Jump to content
2019 Temmuz'dan sonraki tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeni kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    Bilen bilir uzun zamandır BlackBerry kullanıcısıyım. Alışkanlıkları olan ve alışkanlıklarını seven bir kişi olarak elimdeki BB geberdiğinde (bkn.elektronik cennetini boylamak) onu en yakın elektronik dönüşüm kutusuna atmak ve giden BB'nin yerine BB koymak alışkanlıklarımdan biri ... daha doğrusu biriydi.
     
    ...ta ki ...
    Geçenlerde bizim IT ile konuşuyoruz.
     
    Ben - İbraam (aslında İbrahim'de ben kıllığına İbraam! diyorum) şu benim BB'ye bir baksana.
    İbraam - Nesi var ki?
    Ben - Bir şeyi yok, sadece şu BBWorld'e girip güncelleme işini otomatik yapabilir miyiz? Onu bilmiyorum ... bunun illa bir ayarı var da şimdi bilemedim ki... sen aslansın, yaparsın kehkeh...
    İbraam - Ya ben pek anlamıyorum ki onlardan
    Ben - Gözümsün, kesseler acımaz ... çözersin sen
    İbraam - İi... bi bakiim.
     
    Ben de saf-saf verdim telefonu. İbraam alıp telefonu ÇaT! diye yere atmaz mı? (bkn.şeytan taşlar gibi) LAN!
    ..benim BB karpuz gibi patladı tabi ... yer mermer ... alet 30k feet'ten düşen ilyuşin gibi dağıldı, içi-dışına çıktı.
     
    Ben - Naaptın ya?
    İbraam - Tüh ... düştü
    Ben - Tüh'mü? Harbiden mi?
    İbraam - Hemen geliyorum.
     
    ....5 dakika kadar geçer. (bkn.burnundan soluyarak beklemek)
     
    İbraam - Geldim.
    Ben - .......
    İbraam - İşte yeni telefonunuz
    Ben - ...ne alaka?
    İbraam - İPhone işte, ne alaka değil ki...
    Ben - Manyakmısın İbraam?
    İbraam - Yok .. IT'ciyim
    Ben - ...eh .. peki ... saol
    İbraam - Ayarlarını yapiim mi?
    Ben - ...ehem ... yok, teşekkür ederim. Bunu kırma bari.
    İbraam - Peki ...
     
    Soru : Alayı mı manyak bunların? (IT'ciler) yoksa manyaklar IT'ci mi oluyor? (bkn.kariyer planında sosyopatlara özel seçenek)
  2. Kaan Yagizer
    - Ya yok mu bunun kolay bir yolu?
    ... dedim buyur, otur ... bir çayımı iç ... tam anlat derdini. Öyle de yaptık ... sonra başladı kafasına takılan konuyu anlatmayı.
    - Yahu neden benzin deposu kapakları bazı araçta sağda, bazılarında ise solda? Neden bunu standart hale getirmiyorsunuz?
    Şimdi bu derin konu, taaaa araç tasarımına ... hatta trafik yönüne kadar giden upuzun bir hikaye. 
    - Hadi ondan geçtim, belli ki anlaşamıyorsunuz, neden aracın içine işaret koymuyorsunuz?
    - Ne işareti? ... diye sordum.
    Gel .. gel ... dedi ... çıktık dışarı, aracın ön göğsüne ... kalorifer ızgarasının yanına "Depo Kapağı ->" diye yazı yazmış, seloteyp ile yapıştırmış.
    - Al benden size bir beleş teknik tavsiye, bunu araçlarınıza koysanıza.
    Dayanamadım, kıkırdadım ... bozuldu tabi. Açıklamak zorunda kaldım.
    - Eh yani, var ya o işaret.
    - Nerde var?
    - Aracınızda ... yani benzin deposu kapağının hangi tarafta olduğunu gösteren ok işareti var zaten, üstelik sadece bizim araçta da değil. Bütün araç imalatçıları aynı sistemi kullanır.
    - ...harbiden mi?
    - Valla, billa
    - Nerede?
    - Şurada...
     

     
    benzin göstergesinin yanındaki ışıklandırılmış minik "ok" işareti depo kapağının sağda mı? solda mı? olduğunu gösteriyor zaten.
    ...baktım hala kızgın.
    - Neden benim haberim yok?
    - Yani ... söylemeyi unutmuşuzdur sanırım. El kitabında yazıyordur ... herhalde.
    - Hass ... boşuna mı kastım o kadar?
    - Amaaan ... boş verin, türk kave'si içelim mi? İçiniz açılır.
    - İçelim valla, daraldım yahu.
     
  3. Kaan Yagizer
    Bilen bilir "Tadım" Otelcilik işinin parçasıdır, özellikle -Zincir- markalar reçete (recipie) içindeki malzemenin kaynağı / türevi / tadı konusunda hassastır ve birden fazla mutfakta aynı tad yakalanması amaçlandığı için malzeme kaynağı değişimine pek sıcak bakmazlar.
    ... kimi zaman bu kaçınılmazdır.
    Başaşçı (...ki kendisi Mutfakta İmparator muamelesi görür) yeni sezon için menü oluşturur, tabi ki bu menü'nün ve içeriğinin test edilmesi, onaylanması ve hatta sunumun dahil (tabaktaki malzemenin nasıl duracağı) kontrol edilmesi gerekir.
     
    ...kötü bir adamım ya! (malum) gidip arada Otel müdürüne yazıyorum ...
    - Orhan bey, Orhan bey ... o kadar tadım yapıyorsunuz ama beni hiç çağırmıyorsunuz!
     
    Eğri oturalım, doğru konuşalım .. ben tadım'dan ne anlarım? Motor yağı desen eyvallah ama buharda terbiye edilmiş mini brüksel lahanasının çukulata sosunda nasıl duracağını (doğal olarak) bilmem ... yer geçer, ahçı'ya da "Eline sağlık!" derim ... ama o kadar.
     
    Amacım belli, işi bilen abilerin masasında oturup sonradan ukalalık malzemesi olarak kullanacağım bir, iki püf noktası öğrenmek + beleş / güzel yemek yemek.
     
    Otel Müdürü kibar adam, görmüş - geçirmiş ... kim bilir benim gibi kaç tane kendini bilmez ile uğraşmış ... bozmuyor (...ki ben onun yerinde olsam terlikle döve döve kovalardım.) "Bakarız" , "Ayarlarız" falan diyor.  Belki bu taktik tutar ama sorun şu ki ben -yüzsüzüm- hem de had safhada.
    - Orhan bey beni ne zaman tadım'a çağıracaksın?
    - Hallederiz Kaan bey
    - Orhan bey tadım yapmıyoz mu?
    - İnşallah Kaan bey
    - Orhan bey tadım ne oldu?
    - Ayarlarız Kaan bey
    ... 8,981 deneme sonunda bir gün telefonum çaldı.
     
