işaret koymuyorsunuz?
    - Ne işareti? ... diye sordum.
    Gel .. gel ... dedi ... çıktık dışarı, aracın ön göğsüne ... kalorifer ızgarasının yanına "Depo Kapağı ->" diye yazı yazmış, seloteyp ile yapıştırmış.
    - Al benden size bir beleş teknik tavsiye, bunu araçlarınıza koysanıza.
    Dayanamadım, kıkırdadım ... bozuldu tabi. Açıklamak zorunda kaldım.
    - Eh yani, var ya o işaret.
    - Nerde var?
    - Aracınızda ... yani benzin deposu kapağının hangi tarafta olduğunu gösteren ok işareti var zaten, üstelik sadece bizim araçta da değil. Bütün araç imalatçıları aynı sistemi kullanır.
    - ...harbiden mi?
    - Valla, billa
    - Nerede?
    - Şurada...
     

     
    benzin göstergesinin yanındaki ışıklandırılmış minik "ok" işareti depo kapağının sağda mı? solda mı? olduğunu gösteriyor zaten.
    ...baktım hala kızgın.
    - Neden benim haberim yok?
    - Yani ... söylemeyi unutmuşuzdur sanırım. El kitabında yazıyordur ... herhalde.
    - Hass ... boşuna mı kastım o kadar?
    - Amaaan ... boş verin, türk kave'si içelim mi? İçiniz açılır.
    - İçelim valla, daraldım yahu.
     
  5. Kaan Yagizer
    ... uzun bir aradan sonra "tüKKan'a" geri döndüm, bir-iki gün daha fuar'a gidip geleceğim ama çoğu bitti, azı kaldı (şükür)
     
    Bilen bilir Fuar'da Ford'un performans! araçlarının (bkn.kuZu) başında dikiliyorum ... amaç olası cins! ve detaylı soruların ilk anda cevaplanması, bunun ötesinde potansiyel müşteriler ile temasın mümkün olduğunca erken kurulması.
    ... doğal olarak pek çok soru ve yorum ile karşılaşıyor insan.
     
    Eleman - Mustang'ın bagajı küçükmüş, kaç litre bu?
    Ben - Dikey koyarsanız üç, yatay yüklerseniz iki ceset! alıyor.
     
    veya
     
    Eleman - Bunun (Mustang 2,3EB) Dizel'i var mı?
    Ben - Yok ama isterseniz LPG taktırırsınız ...
     
    yada
     
    Eleman - Bu kaynaklar (bagaj kapağının altındaki şase kaynaklarını göstererek) neden eğri-büğrü?
    Ben - O kaynaklar Simetri hastalarını krize sokmak için bilerek tasarlandı efendim ...
    Eleman - Neden?
    Ben - Kötülük şirket DNA'mızda var, ayrıca bize çok yakışıyor.
     
    ...gibi,gibi. (siz anladınız)
     
    Sonra "zirve"  noktasına ulaştık.
     
    Öncelikle konu "bu"
     

     
    Malum ABD'de radyo yayınları dijital hale geldi, bu nedenle Stang'ların bagaj (convertible) kapakları üzerinde veya tavanlarının arka kısmında (fastback) minik "yumru"lar var. GPRS ve dijital radyo anteni olan bu yumrular hala "analog" yayın yapılan (Avrupa'nın çoğu ve Türkiye) ülkelerde pek bir işe yaramadığından Avrupa versiyon kuZularda ayrıca bir anten (Convertible) var.
     
    Eleman bagaj kapağının üzerindeki "yumruyu" merak etmiş ... sormuş,  soruşturmuş ... biri ona demiş ki ... "şu kel,sakallı adam var ya ... git ona sor!" Ben bir müşteri ile RS'in kaputunu açmışım, twinturbo ve açık hava filtresi muhabbeti yapıyorum.
     
    - Tık,tık ... aaa? Eleman sokak kapısı çalar gibi işaret parmağının eklemi ile sırtıma vurmaz mı? Tamam! İri yarı bir adamım ama -çelik kapı- muamelesi görmek?!? ... RS'çi arkadaşa "bir saniye" deyip döndüm arkamı. Dana yalamış gibi yatırılmış saçlar, kahverengi yünlü takım elbise, Ayhan Işık'ı ağlatacak kadar ince ve dikkatle düzeltilmiş "mübarek" bıyık ... hııı! dedim kendi kendime, buyurun buradan yakın.
     
    Ben - Efendim?
    Eleman - Bir şey soracaktım...
    Ben - Beyefendi ile konuşuyoruz (başımla RS'çiyi işaret ederek) biraz beklemeniz mümkün mü?
    Eleman - Bu acil ama ...
    Ben - Acil? Hayırdır? Kanamanız mı var?
    Eleman - Anlamadım..
    Ben - Belli! ... buyurun, yardımcı olayım.
    Eleman - Bu ne? (GPRS antenini göstererek) çok merak ettim de...
    Ben - içimden "ey göklerdeki babamız ... bana sonsuz sabır ihsan eyle!" dışımdan = TUTAMAK efendim?
    Eleman - Tutamak mı?
    Ben - Evet ...
    Eleman - ...... "mavi ekran"  (bkn. 404 error)
    Ben - Hiç Amerikan filmi izlemediniz mi? Hani giden arabanın üzerine atlarlar, tavana falan tutunurlar ... kavga sahnesi falan olur ya.
    Eleman - (biraz tereddüt ile...) e...evet?
    Ben - (elimle GPRS antenini işaret ederek) İşte tutamak bunun için konuyor. Biri arabanızın üzerine atlarsa tutunacak yer bulsun,  tutunamaz yere düşer ve ölürse .... Mazallah yani! Başınıza dert alırsınız.
    Eleman - Haaaaaaaaaaa!
    Ben - Yaaaaa!
    Eleman - Teşekkür ederim.
    Ben - Bişi diil ...
     

     
    bkn. aklınızda bulunsun.
     
    The End  ... dağılın, tükkanın önünde kalabalık yapmayın.  
  6. Kaan Yagizer
    ...geceyi berbat geçirmişiz zaten. Telefon hatları falan da berbat, sabah olunca dükkana gittim ... hayır, yıkıntı yok ... ama TiVi'de akan haberler berbat. Berbat ne kelime? İçler acısı... ne yapabiliriz ki? Bilmiyorum... o sırada mail kutuma mesaj düştü. Otosan "kriz insiyatifi" başlatmış ... kurulan masayı aradım, biraz konuştuk ... sonra çocuklar ile de konuştuk ve başladık çalışmaya.

    Önce bir liste yaptık ... listedeki ilk kalem ... araç.

    ... 6x2 olmaz, yolların durumunu bilmiyoruz, aradık taradık kamyon işi yapan bir galericide 6x4 hafriyat kamyonu varmış. Kaça satarsın dedik, bi rakam söyledi ... ne için kullanacağımızı söyledik ... hemen ona maliyet rakamına düştü + bize de açıktan -bağış- yaptı.
    - Hayırlı olsun ... dedik (bizim sektörde öyle iş yapılır, hayırlı olsun der ... pazarlığı bitirirsin.) bir arkadaş yolladık ... kamyonu getirecek.

    Sonra başladık gelen haberlere bakmaya, bizim kriz masası ile konuşmaya. Ne lazım? Neye ihtiyaç var? Onu tespit etmeye çalışıyoruz, bir yandan da İstanbul bayileri ile konuşuyoruz, kim bize katılır? Kim parasal ve/veya malzeme desteği sağlar?

    Çocuklar bu arada Valiliğe ulaşmış, kamyonun şase numarasını ve plakasını vermiş. Birini yollayıp aldırdık ... artık kamyonumuzun valilikten onaylı "Hizmet Aracı" belgesi de var.

    Minibüsler ile toptancılara adam yolluyoruz, bayilerden de malzeme - para ve adam geliyor. Saat üç civarı başladık kamyonu yüklemeye, iki büyük ışıldak, jeneratör, plazma kesici, el krikoları, oksijen kesici, bir ton alet (mesela calaskallar) ... tonlarca su, konserve yiyecek, bebek maması, bez, battaniye ve paketlenmiş gıda. Koca kamyon tepeleme doldu ... Otosan'ın kriz masası ile bir kere daha konuştuk. Zaten bizim genel müdür (Ali İhsan bey...) çoktan oraya gitmiş ... akşam olurken tırmandık kamyonun tepesine, bir kamyon ve iki minibüs ile yola çıktık.
    ...moraller hala bozuk ama en azından bir şeyler yapabileceğiz (ya da deneyeceğiz) evde oturup TiVi seyretmekten, tırnak kemirmekten iyidir diyoruz birbirimize. Ama ne ile karşılaşacağız? Henüz kimse bilmiyor.

    Yollar kalabalık, kimileri depremin vurduğu bölgeden kaçıyor, kimileri ise oraya gitmeye çalışıyor. Hava yeni kararmış ki fabrika inşaat alanına ulaştık. Donanma'da ki acil durum merkezi ile koordineli çalışıyorlar ve gelen gönüllüleri sağa - sola gönderiyorlar. Önce yanımızdaki teknik malzemeyi yere indirip istifledik, sonra da Yüzbaşılar'a geçip soğuk hava deposunda çalışmaya başladık.

    Yanımızdaki malzemeyi depo'nun sundurmasına boşalttık, bir kısmımız depoda ki malzemeyi (genelde sebze) sundurmaya çıkartırken diğerileri de devre dışı kalan jeneratörleri ve soğutucuları çalıştırmak için çabalıyor.

    Fark ettik ki jeneratör yakıtı bitene kadar çalışmış, sonra da durmuş.

    ...fabrika'ya geri döndük, durumu anlattık ve Ali İhsan bey'in onayı ile fabrika girişinin hemen yakınındaki Opet'e gidip adamların yakıt tanklarının kilitlerini kırdık. Nöbetleşe el pompası ile çalışarak önce yanımızda getirdiğimiz varilleri doldurduk, sonra da gene Ali İhsan bey'in talimatı ile Opet'e yönlendirilen belediye iş makinalarının depolarını fulledik. (sonrasında çaldığımız o yakıtın bedeli Otosan tarafınca Opet'e ödendi...)

    Yüzbaşılar'a geri dönüp jeneratörü çalıştırdık ... artık soğuk hava deposu o tatsız ama gerekli görev için hazırdı.

    Geri çağırdıkları için fabrika'ya geri döndük ... biraz yemek yedik, biraz elimizi - yüzümüzü temizledik ... sonra Donanma'ya yollandık. Acil durum su hattı pompaları ölmüş ... gidip baktık ... motorlar sağlam, bobin falan yanmamış ama deprem sırasında denize akan veya denizin altında kalan cüruf su girişini tıkamış. Allahtan hava sıcak, soyunup suya girdik ... girişi kapatan ızgaraları söktük, o arada itfaiye de yardıma gelmiş ...devreye tanker ile su basıyorlar (tersinden) biz dışarıdan kürek ile, onlar içeriden basınçlı su ile abanınca çok geçmeden hat temizlendi.

    ...deneme yaptık ... O.K ... böylece deniz kuvvetlerinin acil durum musluklarından deniz suyu da olsa sonuçta su akmaya başladı. Hala yanan noktaları söndürmek için o su elzem ...

    Ana caddeye çıktık, saate baktık ... yakında sabah olacak. Yanımızda kumanya var. Vakıfbank'ın 7/24 ATM cihazının basamağına oturduk, yanımda Levent diye bir arkadaş ... poşette karışık meyve suyu ve yarım ekmeğe sandviç var. ortalıkta pek ışık yok, yolun karşısındaki ev çökmüş, kendi kafasına göre hafiften yanıyor o kadar. El fenerlerimizi kapatıp ekmeğe yamulduk. Sırtımızı da ATM'e dayamışız.

    ...bir artçı vurdu ... zaten 1,000 tane artçı vurduğu için sallamadık tabi. Cam kırılma sesleri falan geldi, öksürük tuttu bizi de. Feneri alıp yaktım ... ulan?!? Levent bembeyaz olmuş ...
    - Un çuvalına mı düştün hanzo? Bu ne hal? ... dedim levent'e ...

    o da yaktı fenerini... bana çevirdi.
    - kendine baksana sen... demez mi?

    ...baktım, evet adam haklı. Ben de toza bulanmışım. Sonra aklımıza gedi, arkama dönüp baktım.

    Sırtımızı dayadığımız ATM cihazı olduğu yerde duruyor ama onun ve bizim üzerimizde yükselen bina artçı deprem sırasında -geriye- doğru devrilmiş, yıkılmış. Az önce orada olan bina artık orada yok! Bina olduğu yere çökse ... ölmüştük, bina yola doğru devrilse ... ölmüştük ... ama geriye doğru devrilmiş ve bizde çizik bile yok.
    ...pıFFF

    Ne yapılır ki?
    Ne denir ki?
    ...çalışmaya devam ettik.

    Belediye Otobüsü kullandık
    Naaş taşıdık
    İş Makinesi Kullandık
    AKUT çağırdı, temel demiri kesmeye gittik
    Kaymakamlık çağırdı hoparlör sistemini tamir ettik
    vs.vs.

    ...üç dört gün sonra dediler ki...
    - işler kontrol altına alındı, evinize dönebilirsiniz.

    ...öyle yaptık. Boşalan kamyonun kasasına doluştuk, kamyon İstanbul'a gelene kadar tentenin altında uyukladık. Biri beni eve bıraktı ... kapıdan girip doğrudan duşa gittim.
    - Bir çöp poşeti getir ... dedim hatuna
    Duşun altında yıkanırken başladım soyunmaya. Kolumdaki saat, ayağımdaki ayakkabı dahil (hatta içinden ehliyeti alıp cüzdanımı da) yani yıkanırken üzerimde ne varda hepsini çöp poşetine doldurdum .... hatun da poşetin ağzını bağlayıp attı hepsini.

    Yıkanmaya devam ettim .... belki bir saat kaldım duş'ta.
    ...çıktım, bir şeyler yedim ama yok ... çok kötü kokuyorum.
    Yeniden duş'a geri döndüm ... bir saat daha.
    - Ekmek çarpsın kokmuyorsun ... diyor hatun ama koku'yu alıyorum abi (siz anladınız ne kokusundan bahsettiğimi)
    ...o geceyi duş ile yatak arasında geçirdim.

    Sabah dükkana gittim, kokuyorum yahu!
    ...bir doktor arkadaşa telefon açtım ...durumu anlattım.
    - O koku senin beyninde, bedenin kokmuyor. Senden başka o koku'yu duyan da yok, kendine biraz zaman tanı ... koku azalacak, öyle olacağını göreceksin. Ama hemen olmayacak ... sabretmen lazım ... dedi.

    Mantıklı...
    ...koku azaldı (hemen değil ama azaldı) aradan bir ay falan geçtiğinde ise artık o koku'yu algılayamıyordum. (...ki bu iyi bir şeydi) ...aradan kaç sene geçti, bilmem inanırmısınız ama o Ağustos'u düşündüğümde hala malum koku'yu -hatırlayabiliyorum- kimi şeyler hafızamda solmuş, bulanıklaşmış ... ama koku? Hayır ... onu hala hatırlıyorum. :(
  7. Kaan Yagizer
    Bilen bilir uzun zamandır BlackBerry kullanıcısıyım. Alışkanlıkları olan ve alışkanlıklarını seven bir kişi olarak elimdeki BB geberdiğinde (bkn.elektronik cennetini boylamak) onu en yakın elektronik dönüşüm kutusuna atmak ve giden BB'nin yerine BB koymak alışkanlıklarımdan biri ... daha doğrusu biriydi.
     
    ...ta ki ...
    Geçenlerde bizim IT ile konuşuyoruz.
     
    Ben - İbraam (aslında İbrahim'de ben kıllığına İbraam! diyorum) şu benim BB'ye bir baksana.
    İbraam - Nesi var ki?
    Ben - Bir şeyi yok, sadece şu BBWorld'e girip güncelleme işini otomatik yapabilir miyiz? Onu bilmiyorum ... bunun illa bir ayarı var da şimdi bilemedim ki... sen aslansın, yaparsın kehkeh...
    İbraam - Ya ben pek anlamıyorum ki onlardan
    Ben - Gözümsün, kesseler acımaz ... çözersin sen
    İbraam - İi... bi bakiim.
     
    Ben de saf-saf verdim telefonu. İbraam alıp telefonu ÇaT! diye yere atmaz mı? (bkn.şeytan taşlar gibi) LAN!
    ..benim BB karpuz gibi patladı tabi ... yer mermer ... alet 30k feet'ten düşen ilyuşin gibi dağıldı, içi-dışına çıktı.
     
    Ben - Naaptın ya?
    İbraam - Tüh ... düştü
    Ben - Tüh'mü? Harbiden mi?
    İbraam - Hemen geliyorum.
     
    ....5 dakika kadar geçer. (bkn.burnundan soluyarak beklemek)
     
    İbraam - Geldim.
    Ben - .......
    İbraam - İşte yeni telefonunuz
    Ben - ...ne alaka?
    İbraam - İPhone işte, ne alaka değil ki...
    Ben - Manyakmısın İbraam?
    İbraam - Yok .. IT'ciyim
    Ben - ...eh .. peki ... saol
    İbraam - Ayarlarını yapiim mi?
    Ben - ...ehem ... yok, teşekkür ederim. Bunu kırma bari.
    İbraam - Peki ...
     
    Soru : Alayı mı manyak bunların? (IT'ciler) yoksa manyaklar IT'ci mi oluyor? (bkn.kariyer planında sosyopatlara özel seçenek)
  8. Kaan Yagizer
    Selamlar ... yeniden aranızdayım  
    ... yalan yok yoruldum, resmen tabanlarım patladı ... ama değdi mi? Evet.
     
    Bu yıl ki Neste - Finlandiya Rallisi ya da daha çok bilinen adı ile 1000 göller rallisi iki ayrı kategoride tarihe geçti. Öncelikle yarışı İskandinavya dışından (İrlanda) bir sürücü kazandı (1950'li yıllardan beri bu altıncı kez oluyormuş) ve tarihin en hızlı (ortalama 120+ Km/h) 1000 göller rallisi yaşandı.
     