    - Alü!?!
    - Kaan bey, yarın tadım'a gideceğim, isterseniz siz de gelin.
    - aaa!Tamam, ne zaman? 
    - Öğlende Divan Taxim'de buluşacağız.
    - Taam
     
    Heyooo .... beleş kayıntı
     
    Atladım gittim tabi, özel salon ayarlanmış. İçeri girdim ki bilmem kaç tane Divan otel müdürü ve şef oturmuş menü inceliyor ve not falan alıyorlar. Benim işim olmaz, kibarca tanıştırıldım ... geçtim, bir kenara oturdum. Kayıntı başlasın diye bekliyorum.
     
    Garsonlar geldi, önüme su koydular ... 4 - 5 tane de bardak ... Başaşçı demez mi!!
    - Hadi başlayalım!
     
    Eleman Alman, baktım herkes disiplin içinde önündeki şişelerden biraz su koyuyor, kokluyor - ağzında çalkalıyor, suyu bardağa geri püskürtüyor ve not alıyor.
    .... ne oluyor be?
     
    Orhan bey yanımda, eğilip sordum ...
    - Noluyo ya?
    - Tadım yapıyoruz Kaan bey?
    - .... yemek yok ama...
    - Su konusunda karar veriyoruz Kaan bey
    - Su'mu? ...ben su içmeye mi geldim yani?
    - Evet Kaan bey.
    - .......(küfür/sessizce) ......(küfür/alçak sesle)
    - .....
    - Ben Brasserie'ye geçiyorum, karnım aç ... tadım bitince haber verirsin.
    - Peki (bıyık altından gülerek)
     
    ...keleğe bak ya !!! Tadım'mı istiyorsun? Al sana Tadım   Hakkını vermek lazım, gayet kibar bir hamleydi (kaPak) 
    Ders oldu mu? ...şüpheliyim. 
  4. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı , havada hafif bir meltem olmasa aslında iyice yapış yapış olacağız ama Allahtan azıcık esiyor hava.
    Parayı, pass'ı falan boyundaki keseye koymuşum. Ne de olsa Pire'nin yankesecileri meşhur, onları gereksiz yere memnun etmenin alemi yok, öyle değil mi?
    Üç kişi gemiden inmişiz, telsizci, üçüncü ve ben ... Marina'ya gidip güzel bir masa donatalım kendimize diyoruz. En azından lumbar ağzındaki muhabbet bu yönde.
    Ticari liman pire'ye biraz uzak olduğu için taksi ile kent merkezine yakın bir yerlere ulaşıp sonra yola yürüyerek devam etme kararı almıştık ... iyi ki de öyle yapmışız. Yunanistan'ın trafiği kimi zaman bizden beterdir, o akşam da işte öyle müstesna akşamlardan biri.
    Kente dalıp hafif yokuştan aşağı, denize doğru yürürken sokaklarda normalden daha fazla insan olduğunu fark ediyorum. Sadece insanlar da değil, ufak "teneke" orkestralar kafalarına göre -kakafonik- müzik yapıyor ve millet cici elbiselerini giymiş, sokaklarda dans ediyor.
    ...hay bin kunduz ... festival'e denk gelmişiz.

    Off yaaa!

    Marna'ya bir indik ki ... auwww ... orada durum daha da vahim. Lokantalar, meyhaneler ağzına kadar dolu... bizim masa kurma hayali yalan olmuş.

    Yunanlılar normalde akşam yemeğine 21,00 gibi oturur ve masadan da 00,30 - 01,00 gibi kalkar, yani bizim alışkanlığımızın tersine lokantalar bir masatyı gecede birden fazla kere satamaz. Bunu bildiğimiz için görece erken yola çıkmış ama festival olduğunu bilmediğimiz için (o zamanlarda millet masaya erken oturur) açıkta kalmıştık.
    ...Burger King'e gidecek halimiz yok ki ... karnım da aç, ne yapalım?

    Mecburen etraftaki büfelere falan dadandık, bir şeyler yedik ... birer eşek birası kapıp deniz kıyısındaki park'a gittik.



    ...işte milet eğleniyor, canlı müzk falan da var ... biz de takılıyoruz öylesine. Kafamızdaki plan bu değildi ama ne yapalım? Oturup ağlayacak halimizde yok ki.

    Sonra -danK- bir şey resmen kafamda patladı ....! NOLUYO LAN!!
    ...kim vurdu diye baktım, beyaz elbiseli, saçı çiçeklerle süslü bir hatun geberiyor gülmekten ... elinde mukavva (veya onun gibi bir şey işte) boru kılıklı bi alet var, kurdeleler falan sarılmış o mukavvaya ... göz göze geldik ... boruyu gözümün önünde salladı, döndü arkasını gitti.

    - Naptın kadına be?!? ...diye sordu arkadaşlar, napicam ya? Öyle oturuyorum işte ... tanımam etmem manyağı. Akşam vakti bulaşmayayım şimdi falan dedim, poşetten bir bira daha çıkardım, açtım ... ikinci biramın ortasındayım ki ...

    -danK- ...bir kere daha .... aAaAaAaAa dedm ... s*k*r*m ortasını, nedir lan bu!
    - ben yolarım bunun saçını başını abicim ... diye atarlandım.

    Arkadaşlar saçmalama falan diyerek sakinleştirdi beni ... hatun hala geberiyor gülmekten. Şeytan diyor, al oradan bi taş, akıt pekmezini ... kendi halimde oturuyorum, ne bulaşıyorsun yahu?
    - bu gelecek, bak görürsünüz ... taktı kafaya ... gelecek gene.

    ...ya saçmalama, olmadı gidelim ... kavga çıkarmayalım falan dedilerse de sallamadım. Bir kere daha kafama vu-ra-ma-ya-cak ... nokta.
    Kalktım yerimden gidip hemen yakındaki bayiden bir TaNea (bizim Hürriyet gibi bir gazete) aldım ... ortadan katladım, içine azıcık bira döktüm, bir kere daha katlayıp bacağımın altında iyice sıkıştırdım.

    Takılıyorum ama gözüm hatunda, bir kere daha gelirse .....
    ....geldi de, on dakika falan ya geçti, ya geçmedi ... baktım kuşa dalacak kedi misali ufaktan yanaşıyor, menzile girmesini bekledim (bkn.avcıya pusu atmak) tam elindeki kurdelalı mukavva'yı kaldırmıştı ki bacağımın altından çektiğim TaNea'yı Bizans tekfuruna "bu babam için, bu da emmim için ..ama esas bu köyün delisi için..." dalan Kara Murat tadında tam da ağzının ortasına çaktım.

    ...resmen çTONK! etti gazete, deli yunanlı hatundan "ohş" diye bir ses çıktı, ben de zafer nidası patlattım -niHAHoHo- böyle bir afalladı, şaşırdı, olduğu yerde sallandı ... elimdeki gazeteyi gösterip havladım ona.
    - Malaka!!! (pis bir küfürdür...)

    ...döndü gitti.
    muHaHaHaHa!!! kim demiş intikam tatsızdır diye?

    Epey bir güldük ... geyik de yaptık sonra.
    - senden iyi tenisçi olur, nasıl çaktın öyle gelişine?
    ...falan - filan.

    Sonra kalktık, bir taksi bulana kadar yürüdük ... arkasından da gemiye döndük. Sabah kalktık, kahvaltı ediyoruz ... çocuklar benim vukuatı anlatmaya başlamaz mı?
    - ya ne gerek var? ...falan dedim ama efendi kaptan'a ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

    - sonra efendi kaptanım, bir de baktık bizim üçüncü böyle resmen havada perende atıp Jackie Chan gibi hatuna bi çaktı... baktık ki aPLa ayakkabılarından çıkmış ... Allah bilir hala yere düşmemiştir ... o derece yani.

    efendi kaptan bunları dinledi dinledi ... sonra bana baktı ve basit bir soru sordu.
    - üçüncüm, Haloa nedir biliyor musunuz?
    - bilmiyorum efendim .. dedim (bilmiyordum harbiden)
    - peki ... dedi sakince, ama hava değişmiş. Sessizce kahvaltıyı ettik.

    Doğal olarak araştırdık .... Haloa nedir? Neyin nesidir? Meğer Haloa kadınların festivaliymiş, kadınlar o gün/gece boyunca başta serbest konuşma ve canları ne çekerse yapma olmak üzere bir çeşit -dokunulmazlık- kazanırmış.
    ... işin daha da kötüsü, o mukavva boru vardı ya? Hani üzerine kurdelere sarılı olan ... o şey ile seçtikleri erkeğe vurur ve onu kendisi ile birlikte -eğlenmeye- çağırırlarmış.

    Yani ben iki kere davet alıp, davet'e icap etmemişim ... üçüncü davet denemesini ise şiddet ile cevaplamışım.
    ...kısmet nasıl tepilir? Islak TaNea ile kısmetin ağzının ortasına vurularak

    Sonuç : İşte cehalet böyle bir şey

    http://en.wikipedia.org/wiki/Haloa_%28festival%29
  5. Kaan Yagizer
    Selamlar ... yeniden aranızdayım  
    ... yalan yok yoruldum, resmen tabanlarım patladı ... ama değdi mi? Evet.
     
    Bu yıl ki Neste - Finlandiya Rallisi ya da daha çok bilinen adı ile 1000 göller rallisi iki ayrı kategoride tarihe geçti. Öncelikle yarışı İskandinavya dışından (İrlanda) bir sürücü kazandı (1950'li yıllardan beri bu altıncı kez oluyormuş) ve tarihin en hızlı (ortalama 120+ Km/h) 1000 göller rallisi yaşandı.
     
    Tabi bir de gayrı-resmi istatistik var ki ... o da ralliye katılan araçlar ve ekipler resmen "kırıldı" ... neredeyse her köşede bir kaza vardı dersem sanırım abartmış olmam. Zamanında müdahale, güvenlik önlemleri ve bilinçli organizasyon can kaybını önledi, mal kaybını azalttı ama takımlar cidden "döküldü"
     
    ... gelin en başa dönelim ve ralli dışında ne yapılıyor, nasıl gidiliyor, nedir bu iş? Bir bakalım ...
     
    Öncelikle Finlandiya'ya nasıl gidilir?
     
    ... elemanların elçiliği var, doğrudan vize başvurusu yapabilirsiniz ama bence hiç kasmayın. Arkadaşlar bir ay sonrasına randevu veriyorlar. Onun yerine gidin sağlam bir Schengen vizesi alın (Örn:Fransa / Almanya) ...sınırdan geçin ... gidin.
     
    THY İstanbul'dan (Atatürk) Helsinki'ye her gün (bazı günler birden fazla) uçuyor. O nedenle THY'yi rahatlıkla kullanabilirsiniz. Ama iş Helsinki'ye ulaşmak ile bitmiyor. Aslında daha yeni başlıyor bile denebilir. 
     
    Adamlar "Wellcome to Hel!" diye boşu boşuna söylemiyor ...
     

     
    HEL sadece Helsinki hava alanının kısaltması değil, ulaşımınızı daha önceden ayarlamadıysanız aynı zamanda "durumunuzun" özeti. Neden derseniz ralli zamanı trenler, otobüsler vs. tamamen dolu.  O nedenle 1000 göller izlemeye gidecekseniz otel ve lokal ulaşımınızı da dikkatle ve epey önceden planlamanızı tavsiye ederim.
     
    Castrol'un davetlisi olarak gittiğim için (heyooo!) benim o konuda endişe duymama gerek yoktu. 
     

     
    Hava alanından dışarı adım attım ki ... anamm ... M-Sport yarış takımı "TEMSA" otobüsleri ile bekliyor. (bkn.heyooo!) Hemen Castrol ve Ford'dan gelen arkadaşlar ile birlikte otobüse doluştuk tabi ki ... pass'lar dağıtıldı, küçük bir brief verildi ve yola çıkıldı.
     

     
    Hava alanı ile (ralli boyunca üst olarak kullandığımız) otelin arası 250+ Km olduğu için genelde uyuyarak, uyunmadığı zamanlarda da geyik çevirerek (malum,  Finlandiya geyik için en ideal mekan) yolu resmen yedik ...
     

     
    Arada bir takım kararlar aldık tabi ki ... Fince'ye kimsenin dili dönmediği için otel'e "OTEL" , kaldığımız ilçe'ye "YOZGAT" kod isimlerini verdik. Tabi biz otele yerleşir, yemek yer, etrafı keşfederken lokal yarışçılar çoktan tezgah açmış, trafiğe kapalı alanda oyuncaklarını ralli için gelenlerin beğenilerine sunmaya başlamıştı.
     