    Tabi bir de gayrı-resmi istatistik var ki ... o da ralliye katılan araçlar ve ekipler resmen "kırıldı" ... neredeyse her köşede bir kaza vardı dersem sanırım abartmış olmam. Zamanında müdahale, güvenlik önlemleri ve bilinçli organizasyon can kaybını önledi, mal kaybını azalttı ama takımlar cidden "döküldü"
     
    ... gelin en başa dönelim ve ralli dışında ne yapılıyor, nasıl gidiliyor, nedir bu iş? Bir bakalım ...
     
    Öncelikle Finlandiya'ya nasıl gidilir?
     
    ... elemanların elçiliği var, doğrudan vize başvurusu yapabilirsiniz ama bence hiç kasmayın. Arkadaşlar bir ay sonrasına randevu veriyorlar. Onun yerine gidin sağlam bir Schengen vizesi alın (Örn:Fransa / Almanya) ...sınırdan geçin ... gidin.
     
    THY İstanbul'dan (Atatürk) Helsinki'ye her gün (bazı günler birden fazla) uçuyor. O nedenle THY'yi rahatlıkla kullanabilirsiniz. Ama iş Helsinki'ye ulaşmak ile bitmiyor. Aslında daha yeni başlıyor bile denebilir. 
     
    Adamlar "Wellcome to Hel!" diye boşu boşuna söylemiyor ...
     

     
    HEL sadece Helsinki hava alanının kısaltması değil, ulaşımınızı daha önceden ayarlamadıysanız aynı zamanda "durumunuzun" özeti. Neden derseniz ralli zamanı trenler, otobüsler vs. tamamen dolu.  O nedenle 1000 göller izlemeye gidecekseniz otel ve lokal ulaşımınızı da dikkatle ve epey önceden planlamanızı tavsiye ederim.
     
    Castrol'un davetlisi olarak gittiğim için (heyooo!) benim o konuda endişe duymama gerek yoktu. 
     

     
    Hava alanından dışarı adım attım ki ... anamm ... M-Sport yarış takımı "TEMSA" otobüsleri ile bekliyor. (bkn.heyooo!) Hemen Castrol ve Ford'dan gelen arkadaşlar ile birlikte otobüse doluştuk tabi ki ... pass'lar dağıtıldı, küçük bir brief verildi ve yola çıkıldı.
     

     
    Hava alanı ile (ralli boyunca üst olarak kullandığımız) otelin arası 250+ Km olduğu için genelde uyuyarak, uyunmadığı zamanlarda da geyik çevirerek (malum,  Finlandiya geyik için en ideal mekan) yolu resmen yedik ...
     

     
    Arada bir takım kararlar aldık tabi ki ... Fince'ye kimsenin dili dönmediği için otel'e "OTEL" , kaldığımız ilçe'ye "YOZGAT" kod isimlerini verdik. Tabi biz otele yerleşir, yemek yer, etrafı keşfederken lokal yarışçılar çoktan tezgah açmış, trafiğe kapalı alanda oyuncaklarını ralli için gelenlerin beğenilerine sunmaya başlamıştı.
     

     
    Bu arada bir not. Yarış döneminde lokantalar ve pub'larda (özellikle makul ücretli olanlarda) yer bulmak mümkün değil. Bizi Castrol davet ettiği ve adamlar para harcamaktan çekinmediği için (bkn.kesenize bereket yahu) gayet kaliteli mekanlarda yemek yedik, eğlendik ama solo giderseniz bir ton aç + susuz İskandinav arasında başınızın çaresine bakmak zorunda kalacaksınız. (bkn.benden uyarması)
     

     
    Yemekler lezzetli,  özellikle somon (ne de olsa milli yemek) ve et ürünleri hem kaliteli hem de ucuz. 1/2 litrelik yerel bira ise 0,95 ile 1,5 Euro arasında bedeller ile tüketilebiliyor. Yani aç ve susuz kalmazsınız ... yukarıda da belirttiğim gibi tek sorun oturacak / yemek yiyecek mekan bulmak.
     
    ... gelelim işin yarış seyretme kısmına.
     
    Öncelikle belirteyim. WRC'nin tamamını, en azından 1000 göller'i seyredemezsiniz. Teknik olarak mümkün tabi, ama çok zor. Etaplar birbirlerinden kopuk, üstelik ortam çok kalabalık.
     

     
    Araç ile ulaşacağınız yere gidip arabanızı orada bırakıyor ve sonra yola yaya devam ediyorsunuz. Genelde park alanları ile etaplar arası 3-4 kilometre mesafede oluyor ve siz de diğer binlerce (abartmıyorum) seyirciye takılıp tabana kuvvet etaba gidiyorsunuz.
     

     
    ... yani ayağınızda sağlam / trekking ayakkabıları olacak, su ve katlanır iskemle taşımanızı da tavsiye ederim.
     
    Yapılacak en iyi şey yarış güzergahlarını gösteren haritalardan (bedelsiz) edinip kendinize bir rota çizmeniz. Bir yarış gününde 4 etap seyrederseniz bilin ki başarılısınız ... 5 - 6 etap planlarsanız çok zorluyorsunuz demektir.
     
    İşin güzel yanı doğa kelimenin tam anlamı ile muh-te-şem, hava güzel (20C civarı) ve resmen oksijen sarhoşu oluyorsunuz.
     

     
    ...tabi iş etaba ulaşmakla bitmiyor.
     

     
    Her yer insan dolu ... LAN! diyorsunuz, ben nereden yarış seyredeceğim?
    ... böyle düşünen sadece siz değilsiniz.
     

     
    Resimdeki gibi vinç getiren de var, karavanını sürüp onun tepesine şezlong atan da.
    Tabi "Parama geçer hükmüm" diyenleri de görüyorsunuz.
     

     
    Burası ViP noktası. Her etapta bunun benzeri yapılar kurulmuş. Millet yemek yerken yarış seyrediyor (dev ekranlarda kurulu) isterse tribünlere yayılıyor ve iş bittiğinde ViP'ler helikopter ile bir sonraki etaba geçip orada keyfe devam ediyor. (bkn.kelle başı 12k Euro) 
     
    Hizmet vericiler sırf bu amaç için 5 (beş) tane helikopter kullanıyor (bkn.zengin abileri 25'lik partiler ile uçurmak) 
     
    ... yok usta !! ben o parayı vermem! derseniz başlıyorsunuz elden gelenin en iyisi için milleti itip - kakarak kendinize yer açmaya.
     

     
    ...tabi hem para vermeyip hem de konfor arayanlar var. Yanında "Jakuzi" getiren mi istersiniz?
     

     
    At ile gelen mi? Drone ile yarış seyreden de var, uzak / hakim noktaya yerleşip askeri dürbün kullanan da.
     

     
    1000 göller ilk rallim değildi, daha önce Monte Carlo'yu da seyretmiştim ama orası Finlandiya gibi değildi. Millet karnı burnunda karısını da yarışa getirmiş, 30 günlük bebeğini de. 90 yaşındaki dede yanında 5 yaşındaki torunu ile oturmuş radyo'da yarışı dinlerken torunu ona zaman çizelgesini okuyor ... ralli başladığında İskandinav'lar her ne yapıyorsa durup yarış seyretmeye geliyor dersem inanın abartmış olmam.
     

     
    Tabi ki tek eğlence ralli değil. Fabrika takımları bir yandan marka reklamı yaparken bir yandan da milleti eğlendiriyor.
     

     
    İnsanlar pilotlar ile tanışıp imza topluyor, resim çektiriyor ... pilotlar bir çeşit "kahraman" muamelesi görüyor. Tabi kapalı alanlara geçip süre kısıtlı pit'lerde araç onarımı yapılışını da seyredebiliyorsunuz.
     
     
    Para her yanda resmen oluk - oluk akıyor. WRC kesinlikle "gariban" işi değil ... örnek mi?
     

     
    ... sizce bu jant + lastik kaç para?  Takım sezon boyunca bundan kaç tane kullanıyor?
    100km'de ortalama 75litre yakan (yola döken) kuZu'nun fiyatından bahsetmiyorum bile.
     

     
    Ama takımlar memnun, sponsorlar memnun ve en önemlisi halk memnun. 
    ... herkes kazanıyor,  herkes eğleniyor.
    Gidilir mi? ... imkanınız var ise kaçırmayın derim.
     
    Hadi biraz da eğlenelim ...  ufak anılar paylaşayım (izninizle)
     
    "Yozgat ekibi" 
     

     
    - Haberim yokmuş gibi çek kanka -
     

     
    Beşinci olduk ama buna da şükür.
     

     
    I believe I can fly!
     

     
    Sevmiyorum seni ...
     

     
    70'li yıllardan kalma gibi gözüken (disko topu bile vardı) otelimiz.
     

     
    Kaza yapmadığı (ender) durumlarda hep gülümseyen Camilli (ortada M-Sport yöneticisi St.Andrew)
     

     
    "Yabancı bi cisim yaklaşıyor"
     

     
    Kaç kere dedim filtreler ile o kadar oynama diye ...
     

     
    ... son olarak kısa bir video.
     
    Önce açıklama.
     
    Ev sahibimiz Castrol bizi yarış sonrası M-Sport'un üssüne davet etti. 
    Yozgat'ın hemen dışında bir çiftliği kiralamış ve TIR'ları oraya çekmişler. Takım ile tanıştık, geyik yaptık ... bir şeyler içtik ... kaza geyiği yaptık.
    Arada haber geliyor ... bilmem kim hastaneden çıktı, Çin'de yarışabilecek vs.
     
    Sonra (üzerinde WRC ayarlı motor olmayan) Camilli'nin kuZu'suna bindik. 
    ... araç yakın zamanda çok ağır kaza geçirmişti.
     
    Mekanikler kuZu'yu toplayıp üzerine -test- motoru atmışlar. Camilli bizi yanına aldı ve çiftlikteki toprak alanda biraz dolaştırdı. (her tur yaklaşık 3 dakika sürüyordu) ... yeniden burnu kanamaya başlayınca (kaza nedeni ile sol kulağında ve burnunda bir sıkıntı varmış) takım doktoru onu arabadan indirdi. Muayene etti ve uçağa binmeyi yasakladı. (eleman eve feribot + kara yolu ile döndü)
     
    ...bu tur sırasında Fiesta RS'in sağ arkasını bir yere vurduk. Sağ paçalık gitti, aks koruyucu yerinden çıktı vs.vs.
     
    işte video. (interkom bağlantımızda bir sorun var ... Camilli'nin söylediklerini duyamıyorum) 
     
     
    ... the end. 
     
    ek:
     
    İki minik video daha ...
     
    Bir - Etap içinde yer bulma (beyhude) savaşı.
     
     
    İki - kuZu'lar start alıyor (ortaya karışık)
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  9. Kaan Yagizer
    ... Türkiye'ye yeni dönmüşüm. 
     
    BMW'de servis delegeliği yapıyorum, ev tutmuşum (Anadolu Yakasında) ve her gün servise binmekten gına gelmiş. Çalar saat çaldığında kalktın, kalktın ... yoksa toplu taşıma ile işe (Firuzköy) yarım günde gidiyorsun. LAN!
     
    Bir akşam üzeri serviste otururken karar verdim. "Bana araba lazım!" ...her gün kullanmayacağım tabi ki, ama oldu ki servis'i kaçırdım. Atla arabaya, işe git. Ya da akşam bir yere uzanacak ... sabahtan araba ile git, akşam ortama ak.
     
    Hemen ertesi günü bir yoklama çektim.
    - Bana şirket aracı verir misiniz?
    ...vermezlermiş, bi s*kt*r*p gidecekmişim.
     
    Lan!
     
    ...yahu bir çaycıda şirket aracı yok, bir de bende be.
     
    hımmm... ne yapmalı? ne yapmalı?
     
    ...çözümü 48 saat kadar sonra buldum.
     
    - Madem onlar (BMW) bana araba vermiyor, o zaman ben de kendi arabamı (parası ile...) alırım.
    Hemen o hafta sonu açık pazara gittim, öğle saatlerinde kaparo vermiş ve aracımı bağlamıştım.
     

     
    nihahoho!
     
    1980 model Mercedes 280SEL (resimdeki SE aama rengi tuttuğu için bu görseli kullandım) benim Merso uçak gemisinden hallice, 100km'de 20 litre felan yakıyor ama her şeyi var. Açılan tavan, elektrikli koltuklar (çalışmıyor) deri döşeme (epey yıpranmış) klima (aslan gibi üflüyor...ama sıcak) elektrikli camlar, merkezi kilit.
     
    80 model kuZu'da yok yok yani
     
    Aldım arabayı çektim kapıya, tam ana girişin karşısına. Hemen o gün sormuşlar ...
    - Personel park alanındaki Mercedes kimin?
     
    ...hehehe
     
    Millet öğle tatilinde falan gelip ben kuZu ile uğraşırken çene çalıyor. Klima klepelerini tamir edince A/C devreye giriyor. Elektrikli koltuk motoru sağlam, sadece spiral bozulmuş. Spiral alınıp koltuğa takılınca ...  tataaaa ... o da aslanlar gibi çalışmaya başlıyor. Cam yıkama motoru kireç ile tıkanmış, yanmış... onu değiştiriyorum, bombaaa!
     
    Hemen her gün öğle saatlerinde bir - iki kişi Merso'yu mıncıklıyoruz.
     
    Hem de bürolardan görülecek bir yerdeyiz. Bir gün, iki gün ... sonra Personel Müdürü odasına çağırdı beni.
    - Kaan senin Mersedes'i bizim parka sokma, çok itici duruyor.
     
    Eywallah dedim, artık Merso kaldırımda (ana girişin tam önünde) park ediyor. Öğle saatlerinde mıncıklanıyor tabi ki ... bir gün açılırken ses yapan kapı gergisini değiştiriyoruz, bir başka gün motor ayarı yapıyoruz. Yani "operayon taciz!" tam gaz sürüyor.
     
    Merso'nun merkezi kilidi "Pnomatik" yani hava ile çalışıyor. Arabanın marşına basmadan kapıları birkaç kez açıp kapatırsanız Westinghouse ünitesi içindeki hava bitiyor ve kapılar açılamıyor (ya da kapanmıyor) ...gülmeyin yahu! 80'lerin ileri teknolojisi bu
     
    Kapılardaki hava kaçağını tamir ederken (sistemi söküp kurumuş, bozulmuş contanın yerine silikon çekmeniz yeterli) haber geliyor ... Genel Müdür Yardımcısı beni çağırıyormuş.
     
    ...hehehe
     
    Gittim tabi (istersen gitme) .. kulakları çınlasın Müşerref hanım direk konuya girdi.
     
    - Kaan kapıdaki o ceset ne?
    - Aaa! Kırıldım şimdi, güzelim Merso'ma "ceset" denir mi hiç? (tabi ki kırılmadım) ...gidip geliyorum efendim, ayağımı yerden kesiyor sonuçta.
    - Oğlum hiç öyle şey olur mu? Neden BMW almadın? 
    ...para s*ç*y*r gibi mi gözüküyorum? (öyle demedim tabi ki)
    - Bütçem ancak ona yetti efendim.
     
    Baktım patron kaşlarını çatmış ... şebeklik yapayım dedim.
    - Aslında epey konforlu, aybaşında bir de teyp aldım mı.. çiçek
    (bkn.ehüe modu!)
     
    - Git sat bunu, o "şeyi" kapımın önünden kaldır Kaan.
    - .... ee .. ben işe nasıl? kem-küm ve de gak-guk?
    - Sana şirket aracı vereceğiz. Tamam mı?
    - Taam
     
    Tatataaaaa ... Operasyon Taciz başarı ile sonuçlandı (bkn. Mission Accomplished) 
    https://eksisozluk.com/mission-accomplished--161932
     
    Sonra ne mi oldu?
     
    Ben 318İS'e binerken Merso Göztepe'de bir galericinin kapısına çekildi. Haftasında satıldı ve Kayseri'ye gelin gitti.
     
    Bu hikayeden çıkacak ders : Azim ile s*ç*n taşı deler  
     
  10. Kaan Yagizer
    Alın size bir arıza arama komedisi
    İsmi bende saklı bir arkadaşımızın kuZu'suna bakıyoruz. Araç 2012 model Eb ve uzun zamandır halledilemeyen bir de sorunu var.  Sorun şu ... kuZu anasının ak sütü gibi helal olan anahtarlarını tanımıyor. Anahtar ile araç arasında bir soğukluk, küskünlük durumu var ... ama neden?
    ...alalala?
     
    Başladık kafa patlatmaya ... Savaş - Yaşar ve kulunuz k*****n teoriler üretiyoruz, anahtar pilinin bitmiş olmasından girip bozuk immobilizer'e doğru uzanıyor ... yanlış kodlamadan girip uzaylıların lazer saldırısından çıkıyoruz. (bkn. atmak serbest) 
    Lan?!?
     
    Anahtarlar bir türlü kod tutmuyor.
    Keyless'in ana ünitesini kontak anahtarı çerçevesine dokunduracak kadar yaklaştırıyorsunuz ... kuZu o zaman "Ah canımmm! neredesin sennn?" diye sarılıyor ona, ama aracın içinde olsa da diğer zaman anahtara "aşağı mahallenin çocuğu!" muamelesi yapıyor.
    Lan?!?
     
    Bizim Yaşar (elektrikçi) en sonunda daralıyor ....
     
    - Bu böyle olmayacak abi, komple dağıtalım arabayı.
    Savaş (elektrikçi) de fikren ona katılmaz mı?
    - Dağıtalım valla ...
     
    ...Allahtan elemanların ikisi de "Master Tech" yani dağıtsalar da kuZu'yu toparlayacak gibiler.
    - İyi ... dedim, dağıtın o zaman ... ama kuZu'yu b*k etmeyin, topladığınızda sağından solundan çıtırtı gelmesin., parça felan da artmasın!
    - Taam
     

     
    kablo tesisatına bakalım, ön göğüs altı tesisata bakalım, vites konsolunun altındaki alıcı'ya da bakalım ... orada da mı sıkıntı yok? Arka koltuğa bakalım o zaman derken ... anammmm!
    Lan?!?
     
    ...sonra mutlu haber geliyor.
     
    - Bulduk *****!
    - Helal ... neredeymiş?
    - Arka koltuk...
    - ...... hönk?!?
     
    Olay şu ... biliyorsunuz Focus'ta İsofix bağlantısı (kullanacağınız bebek koltuğunun tipine bağlı olarak) müşterinin talebi doğrultusunda (ücretsiz) ayrıca takılıyor. Yani arabaya bebek koltuğu bağlayacaksanız bayinize diyorsunuz ki "Benim XYZ marka koltuğum var, bunun için İsofix takın" bayiniz talep doğrultusunda İsofix koltuk karşılığı getirip aracınıza takıyor, siz de o karşılığa bebek koltuğunu kolayca monte ediyorsunuz.
    ...buraya kadar sorun yok.
     
    Sorun keyless araçta toplam üç tane anahtar okuyucu/algılayıcı olması. Sırası ile arka koltuğun altında, orta konsolun altında ve ön göğüsün içinde üç tane anahtar algılayıcı var ve bunların her birinin (yaklaşık) bir metrelik algılama menzili bulunmakta. Cebinizde anahtar ile bu üç algılayıcıdan her hangi birisinin menziline girdiğinizde kuZu sizi yakalıyor ve "OOoo! abim gelmiş, kapılar!!açılmaya hazır olun ... patron arabaya biniyor" diyor.
     
    Arka koltuğa İsofix karşılığını takan eleman koltuğu devirip kilit mekanizmasını monte ederken kaza ile bu algılayıcıların kablosunu katlamış, katlamak ile de yetinmemiş ... isofix'i tam o kat yerinin üzerine denk getirip kabloyu iyice ezmiş. (bkn.yuh!) kablo ezilince doğal olarak sinyal alıcılar arasında sıhhatli şekilde gidip - gelmez olmuş ; yani aracı anahtar'a "sağır" etmiş.
     
    Kablonun kat yeri düzeltilip İsofix bağlantısı düzgün şekilde yerine oturtulunca ve ezik bölüm elden geçirilince (bkn.kulaklarımı yıkattım, karşı komşudaki sineği bile duyuyorum) kuZu bir anda düzeldi tabi ... anahtar marşbiyel hizasına yaklaşınca "abimsin, hojgeldin!" demeye başladı.
     
    ...Allaha şükür ...şükrediyorum çünkü benim elektrikçilerin kafasına takılmıştı bu mevzu. ViN ile araca yeni anahtar set'i getirtmekten (belki eski set'in içindeki kartlarda bozukluk vardır diye) immobilizer'i komple söküp atmak ve yerine yenisini takmak noktasına kadar gelmişlerdi. (bkn.kafaya takmak) meğer basit bir kablo arızasıymış ... ferahladık yahu  
     
    Servis indim ... elektrikçiler yok.
    - Nerde lan bunnar?
    ara ... ara ...
     
    Arka bahçeye çıkmışlar, çay / cigara keyfi yapıyorlar. Suratlarda y****k bir gülücük. Belli ki arızanın nedenini bulunca rahatlamışlar. Ama bende i***k bitmez ki...
     
    - Cigaranızı için de gelin ... sıkıntılı bir aracım var.
    - ...hayırdır?
    - Sağa sinyal verince radyonun sesi kısılıyormuş...
    - ...hadi be!
    Aslında öyle bir şey yok, ama insanları mutsuz etmek hoşuma gidiyor ... (bkn.evet i****m ne olmuş?)
    - Akşam gerekirse mesaiye kalın, halledin bu işi.
     
    Oğlanların suratları allak bullak ... ben de gülmemeye çalışarak arkamı dönüp gidiyorum.
    muHAHAHA ... yaŞasın kötülük! 
  11. Kaan Yagizer
    ... Tipitip Fenerbahçe'de takılan bir ciklet satıcısı aynı zamanda da FB fanatiği, biraz saf ... epey güleç yüzlü ve yaşlı anası dışında kimsesiz olduğundan tribünde abileri, mahallede semt sakinleri tarafınca kollanıyor, korunuyor.
    Kafasından yaz - kış çıkarmadığı sarı lacivert ve külah kılıklı beresi ile el tablasında pazarladığı tiptip'e de benziyor.

    Hafta arası, akşam üzeri ... hafiften de yağmur yağıyor. Hasan (Uzun) arabasında takılıyor, yanında manitu. Ufaktan bir şey üzerinde tartışıyorlar. Tipitip'in adetidir, park etmiş arabaları dolaşır, istemiyor olsan da sana ciklet bırakır ve yürür gider, sonra geri gelir ... ona bir sakal atarsın, mutlu olur, seni de rahat bırakır.
    ...Tipitip ciklet bırakacak ya, Uzun'un arabanın şoför camına tıklatıyor bi...

    Hasan başını çevirip bakıyor
    - sonra, sonra ... diyor

    Tipitip gidiyor, on - on beş dakika sonra geri geliyor ve camı gene tıklatıyor. Hasan camı aralasa ciklet bırakacak ... olay bu kadar basit. Ama Uzun'un canı burnunda zaten, Tipitip'in bıdıbısı onu extra geriyor.
    - ya bi s*kt*r git be! ...diye bağırıyor buna.

    Tipitip gidiyor ... on - on beş dakika sonra geliyor .. camı tıklatıyor (gene) Hasan dönüp ona bakıyor ve...
    - olm git, bak döverim ...

    Tipitip'in tepkisi ilginç, meğer gidip taş almış ve o taşı arkasında tutuyormuş. Uzun buna s*kt*r çekti ya, morali bozulmuş. Hasan buna yeniden atar yapınca arkasında tuttuğu taşı çakıyor arabanın kapı camına ve camı kırıyor.
    - Lan ben senin ta .....

    Uzun atlıyor arabadan aşağı, camı kırıp kaçmaya çalışan Tipitipi yakalayıp sokağın ortasında biraz hırpalıyor. Çok değil ama biraz ... yani hastane'ye gitmek gerekmiyor ama eczane'ye uğramak farz.

    Birileri Uzun'un öfkesi geçince Tipitip'ten artanları toplayıp Eczaneye taşıyor. Eczacı elinde geldiğince bizim oğlanı toparlıyor, sonra çay bahçesine geçip oturuyor Tipitip ... ona çay ve kaşarlı sandviç ikram ediyorlar. Bi yandan karnını doyuruyor, bir yandan da ağlıyor bu.

    İki - üç masa ötede ekip okey çeviriyor, bakıyorlar ki Tipitip ağlıyor ... çağırıp, soruyorlar
    - Ne oldu lan sana?
    - Hasan dövdü beni ... diyor Tipitip

    ...neden? O kadarını anlatmıyor, zaten elemanın aklı gidip geliyor. Uzun'un dayağından sonra kafa tam durmuş. Ekibin de kafası atıyor, Hasan'ı tanıyorlar ...
    - gidip ezelim hergeleyi ... yazık değil mi bu çocuğa?

    Hasan o an Azaplı'da kumar oynuyor. Ekip gidip onu eli ile bulmuş gibi kepçeliyor.
    - gel lan! diye yakasına yapışıyorlar ... ve efsane başlıyor.

    Hasan hem uzun (2.10 falan) hem iri (en az 150 kilo) hem de ... nasıl desem? Herifte gram yağ yok ... adam Dalyan'da çalışarak para kazanıyor (o ve ailesi) tekne tamir ediyor, yat kıyıya çekiyor ... beden işçisi yani. Üstelik sinirli bi abi. Ekip bunun yakasına yapışıyor ya ... o da kumar masasından kalkıp ekibe -yapışıyor-

    Ulan Azaplı'nın yarısı polis zaten. Hırsızlık masası köşede barbut atıyor, Cinayetçiler kapı önündeki çardak'ta nargile içiyor, İnfaz yanık çeviriyor. Hasan ayağa kalkıp onu paketlemeye gelen resmi ekibe dalınca mekandaki polisler'de Hasan'a topluca dalıyorlar.
    ... durum 20'ye bir falan ... ama Hasan onları epey bir hırpalıyor. Birisini tutup kave'nin camından dışarı atıyor, masalar sandalyeler kırılıyor ve ikinci kalamış meydan savaşı havada karada yarım saat sürüyor.

    Hasan paketleniyor ... onu ekip oto'suna atıyorlar. Yaralanan polisler ile birlikte Haydarpaşa Numune'ye gidiliyor.

    Doktorlar Uzun'un ters kelepçesini çıkarttırıyor, Hasan ilk önce nöbetçi travma doktoruna kafa atıyor, ardından polislere , hastane personeline, hastalara ve hasta yakınlarına dalıyor.

    ...Hasan'ı yeniden paketleyip Kadıköy Emniyet Amirliğine götürüyorlar. Hasan'ı orada nezarete koyuyorlar, Uzun önce nezaret arkadaşlarını dövüor, sonra içeri dalan polislere dalıyor. Em.amirliği kadrosu bir araya gelip nezarete yükleniyor ve Hasan koma'ya girene kadar onu eziyor.

    Sonuç : en az 30 orta yaralı ve Uzun harbiden koma'da ...

    Uzun'u Çapa'ya kaldırıyorlar, orada iki ay kadar yatıyor .. ardından mahkeme ve paşakapısı ... bir - bir buçuk yıl kadar da orada kalıyor. Ama bu tabi ayrı bir mevzu...

    Hasan'ın olayı duyulunca insanlar Tipitip'e kızıyor ... ona -ispiyoncu- diyorlar ... Tipitip'e ceza vermek lazım, ama ne?

    Olayı Mahmut (Piç) çözüyor
    - Mahkeme kuracağız abicim, ben ve Serçe (Serhat) hakimiz ... Yorgun (Selim) Savcı , Koray (Kekeme) ise Avukat ... keseceğiz cezasını, alın getirin bunu ... diyor.

    Ben, Rauf ve Bunalım (Hakan) Rauf'un arabaya atlayıp H.Paşa'ya gidiyor ve Tipitip'i alıyoruz. Eleman arka koltukta aramızda oturuyor ve tir tir titriyor. Kimse onunla konuşmuyor ve onu burundaki yangın yerine (eski bir köşktü, yaktılar gitti ... şimdi yerinde milyon dolarlık yalı daireleri var) götürüyoruz.

    Mahkeme bizi orada bekliyor. Çay bahçesi kapanmış (saat geç) oradan iskemle ve masa getirmişler. Tipitip'i teslim edip iskemlelere yerleşiyoruz, birileri çekirdek getirmiş ... mahkeme seyredip çekirdek çıtlatıyoruz.

    Selim başlıyor.
    - Efendim bu i**e Uzun Hasan kardeşimizi zarbo'ya (Polis) okumuş (ihbar etmiş) ve Hasan'ın ezilmesine (dayak yemesine) ve dam'a (hapis'e) düşmesine sebep vermiştir. Cezalandırılmasını istiyorum.
    Hakimler Koray'a söz veriyor ... o da demez mi?
    - sa-sa-savun-mamız yok, yok, yok-tur ... a-a-a-asın i**e'yi!

    Millet kopuyor tabi.

    Mahmut le Serçe fısıldaşıyor, sonra Serçe kalkıp kararı okuyor.
    - İ**e ispiyoncu Tipitip, halk mahkemesi seni suçlu buldu ...
    dönüp cellata ( Bülent) emrediyor.
    - Asın i**e'yi.

    Biz kararı alkışlıyoruz, Tipitip ağlıyor .. Bülent bunu yakalayıp ağacın dalına astığı ilmeğin altına götürüyor. Millet kolunu bacağını tutarken ilmek boynuna geçiyor ve iskemleye tekmeyi basıyorlar.

    ...önceden denemişler ... ağacın dalı pek kalın değil, adam asıldı mı dal eğiliyor ... yani tipitipin ayakları yere değecek.

    Ama unuttukları şey şu ... denemeyi yapan eleman atıyorum 70 kilo, bizim tipitip ise en iyi ihtimal ile 45

    İskemleye tekme atılıyor , Tipitip ipte asılıyor, dal eğiliyor, tipitipin ayaklarının ucu yere değiyor. Atalet geçtiği için dal kalkıyor ve ucunda Tipitip ile yükseliyor.

    Bizim ciklet satıcısı olmuş insan yoyo'su ... yukarı - aşağı gidip geliyor ve ipin ucunda çırpınıyor...
    - Lan herif geberiyor!

    Birileri bacağına yapışıyor, bir başkası ipi kesiyor ... Tipitip'i bir arabaya koyup Göztepe SSK'ya götürüyorlar. Nefes borusu biraz ezilmiş, korkudan altına işemiş ama başka derdi yok ...
    - Bu korku yeter ... diyerek bırakıyorlar Tipitip'in peşini ...

    Eleman milletten yüz bulamadığı için (o olaydan sonra) Stad çevresine takılmaya başlıyor, Fener'e gelmiyor ... Hasan çıktığında millet araya girip yeminler ettiği için Tipitip'e bir şey yapmıyor ve tipitip idam'dan resmen kıl payı kurtuluyor.

    ...tabi o ipin ucunda sallanırken o mu daha fazla korktu? yoksa onu şakacıktan asan biz mi? ... bu tamamen ayrı bir konu.
  12. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı , havada hafif bir meltem olmasa aslında iyice yapış yapış olacağız ama Allahtan azıcık esiyor hava.
    Parayı, pass'ı falan boyundaki keseye koymuşum. Ne de olsa Pire'nin yankesecileri meşhur, onları gereksiz yere memnun etmenin alemi yok, öyle değil mi?
    Üç kişi gemiden inmişiz, telsizci, üçüncü ve ben ... Marina'ya gidip güzel bir masa donatalım kendimize diyoruz. En azından lumbar ağzındaki muhabbet bu yönde.
    Ticari liman pire'ye biraz uzak olduğu için taksi ile kent merkezine yakın bir yerlere ulaşıp sonra yola yürüyerek devam etme kararı almıştık ... iyi ki de öyle yapmışız. Yunanistan'ın trafiği kimi zaman bizden beterdir, o akşam da işte öyle müstesna akşamlardan biri.
    Kente dalıp hafif yokuştan aşağı, denize doğru yürürken sokaklarda normalden daha fazla insan olduğunu fark ediyorum. Sadece insanlar da değil, ufak "teneke" orkestralar kafalarına göre -kakafonik- müzik yapıyor ve millet cici elbiselerini giymiş, sokaklarda dans ediyor.
    ...hay bin kunduz ... festival'e denk gelmişiz.

    Off yaaa!

    Marna'ya bir indik ki ... auwww ... orada durum daha da vahim. Lokantalar, meyhaneler ağzına kadar dolu... bizim masa kurma hayali yalan olmuş.

    Yunanlılar normalde akşam yemeğine 21,00 gibi oturur ve masadan da 00,30 - 01,00 gibi kalkar, yani bizim alışkanlığımızın tersine lokantalar bir masatyı gecede birden fazla kere satamaz. Bunu bildiğimiz için görece erken yola çıkmış ama festival olduğunu bilmediğimiz için (o zamanlarda millet masaya erken oturur) açıkta kalmıştık.
    ...Burger King'e gidecek halimiz yok ki ... karnım da aç, ne yapalım?

    Mecburen etraftaki büfelere falan dadandık, bir şeyler yedik ... birer eşek birası kapıp deniz kıyısındaki park'a gittik.



    ...işte milet eğleniyor, canlı müzk falan da var ... biz de takılıyoruz öylesine. Kafamızdaki plan bu değildi ama ne yapalım? Oturup ağlayacak halimizde yok ki.

    Sonra -danK- bir şey resmen kafamda patladı ....! NOLUYO LAN!!
    ...kim vurdu diye baktım, beyaz elbiseli, saçı çiçeklerle süslü bir hatun geberiyor gülmekten ... elinde mukavva (veya onun gibi bir şey işte) boru kılıklı bi alet var, kurdeleler falan sarılmış o mukavvaya ... göz göze geldik ... boruyu gözümün önünde salladı, döndü arkasını gitti.

    - Naptın kadına be?!? ...diye sordu arkadaşlar, napicam ya? Öyle oturuyorum işte ... tanımam etmem manyağı. Akşam vakti bulaşmayayım şimdi falan dedim, poşetten bir bira daha çıkardım, açtım ... ikinci biramın ortasındayım ki ...

    -danK- ...bir kere daha .... aAaAaAaAa dedm ... s*k*r*m ortasını, nedir lan bu!
    - ben yolarım bunun saçını başını abicim ... diye atarlandım.

    Arkadaşlar saçmalama falan diyerek sakinleştirdi beni ... hatun hala geberiyor gülmekten. Şeytan diyor, al oradan bi taş, akıt pekmezini ... kendi halimde oturuyorum, ne bulaşıyorsun yahu?
    - bu gelecek, bak görürsünüz ... taktı kafaya ... gelecek gene.

    ...ya saçmalama, olmadı gidelim ... kavga çıkarmayalım falan dedilerse de sallamadım. Bir kere daha kafama vu-ra-ma-ya-cak ... nokta.
    Kalktım yerimden gidip hemen yakındaki bayiden bir TaNea (bizim Hürriyet gibi bir gazete) aldım ... ortadan katladım, içine azıcık bira döktüm, bir kere daha katlayıp bacağımın altında iyice sıkıştırdım.

    Takılıyorum ama gözüm hatunda, bir kere daha gelirse .....
    ....geldi de, on dakika falan ya geçti, ya geçmedi ... baktım kuşa dalacak kedi misali ufaktan yanaşıyor, menzile girmesini bekledim (bkn.avcıya pusu atmak) tam elindeki kurdelalı mukavva'yı kaldırmıştı ki bacağımın altından çektiğim TaNea'yı Bizans tekfuruna "bu babam için, bu da emmim için ..ama esas bu köyün delisi için..." dalan Kara Murat tadında tam da ağzının ortasına çaktım.

    ...resmen çTONK! etti gazete, deli yunanlı hatundan "ohş" diye bir ses çıktı, ben de zafer nidası patlattım -niHAHoHo- böyle bir afalladı, şaşırdı, olduğu yerde sallandı ... elimdeki gazeteyi gösterip havladım ona.
    - Malaka!!! (pis bir küfürdür...)

    ...döndü gitti.
    muHaHaHaHa!!! kim demiş intikam tatsızdır diye?

    Epey bir güldük ... geyik de yaptık sonra.
    - senden iyi tenisçi olur, nasıl çaktın öyle gelişine?
    ...falan - filan.

    Sonra kalktık, bir taksi bulana kadar yürüdük ... arkasından da gemiye döndük. Sabah kalktık, kahvaltı ediyoruz ... çocuklar benim vukuatı anlatmaya başlamaz mı?
    - ya ne gerek var? ...falan dedim ama efendi kaptan'a ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

    - sonra efendi kaptanım, bir de baktık bizim üçüncü böyle resmen havada perende atıp Jackie Chan gibi hatuna bi çaktı... baktık ki aPLa ayakkabılarından çıkmış ... Allah bilir hala yere düşmemiştir ... o derece yani.

    efendi kaptan bunları dinledi dinledi ... sonra bana baktı ve basit bir soru sordu.
    - üçüncüm, Haloa nedir biliyor musunuz?
    - bilmiyorum efendim .. dedim (bilmiyordum harbiden)
    - peki ... dedi sakince, ama hava değişmiş. Sessizce kahvaltıyı ettik.