     
    Bu arada bir not. Yarış döneminde lokantalar ve pub'larda (özellikle makul ücretli olanlarda) yer bulmak mümkün değil. Bizi Castrol davet ettiği ve adamlar para harcamaktan çekinmediği için (bkn.kesenize bereket yahu) gayet kaliteli mekanlarda yemek yedik, eğlendik ama solo giderseniz bir ton aç + susuz İskandinav arasında başınızın çaresine bakmak zorunda kalacaksınız. (bkn.benden uyarması)
     

     
    Yemekler lezzetli,  özellikle somon (ne de olsa milli yemek) ve et ürünleri hem kaliteli hem de ucuz. 1/2 litrelik yerel bira ise 0,95 ile 1,5 Euro arasında bedeller ile tüketilebiliyor. Yani aç ve susuz kalmazsınız ... yukarıda da belirttiğim gibi tek sorun oturacak / yemek yiyecek mekan bulmak.
     
    ... gelelim işin yarış seyretme kısmına.
     
    Öncelikle belirteyim. WRC'nin tamamını, en azından 1000 göller'i seyredemezsiniz. Teknik olarak mümkün tabi, ama çok zor. Etaplar birbirlerinden kopuk, üstelik ortam çok kalabalık.
     

     
    Araç ile ulaşacağınız yere gidip arabanızı orada bırakıyor ve sonra yola yaya devam ediyorsunuz. Genelde park alanları ile etaplar arası 3-4 kilometre mesafede oluyor ve siz de diğer binlerce (abartmıyorum) seyirciye takılıp tabana kuvvet etaba gidiyorsunuz.
     

     
    ... yani ayağınızda sağlam / trekking ayakkabıları olacak, su ve katlanır iskemle taşımanızı da tavsiye ederim.
     
    Yapılacak en iyi şey yarış güzergahlarını gösteren haritalardan (bedelsiz) edinip kendinize bir rota çizmeniz. Bir yarış gününde 4 etap seyrederseniz bilin ki başarılısınız ... 5 - 6 etap planlarsanız çok zorluyorsunuz demektir.
     
    İşin güzel yanı doğa kelimenin tam anlamı ile muh-te-şem, hava güzel (20C civarı) ve resmen oksijen sarhoşu oluyorsunuz.
     

     
    ...tabi iş etaba ulaşmakla bitmiyor.
     

     
    Her yer insan dolu ... LAN! diyorsunuz, ben nereden yarış seyredeceğim?
    ... böyle düşünen sadece siz değilsiniz.
     

     
    Resimdeki gibi vinç getiren de var, karavanını sürüp onun tepesine şezlong atan da.
    Tabi "Parama geçer hükmüm" diyenleri de görüyorsunuz.
     

     
    Burası ViP noktası. Her etapta bunun benzeri yapılar kurulmuş. Millet yemek yerken yarış seyrediyor (dev ekranlarda kurulu) isterse tribünlere yayılıyor ve iş bittiğinde ViP'ler helikopter ile bir sonraki etaba geçip orada keyfe devam ediyor. (bkn.kelle başı 12k Euro) 
     
    Hizmet vericiler sırf bu amaç için 5 (beş) tane helikopter kullanıyor (bkn.zengin abileri 25'lik partiler ile uçurmak) 
     
    ... yok usta !! ben o parayı vermem! derseniz başlıyorsunuz elden gelenin en iyisi için milleti itip - kakarak kendinize yer açmaya.
     

     
    ...tabi hem para vermeyip hem de konfor arayanlar var. Yanında "Jakuzi" getiren mi istersiniz?
     

     
    At ile gelen mi? Drone ile yarış seyreden de var, uzak / hakim noktaya yerleşip askeri dürbün kullanan da.
     

     
    1000 göller ilk rallim değildi, daha önce Monte Carlo'yu da seyretmiştim ama orası Finlandiya gibi değildi. Millet karnı burnunda karısını da yarışa getirmiş, 30 günlük bebeğini de. 90 yaşındaki dede yanında 5 yaşındaki torunu ile oturmuş radyo'da yarışı dinlerken torunu ona zaman çizelgesini okuyor ... ralli başladığında İskandinav'lar her ne yapıyorsa durup yarış seyretmeye geliyor dersem inanın abartmış olmam.
     

     
    Tabi ki tek eğlence ralli değil. Fabrika takımları bir yandan marka reklamı yaparken bir yandan da milleti eğlendiriyor.
     

     
    İnsanlar pilotlar ile tanışıp imza topluyor, resim çektiriyor ... pilotlar bir çeşit "kahraman" muamelesi görüyor. Tabi kapalı alanlara geçip süre kısıtlı pit'lerde araç onarımı yapılışını da seyredebiliyorsunuz.
     
     
    Para her yanda resmen oluk - oluk akıyor. WRC kesinlikle "gariban" işi değil ... örnek mi?
     

     
    ... sizce bu jant + lastik kaç para?  Takım sezon boyunca bundan kaç tane kullanıyor?
    100km'de ortalama 75litre yakan (yola döken) kuZu'nun fiyatından bahsetmiyorum bile.
     

     
    Ama takımlar memnun, sponsorlar memnun ve en önemlisi halk memnun. 
    ... herkes kazanıyor,  herkes eğleniyor.
    Gidilir mi? ... imkanınız var ise kaçırmayın derim.
     
    Hadi biraz da eğlenelim ...  ufak anılar paylaşayım (izninizle)
     
    "Yozgat ekibi" 
     

     
    - Haberim yokmuş gibi çek kanka -
     

     
    Beşinci olduk ama buna da şükür.
     

     
    I believe I can fly!
     

     
    Sevmiyorum seni ...
     

     
    70'li yıllardan kalma gibi gözüken (disko topu bile vardı) otelimiz.
     

     
    Kaza yapmadığı (ender) durumlarda hep gülümseyen Camilli (ortada M-Sport yöneticisi St.Andrew)
     

     
    "Yabancı bi cisim yaklaşıyor"
     

     
    Kaç kere dedim filtreler ile o kadar oynama diye ...
     

     
    ... son olarak kısa bir video.
     
    Önce açıklama.
     
    Ev sahibimiz Castrol bizi yarış sonrası M-Sport'un üssüne davet etti. 
    Yozgat'ın hemen dışında bir çiftliği kiralamış ve TIR'ları oraya çekmişler. Takım ile tanıştık, geyik yaptık ... bir şeyler içtik ... kaza geyiği yaptık.
    Arada haber geliyor ... bilmem kim hastaneden çıktı, Çin'de yarışabilecek vs.
     
    Sonra (üzerinde WRC ayarlı motor olmayan) Camilli'nin kuZu'suna bindik. 
    ... araç yakın zamanda çok ağır kaza geçirmişti.
     