    Doğal olarak araştırdık .... Haloa nedir? Neyin nesidir? Meğer Haloa kadınların festivaliymiş, kadınlar o gün/gece boyunca başta serbest konuşma ve canları ne çekerse yapma olmak üzere bir çeşit -dokunulmazlık- kazanırmış.
    ... işin daha da kötüsü, o mukavva boru vardı ya? Hani üzerine kurdelere sarılı olan ... o şey ile seçtikleri erkeğe vurur ve onu kendisi ile birlikte -eğlenmeye- çağırırlarmış.

    Yani ben iki kere davet alıp, davet'e icap etmemişim ... üçüncü davet denemesini ise şiddet ile cevaplamışım.
    ...kısmet nasıl tepilir? Islak TaNea ile kısmetin ağzının ortasına vurularak

    Sonuç : İşte cehalet böyle bir şey

    http://en.wikipedia.org/wiki/Haloa_%28festival%29
  13. Kaan Yagizer
    ...geçmiş zaman.
    Borusan Oto'da çalışıyorum.  Bir gün odamda oturmuş kaliteli zaman geçirirken (bkn.tatak çıkarmak) telefonum çaldı. 
    - Ne var? (kibar şekilde telefona cevap vermek)
    - Gel ... gel ... bunu görmen lazım.
    BMW'nin bir kısmı -Individual- kapsamında (Individual : Standartlar dışında aracı kafana göre imal ettirmek) Pre-Order (yani Sipariş Et - Bekle) geliyor. Yanlız individual sipariş verirken acaip - über dikkat etmek lazım, yanlış yaparsan kötü kaçıyor ... arka parka gidiyorum ve beni çağıran teslimat ekibi ile buluşuyorum. Hepsi bir 5"kasanın başında toplanmış.
    - Arabaya bak be!
    ...bakıyorum ... obareyyy
    Nasıl anlatılır ki? Araç opak kırmızı, içi de kırmızı ama ... yani tavan döşemesi kırmızı, ön göğüs kırmızı deri, 8 yöne ayarlı ısıtmalı-soğutmalı-dana derisi koltuklar kırmızı, velür taban halısı kırmızı .. ulan göstergelerinin içi bile kırmızı be.
    Arabaya fil sokmuşsun, sonra da fili uçaksavar ile vurmuşsun ... hayvan arabanın içinde patlamış sanki ... 
    - Eee? Nasıl oluyor bu ya?
    - Yanlış sipariş
    - Aha ... s****k
    - Pish s****k valla
    Çok geçmeden Gen.Müdürümüze kadar ulaşıyor haber. Müşerref hanım önce arızaya geçiyor, sonra da talimat veriyor. 
    - Bunu hemen satın, kim satarsa ona bonus vericem.
    ...bilin bakalım arabayı kim satıyor?
    O sıralar Aksaray esnafı Rus Bavul Ticaretin fena para kaldırıyor. Benim eleman da işe bavul ile başlamış ama çıtayı yukarı çıkarmış. Sermaye eksiği olan rus turistleri kendi pavyonunda çalıştırıyor. Eleman geliyor, bunun mekanda ...işte bir-iki ay çalışıyor, kazandığı para ile alış-veriş yapıyor ve rusya'ya geri dönüyor. Yani kazancını ikiye, üçe katlıyor. Tabi bu işte esas kazanç benim müşterinin ... sonuçta pavyon onun, sermayenin alış-veriş yaptığı dükkan da onun.
    Abi parayı bulmuş, harcayacak yer arıyor. Ben bunu yakalar ve bırakırmıyım?
    Aldım elemanı, götürdüm oto-park'a ... kırmızı 5" o kadar iğrenç ki showroom'a koymamışız. Görenin midesi bulanıyor, derinlik algısı bozuluyor. Gösterdim arabayı, ekipman falan on numara aslında ... milimetrik jantlar, über koltuklar, all leather kaplama, Bosé müzik sistemi ... yok oğlu yok yani. Eleman derin bir nefes alıp demez mi...
    - Aşık oldum lan buna, hem de özel imalat ... dünyada eşi yok ... di mi?
    Aklımdan "kim alır bu kadar iğrencini? Tabi ki eşi yok!" düşüncesi geçse de ...
    - Plaka bile takman lazım değil, öyle kupon .. öyle tek bu araba.  ...diyorum (bkn.yalan değil ki)
    Hemen orada, arabanın başında hızlıca bir pazarlık yapıyoruz. İçeri dönüp kimlik kopyasını falan alıyorum, satış fişini düzenleyip imzalatıyorum ve günlük çek alıp hesabı kapatıyorum. Azıcık indirim yapmış, neredeyse arabayı liste fiyatına vermişim.
    - Ne zaman geleyim?
    Hızlı bir hesap yapıyorum kafamda
    - C.tesi gel, teslim edeyim.
    Eleman gidiyor, ben de satış fişini Müşerref hanıma gösterip havamı attıktan sonra muhasebeye geçiyorum. İşlemleri ilerliyor, plaka çıkıyor, araç PDI'dan geçiyor, temizleniyor ve teslimat bölümüne alınıyor. Her şey yolunda ...
    Cumartesi bizim eleman geliyor ... üzerine ...nasıl anlatsam? Parlak yeşil / kırmızı ve plastikten bir eşofman giymiş ... ayağında ise sivri burunlu kösele ayakkabılar. Yanında bir hatun ... o da aynı renk ve malzemeden eşofman giymiş, hatunun ayağında (eşofmanın altında) öküz gibi topuklu ayakkabılar, saç - baş yapılı, ağır makyaj falan. Bunlara bakarken gözlerim kamaştı, nefesim kesildi desem bana inanın.
    - Hazırmıyız?
    Hazırız tabi ... hatta alın gidin arabayı ... hem de bir an önce.  Hep beraber geçtik teslimata, açtım arabayı ... elemanı şoför koltuğuna davet ettim, hatunu da yan koltuğuna oturttum. Ben de başladım açık camdan kontrolleri anlatmaya, elemanın koltuğunu ayarlamaya ... koltuk hafızası ile falan uğraşmaya. Kadın tam o sırada demez mi ...
    - Ya XYZ bu araba ne kadar b***nmış, kıpkırmızı lan. (kıkırdar) basurlu g*t gibi ...
    Eleman hiç bir ön hazırlık yapmadan sağ yumruğunu hatuna geçirmez mi ... güm - güm ... iki kere ses geldi hatundan. İlk ses bizim eleman ona yumruk atınca, ikinci güm ise kafasını kapalı kapı camına çakınca.  Dondum kaldım tabi ... ne desem ki? ne yapsam?
    - Yani bir kere hafızaya aldığımda koltuk ayarını değiştirmiş olsam da aynı şekle geri dönüyor di mi?
    Hatunun burnu kanıyor ufaktan, ağlıyor da ... eleman hiç bir şey olmamış havasında ama benim araba anlatacak halim kalmamış ki... çağırdım teslimatçıları, gidip indirdim hatunu, teslimat bölümündeki kadınlar tuvaletine götürdüm. Kan ve göz yaşı ile karışık akan rimeller felan (ya da ismi neyse) kadıncağızın yüzü post-modern sanat eseri gibi olmuş. Bekledim kapıda, bir süre sonra makyajını silmiş, burnuna da tuvalet kağıdı tıkmış olarak çıktı dışarı.
    Bizim oğlanlar teslimatı bitirmiş imzaları alıyor olduğundan sessizce beklemek dışında bir işim yok ... yani bir köşeye geçip oturabilirim. Öyle de yaptım ... yaptım ama elemana kızgınım. Yani kadın dövmek olacak iş değil, bunu benim önümde yapmak bana fazlası ile ters, şiddet eylemini Borusan'da yapmak ise iki defa ters. 
    Anlayacağınız epey bir gerginim.
    Eleman para vermeye kalkınca o kafa ile engelledim tabi.
    - Aracınızı iyi günlerde kullanın ama bu tür hareketleri hoş karşılamıyoruz ... bahşiş de almıyoruz.
    - Beğenmediniz mi? (biliyorum parayı kastetmiyor...)
    - Hayır, beğenmedim ... hem de hiç beğenmedim. (o zamanlar daha müşteri memnuniyeti keşfedilmemiş) 
    Aramızda kavga çıktı, çıkacak ... hatun araya girmez mi...
    - Aman boş ver XYZ, uyma elin itine ...hadi gidelim
    "İt" ?!?!?!? ....bunlar çektirip gitsin diye kapıları açtık, eleman ve kan kırmızısı 5" çektirdi gitti.
    Ben hala bana "it" denmiş olmasının şoku içinde cık-cıklayarak odama döndüm ... masamda bir not.
    "Aferin" ...notun altında da Malta Adası ile ilgili broşürler.  Müşerref hanım sözünü tutmuş, bir haftalık Malta seyahati (iki kişilik) hediye etmiş. Moralim anında düzeldi tabi ... otomotiv hayatım boyunca yaptığım en kötü teslimatı unutmayacak olsam da yalan yok ... kocaman bir sırıtış suratımın ortasına park etti.
     
  14. Kaan Yagizer
    Bilen bilir "Tadım" Otelcilik işinin parçasıdır, özellikle -Zincir- markalar reçete (recipie) içindeki malzemenin kaynağı / türevi / tadı konusunda hassastır ve birden fazla mutfakta aynı tad yakalanması amaçlandığı için malzeme kaynağı değişimine pek sıcak bakmazlar.
    ... kimi zaman bu kaçınılmazdır.
    Başaşçı (...ki kendisi Mutfakta İmparator muamelesi görür) yeni sezon için menü oluşturur, tabi ki bu menü'nün ve içeriğinin test edilmesi, onaylanması ve hatta sunumun dahil (tabaktaki malzemenin nasıl duracağı) kontrol edilmesi gerekir.
     
    ...kötü bir adamım ya! (malum) gidip arada Otel müdürüne yazıyorum ...
    - Orhan bey, Orhan bey ... o kadar tadım yapıyorsunuz ama beni hiç çağırmıyorsunuz!
     
    Eğri oturalım, doğru konuşalım .. ben tadım'dan ne anlarım? Motor yağı desen eyvallah ama buharda terbiye edilmiş mini brüksel lahanasının çukulata sosunda nasıl duracağını (doğal olarak) bilmem ... yer geçer, ahçı'ya da "Eline sağlık!" derim ... ama o kadar.
     
    Amacım belli, işi bilen abilerin masasında oturup sonradan ukalalık malzemesi olarak kullanacağım bir, iki püf noktası öğrenmek + beleş / güzel yemek yemek.
     
    Otel Müdürü kibar adam, görmüş - geçirmiş ... kim bilir benim gibi kaç tane kendini bilmez ile uğraşmış ... bozmuyor (...ki ben onun yerinde olsam terlikle döve döve kovalardım.) "Bakarız" , "Ayarlarız" falan diyor.  Belki bu taktik tutar ama sorun şu ki ben -yüzsüzüm- hem de had safhada.
    - Orhan bey beni ne zaman tadım'a çağıracaksın?
    - Hallederiz Kaan bey
    - Orhan bey tadım yapmıyoz mu?
    - İnşallah Kaan bey
    - Orhan bey tadım ne oldu?
    - Ayarlarız Kaan bey
    ... 8,981 deneme sonunda bir gün telefonum çaldı.
     
    - Alü!?!
    - Kaan bey, yarın tadım'a gideceğim, isterseniz siz de gelin.
    - aaa!Tamam, ne zaman? 
    - Öğlende Divan Taxim'de buluşacağız.
    - Taam
     
    Heyooo .... beleş kayıntı
     
    Atladım gittim tabi, özel salon ayarlanmış. İçeri girdim ki bilmem kaç tane Divan otel müdürü ve şef oturmuş menü inceliyor ve not falan alıyorlar. Benim işim olmaz, kibarca tanıştırıldım ... geçtim, bir kenara oturdum. Kayıntı başlasın diye bekliyorum.
     
    Garsonlar geldi, önüme su koydular ... 4 - 5 tane de bardak ... Başaşçı demez mi!!
    - Hadi başlayalım!
     
    Eleman Alman, baktım herkes disiplin içinde önündeki şişelerden biraz su koyuyor, kokluyor - ağzında çalkalıyor, suyu bardağa geri püskürtüyor ve not alıyor.
    .... ne oluyor be?
     
    Orhan bey yanımda, eğilip sordum ...
    - Noluyo ya?
    - Tadım yapıyoruz Kaan bey?
    - .... yemek yok ama...
    - Su konusunda karar veriyoruz Kaan bey
    - Su'mu? ...ben su içmeye mi geldim yani?
    - Evet Kaan bey.
    - .......(küfür/sessizce) ......(küfür/alçak sesle)
    - .....
    - Ben Brasserie'ye geçiyorum, karnım aç ... tadım bitince haber verirsin.
    - Peki (bıyık altından gülerek)
     
    ...keleğe bak ya !!! Tadım'mı istiyorsun? Al sana Tadım   Hakkını vermek lazım, gayet kibar bir hamleydi (kaPak) 
    Ders oldu mu? ...şüpheliyim. 
  15. Kaan Yagizer
    Sabah kalktığımda yağmurun kesilmiş olduğunu görüp seviniyorum. Muson mevsiminin ortasındayız, hava her an fikir değiştirebilir ama gene de ortalığı biraz aydınlık görmek güzel. Giyinirken televizyona bakıyor ve sel uyarılarının aynen devam ettiğini görüyorum. Şehir merkezi diğer bölgelere göre bir-iki metre daha yüksek olduğundan sel ile (şimdilik) uğraşmıyoruz ama bu güvende olduğumuzu da göstermez.
    T-Shirt, Kargo şort ve parmak arası terlik ile (neredeyse resmi giyim) odadan çıkıyorum. Karnım aç yahu... plastik şişe'de satılan taze mango suyu alıp seyyar kebapçının tezgahına oturuyorum. Ne istersin diyor bana ... aslında öyle demiyor ... XODNSJBSUSUAKSNOJAIKSAMAL? diyor ama durum belli ... hemen tarzanca anlaşıyoruz.

    kısa bir kararsızlık sonrasında yılan bağırsaklarını pas geçip tütsülenmiş soslu kirpi istiyorum. Biraz Lemon Grass ve azıcık da sos ile yumuluyorum kirpi'ye. Bir rahip katılıyor bana, o da kirpi istiyor ... seyyar satıcı'ya "onun yemeği benden" diyorum, rahip eğilip teşekkür selamı veriyor, eğilip selamını alıyorum. Kirpi'leri sömürdükten sonra bir cigara yakıyorum kendime. 
    G.Doğu asya'lılar birbirlerinin başlarının tepesine, enselerine dokunmaz ... vücutların o bölgeleri yarı-kutsal sayılır, ama rahip'ler için bu geçerli değil. Yemek arkadaşım elini kafama koyup beni kutsuyor. Ben de ona teşekkür ediyorum.  Aslında zor iş rahiplik ... evlenemiyor, mal - mülk saibi olamıyorlar. Halkın ruhsal ihtiyaçlarını gidermek gibi bir görevleri var ama bunun karşılığında para alamıyor, bütçe'den ödenek tahsisinden falan da yararlanamıyorlar.  Halk onlara bakıyor, doyuruyor, hastalandıklarında yardımcı oluyor ve saygı gösteriyor ama o kadar. 
    İsterlerse tapınaklarda da yaşayabilirler ama "gezgin" rahipler daha çok saygı görüyor, hayatın zorlukları ile daha fazla karşılaşıyorlar. 
    Kahvaltımı paylaştığım rahip o gezginlerden biri ... dua tesbihi ve içinden yemek yediği tahta kap bile onun değil. Üzerindeki giysi parçası ve eskimiş sandaletleri de. Yolun köşesindeki seyyar berber onu duvarın dibine koyduğu iskemleye davet ediyor ... cigaramı içerken elinde termos ile dolaşan kave satıcısından sert ama güzel bir fincan kave alıp elimle berber ve rahibi işaret ediyorum ... "Onlara da ver!" kave ellerine tutuşturulduğunda başlarını eğip teşekkür ediyorlar.
    Berber rahibin kafasını sabunlamış, onu ustalıkla traş ediyor ... hafif sesle de konuşuyorlar. Viet bilmiyorum, yani ne konuştukları hakkında pek fikrim yok ama ikisi de neşeli, o kadarını söyleyebilirim. Bi cigara daha yakıyorum, seyyar satıcıya azıcık dong atıp başlıyorum yoldan aşağı yürümeye. Saigon'un ya da yeni adı ile Ho Chi Minh'in en c00L mekanlarından biri olan Meka'nın kapalı kapısının önünde motorlu kuryeler kağıt oynuyor, etrafta onyüzbinmilyon dandik motorsiklet deli bir kareografi ile akıyor ... kendi kendime soruyorum, neden bunlar kaza yapıp ölmüyor be?
    Hava sıcak, yağmur yağmıyor (henüz) ama kapatıyor ... döktürecek, belli.  Kendime şeffaf plastikten bir yağmurluk alıyorum ... seyyar satıcı bana nedense pilli / ışıklı minnie mause taç/kurdelası satmaya çalışıyor ama pas geçme hakkımı kullanıyorum. 
    ...sonra yağmur başlıyor. İstanbulun nazlı damlaları gibi değil resmen sayko bunlar. İntihar eden kaz misali çTONK diye yere vuruyor ve bin parça'ya dağılıyorlar. Kısa zamanda bütün dükkanlar, tenteler ve bina girişleri felan doluyor. Kimi motorlular "ölüm dediğin ne ki?" havasında hala bir yerlere gitmeye çalışıyor olsa da iki dakikada caddeler kendilerini nehir zannetmeye başlıyor.
    Bi fransız café'sine kapağı atıp kendime buzlu su ve kahve sipariş ediyorum. Kısa zamanda mekan doluyor ve masamı güzel sanatlar'da okuyan bir grup talebe ile paylaşıyorum. Onlar ellerindeki plastik poşetten karides ikram ediyor, ben de kave söylüyorum (hepimize) ...yağmur manyağa bağlamış, sokağı resmen hallaç gibi atıyor. Saigon'a kuzey'den gelmiş olan yeni arkadaşım "Bu ne ki? Yağmur mu?" diye dışarıdaki doğa felaketini küçümsüyor, dediğine göre delta'da yağan yağmur kimi zaman öyle şiddetli olurmuş ki kuşlar bile yüzme öğrenmek zorunda kalırmış.
    ...sahne gözümde canlanıyor, başlıyorum gülmeye. cafe'nin tentesinin altına kaçmış seyyar satıcıya bizi parmağımla işaret edip "banh mi!" diye sesleniyorum. Eleman o çok lezzetli viet sandviçlerini tepeleme dolduruyor ve kağıda sarıp bize veriyor ... kaç para? öküz kadar sandviçlerin 5 tanesi için ona dört dolar ödüyorum ... 
    Hayat bir başka akıyor etrafımda, beyinler farklı çalışıyor ... endişeler veya hayaller bizimkiler ile yakından - uzaktan alakalı değil ... kendi kendime mırıldanıyorum.
    - Ya biz bir yerlerde büyük hatalar yapıyoruz, ya da bunlar. Birimizin fena halde s****tığı kesin, ama kim? 
     