    Mekanikler kuZu'yu toplayıp üzerine -test- motoru atmışlar. Camilli bizi yanına aldı ve çiftlikteki toprak alanda biraz dolaştırdı. (her tur yaklaşık 3 dakika sürüyordu) ... yeniden burnu kanamaya başlayınca (kaza nedeni ile sol kulağında ve burnunda bir sıkıntı varmış) takım doktoru onu arabadan indirdi. Muayene etti ve uçağa binmeyi yasakladı. (eleman eve feribot + kara yolu ile döndü)
     
    ...bu tur sırasında Fiesta RS'in sağ arkasını bir yere vurduk. Sağ paçalık gitti, aks koruyucu yerinden çıktı vs.vs.
     
    işte video. (interkom bağlantımızda bir sorun var ... Camilli'nin söylediklerini duyamıyorum) 
     
     
    ... the end. 
     
    ek:
     
    İki minik video daha ...
     
    Bir - Etap içinde yer bulma (beyhude) savaşı.
     
     
    İki - kuZu'lar start alıyor (ortaya karışık)
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  6. Kaan Yagizer
    Eylül sonu aniden rahatsızlandım. (bilen biliyor...) gün ortası bir ağrı girdi karnıma, bursa işi çakı gibi resmen ikiye katlandım.
    ... yapılacak şey belli. Hemen Hastane'nin yolunu tuttuk.
     
    Acile girdik, oram ağrıyor ... buram buruluyor hesabı Acil Doktoruna durumu anlatıyorum. Eleman biraz mıncıkladı beni, sonrası malum ... kan tahlili, serum, ultrason, serum, MR, serum ... akşam üstü odaya çıkardılar. Sabah uzman doktor gelip bakacak ama serumla karışık tonla ilaç bünyeye girince rahata kavuşmuş olduğum için mızmızlanmıyorum. 
    NatGeo - People açmışım TiVi'de ... sıra dışı kadınlar (açık deniz yat yarışı) seyrediyorum.
     
    ...akşam hemşiresi geldi, nabzıma baktı, ateşimi kontrol etti, serumu çıkarıp ağrı kesici/antibiyotik (ya da ona benzer bir şeyler) taktı ... arada da muhabbet ediyoruz.
     
    Kızcağız demez mi?
     
    -  Amca nasılsın? Daha iyi misin?
     
    Anaaaa! 
     
    O saate kadar çekyat hesabı açılan divan/yatakta oturmuş sessiz sedasız kitap okuyan benim hatun bir anda "arıza" moduna geçmez mi?
     
    http://giphy.com/gifs/error-2kzAP7X0rWNgY
     
    Lan!
     
    Hatun bir anda tasmanya canavarı moduna geçti ve başladı yüksek frekansatan caz yapmaya ...
    - Ne amcası? Amca nereden çıktı? Amca değil o ... benim kocam ... amca deme ona, amca değil o ...
     
    Hemşire kızcağız şaşırdı, ben şaşırdım ... ikimiz de olduğu yerde tepinip bağıran benim hatun kişiye bakıyoruz.  Hemşire kızcağız bir şeyler geveleyip (özür babında) odadan kaçtı. 
    ...eh be ablacığım, sen kaçtın da ... ben ne b@k yiyeyim? ben nereye kaçacağım.
     
    Hatun başıma dikilmez mi?
    - Hemen keseceksin o sakalları, kimse sana amca falan demeyecek, dememeli ... o sakallar ... gi-de-cek!
     
    Eşşedü....!! Ben gittim/geldim modundayım, hatun sakal kestirme derdinde.
    ... ama serde (hasta olsam dahi) erkeklik var.  Kararı iç işleri bakanına mı bırakacağım? Son söz söylenecekse .. ben söylerim be! (tieyt!)
     
    - Peki ... dedim, konu kapandı
     
    Sonuç : Hastaneden çıkınca sadece ve sadece o da canım çektiği için kestim sakalımı.  
     
  7. Kaan Yagizer
    Tri-State'ye (New York/New Jersey ve Connecticut bölgesi) yaz gelmiş. N.Y'da yaz pis geçer ... nasıl kışın East River'i buz ile kaplayacak kadar soğuk yaparsa yaz geldiğinde de N.Y'a pis, yapışkan ve sıcak hava dalgası resmen tecavüzcü coşkun abimiz endamı ile (bkn.biliyorum sen de istiyorsun) tırmanır.

    ...O.Ç Tamer ile ortak kullandığımız evden N.J'ye daha yeni taşınmışım ... eski kız arkadaşım, yeni karım ile birlikte gereksiz yüksek bedel ile aldığımız ikinci el kontraplak evimizi adam etmeye çalışıyoruz. İşe gitmediğim zaman evde bir şeyler ile uğraşıyorum çünkü Amerika'da özellikle kalifiye tamirci bulmak neredeyse imkansız ya da aşırı pahalı.

    Türkiye'de bir sokak arasında sıkışıp kalmış tesisatçı amca orada son model Corvette'ye biniyor ve özel dikim gömlek giyiyor diyeyim, gerisini siz anlayın.

    Dediğim gibi hava acaip sıcak ... ter bile üzerinize yapışıyor ve bizim klimamız yok. Evimiz bahçeli olsa da, banliyöde yer alsa da (gerçi bizim evin bulunduğu yere banliyö denir mi? ...o ayrı tabi) sonuçta ufak, bir yatak odamız ... bir salon+mutfağımız (ikisi bir arada, ikisinden de azıcık) bir depo/yüklük/dolap gibi odamız ve banyo ile hol'den ibaret olan 90m2'lik evi soğutmak için bir tek klima yeter de artar ama bizde o klimayı alacak para ... nasıl desem? Bulunmamakta.

    Mercedes (Wife No.1) işe yeni girmiş, Citibank'ın Help Desk'inde çalışıyor, hani kredi kartınızı yitirdiğinizde banka'ya telefon açıp "imdat" dersiniz ya? İşte Mercedes sizin telefonunuzu cevaplayan kişi. Hatun yarım gün alo diyor (henüz tam güne geçememiş) bir yandan da giderek şişen göbeğini taşıma işi ile iştigal ediyor.

    ...anlayacağınız genç, parasız ve de hafiften batmış (finansal durum itibarı ile) şekilde idare etmeye çalışıyoruz. Formen'in gözünün içine bakıp 7/24 yalaka mode:ON takılıyorum, belki bana bir - iki saat mesai yaptırır da üç-beş kuruş cebimize girer davasındayım.