  16. Kaan Yagizer
    Eylül sonu aniden rahatsızlandım. (bilen biliyor...) gün ortası bir ağrı girdi karnıma, bursa işi çakı gibi resmen ikiye katlandım.
    ... yapılacak şey belli. Hemen Hastane'nin yolunu tuttuk.
     
    Acile girdik, oram ağrıyor ... buram buruluyor hesabı Acil Doktoruna durumu anlatıyorum. Eleman biraz mıncıkladı beni, sonrası malum ... kan tahlili, serum, ultrason, serum, MR, serum ... akşam üstü odaya çıkardılar. Sabah uzman doktor gelip bakacak ama serumla karışık tonla ilaç bünyeye girince rahata kavuşmuş olduğum için mızmızlanmıyorum. 
    NatGeo - People açmışım TiVi'de ... sıra dışı kadınlar (açık deniz yat yarışı) seyrediyorum.
     
    ...akşam hemşiresi geldi, nabzıma baktı, ateşimi kontrol etti, serumu çıkarıp ağrı kesici/antibiyotik (ya da ona benzer bir şeyler) taktı ... arada da muhabbet ediyoruz.
     
    Kızcağız demez mi?
     
    -  Amca nasılsın? Daha iyi misin?
     
    Anaaaa! 
     
    O saate kadar çekyat hesabı açılan divan/yatakta oturmuş sessiz sedasız kitap okuyan benim hatun bir anda "arıza" moduna geçmez mi?
     
    http://giphy.com/gifs/error-2kzAP7X0rWNgY
     
    Lan!
     
    Hatun bir anda tasmanya canavarı moduna geçti ve başladı yüksek frekansatan caz yapmaya ...
    - Ne amcası? Amca nereden çıktı? Amca değil o ... benim kocam ... amca deme ona, amca değil o ...
     
    Hemşire kızcağız şaşırdı, ben şaşırdım ... ikimiz de olduğu yerde tepinip bağıran benim hatun kişiye bakıyoruz.  Hemşire kızcağız bir şeyler geveleyip (özür babında) odadan kaçtı. 
    ...eh be ablacığım, sen kaçtın da ... ben ne b@k yiyeyim? ben nereye kaçacağım.
     
    Hatun başıma dikilmez mi?
    - Hemen keseceksin o sakalları, kimse sana amca falan demeyecek, dememeli ... o sakallar ... gi-de-cek!
     
    Eşşedü....!! Ben gittim/geldim modundayım, hatun sakal kestirme derdinde.
    ... ama serde (hasta olsam dahi) erkeklik var.  Kararı iç işleri bakanına mı bırakacağım? Son söz söylenecekse .. ben söylerim be! (tieyt!)
     
    - Peki ... dedim, konu kapandı
     
    Sonuç : Hastaneden çıkınca sadece ve sadece o da canım çektiği için kestim sakalımı.  
     
  17. Kaan Yagizer
    Spor yapmam lazım ... etrafımdaki neredeyse her insan evladı bir şeyler ile uğraşıyor ben ise göbekten pamuk çıkartma seviyesinde takılıp kalmışım. Spor yapıcam ama ne? Masa Tenisi? ...denendi ... sonuç rezalet! Fullsize tenis? cıK ... futbol'dan hiç hazzetmem, peki basketbol ... yok kardeşim, yok. El/Göz koordinasyonum o kadar kötü ki benim için özel -eksi- seviye açmaları gerekiyor. (bkn.çukur) eee?
    Yelken? Denizi severim, yelken olur mu? ...Olmazmış ... eğitime optimist ile başlamak lazım, ben üzerine çıkınca tekne batma seviyesine geliyor. Paraşüt ile atlasam? ...olmaz ... kilo sınırına yakalanıyorum, beni taşıyacak freefall paraşüt yok ...hatta "Seni T1 malzeme paraşütü ile atarız!" geyiği felan yapılıyor. (bkn.türk hava kurumunda kavga çıkarıp güvenlik tarafınca tartaklanmanın dayanılmaz hafifliği) 
    eee? ne b*k yiyicem ben be?
    Koşu sıkıcı, zaten 110kg+ adama göre değil, bisiklet desen pişik ve selenin kıçı zedeleme sıkıntısı var ... atıcılık desen, miyobum be! ...curling, buz hokeyi falan o zamanlar moda değil (hoş hala da değil...) amerikan futbolu oynayayım, vücut yapım D-Band (defans/savunma hattı) uygun ama T.C'de Amerikan Futbolu ya da Rugby oynayan yok ki. Nasıl olcek bu iş?
    Su topunu denedim ... sıkıcı ... kule atlamayı denedim, bir mavi balina kadar zarifim (4,5metrelik ilk platforma kadar su çıkarttım) yani tam bir HaSSSS! durumu...
    Sonra sporumu buldum, hem de tesadüfen. Klüpte gırgırına bench press basarken gözüme kürek çekme aleti ile debelenen veletler takılıyor. Kıçlarından ter damlıyor ama epey de eğleniyorlar ... gidip biraz seyrediyorum onları. "İş mi bu be? Yerim lan sizi!" diyorum ... "Ye de görelim!" cevabı geliyor ... 
    2km'lik (yarış standartı) menzile ayarlıyoruz ve başlıyor abanmaya ... zaman tutuluyor, kim bayrağı önce düşürürse (yani 2km'ye ulaşırsa...) o kazanacak.  çtoNK! ilk denemede kırıyorum boynunu ... "Bir kere daha ... bu defa 5km" ... "Eyvallah" diyorum ...sonuç gene aynı.
    Üst üste üç kere yarışıyoruz ( 2 - 5 - 2km) sonuç 3-0 ...ellerim su topluyor, omuzlarım ve baldırlarım adeta yanıyor ama ne gam! Zafer benim.
    "Gelip takılsana bizimle, hocalar görsün seni..." diyorlar ... neden olmasın?
    İki - üç gün sonra dereağzına gidip şahsımı gösteriyorum elemanlara ... "Bildiğin hayvan işte, çift kürek becerisi yok (solak) ama dıştan takma motor gibi ... koy tekneye gitsin." yorumu ile Genç-B'ye yedek olarak alınıyorum. Kabiliyet sıfır, çift el sıfır, yakalama idare eder, çekiş oha hayvan, kürek sonu iyi ve öne geliş fena değil ... dayanıklılık mükemmel notu ile doğal olarak sekiz tek'e ön sırada (yani ilk suyu yaran) oturmaya başlıyorum.
    Kafa çalıştırmam,taktik üretmem falan gerekmiyor, yapmam gereken tek şey küreği sağlamca tutup dümenciyi dinlemek ... tam bana göre yani.  
    Bir yıl kadar sonra Genç-A'ya çıkıyorum ... Fenerbahçe kürek'in gelene - gidene yapıştırdığı günler (hoş hala da öyle ya...) spor yapmak gerçekten iyi geliyor. Resmen kafam boşalıyor ... ders çalışmadığım ve uyumadığım her boş dakikamı antreman yaparak geçiriyorum desem yeridir. Kabataş Erkek'in olanakları gelişkin, klüpten yazı ve lisans götürünce okul yarış günlerinde -çıkış- yapmama izin veriyor (daimi yatılıyım) bunun ötesinde gündüz/gece istediğim zaman salonları ve spor ekipmanını kullanabiliyorum.
    Hiç bir zaman "Büyükler" kategorisine çıkamayacağımı biliyorum. Lise bitip üni. başladığında okul+kürek'i bir arada götürmem mümkün olmayacak (maddi ve zamansal sorunlardan ötürü) ama bu o gün gelene kadar kürek çekmeme mani değil.
    81" yarışları (Sapanca) aynı zamanda benim için bir "Son" devam edersem bir üst kategoriye (Büyük-B) geçmem lazım ama bunun ötesinde üni.var. Burslu olarak Yüksek Denizcilik'te okuyacağım ve onların Kabataş gibi sporcu öğrenciyi destekleme programları falan yok. Anlayacağınız sapanca'ya giderken ruh halim "şu son kupayı'da alalım, onurlu bir şekilde emekli olayım" şeklinde.
    77 yılından beri süren FB monopolisi var ... bizim takım kesintisiz olarak her yıl kupa'yı "lüp" ediyor. Yani Sapanca'ya giderken sadece ben değil, bütün takım -gazlı-
    ...bela biz malzemeyi kayıkhaneye indirirken "Selamınaleyküm!" diyor. 
    Bela'nın ismi GS ... bir önceki yıl Bulgaristan'da gerildiğimiz veled-ül-zina'lar kendi malzemelerini indirip yığıyor. Bulgaristan'da neden kavga çıkmıştı ki? Hatırlamıyorum ... onların da hatırladığını sanmıyorum. Ama GS takımından hazzetmiyoruz ve bu hislerimiz karşılıklı (bkn.onlar da bize boş değil) ismini şu an hatırlamıyorum ama GS'ın üç numarası şaşı bir velet var ... ona özellikle uyuzum. Oğlan bir yandan işini yaparken diğer yandan bize bakıp pish-pish sırıtıyor. Anlayacağınız ayar ve kendi kendine gaz verme modundayım (bkn.saf salaklık) dayanamayıp soruyorum. "Niye sırıtıyorsun muhterem valdesinin ellerinden hürmetle öptüğümün çocuğu?" ...ve kavga çıkıyor.
    Genel bir kavga çıkar FB vs. GS meydan savaşı başlar diye düşünüyorum ama öyle olmuyor, biz one-o-one takılıyoruz. Herkes etrafımıza toplanıyor, hatta tezahürat yapıyor ama ne kavgaya karışıyorlar, ne de bizi ayırıyorlar.
    Debeleniyor, birbirimizi yumrukluyor, yuvarlanıyor ... düşüp kalkıyoruz. Kavgamız kayıkhanede başlayıp dışarı çıkıyor, göl kıyısına gidip oradan ilerideki çay bahçesine doğru uzanıyor, sonra otoparkın dış sınırından dolaşıp klüp otobüsünün yanında kavga ediyoruz. Her tarafım ağrıyor, yorgunum ve de artık kavga etmek istemiyorum ... istemiyorum da bu kavga nasıl bitecek?
    Şaşı oğlan sağlam çıkmazmı? ... eleman yıkılmıyor bir türlü ... ya ben? yüzümün, gözümün şiştiğini hissediyorum ama bnim de yıkılmaya niyetim yok. Kavga ederken bir yandan etrafıma bakınıyorum, sonra gözüm bizim büyükler antrenörüne takılıyor. Herif milletle birlikte dikilmiş bizim kavgayı seyrediyor. Şaşı'yı tutup kalan son güç kırıntısı ile pulluk gibi sürerek bulgar hoca'ya doğru götürüyor ve bir kere daha itiyorum. 
    Antrenör, şaşı velet ve ben tam bir 3some edası ile yığılıyoruz çimenlere. Herif küfredip bizi itip kakıyor, birileri koşturup onu kaldırıyor ve aramıza giriyor (bkn.Allaha şükür) son darbeyi indirmem lazım ama değil kavga etmek, elimi kaldıracak halim kalmamış ... bari tüküreyim! diye geçiriyorum aklımdan ve ağzıma dolan kan/tükürük karışımını gez-göz-arpacık yaparak şaşı'ya sallıyorum.
    ...ama olmuyor. Onun yerine menzile giren federasyon görevlisinin kasıklarına garip bir desen çizip herifin pantalonunu berbat ediyorum.
    "Kaldırın, götürün bu serserileri!" diye bağırıyor birileri. Koluma girip benden artanları otobüse taşıyorlar ... otele nasıl gidiyoruz? Odaya nasıl çıktık? ...resmen hatırlamıyorum. O derece dayak yemişim yani.
    Dediklerine göre bütün gece inlemişim ... sabah kalktığımda her tarafım çürük içinde, kafam neredeyse 2x büyümüş ... ağrımayan ne bir kemiğim var, ne de kasım.
    Zar-zor eşofman çekip kahvaltıya iniyorum. Aaaa! Şaşı'da orada, meğer aynı otelde kalıyormuşuz. Yanına gidiyorum, arkadaşları ayağa kalkıyor ... Lan! Kavga edecek halim var mı be? Zaten dağılmışım.
    Eleman kafasını iyice geriye atarak bana bakıyor, gözleri şişmiş ... öyle ki göz göze gelemiyoruz.
    "Köpek enciğine dönmüşsün!" diyorum, sırıtıp cevap veriyor "Kafan öküz kadar olmuş!" ... eh, haklı valla! Başımı sallayıp bizimkilerin yanına gidiyor ve kahvaltı sırasına giriyorum. Yumuşak şeyler koyuyorum tabağıma, dişlerim ve çenem ağrıyor ... eşşo******su sağlam vurmuş valla, ağzımı zor açıyorum, ne dövmüş beni be!
    Bisküvi'yi çay'da yumuşatıp ağzıma atarken şaşı ile göz göze geliyoruz. O da kaşıkla ağzına bal sokma derdinde ... birbirimize gülüyoruz ... sonra vaz geçiyorum, gülünce ağzım ağrıyor.
    ...elemanın eli amma ağırmış yahu! diye geçiriyorum aklımdan. 
     
  18. Kaan Yagizer
    Yaz günü, okul tatil ... normalde Selim (Yorgun) ile sürterim ama o da Fenike'mi, Finike'mi ...adı neyse artık oraya yazlığa gitmiş. Ben de ona takılsam dert olmayacak ama bir kere gittim ... mekan acaip sakin, 24 saat falan geçirince kafayı yiyecek gibi oldum. Elimde odun ile evin arkasındaki çalılıklarda cırcır böceği öldürmeye (en azından teoride) başladım ... o nedenle Selim -geliyormusun?- dediğinde pas geçtim.
    ...iyi de ben nerede kalıcam be?
    İstanbul'da evim yok ki ... aslında var da, ev kapalı ... bana da anahtar falan vermiyorlar.
    ...eee?
     
    Koray'a yanaştım.... Kekeme Boğaziçinde Master programında, hem cep harçlığı çıkartmak hem de Profesöre y*l*k*lık yapmak için okulda açılan yaz kur'larında okutmanlık yapıyor. Yurtta kalıyor biliyorum ... onu aradım.
    - Yer var mı lan?
    - Va - Va - Varrr
    ...topladım eşyaları, atladım bi arabaya yaLLah Güney kampüs.
    Koray diğer asistanlar ile birlikte ana kantinin ve kütüphanenin olduğu büyük bina'da kalıyor. Yaz olduğu için tonla boş yer var, asistanlar da kafa çocuklar ... kıllık yapmadılar.
    - yayıl, takıl işte ... okul açılana kadar rahatına bak ... dediler.
    - eywallah
    Zaten okul açılmasına yakın kendi mekanıma, Ortaköy'deki geçici yuvama gideceğim.
    ...böylece başladı Boğaziçi'nde ki yaz günlerim.
     
    Yapacak pek bir işim yok, genelde spor salonunda veya orta avluda falan takılıyorum. Bazen aşağı inip boğaz'da volta atıyorum ... kütüphane gerçekten sağlam. Koray'ın öğrenci işlerindeki manitusu bana kimlik'de ayarlamış. Gidip kitap okuyorum, zaman geçirmek için ansiklopedi britannica'nın 35 cildi ve 35 ek cildini okumaktan daha iyi ne olabilir?
    ...bir de manita yapmışım kendime. Henüz bilmiyorum ama Amerika'dan döndükten sonra (yani yıllar sonra) onunla evleneceğiz
     
    Banu bir gün gelip demez mi?
    - Hafta sonu ada'ya gidiyoruz, gelir misin?
    - ....aslında çok işim var ama
    - ...peki sen bilirsin
    - şaka be, ne işim olacak? gelirim tabi.
     
    Sirkeciden vapur, yanımızda biraz eşya var ... toplam altı kişiyiz. Banu ve iki kız arkadaşı ve biz üç herif ... birbirini daha önce hiç tanımamış tek ortak noktaları manitalarının arkadaşlığı olan üç hıyar.
     
    Büyükadadan motora geçtik ... ne motoru ya? Biz ada'ya gitmiyormuyduk?
    - Sedef adasına gidiyoruz canım
    Meğer Banu'nun babasının -özel- ada'da evi varmış ... anlayacağınız o an daha da bi derinden sevdim Banu'yu ...
     
    Ada'da bir halk plajı, bir iskele ... aynı zamanda günübirlikçilere hizmet veren bir lokanta ve market var ... ama o kadar. Bir noktadan sonra yolu güvenlik kesiyor ve ancak evin var ise ada'nın özel bölümüne girebiliyorsun.
    ...kebapppp
     
    Banu'ların evi ikinci kordon'da ... yani deniz kenarında değil ama deniz manzaralı, çam ağaçlarının arasında, önden iki, yandan üç katlı ... tam bir behhh ... behhhh yani.
    ...hafiften de gözüm korkuyor eve bakınca. Kendi kendime diyorum ki...
    - Ulan bu kız gidip beni babasına şikayet ederse o herif tavuk gibi bacaklarımı kopartır, kızı delirtmemek lazım ... dikkatli ol Kaan
     
    Biz eşyaları falan yerleştirirken kızlar market'e gidip alış veriş yapıyor ... odaları paylaşıyoruz, birer neskafe yapıp evin önündeki muhteşem teras'ta keyif çatıyoruz.
     
    Oğlanlardan biri Nike'de pazarlama'da çalışıyor, diğerinin babası ise tahtakale'de tefeci ... yani çulsuz, ne b*k olduğu belirsiz -ezik- bir tek ben varım. Böylece ilk kavga çıkıyor, eleman kolumdaki Seiko5 saate bakıp dalga geçmek için
    - sünnette mi taktılar bunu sana? ...diyor. (bkn.ahanda!)
     
    Kızlar geldiğinde ortalık görece yatışmış durumda, tefecinin oğlunun burnu patlıcan kadar olmuş. Terastaki kanları falan silmişiz ama yerler hala biraz nemli. Arada sırf zevk olsun diye iki tane çaktığım Nike'ci oğlan hafiften söyleniyor ...
    ...tefecinin oğlan ve manitası son vapura atlayıp gidiyor ... bana uyar valla.
     
    Banu -arkadaşlarımı dövme- konulu bir söylev atıyor ama kavganın neden çıktığını anlatınca biraz gevşiyor. Paralı babası olsa da var yok bilen kız, helal olsun.
    ...akşam yemeğini yapıyorum ve ortam iyice gevşiyor. Hatta yemek masasında şakalar bile yapılıyor
    - Kaan'ın saatine laf etmeyin, gözünüzü hastanede açarsınız sonra.
     
    Yaz gecesi, karınlar tok ... orta kalite şarap ile (bolca) kafalar kırılmış ve hafiften muhabbet ediyoruz. Keyifler gıcır...
    ...saat iyice geç olana kadar teras'ta takılıp odalarımıza çekiliyoruz. yatarken söz veriyorum, sabah kahvaltısı benden ...
     
    Uyandığımda nerede ise öğle saati olmuş. Milleti rahatsız etmeden market'e çufçuf'luyorum. Ekmek falan alıp kahvaltıyı hazırlayacağım ... vapurlar halk plajına gelen günübirlikçileri döküp gidiyor. Ekmek alıp market'ten çıkarken tefecinin oğlanı görüyorum ... elemanın burnu daha da çok şişmiş, gözlerinin altı morarmış. Burnunun altında bir de bandaj.
    ...herife sırıtıp (bkn.pis pis) elimdeki poşet ile gitmek için dönüyorum ve güM! ... biri bana arkadan vuruyor.
     
    Cidden mi? Bana mı?
     
    Güvenlikçiler yetişip araya girene kadar tefecinin oğlan ve iki arkadaşı ile birinci sedefadası meydan savaşını başlatıyoruz. Bende de hasar var, kaşım açılmış, sağ elimin parmağı kırılmış ama marketçi, lokantacı, güvenlikçi falan bizi paket edene kadar heriflerin resmen ağz*n* s*çm*ş olduğumu gurur ile belirtmek isterim.
    ...Büyükadadan polis motoru gelip bizi alana kadar iskele'de tutuluyoruz, sonra da mevcutlu olarak Bostancı karakolu.
     
    Bostancı? Hiç sorun değil ... karakol tanıdık : Mükait polisin (rapor tutan kıdemli memur) odasından iki telefon çakıyorum mahalleye.
     
    ...önce yanında Levent (Simtel) ile Kerem (Arap) geliyor ... Kerem'in babası artık milletvekili, Levent ise acaip zengin ... tanınmış. Gelip halime bakıyor ve biraz kafa buluyorlar. Benim t-shirt yırtılmış, ağız burun şişmiş, yüz göz hala kan içinde ve elim olmuş davul. Amir ile konuşuyorlar ve taraflar birbirlerinden -şikayetçi- olmadığı için bizim mevcutsuz! savcılığa sevkimiz konusunda sulh sağlıyorlar.
     
    Levent'in araba ile Kadıköy'e giderken Şifa hastanesine uğruyoruz, kaşımı dikip parmağımı yerine oturtuyorlar ... adliye'ye giderken bi mağaza'ya uğrayıp üstümü başımı düzeltiyoruz. Hesap levent'ten ... canımsın be
     
    Savcı polis raporuna bakıyor, bize bakıyor ... elemanlar Bostancı'da şikayetçi değillerdi ama Kadıköy'de karar değiştirmişler. Savcı bunlara soruyor.
    - Tek başına bir çocuğa üç kişi saldırdınız, sonra da (beni göstererek) bu bizi dövdü diye şikayetçi mi oluyorsunuz?
    ...olay komedi'ye dönüyor. Sonra bana soruyor...
    - Sen bunlardan şikayetçimisin?
    - Değilim Savcı bey.
    - Şikayetçi isen alıcam bunları
    - Şikayetçi değilim Savcı bey, gençler bir hata yapmış.
     
    Adliye'den çıkıyoruz ... bizim çocuklar gelmişler bile. Mahmut sinyal çakıyor ...
    - Sen uza, biz halledeceğiz.
    - Eywallah
    Levent beni Kadıköy'e indiriyor.
    - Paran var mı?
    - Yok
    ... biraz para veriyor, vapura atlayıp hava kararırken ada'ya dönüyorum. Eve bir geliyorum ki Banu çıldırmış, kızın meraktan ve ağlamaktan gözleri pırtlamış be ... anlatıyorum olayı.
    ...bir hatun bu kadar ağır ve içten küfür eder mi? (anatomik açıdan mümkün olmasa da insan ürperiyor yani...)
     
    Optalidon çakıp (kızların çantasında dev bir zula var) üstüne şarap çekiyor ve güm ... vurup kafayı uyuyorum.
     
    Pazar günü sakin geçiyor, acaip ihtimam görüyorum : ...oooh ... hayat.
     
    Pazartesi öğlen gibi okula dönüş, Banu yolda benden ayrılıyor ... eve uğrayacakmış. Eşyalarını okula götürüyorum ... akşam yurttan arıyor.
    - XXXX hastanede yatıyormuş ...
    ...hastane? Tamam hasar verdim ama o kadar da vermedim ki...
     
    Meğer adliye çıkışında Mahmut ve tayfası bunu ve iki arkadaşını g*tl*rinden deşmiş ... üçünün de kıçı kevgir gibi olmuş, hastaneden yatıyorlarmış. Elimde olmadan bir kahkaha patlatıyorum.
     
    - Neye gülüyorsun? ... diye bozuk atıyor Banu... dürüstçe cevap veriyorum.
    - Seiko5'ime laf etmeyeceklerdi.
    ... önce sessiz kalıyor, sonra onu da gülme tutuyor.
     
    Kıssadan hisse ... garibanın saatine, façasına, arabasına laf etmeyin ... tepkisi belli olmaz :
     
     
    Not : Seiko 5 işte böyle bir şeydi ... otomatik mekanizmalı, öküz kadar ve tipsiz bir saatti ... ama benimdi be abicim
     

  19. Kaan Yagizer
    ...sosyalleşicez ya, malum bu aralar moda oldu. Dedik ki Pazar günü buluşalım, kahvaltı edelim sonra da Go-Kart'a gideriz, eğleniriz. Yaw falan dedim ama ısrar büyük ... peki.

    Ülen diğer Ford bayileri ile sosyalleşsem ne olcek, sosyalleşmesem ne olcek?
    ...zaten beni sevmezler ki (ben de onları sevmem...ayrı)

    Neyse...

    Gittik sahilde kahvaltı yaptık, sonra da atladık arabalara Topkapı'da (kapalı alan) yeni açılmış (o zaman yeniydi, hala duruyor mu bilmem) mekan'a toplu olarak geçtik. Saat erken, pazar günleri 12,00'de açıyorlarmış ama mekan sahibini tanıyor bizim arkadaşlar, adam kıyak çekmiş (sağolsun) bizim için erken açmış.
    ...ee? daha iyi ... biz bize cartlıyacaz işte

    Getirdiler kaskları ... birer tane kask seçtik, arabalara geçtik. Millet biniyor go-kart'a, çalıştırıyorlar ... gidiyor.
    ...gidiyor da ... ben binemedim ki alete.

    Yahu alet ufacık, ben de kocaman bi herifim. Bacaklarım sığmıyor, dizlerim çenemde. Hadi bacaklarım sığdı ... kıçım sığmıyor be. Fiber koltuk iskeleti yanaklardan kasmış, göyya oturuyorum ama popom mindere değmiyor ki ... elemanın biri geldi, omuzlarımdan bastırıyor aşağı ... pOp ettim, koltuğa oturdum.
    ...oturdum da bu defa da sırtım/omuzlarım sığmıyor.

    41 numara ayakkabıya 45 numara ayak sığdırıyor gibiyim.
    ...neyse

    Garip bir şekilde ... tarif etmek gerekirse at -şeyine- kelebek konmuş gibi bindim gok-kart'a, çalıştırdılar. Gaza bastım ... ıHHHHH

    5 beygirmidir nedir? Alet çim biçme makinesi hızı ile gidiyor (benim altımda) 120 küsur kiloyum, eziyorum go-kart'ı ... eşeğin sırtına binmiş fil misali go-kart'tan garip sesler geliyor ve max. hızım 5km/h'i aşmıyor.
    ...aşmıyor ama diğerleri öyle değil ki!

    Elemanlar ufak - tefek, sırım gibi ... pis herifler yanımdan Uno'dan yol çalan Ferrari misali geçiyor. Spin atıyorlar, virajda yanlıyorlar ...ben ise çuf-çuf tramvay misali sağ şeritten ufak ufak gidiyorum.

    Serdar diye bir eleman var (kulağı çınlasın) bayiler arasında en sevmediğim kişi ... neden bilmem o beni seviyor (en azından öyle söylüyor) ...defalarca belirtmişim -hislerimiz karşılıklı değil, ben senden zerre hazzetmiyorum- demişim ama eleman sallamıyor, nedense kanı ısınmış bana (zevksiz adam)

    ... bu Serdar yanımdan her geçişte, yani bana her -tur- takışında niHaHoHo falan yapıyor, yani dalga geçiyor.
    Genel olarak insanları sevmem ama o durumda Serdar'dan ekstra hoşlanmıyorum ... go-kart yürüse onu virajda sıkıştıracağım, belki arka çaprazdan vurup go-kart'ını devirecek ve onun arabanın altında kalmasını ve boynunu kırmasını sağlayacağım ama ne mümkün?

    ..benim alet yürümüyor ki?
    Ülen yere inip tek ayağımın üzerinde seke-seke gitsem büyük ihtimal ile daha fazla hız yaparım.

    ...demek ki başka bir çare bulmak lazım... ama ne?

    Sonra "ceton" düştü ... bir yandan gidiyorum, bir yandan da bunun gelmesini bekliyorum. Gözüm arkada ... bir baktım bu geliyor ... gene kahkahalar atıyor ... niHaHoHo falan diyor.
    ...tam yanımdan geçerken uzanıp bunun go-kart'ın takla barını yakaladım.

    niHaHoHo sırası artık bende ... Serdar önce uyanmadı ... alet yanlıyor, gaza basıyor ama ilerleme yok.
    - Ne oluyo be?

    ..sonra bir baktı ki beni de çekiyor

    - bıraksana be!
    - ne bırakıcam ya ... niHaHoHo sırası ben-de artıkkkkk

    Öyle yapışmışım ki bunun arabaya, kurtulamıyor bir türlü. Biraz debelendi, baktım döndü elime vuruyor. Neymiş onu bırakcakmışım ... nah bırakırım. Kasıyorum arkadaş ... bı-rak-mam ... kaynak ile bile sökemezsiniz ... o derece yani.

    ...sonra dedim ki ... dur buna bir pislik daha yapayım.

    Taaaaa şirdenden çektim b*lg*mı ve tükürüğü ağzımda toplayıp tüm gücümle Serdar'ın suratına tükürdüm. Elime vuruyor ya ... tükürüğü yiyince afallayacak tabi.
    ...en azından plan bu!

    Unuttuğum nokta kafamda -KASK- olduğu ... ufak bir detay işte.
    ...attığım o efsanevi tükürük kask vizörünün (camının) içinde patladı ... şaşırdım, parmaklarım gevşedi ... Serdar kurtuldu ve bir niHaHaHo çekerek uzadı gitti. Önümü göremediğim için ben de yolun kenarındaki lastiklere yapıştırdım.

    İşletmecinin elemanları geldi, beni aletten çıkarmaya çalışıyorlar ama nafile. Kıçım koltuğa sıkışmış ... şarap şişesindeki mantar gibi resmen yerime kaynamışım.
    ...üç kişi koltuk altlarımdan tutup çekerek beni aletten çıkardığında resmen bir PAT sesi çıktı desem bilmem inanır mısınız?

    Kolum yanmış (sonradan bepanten sürdük ... itişip kakışırken egzost'a falan dokundum her halde) kıçım çürümüş, kaskım tükürük içinde ... ben de s*ç*r*m go-kart'ına havasındayım. Koştum start noktasına, orada 10 kiloluk bir yangın söndürücü var ... adamlar -aman- diyene kadar kaptım yangın söndürücüyü attım kendimi piste.

    Gelene veriyorum karbondioksit itkili köpüğü, spin atıp dağılıyorlar .. etrafı y.söndürücünün sis'i kaplamış ama o gün o saate kadar eğlenmediğim kadar eğleniyorum.

    Mekan sahibi ve köpük yiyen arkadaşlar aynı fikirde değil tabi (niye? ... ne güzel eğleniyorduk aslında) aldılar elimden yangın söndürücüyü, pisti falan temizlediler. Mekan sahibi ile de biraz tartıştık ... o gazla hafiften atar yapınca adam hepimizi kapı dışarı etmez mi? ... hehehehe ... bi ara kavga çıkartalım dedim ama bayi arkadaşlar benim tersime -efendi- tipler.
    - saçmalama, yakışık alır mı öyle şey? ...dediler.

    gözüm kesse gene kavga edicem de bunlar bana el vermez ki ... delikanlılık yapıcaz diye on kişiden dayak yemenin de alemi yok. Ben de gidip Serdar'ın arabasının kapı koluna iş*d*m ... maksat ödeşme olsun tabi. Anlayın nasıl içimde uhte kalmış ...

    ...öyle bir Pazar eğlencesiydi, o biçim sosyalleştik işte (zaten o zamandan sonra bir daha toplanıp birlikte aktivite falan da yapmadık ... acaba neden?)
  20. Kaan Yagizer
    Serviste çalışıyoruz ... o zamanki patronum Melih Pekol (kulakları çınlasın, adam gibi adamdır) bizim bir tarafımızdan ter akıtıyor.
    Almanya'dan teknik servis bülteni gelmiş, 3"kasa araçlardaki M40 (4 silindir - benzinli) motorların triger gergilerini kontrol ediyoruz. Almanya "ortam ısısını göz önüne almadan triger ayarı yapmış olabiliriz, lütfen kontrol!!" diye not yollamış ... belli bir üretim aralığındaki 3"leri çağırıp jet hızı ile gergi paletlerini vs kontrol ediyoruz. İşi hem düzgün hem de hızlı yapmak zorundayız ... yani terliyorsak boşuna değil.
    Bu arada servisin geri kalanında doğal akış devam ediyor ...
    Sigara içmek için servisin yan kapısından dışarı çıktığımda gözüm hemen camın yanına kurulu yedek parça ön bankosuna takılıyor ... adamın biri elini -  kolunu sallayarak bir şeyler anlatıyor ... adam sinirli! Belli ki yolunda gitmeyen şeyler var, konuşulanları duyamıyor olsam da vücut dili ve yüz ifadeleri yeterince açıklayıcı. 
    ...demek ki müdahale lazım.
    Yeniden içeri girip bankoya yollanıyorum. Tahminim doğru, bizim ön bankoda çalışan yedek parçacı resmen iş istasyonunun arkasına gizlenmiş ... adam veriyor , veriştiriyor buna.
    ...olay dahil oluyorum.
    - Size nasıl yardım edebilirim?
    Adam dönüp yakamdaki kart'a bakıyor "Servis Delegesi" ...belli ki yetkiliyim.
    - Bu arkadaş (parmağı ile bizim parçacıyı işaret ediyor) benimle resmen dalga geçiyor!
    Bizim yedek parçacı bir şeyler söyleyecek ama elimi sallayıp onu susturuyorum, inatlaşmanın gereği yok ki.
    - Buyrun size çay - kahve ikram edeyim, sorunu bana anlatın ... ben yardımcı olmaya çalışayım.
    Elemana ve de kendime biraz kave söylüyorum ... adam biraz sakinleşsin diye bekliyor, soruyorum.
    - Size nasıl yardımcı olabilirim.
    - Bana parça lazım.
    - Veririz, sizden mi esirgeyeceğiz. Aracınızın şase numarasını alalım ... stokta varsa hemen teslim ederiz, yoksa da acil getiririz.
    Adam biraz daha rahatlıyor ...
    - Parça neydi?
    - Tavan
    - Tamam, buluruz ... geçmiş olsun bu arada. Sizde bir şey yok değil mi?
    Adamın canı hala sıkkın ...
    - Yok ... diyor, kısaca.
    Bana yazdırdığı şase numarasını alıp bankoya dönüyorum, eleman kave içerken parça stokta var mı? Hızlıca bakacağım...
    - Abi ... o araba Cabriolet ... adama bunu söylediğimde direkt arızaya geçti.
    - Harbiden mi?
    - Bak ...
    Bakıyorum ... bizim parçacı zaten şase numarasını alıp araç dökümünü açmış ... ulan! araba harbiden cabriolet be. Adamın yanına geri dönüyorum.
    - Biraz kafam karıştı ... siz Hard Top'mu istiyorsunuz? (bez tavanın üzerine takılan alüminyum koruyucu kaplama)
    - Yok ... tavan istiyorum
    - Tente mi yani?
    - Yok ... komple tavan.
    Dayanamıyorum ...
    - Ne oldu ki tavanınıza
    - Kaybettim...
    ..............................................dumur!
    Adam kave'sini içiyor, üsteliyorum.
    - Sorunu doğru anlama ve buna göre çare bulma adına üsteliyorum ... tavanınıza ne oldu?
    - Kaybettim işte...
    - Şunu bana tam anlatsanıza Allah aşkına....!
     