    O.Ç Tamer ise bildiğiniz gibi ... çalıyor, çırpıyor, aldatıyor ve kafasına göre takılıyor. Hani Karınca ve Ağustos böceği masalı vardır ya, biz aynen öyleyiz işte (ben bu masalda ki devamlı fazla mesai yapan karıncayım ne yazık ki) ...Tamer'in temel felsefesi basit. "Gerekmedikçe Çalışma" ... aslında burada demek istenen şey çalışma değil, çalma olmalı ama Tamer motto'sunu telaffuz ettiğim ilk şekilde dillendirmeyi tercih ediyor.

    Bir mağazaya giriyor, cebinde kuvvetli mıknatıs ... sergilenen fotoğraf makinesini alıyor, mıknatıs ile alarm'ı saniyeler içinde çıkarıyor ve sonra aldığı askı kayışı ile kasa'ya gidiyor.
    - bu askı kayışını almak istiyorum, sizden bir de ricam olacak ... bu makine bana hediye edildi ama içine nasıl film konuyor bilmiyorum, yardımcı olur musunuz? ...diyor.

    Amerikalılar temelde "inanma" eğilimli insanlar, yani bir şey söylerseniz elemanların doğal tepkisi size -inanmak- şeklinde oluyor. O.Ç Tamer aşırı soğukkanlı şekilde davranış sergilediğinden ona inanıyor ve makineye nasıl film konacağını ve hatta nasıl pozlama yapılacağını gösteriyorlar. Tamer askı kayışına 10 ve film için de 3 dolar ödeyip boynunda 1,500 dolarlık kamera ile mağazadan çıkıyor ve malı en yakın rehincide 350 - 400 dolar'a bozduruyor.
    ...para bitene kadar çalışmaya gerek yok.

    Para mı lazım?
    Wallmart'a gidiyor, bir market aracı alıp deterjan reyonuna dalıyor ve alabildiği en büyük boy deterjan kutusunu arabaya koyuyor. Sonra genel tuvalete gidip ortam müsait olduğunda alttan açtığı deterjan kutusunu içindeki malzemeyi tuvalete döküyor. (ondan sonra tuvalete girip sifonu çeken kim bilir nasıl korkuyordur?) Artık alış verişe hazır ... yükte hafif paha'da ağır şeyler alıyor/çalıyor. Mesela bir oto teyp'i, saat, telesekreter cihazı vs. Deterjan kutusu dolduğunda yanında getirdiği şeffaf koli band'ı ile kutunun altını kapatıyor ... yanına bir kaç ucuz şey alıp kasaya gidiyor ... deterjanı kasa'da okutuyor ... kaç para? 9.95'mi? ...tabi buyrun ... sonra adres en yakın rehinci (gene)

    ...anlıyacağınız O.Ç Tamer kafasına göre takılıyor. Herif için her mevsim bahar, ben ise kesintisiz kış'ı yaşıyorum.

    Bir akşam eve geliyorum ve bilin bakalım beni kim bekliyor? Tamer bizi ziyarete gelmiş. Mercedes onu sevmez, Tamer bir keresinde ona iş teklif etmişti , o günden beri Tamer'e ne güvenir, ne de ondan hazzeder. (işin detayına girmeyeceğim ... kusura bakmayın.)
    - bu ne istiyor gene? ... havasında.

    Soru güzel ... ben de merak ediyorum, ne istiyor bu? ...oturup kibarca soruyorum.
    - ne istiyon Tamer?

    ...bir şey istemiyormuş. Bize "yeni ev" hediyesi getirmiş. Hediye arabada, yardım et taşıyalım diyor. Dışarı çıkıyoruz, gerçekten arabada bir hediye var. O.Ç Tamer'in kuZu'nun tüm arka koltuğunu kaplayan öküz kadar bir Westinghouse klima ünitesi.
    ... hadi be? cidden mi?

    Eve taşıyoruz koli'yi ... Mercedes hala atarlı.
    - ne var onun içinde? ... falan havasında (Tamer'e o kadar güveniyor) koli'yi açıyoruz, harbiden klima var içinde. Hem de sıfır kilometre, uzaktan kumandalı falan. auWWW

    ...gevşiyoruz tabi.
    Meğer bu ön sevişmeymiş, esas muamele başlamadan Tamer bizi gevşetiyormuş.
    - Yardımınıza ihtiyacım var, kamyondan düşmüş (Amerikan Argosunda -Çalıntı-) biraz mal var ve bunları bir-iki gün sizin garajınıza koymak istiyorum.

    Mercedes atlıyor...
    - kaç para vereceksin? ... yahu kızım bi dur, bi dinle önce. Tamam acaip parasız durumdayız ama...
    Tamer sırıtıyor ... balık zoka'yı yuttu havasında.
    - 100 dolar veririm. Bir kaç hafta için 100 dolar, hem de peşin.
    - Anlaştık.

    Yahu sen ne yapıyorsun? ...manyak mısın? Tamer'e güvenilir mi? Mercedes gözümün içine baka baka parayı alıyor ve resmen buhar ediyor. Tamer memnun, kendine bir depo buldu.
    - yarın yollarım kutuları ... diyip uzuyor Tamer. Belli ki biz fikir değiştirmeyelim derdinde.

    - Ya başımızı belaya sokuyorsun, çalıntı malları eve yığmak neyin nesi? Biri ihbar etse...
    Mercedes lafı ağzıma tıkıyor.
    - Ona güvenmiyorum, ayrıca bana ettiği hakareti de unutmadım. Merak etme, kafam çalışıyor...
    ...somurtup oturuyorum.

    Akşam eve dönüyorum ... uuuu
    O.Ç Tamer'in arkadaşları/adamları malları yığmış. İki arabalık garajımız tepeleme (kapı zor kapanıyordu valla) eşya, koli dolu. Mercedes'e soruyorum ...
    - baktın mı içlerine?
    ...bakmış. Genelde mutfak gereçleri, fırınlar, kuzineler, mikser'ler falan varmış. Belli ki bunlar mutfak eşyaları satan bir yerin deposunu kaldırmışlar ... pıFFF Resmen -yataklık- yapıyoruz yahu.

    ...sevmem böyle işleri, hatunun peşine takıldık ama işin ucunda mahkemelik olmak var & ; (((& ;

    Gece sıkıntılı geçiyor ... sabah işe gidiyorum ... iş yerinde keyif sıfır, akşam eve geliyorum ... aAaAaAa???

    ...lan?
    - Ne oldu kolilere?
    Mercedes cevap veriyor...
    - Başka yere götürdüler her halde, ya da sattılar. Ne bileyim? Sabah senden sonra kamyonla gelip aldılar...