    Olay şu ... abi Almancı, TüV tarihi yaklaşmış bir 320i Cabriolet araç almış kendine. Manitayla birlikte tatile gelmişler ... Edirne'den geçmişler, hava güzel ... bizim eleman tavanı açayım demiş. Demiş ama BMW'de tavan öyle kolay açılmaz. Sağ ve sol güneşliklerin yanında iki küçük kolçak var, önce onları "açık" konuma getireceksin, sonra dikiz aynasının arkasında kocaman bir levye var, onu çekip aşağı indirecek ve çevirip kaldıracak, yani A sütunu üzerindeki kilitleri serbest bırakacaksın. Sonra da el freninin yanındaki tavan düğmesine basacaksın ki tente katlansın ve bagaja girsin.
     
    Adam'da aynen böyle yapmış ... ama ufak bir noktayı atlamış.
     
    Araç otobanda, sol şeritte ... eleman bunu yaparken 120 - 130 ile gidiyor ... 
     
    O tavan 30-35km/h de açılması için yapılmış, hadi de ki toleransı var ... 50km/h.  Bizim eleman 130 ile giderken tavan düğmesine basınca -BAM- etmiş önce, sonra arabanın ön tarafı savrulmuş ve kocaman bir GÜM ile tavan ... yani tente, makina, spiraller vs. kopup gitmiş.
     
    Hani savaş uçaklarında Jettison tahliye (roket koltuğu) vardır ya ... o hesap uçmuş, gitmiş tavan.
     
    Yani eleman "kaybettim" derken sallamıyormuş, harbiden kaybetmiş be!
    - Kopan tavan nerede?
    - Yolun sağına çektim ama arkadan gelen kamyon ezmiş onu, parça parça etmiş ... bir ton'da küfür yedim (kamyoncudan) doğrudan buraya geldim.
     
    Tente, tavan, spiraller, motor .... OoOoOoO ... deli para tutuyor, bizim parçacının hesabına şöyle bir baktım. Yahu o parçalar (zaten stokta yok) Alman plakalı 320iC'nin oradaki (Almanya) bedelinden fazla tutar. 
    ... Elemana bunu söyledim, adamın yüzü daha da düştü tabi.
    - Ama sizi çaresiz bırakmak olmaz ... gelin size bir branda verelim, arabayı park edip gittiğinizde brandayı çekersiniz üzerine. Almanya'ya döndüğünüzde de ya satarsınız arabayı, ya da hurdacından çıkma tavan bulursunuz.
     
    ... ne yapsın adamcağız? Kimseye kızamaz ki (kendisinden başka) tavandaki kilitlerin üzerinde kocaman etiket var ... "35km/h'den yüksek süratte açmayın" diye Sarı/Turuncu yazıyor kocaman (el kitabında da) ...aldı brandayı ... gitti.
     
    Yaa ... adam tavanını resmen "kaybetmiş" işte ... olmaz demeyin, oluyor  
  21. Kaan Yagizer
    ...pek severim Kahire'yi. Özellikle Serbest/Freelance çalıştığım sıralarda Kahire benim için bir sıçrama noktası / üst'tü. Afrika'da bir yerlere mi gideceğim? Ya da işim bitmiş,  eve geri mi dönüyorum? Önce Kahire'ye uğrar,  tozumu ... toprağımı orada bir dökerdim. (G.Asya'da ki sıçrama noktam da Bangkok'tu ... onu ayrıca yazarım)
    Özellikle uzun süre uçtuğunuz zaman uçak kabini içindeki filtre edilmiş hava + saatler boyu sigara içememenin etkisi ile kapılar açılıp yerel atmosferi kokladığınız zaman ülkeler/şehirler size "değişik" kokar.  Afrika'nın geneli nemli/killi toprak ya da rusya paslı demir tadında olsa da Kahire bildiğiniz baharat kıvamındadır.
    ...İstanbul'da ki tarihi mısır çarşısına ilk kez girdiğinizde burnunuza yüzlerce çeşit baharatın kokusu aynı anda toslar ya ... işte uçak kapısı açıldığında Kahire aynen öyle kokar.  Tabi ilk anda, dakikalar içinde o koku hissi azalır ... bir anlamda beyniniz ve koku reseptörleri yeni duruma uyum sağlarlar. Ama yalan yok, o ilk anın hissini pek severim.
     

     
    Kahire değişik bir yerdir, ne aradığınızı ... nerede arayacağınızı biliyorsanız size garanti ediyorum bulursunuz. Benim aradığım/beklentim (Kahire için) genelde kafayı temizleme, sıfırlama olduğu için hep aynı rutini tekrarlardım. 
     
    Öncelikle otel ... pek çok "güzel" otel olmasına rağmen ben her zaman Hilton Nil'de ... yani Nil ırmağının kıyısındaki eski (...ve biraz da dökük) Hilton'da kalırdım. Aynı paraya kent merkezindeki -yeni- Hilton'da ya da Marriot kulesinde oda tutabileceğimi bilmeme rağmen nehir kıyısında konaklamamın tabi ki nedeni vardı.
     
    İlk neden El Khalil'di ( Halil ) Khan el-Khalili veya türkçesi ile El Halil Hanı aynı ismi taşıyan caminin arkasındaki orta boy bir meydana ve meydana bağlı çarşı demektir.  https://en.wikipedia.org/wiki/Khan_el-Khalili
     
    Türk çarşısı'da (bizim kapalıçarşıya cidden benzer) denen Halil epey eğlencelidir. Hilton Nil'den çıkıp eski Kahire müzesine doğru nil kıyısında eller cepte yürürseniz bolca seyyar satıcı'yı mafi! yallah! diyerek geçmek zorunda kalırsınız. Ama az sabrederseniz Halil camisinin yanından dolanıp Halil meydanına çıkarsınız ki sizi burada küçük hasır tabureleri ve alçak masaları ile kave'ler beklemektedir.
     
    Arka taraflarda (ön tarafta yani meydana yakın oturmak aynı zamanda seyyar! saldırısına açık olmak anlamına gelir) bir yere çöker ve seslenirsiniz ... Sevvi Şay! Şişha! ... yani çay ve nargile. Bizim nargile'den narin ve küçük olsa da arapların şişha dediği şey temelde aynıdır. Nane aromalı çayınız ve şişha'nız gelir ... artık keyfinize bakıp etrafı seyretme zamanıdır.
     
    Halil'in ön tarafına turist otobüsleri gelir ... inen yolcular bilinç altı dürtü ile istavrit sürüsü gibi safları sıkıştırıp onları "güden" rehberin komutları ile üzerlerine saldıran seyyarları yararak El-Halil çarşısına yönelir. Seyyar'lar balık sürüsüne saldıran torikler gibi vur-kaç yapıp sürüden av kapma derdindedir. Bir turist boş bulunup yürümeyi keser ve ona teklif edilen dandik şeye ilgi gösterirse aynı anda on seyyar ona dalar ve "avı" resmen aptal eder. Rehber ve sürü tuzağa düşürülen turist'i kurtarabilirse ne ala ... kurtaramazlarsa eleman epey hafiflemiş, kadınsa hafiften taciz edilmiş ve elinde çarşıdan yarı fiyatına alacağı bir şeyler ile bulur kendisini.
     
    Turist grubu halil'in girişini geçtiği an avcı/seyyar sürüsü dağılır, çarşı esnafı onları kovaladığı için meydandaki seyyarlar sokaklara girmez, çarşı içinde mal satan veya cazgırlık / hanutçuluk yapıp müşterileri dükkanlara sokan tayfa ayrıdır ... yani çarşı kapısındaki avcılar ile çarşı içindekiler birbirlerinin sınırlarına saygı gösterir.
     
    El Halil'de belki de binlerce dükkan vardır. Ud telinden cibinliğe, kum taşı kolyeden yarı değerli mücevherlere, kaliteli baharattan mısır ketenine kadar neredeyse her şeyi satan bu mağazalara sadece bakmak bile insanı yorar. Paralel sokaklar çarşı içinin insan yoğunluğunu ve mısır'lı esnafın gürültünün hayırlı bir şey olduğu düşüncesini de hesaba katınca aklınızı bulandırır, insanı hiç bir şey yapmasa dahi yorar. Peki zevkli midir bu gezinti? Bence evet ... kahire'ye yolunuz düşerse Halil'i en az bir kere ziyaret edin, bolca pazarlık yapın ve paranızı sağlam yere koyun derim.
     
    Genelde şişha'mı bitirip kalkar ve meydanın ucundaki eczaneye uğrarım ... küçük ama kapsamlı bir eczanedir burası. Humma, sıtma ve dizanteri ilaçları,deri  kremleri, sinek kovucular, zehir serumları (yılan,çıyan,akrep vs.) ateş düşürücüler, tuz hapları ... kısaca Afrika'da ihtiyaç duyacağım tıbbi malzemeyi oradan alır ve bu defa nil'e sırtımı dönüp yaşayanlar şehrinin eğri,büğrü sokaklarına dalardım.
     
    Turistler genelde Riché'ye falan gitse de https://en.wikipedia.org/wiki/Café_Riche ben daha geleneksel davranıp "esnaf" lokantalarında falafel ve fatta yemeği tercih ederim. bkn.zevk meselesi.
     
    Kakuleli kahve, bir-iki cigara ve biraz daha kafa dinlemek için nehir kıyısındaki kafe'ler idealdir. Boğucu sıcaktan etkilenmemeniz için tavana monte edilmiş kocaman vantilatörlerin altında keyif çatarken güneş düşmeye başlar. Artık otele dönüp biraz uyuklama,  duş alma, üstünü değiştirme ve gece hayatına akma zamanıdır.
     
    Mısır'da eğlence mekanları hızla açılıp-kapandığı için "Nereye akayım?" sorusunun güncel cevabını concierge'den almakta yarar vardır ... onlara beklentilerinizi (örnek : çok parçalanmak istemiyorum, tekno müzikten ve lübnanlı @r@spulardan hazzetmiyorum) derseniz size mekan tavsiye ederler.  Şimdi gelelim ulaşım işine ... ulaşım deyip geçmeyin, Kahire'de zor iştir.
     
    Otelden veya civarından taksi'ye binecekseniz önce gideceğiniz yerin ismini/adresini (talep ederseniz ön bürodakiler bu bilgiyi bir kağıda sizin için yazarlar.) şoföre göstermeniz ve gidiş - dönüş için sıkı pazarlık yapmanız gerekir. Mısır'lı taksi şoförleri yarı yolda pazarlık bozmaları veya sizi istediğiniz yere değil, komisyon alacakları bambaşka bir noktaya götürmeleri ile meşhurdur. 
     
    İşin en kolay çözümü şudur ... arabanın ve plakanın resmini çekip (resim çektiğinizi şoföre göstererek) otel ön bürosu ile paylaşın ... pazarlığı sağlam yapıp elemanı gidiş-dönüş için tutun ama ona anlaşılan bedelin sadece üçte birini ödeyin ... geri kalan parayı beni istediğim saatte alıp otele geri getirdiğinde alacaksın diyin. 
     
    Bunu yaparsanız kelek yemezsiniz,  aksi durumda maceraya yelken açarsınız
     
    Sonuç : Eski Mısır'dan kalan anıtları gezmeseniz dahi Kahire eğlencelidir... severim, tavsiye ederim. 
  22. Kaan Yagizer
    Kaan kafaya takmış, kariyerini yarış alanında yapacak. Ünlü olucam, paraya para demiycem, adımı pistlere altın harfler ile yazdırıcam havasında. Bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, sanayi sitelerinde sürtüyor, Şişli Turing'te ve Marmara Café'de bolca zaman geçirip yarışçı abilerinden kırıntılar kapmaya çalışıyor.
    ...bir gün bana geldi.

    - Kaan
    - hıı?
    - ben yarışa katılıcam
    - ee?
    - bana co-pilot lazım
    - ee?
    - sen olur musun?
    - ne?
    - co-pilot
    - o ne ki?
    - oturuyon yanımda, haritaya bakıp sağa git, sola git falan diyon
    - arada ben de kullanıyom mu peki?
    - yok
    - niekine?
    - kurallar öyle olm
    - hııı

    Kaan başladı ballandıra ballandıra anlatmaya. Yarış bitecek arabanın üzerine çıkıp şampanya patlatacağız ... ama çamurluk kenarında dikileceğiz, kaputun üzerine hayvan gibi çıkıp kaportayı çökertmeyeceğiz. Yarış üzerine yarış kazanacağımız için bize kovalar ile para verecekler.
    - neden kova ile? yani neden bavulla değil de kova ile para veriyorlar?
    - bilmiyorum ... hep kova diyorlar, daha bavul ile para alanı duymadım
    - ilginç...
    - evet

    ...anlayacağınız Carlos Sainz ve Louis Moya havasına girmişiz ... bir kere karar verdikten sonra kim bizi durdurabilir ki?
    - ama antreman yapmamız lazım ... video seyrettim, adamlar devamlı antreman yapıyor
    - ii ... yapalım
    - taam

    iki motorsiklet kaskı ayarladık (kolay) iki tane de bildiğiniz işçi tulumu, ayakta lastik ayakkabı, boyunda da fularlar.
    - fular ne iş be?
    - olm bütün baba yarışçılar takıyor bunları, pederin çekmeceden arakladım ... çaktırma
    - i*n* gibi oldum ben bununla, çıkartıcam
    - çıkartma olm ... uğursuzluktur
    - harbiden mi?
    - valla
    - ... peki

    Kaan'ın babasının bi Opel Manta'sı var. İki litrelik bu kuZu adamın gözünün bebeği, o zamanlarda ... o araba yokluğunda tek kapı spor otomobilim var diye hava atıyor adamcağız.

    ... hatırlamayanlar için kuZu işte böyle bir şey.



    ...zamanının güzel arabalarından yani.

    Pazar sabahı erken Manta'yı alıp uzayacağız. Kilyos'a gidip orada köy yollarında gazlayacağız. Kaan bir yıl önceki istanbul Rallisinin etap notlarını bulmuş, oradan uğraşıp bir harita çıkarmışız ... hatta üzerine not bile almışız. Yarım A4 kağıda el ile çizdiğimiz harita'da böyle bir şey ...



    ... düz beyaz kağıda tükenmez kalem ile çizilmiş haritamız, motorsiklet kasklarımız, iş tulumu ve fularlarımız ile Pazar sabahı erkenden buluşup sessiz olmaya özen göstererek Kaan'ın pederin kuZu'yu çalıyoruz.

    Artık yollar bizim...

    Arabayı Kızıltoprak benzinciden full'leyip Ümraniye üzerinden basıyoruz köy yollarına.

    Kısa zaman sonra kask'lardan dolayı ter basıyo ... çok sıcak be, bir şey de göremiyorum kapalı motorsiklet kaskı ile ...
    - ya bize bişi olmaz, ben çıkartıcam bu kaskı
    - beynim kulaklarımdan aktı lan, s*k*r*m kaskını, ben de çıkarıcam

    kasklar arka tarafa atılır, camlar açılır ve tulumların fermuarları gevşetilir. Kaan yanlamakta, ben de elimdeki kağıt parçasından ona bir sonraki virajı söylemeye çalışmaktayım. Tabi teoride ... çünkü o sallanan , debelenen ve savrulan arabada harita'ya bakarken midem bulanıyor.
    ...dur lan dur
    - ne oldu?
    - kusucam

    Şarampol'de içimi temizledikten ve biraz nefeslendikten sonra elimi yüzümü yıkayıp arabaya geri dönüyoruz.
    - olm harbiden iyi gidiyoruz ha, yarışta bu tempo'yu tutturursak ve de sen kusmazsan birincilik kesin
    - harbiden mi?
    - valla
    - kova ile para vericekler ... dimi?
    - aynen ... kova ile
    - vay be!

    O gaz ile arabaya biniyor, gazlıyor ve ..............
    ilk virajda şarampolden aşağı uçuyoruz.

    Opel önce sağ tekeri düşürüyor, Kaan toparlamaya çalışıyor ama arka kayıyor ve biz buzda kayıp kıç üstü oturan teyze hesabı alçak şarampolden aşağı langır - lungur yuvarlanıyoruz.
    ... bir tavandayız ( kaan ile birlikte) bir yerde ... bir sağ direğin orada birbirimize sarılmış vaziyetteyiz, bir arka pandizot civarında romans ortamında.

    Sonra Manta tavanın üzerinde duruyo , ön cam yerinden fırlamış ... zaten emniyet kemeri takılı değil, oradan çıkıp biraz uzaklaşıyoruz.
    - aa ... Walkman'ım arabada kaldı

    Kaan Opel'e sürünerek girip Walkman'ını alıyor. Birer cigara içiyoruz, kafa göz şişmiş ama kanamamız falan yok. Kol - bacak da kırık değil (bkn.Allah baba'nın aptalları koruması vakası)
    - sigorta var , salla a.q

    doğru diyor, Kaan'ın babası sigortacı zaten ... saLLa

    yola çıkıyor, ilk gelen minibüs ile köye geri dönüyor. Kave'den bir amca buluyor ve üç kuruş karşılığı onun traktör ile arabayı düzeltip yola çekiyoruz. Opel'in yağı boşalmış. Araba hem ezik, hem de leş gibi...
    ...yeniden yola çıkıyor ve bu defa benzinciye gidip iki plastik patlak yap alıyor, yağ koyuyor, yerinden çıkan akü'yü takıyor ve basıyoruz marş'a ... karbiratör biraz pislik yapıyor ama çalışıyor Manta.

    ...araba ikinci dünya savaşında düşman tank'ının ateşi altında kalmış gibi ama hala yürüyor ... yolun sağından tın-tın gelip arabayı park'a çekiyoruz. Kaan tembih ediyor ...
    - hiç ses etme, peder arabayı görünce manyağa bağlar ama biz saf'a yatalım ... mahallenin piçleri çalmış, yatırmış - kaldırmış ve yerine bırakmış ayağı çekeriz...
    - taam

    eve gidip yıkanıyor ve standar pazar günü aktiviteme (bkn.göbekten pamuk çıkarmak) başlıyorum ki biri kapı'ya abanıyor ... ev yıkılıyor yahu. Kapı'ya gidiyoruz ki ... auwww ... Kaan'ın peder gelmiş. Yanında da suç ortağım :
    - bizim piçler arabamın ağzına *çm*ş diye beni pedere şikayet ediyor. Kaan'ın babası arada ona bi tane çakıyor, benim peder de bana yazıyo .. resmen stereo dayak yiyiyoruz be. Arada olay çapraz'a döner mi? Gangbang'a kurban olur muyuz diye ufaktan endişe duyuyorum ama olmuyor... buna da şükür.