    ...aaa? ne güzel! Aferin lan diyorum Tamer'e (içimden) kırk yılda bir düzgün iş yaptı. Klima'yı bağlıyorum, ohh miss ... haybeden gelen 100 dolar da cabası.
    O gece mis gibi uyuyorum.
    ...hayat kısa zamanda rutin'e dönüyor. Sabah 06,00 gibi kalkıp önce işe, iş çıkışı bir - iki saatliğine okula uğruyorum. Ardından ev ... halimden memnunum yani. Bir de borçlar ezmese ...

    Sonra bir gün akşam üzeri Tamer geliyor (iş yerine) ...iş çıkışı eve beraber gidelim diyor.
    - Taam
    - Bir de kamyon ayarladım, emanetleri alacaklar.
    - HÖNK?!?
    - Senin garajda ki emanetler, onları diyorum ...
    ....harbiden mi?
    - Eee? Aldınız ya onları? Bir gün sonra kamyon gönderdin ... aldırdın malları!.

    Tamer gökkuşağı gibi renkten renk'e giriyor. Adam kalp'ten gidecek ya ...
    - Ben bir şey aldırmadım ki... diye kekeliyor.
    - Nasıl ya?!? Sen malları getirdin, bir gün sonra da birileri gelmiş ... bizi Tamer yolladı malları alacağız demiş, yüklemişler ne varsa ve de götürmüşler ... diyorum.

    Resmen yığılıyor oğlan, ağzı köpürüyor ... hafiften baygınlık geçiriyor.
    - Soydular beni ... soydular beni ...
    inanmıyor, şaka yapıyorum sanıyor. Beraber eve giderken yol boyu yeminler ettiriyor bana. Garaj'ı boş görünce daha da fena oluyor, hırsından ön bahçedeki çimleri yoluyor ... ama yapacak bir şey yok ki.

    ...anlayacağınız O.Ç Tamer hayatında ilk ve belki de son kez hırsızlık kurbanı oluyor. Üzülüyorum haline, çok değil tabi ... belki bir parça ... ama olan olmuş.

    Bir saat kadar sonra çekip gidiyor, giderken ayaklarını sürüyor. Arabayı kullanıyor ama hali - mecali kalmamış. Adam resmen gözümün önünde yaşlandı yahu.

    ...gece itiraf ediyorum.
    - Çok üzüldüm haline...
    - Senin yumuşak kalpli olduğunu bildiğim için bir şey söylemedim zaten.
    - neyi söylemedin?
    - o malları biz aldık ...
    - Hadi be?
    - evet...

    Mercedes abisini aramış. Abi, yani benim Kayınbirader Purple üyesi (bir çeşit bölgesel çete) ...bir kamyon bulup gelip almışlar malları. Sonra da birilerine satmışlar. Yani Tamer'in yapacağı işi yapmışlar ve para da aile içinde kalmış.
    - 35k düştü payımıza. Geçen ve bu ayın taksitlerini ödedim ... artan para ile de bizim bankada bebeğimize fon açtım (eğitim) ... hep o bizden faydalanacak değil ya?!
    ...hadi be?
    ...harbiden mi?
    ...yemin et?

    Banka cüzdanını gösteriyor, iki aylık mortgage makbuzlarını (bir ay geride kalmıştık ... fecasi rahatladık o para ile) falan gösteriyor. Kızsam mı? Sevinsem mi? Bilemiyorum...
    ...ama klima iyi soğutuyor. Tri-State'de yaz bela gibi ortalığı kasıp kavuruyor ama benim Westinghouse klimam var ve mırıldanıyorum.
    - ohh ... es yiğidin bağrına.
  8. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman ... arkadaşlar kapının önüne çağırdı. Yeni bir araba gelmiş, denemek istermiymiş? isterim tabi ... neden istemeyeyim ki? Çıktım kapının önüne, aHanda ... araba bu.

    MX5, siyah ... soft top. Aracın tavanı, ya da bir başka tabir ile en üst noktası pantalon kemerim hizasında ... mantıklı bir adam olsam yapmam gereken şey belli, teşekkür edip içeri girmek, masama oturup bi kave sipariş etmek. Ama ben mantığı ile öne çıkan bir adam değilim ki, kaşıntılıyım ... sıkıntılıyım eyvallah ama mantıklı?
    Aldım anahtarı, açtım kapıyı ... koltuğu geri çekeyim dedim, zaten gerideymiş. Ehue ... neyse önce kafayı ve omuzları sokarak bindim arabaya, sonra ani ve acaip estetik bir manevra ile (bkn.TIR'ın geri geri park etmesi) koltuğa oturdum ... tamam, gitmeye hazırım. Sonra çocuklar uyardı.
    - Abi sol bacağın dışarıda kaldı...
    Harbiden mi? ...hadi ya? Neyse komple sağ koltuğa yatıp sol bacağı da içeri çektim, arkadaşlar kapıyı dışarıdan kapattı ... sığdım arabaya (en azından teoride) ... kafam tavanda (kelimenin tam anlamı ile) yükseklik ayarı bulunmayan direksiyon kucağımda. Kısacası benim görüntü bu şekilde (temsilidir)

    Mx nasıl gidiyor? Gaz tepkisi nasıl? Yol hissi var mı? ...inanın aklımda değil. Test bir an önce bitsin, çıkayım şunun içinden havasındayım.  ...kaza bela yaşamadan döndüm geldim tüKKan'a ... çocuklar açtı kapıyı, kuZu'dan inicem ... de ... LAN!
    ...inemiyorum ki? Abi sıkıştım arabanın içine... eklemlerim kitlenmiş resmen, çıkamıyorum dışarı. Dizimi az kıvırsam olacak da ... kıvıramıyorum ki, direksiyon kolonuna takılmış. İtfaiye çağırsalar, hidrolik ayırıcı ile açsalar ve sprial ile kesseler yeridir yani. Millet başladı t*ş*k geçmeye ...
    - sağ kapıdan girip tavanı açın, yukarıdan çekerek çıkartalım
    - sana çok yakıştı abi, sen takıl orda
    vs.vs. Allahtan omuzlarımı oynatabiliyorum, kafayı bir şekilde branda tavan mekanizmasının arasından kurtarıp dışarı çıkarttım, böylece olduğum yerde dönebildim, iki kişi koltuk altlarımdan çekti, ben de kollarımı kullandım ve ta-taaaa ... garip bir PoP! sesi ile (bkn.Şampanya şişesi açmak) bir de baktım ki özgürüm, aracın dışındayım.
    Eğilip toprağı (daha doğrusu) betonu öpmek içimden geçmedi değil, ama karizma'yı da çizmemek lazım tabi. Hemen atlayıp suratında gizlemeye çalışmadığı gülücük ile soru soran Mazda bölge müdürünü olgunca cevapladım.
    - Nasıl olmuş araba? Sevdin mi?
    - Frenlerin dozajlaması üzerinde çalışmak lazım tabi, direksiyon biraz hissiz ... motor da alt devirlerde baygın kalıyor, onun dışında fena değil, total değerlendirmede beş üzerinden iki veririm. (Bkn.İshal olmadım, içimden don değiştirmek geldi)
     