    Kaan'ın babası işi biliyo...
    - Bunlar arabayı alıp gelmiş ama olmaz ki ... arabayı aynı yere götürücez, olay yerine jandarma çağırıcaz ve rapor tutturucaz, gerisini ben hallederim.
    ...eder de, adam sigortacı.

    Peder çizgili pijamalarını çıkarıp giyiniyor, bizim arabaya biniyorlar (Doğan SLX - Füme Renk) biz de Kaan'ların Manta'ya tırmanıyoruz ... iki araba başlıyoruz olay yerine gitmeye.
    - Burası mı?
    - evet
    - epey de yüksekmiş be, kaç takla attınız?

    omuz silkiyoruz, ne bileyim be? takla atarken 7 - 8 - 9 diye saymayı unuttuk işte (bkn.gençlik cehaleti) Kaan'ın babası olayı ele alıyor.
    - yaklaştırın arabayı, aynı yerden sallayalım aşağı.
    - taam

    aynen dediğini yapıyoruz ve Manta'yı yolun kenarına iyice yanaştırıp bi abanıyoruz ... lümp! aynen langır - lungur gidiyor aşağı ve...
    GÜMMM!
    ...hasss!

    Araba yanmaya başlıyor ... muHAHAHA
    ...ilk defasında vermediğimiz hasarı ikinci yuvarlamada verdiğimiz için veya onu devirince kızgın motora benzin döküldüğünden araba alev alıyor .. lan - hop falan diyene kadar, hatta babam bizim arabadan koltuk altı spreyinin hallicesi yangın söndürme! aletini alıp gelene kadar Opel ocak çırası gibi alev alıyor. Şarampolün kenarına tespih gibi dizilip oturuyoruz, peder bi tane daha çakıyor enseme...
    - eşş*ğl* e**k diye kazıtıyor. Şimdi ben bu şaplağı neden yedim? Ulen hep beraber atmadık mı arabayı?
    - en azından jandarmayı çağırmaya gerek kalmadı... birazdan gelirler ... diyor Kaan'ın babası.

    Adam haklı, gerçekten çıkıp geliyor Jandarma. Onlar rapor falan tutarken Kaan mırıldanıyor.
    - Ulan kaza'da almadığımız hasarı babalarımız verdi be ... her tarafım çürük içinde a.q
    - aynen
    - haftaya sizin araba ile antreman yapalım mı?

    peder'in Doğan'a göz ucu ile bakıp sırıtıyorum
    - neden olmasın? kova ile di mi?
    - kova ile a.q
    : : :
  23. Kaan Yagizer
    ...tatil zamanı ya, bir tatil eklemesi de ben yapayım dedim.
    Bahsedeceğim yer Andaman, tam adı ile Andaman denizi. Myanmar (eski adı ile Burma) Tayland ve Sumatra arasında kalmış bu geniş "sulak" alan aynı zamanda Hint okyanusu ile de komşu.
    Peki ne özelliği var Andaman'ın?
    Öncelikle Ekvatotoral kuşakta, yani benim yaptığım gibi İstanbul kar altındayken hiç çekinmeden atlayıp gidebilir ve 32-36C arası ortamda aslanlar gibi takılabilirsiniz. Bunun dışında Andaman'ın bir özelliği daha var ki ... nasıl desem?
    Şöyle anlatmaya çalışayım ... bu bölgede tam olarak kaç tane "ada" var? Sorunun net cevabını bilen kimse ile karşılaşmadım daha...
    ..kimi yerlerde derin su altı uçurumları olsa da Andaman genelde -sığ- bir deniz, deniz üzerinde kalan toprak parçaları da aslında ada'dan daha ziyade -dağ- havasında.

    kumsallar daracık, ince kum şeridinin hemen dibinde aşırı yoğun bitki örtüsü ve dimdik yamaçlar var. Kimi adalarda ise kumsal falan da yok ... gereksiz ayrıntı diyerek pas geçmişler
    Adalar onyüzinmilyon yabani hayvan tarafınca işgal edilmiş olsa da esas etkinlik su altında. Deniz yaşamı adama "abuww" dedirtecek düzeyde ve bunu ilk elden yaşamanın en iyi yolu bizim Mavi Yolculuk hesabı tekne ile çıkmak.
    Genelde 3, max4 çift'in konaklayabildiği tekneler ile başlıyorsunuz Andaman'da fink atmaya. 

    Lüks arıyorsanız yanlış adrestesiniz, genelde yelken + dandini motor ile yol alan bu eski teknelerde öyle klima vs. yok. Kabinler dar, duş işini güvertede sıra ile birbirinize hortum tutarak hallediyorsunuz. Limandan çıkmadan erzak listesi yapılıyor, herkes yiyecek+içecek faturasına katılım yapıyor ve ek olarak istediği bir şey var ise (ben bira aldırmıştım) onu listeye ekliyor. Fazla abarmazsanız adam başı 40USD gibi bedel karşılığında tekneye 1 haftayı aşkın süre yetecek ikmal yapabiliyorsunuz.
    Teknenin yeniliğine - lüksüne ve kapasitesine bağlı olarak bir haftalık tur bedeli ise 170 ile 250USD arasında değişiyor. Bizim tekne orta halli olduğu için Alman mal sahibi ile (..ki kendisi aynı zamanda Kaptan) 200x2:400USD'ye anlaşıyoruz. Alman - Rus ve Türk ... toplam 3 çift, Alman kaptan ve Thai sevgilisi (aynı zamanda aşçı) ve bir miço ile yola çıkıyor, sabah erken vira bismillah diyeceğimiz için geceyi tekne'de geçiriyoruz.
    Deniz çarşaf, su öyle temiz ki insanın gözleri yaşarıyor. Ada, ada dolaşıyor ... dalıyor, balık avlıyor, kimi yerde karaya çıkıp bacaklarımızı açıyoruz. Sığ yerlerde teknenin çektiği ve adına Long Boat denen ince uzun sığ su sürat teknesi ile dolaşıyor, genelde -salla- çekip suya atlayıp yüzerek karaya çıkıyoruz.

    Gece genelde daha önce atılmış tonozlara bağlanıp leşleniyor, seyir işini hem her tarafta olan -topuklar- nedeni ile hem de canımız öyle çektiği için gündüz zamanına bırakıyoruz. Ekvator hattında, en yakın şehirden yüzlerce kilometre uzakta yani neredeyse sıfır yapay ışık kirliliği altında daha önce hiç görmediğimiz güney yarımküre yıldızları altında geceyi geçirmek acaip keyifli.
    Alman çiftimiz bildiğiniz zır-deli... ama iyi deliler, acaip gırgırlar. Ruslar ise ... bildiğiniz rus. Eleman kafa çekip genelde uyukluyor, hatun desen o denizden çıkıp makyaj yapma derdinde. Biz ise nasıl desem? Ota b*k* karışıyoruz. Benim arıza hatun arada Thai'li yi dışarı atıp bize yemek pişiriyor, ben yelken basmaya yardım edip teknenin bozulan sintine pompasına yemek masası muşambasından conta kesiyorum.
    İstanbul ile iki defa uydu telefonundan konuşuyoruz, kızımız iyiymiş ... bizi özlemiş, trafik felç'miş, valilik kar tatili vermiş.
    - Hacı .. bi koşu gidip kızı alıp buralara geri kaçsak mı yaw? 
    ...diyorum, hatunum cevap vermeden önce resmen bir saat düşünüyor. 
    O derece yani.
  24. Kaan Yagizer
    Afrikanın Atlantik ile birleştiği sahranın kuzeyindeki topraklardan taaa Şattülarap'kıyısına kadar Türklere (genelde arkalarından) -Atrak- denir. Kelimenin sözlük karşılığı gece gelen seyyah, kapalı han kapısını açtıran gezgin olsa da günümüzde (sokak jargonu ile...) ve en hafif tabiri ile Atrak "ONLAR!" diye çevrilebilir. Hani lanet/b@ktan/nursuz biri vardır da, ismini anmak istemezsiniz ... "Malum Kişi!" dersiniz, herkes anlar ... işte o hesap.
    ... çölün dibindeki Varzazat'ın (Fas) namını duymuşum ama gitmek nasip olmamış. Yolum düşünce kendime söz verdim, bu defa ne yapıp edersem edeyim muhakkak zaman ayıracak ve Varzazat'ı göreceğim. (İngilizce ismi Ouarzazate) 
     
    Onun gibi yerleşim alanlarına Berberiler -Medina- diyor, S.Arabistan'da ki adaşı ile karıştırmayın. Burada kastedilen çölün ortasındaki bir vaha'nın etrafına kurulmuş yerleşke, bir çeşit sığınak. Yani gideceğim kentin tam ismi Medina Varzazat.
     
    Varzazat veya bedevilerin telaffuz ettiği şekilde Warzazat "Sessiz" olarak çevrilebilir, ama oraya gitmek pek de kolay değil. Arada sırada Atlas dağlarının yamacındaki bu şehre giden uçaklar var ama denk getirmek ... nasıl desem? Şans işi. Diğer yandan çölün ortasındaki M'Hamid'e gitmek kolay. Marakeş'ten vaha şehri M'Hamid'e hemen her gün uçak var, oradan da ... bir şekilde gidiliyor işte. Haa! sağlamcıyım derseniz o zaman Marakeş kasbah'a gidip oradan otobüs'e atlayıp bolca çöl manzarası eşiğinde karayolunu kullanabilirsiniz.
     
    Ben turist taşıyan charter uçağına atlayıp oradan "bir şekilde" karayolu ile gitmeyi tercih etmiştim, tabi seçim sizin ... isterseniz otostop bile yapabilirsiniz. 
     
    M'Hamid Sub-Sahara'dan gelen ve çoğu Tuareg + yarı göçmen olan insanlarla dolu. Mali'ye kadar olan bölgenin asıl sahibi Tuareg'ler, hükümetler dahil kimse onlarla kötü olmak istemezler, elemanlar da zaten onları (hükümetleri) sallamıyor. Sınırlar, yerele kanunlar falan Tuareg'ler için gereksiz sayfa kenar süsü gibi bir şey.
     
    ...alan çıkışından kalkan otobüse atlayıp pazara indiğimde baktım M'Hamid çarşısı'da Tuareg dolu, demek ki dedim kendi kendime Varzazat'a gitmek için Tuareg kafalamak lazım. Otobüs sordum, 5 - 6 saatlik yolmuş (karadan) ama sabah serinliğinde kalkıyor arabalar ... gece çiği kumulların sırtlarını sertleştiriyor, yani yolculuğun önemli kısmı rüzgarla taşınan kum'dan muaf şekilde geçiyor ... saat 11'den sonra başlıyor kum esmeye "rüzgar değil...kum esiyor resmen. Yani millet işini o arada görmeye çalışıyor. Hımmms ... iyi de zamanım kısıtlı (10gün falan) onu da M'Hamid'de harcamak istemiyorum ki ... ee? nasıl olacak o zaman?
     
    - Kamyon olur bazen, sor istersen ...
     
    Aaa! İyi fikir ... başladım Varzazat'a giden kamyon aramaya. Buldum da ... elemanlar kasaya tuz yüklüyor. Mali tarafındaki büyük tuzlalardan deve kervanları ile gelen (torpil biçimli) tuz -sosisleri- sahra'da popülerdir. Bedevi, Tuareg falan demez herkes bol-bol tuz alır ... keçiler ve develer için tuz olmazsa olmazdır. Hayvanlarınıza yeterli tuzu veremezseniz su kaybından ani ve aşırı kilo kaybeder, hatta ölürler.
     
    Gittim şoförün yanına ... "Accept Vous Passanger?" eleman demez mi "No Tourist, No Tourist" ... lan! Yapma beee! Üsteledim tabi ... "Je ne suis pas tourist" ekledim ... "Je suis ATRAK!" adam dondu kaldı resmen ... sordu ... Atrak?!? ... sırıttıım ... "Qui ... je suis Atrak" .... başladı gülmeye.
    ...dedi gel ... madem Atrak'sın, o zaman kamyonuma binebilirsin.
     
    Nınınınııııı .... beleş yolculuk ... o kadar da değil. Omar (Ömer) Bin-Ali bana Varzazat'ta ev kiraladı, günlüğü 5USD (akşam yemeği dahil) ... tatilim biterken M'Hamid'e kamyonuna aldı (beleş) hatta beraber dededen kalma Enfield tüfeği ile çöle gidip çakal bile avladık (vuramadık ayrı) 
     
    Ya ... tek bir kelime "Atrak"  nelere kadir, değil mi?
     
    Bu arada "kafa dinleme" mekanının kralından bir kare (ben çekmedim) 

     
    edit : Vaha'da ne yaptın diyenlere not : Kafa dinledim, incir yedim, kahvaltıda naneli çay - tandır ekmeği ve otlu/kokulu keçi peyniri (tulum) ... öğlen ve akşam yemeklerinde de bol baharatlı (safranlı) ve yağlı pilav ile bir parça keçi eti tükettim. Günde yaklaşık 2lt. çay ve yaklaşık 1lt Mırra içtim ... yanımdaki şibumi'yi (kitap) sindire-sindire iki kere okudum, pişik oldum ... pudraya bulandım, akrep dövüşü seyretmeye gittim, bir deveye yumruk attım, çölde çakal avına çıktım, neredeyse hiç işemedim (ama bolca terledim) sulama kanalına atlayıp dibindeki tortu'ya saplandım ... yani epey bir eğlendim, pişman değilim  
     
  25. Kaan Yagizer
    ....evde kendi çapımda "sanayi" kurdum ya ( salya - sümük, grip geçmedi hala a.q) geik yapabiliyorum

    Soru şu : Nasıl Lakap kazanılır?
    ...aslında cevap belli, bileğinin hakkı ile.

    Ya da şöyle anlatayım ... ben lakabımı nasıl kazandım?

    ...geçmiş zaman. Kemancı acaip popüler, popüler derken mesela Volvox sahne alıyor, hatırlayanınız var mı onları?

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Volvox_%28m%C3%BCzik_grubu%29

    İstanbul'da olduğum zaman oraya takılıyorum, kapı tayfasından bir-ikisi tanıdık ... biliyorlar beni, çatlak ama genelde dert yaratmaz diye yafta yemişim. Galip abi'de (Tekin) abi diyorum çünkü eleman benden 5-6 yaş büyük ayrıca kafası bir başka çalışıyor. Bodyguard'lar aracılığı ile tanıştık Galip abi ile ... benim saçma - sapan hikayeleri duymuş ; bana da anlat dedi ... öyle de yaptım (bkn.aynen bu blog'da yaptığım gibi) Galip abi'nin barın arkasında ufak bir odası var, ufak derken harbi ufak ... odanın zaten yarısı onun çizim masası, boş yerlere de bir - iki sandalye atmışlar. Mekan'a gittiğimde etrafta takılmıyorum, içkimi alıp geçiyorum arka tarafa, kimi zaman çene çalıyoruz, kimi zaman sadece kafa çekiyoruz.

    ...bir akşam Galip abi'ye Çad'da Libya'lı tutsaklara ne yaptıklarını anlatıyorum (ayrı bir hikaye, zamanı gelince onu da yazarım) o da arada kaşlarını çatıp soru soruyor. Bizim kafalar iyi olmuş ama, bilmem kaçıncı bira+votka'yı içiyoruz. Arada birileri gelip gidiyor... ben pek sallamıyor, kafama göre köşede takılıyorum.

    Sonra (saat iki - üç gibi...) bir kaç tane hanım kızımız geldi ziyarete... diyeceksiniz ki sana ne? ...gerçekten bana ne? sallamadım zaten ... onlarda başladı içmeye, hatta bir sonraki tur'u ısmarladılar (bkn.sevindirik olmak) sonra biri bana sordu.

    - Kaan
    - hıı (ben)
    - sen karşıda oturuyorsun dimi?
    - hıı (hala ben)
    - araba ile mi geldin?
    - hıı (evet anlamında)
    - giderken beni de bırakır mısın?
    - olmaz...
    - neden?
    - olmaz işte...

    Galip abi başladı kıkırdamaya, kızlar ayar oldu tabi. Başladılar üstelemeye...
    - neden bırakmıyorsun kızı? ayıp be..
    - kasmayın, olmaz dedim.
    - neden ama neden? neden?

    dayanamadım tabi...
    - bakın bende kafa bi dünya, arabayı otelin altına mı bıraktım? yoksa AKM'nin parkına mı onu bile hatırlamıyorum. Bu kafa ile çıkıcaz dışarı, sabah ayazı bi vuracak ... kafa olacak tam CİLA ... yarım saat debelenicez arabayı bulalım diye. Sonra arabaya binicez, köprüye gideceğiz ... tabi ben bir yere sıvanmazsam. Ehliyeti kaptırmadan köprüden geçmek zor iş (o dönemde alkol çevirmesi yapıyorlardı) hadi diyelim ki geçtik ... sana sorucam evin nerede diye ... sen bana bir saat anlatmak için uğraşacaksın, ben belki anlayacağım belki de anlamayacağım... diyelim ki anladım... seni eve bırakacağım, sen bana "gel bi kave iç, bu kafa ile daha fazla araba kullanma" diyeceksin, ben de mecburen peki diyicem, başlıycam park yeri aramaya .. büyük ihtimal ile iki mahalle ötede falan bi yer bulucam, çıkıcaz yukarı sen bana kave yapıcan, ben kave'mi içicem ... sen "tavla oynamaya mı geldik? nedir yani?" diyicen, ben gene mecburen sana yumulucam ... düzgün hatunsun, yumulmak sorun değil de benim kafa bi dünya. Ya sana yazarken sızıcam, ya da bi b*k yapamıycam ... kız arkadaşların sana soracak "attın herifi eve, nasıldı?" diyecekler (evet...hatunlar bu geyiği yaparlar) sen de yüzünü buruşturup "yapamadı bişi!" diyicen ... camia ufak, millet birbirini tanıyor ... senin yüzünden adım ib*e'ye çıkacak, kısmetim kapanacak. Onun için yok kızım, bırakmam seni.

    Galip abi'den bir muHAHAHAHA! geldi, kızlar epey bir bozuldu ve içlerinden biri bana bağırdı.
    - Hayvan'sın sen, HAYVAN!

    ...işte ben lakabımı bu şekilde, alnımın akı ile ve de hak ederek kazandım
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.