     
  9. Kaan Yagizer
    Spor yapmam lazım ... etrafımdaki neredeyse her insan evladı bir şeyler ile uğraşıyor ben ise göbekten pamuk çıkartma seviyesinde takılıp kalmışım. Spor yapıcam ama ne? Masa Tenisi? ...denendi ... sonuç rezalet! Fullsize tenis? cıK ... futbol'dan hiç hazzetmem, peki basketbol ... yok kardeşim, yok. El/Göz koordinasyonum o kadar kötü ki benim için özel -eksi- seviye açmaları gerekiyor. (bkn.çukur) eee?
    Yelken? Denizi severim, yelken olur mu? ...Olmazmış ... eğitime optimist ile başlamak lazım, ben üzerine çıkınca tekne batma seviyesine geliyor. Paraşüt ile atlasam? ...olmaz ... kilo sınırına yakalanıyorum, beni taşıyacak freefall paraşüt yok ...hatta "Seni T1 malzeme paraşütü ile atarız!" geyiği felan yapılıyor. (bkn.türk hava kurumunda kavga çıkarıp güvenlik tarafınca tartaklanmanın dayanılmaz hafifliği) 
    eee? ne b*k yiyicem ben be?
    Koşu sıkıcı, zaten 110kg+ adama göre değil, bisiklet desen pişik ve selenin kıçı zedeleme sıkıntısı var ... atıcılık desen, miyobum be! ...curling, buz hokeyi falan o zamanlar moda değil (hoş hala da değil...) amerikan futbolu oynayayım, vücut yapım D-Band (defans/savunma hattı) uygun ama T.C'de Amerikan Futbolu ya da Rugby oynayan yok ki. Nasıl olcek bu iş?
    Su topunu denedim ... sıkıcı ... kule atlamayı denedim, bir mavi balina kadar zarifim (4,5metrelik ilk platforma kadar su çıkarttım) yani tam bir HaSSSS! durumu...
    Sonra sporumu buldum, hem de tesadüfen. Klüpte gırgırına bench press basarken gözüme kürek çekme aleti ile debelenen veletler takılıyor. Kıçlarından ter damlıyor ama epey de eğleniyorlar ... gidip biraz seyrediyorum onları. "İş mi bu be? Yerim lan sizi!" diyorum ... "Ye de görelim!" cevabı geliyor ... 
    2km'lik (yarış standartı) menzile ayarlıyoruz ve başlıyor abanmaya ... zaman tutuluyor, kim bayrağı önce düşürürse (yani 2km'ye ulaşırsa...) o kazanacak.  çtoNK! ilk denemede kırıyorum boynunu ... "Bir kere daha ... bu defa 5km" ... "Eyvallah" diyorum ...sonuç gene aynı.
    Üst üste üç kere yarışıyoruz ( 2 - 5 - 2km) sonuç 3-0 ...ellerim su topluyor, omuzlarım ve baldırlarım adeta yanıyor ama ne gam! Zafer benim.
    "Gelip takılsana bizimle, hocalar görsün seni..." diyorlar ... neden olmasın?
    İki - üç gün sonra dereağzına gidip şahsımı gösteriyorum elemanlara ... "Bildiğin hayvan işte, çift kürek becerisi yok (solak) ama dıştan takma motor gibi ... koy tekneye gitsin." yorumu ile Genç-B'ye yedek olarak alınıyorum. Kabiliyet sıfır, çift el sıfır, yakalama idare eder, çekiş oha hayvan, kürek sonu iyi ve öne geliş fena değil ... dayanıklılık mükemmel notu ile doğal olarak sekiz tek'e ön sırada (yani ilk suyu yaran) oturmaya başlıyorum.
    Kafa çalıştırmam,taktik üretmem falan gerekmiyor, yapmam gereken tek şey küreği sağlamca tutup dümenciyi dinlemek ... tam bana göre yani.  
    Bir yıl kadar sonra Genç-A'ya çıkıyorum ... Fenerbahçe kürek'in gelene - gidene yapıştırdığı günler (hoş hala da öyle ya...) spor yapmak gerçekten iyi geliyor. Resmen kafam boşalıyor ... ders çalışmadığım ve uyumadığım her boş dakikamı antreman yaparak geçiriyorum desem yeridir. Kabataş Erkek'in olanakları gelişkin, klüpten yazı ve lisans götürünce okul yarış günlerinde -çıkış- yapmama izin veriyor (daimi yatılıyım) bunun ötesinde gündüz/gece istediğim zaman salonları ve spor ekipmanını kullanabiliyorum.
    Hiç bir zaman "Büyükler" kategorisine çıkamayacağımı biliyorum. Lise bitip üni. başladığında okul+kürek'i bir arada götürmem mümkün olmayacak (maddi ve zamansal sorunlardan ötürü) ama bu o gün gelene kadar kürek çekmeme mani değil.
    81" yarışları (Sapanca) aynı zamanda benim için bir "Son" devam edersem bir üst kategoriye (Büyük-B) geçmem lazım ama bunun ötesinde üni.var. Burslu olarak Yüksek Denizcilik'te okuyacağım ve onların Kabataş gibi sporcu öğrenciyi destekleme programları falan yok. Anlayacağınız sapanca'ya giderken ruh halim "şu son kupayı'da alalım, onurlu bir şekilde emekli olayım" şeklinde.
    77 yılından beri süren FB monopolisi var ... bizim takım kesintisiz olarak her yıl kupa'yı "lüp" ediyor. Yani Sapanca'ya giderken sadece ben değil, bütün takım -gazlı-
    ...bela biz malzemeyi kayıkhaneye indirirken "Selamınaleyküm!" diyor. 
    Bela'nın ismi GS ... bir önceki yıl Bulgaristan'da gerildiğimiz veled-ül-zina'lar kendi malzemelerini indirip yığıyor. Bulgaristan'da neden kavga çıkmıştı ki? Hatırlamıyorum ... onların da hatırladığını sanmıyorum. Ama GS takımından hazzetmiyoruz ve bu hislerimiz karşılıklı (bkn.onlar da bize boş değil) ismini şu an hatırlamıyorum ama GS'ın üç numarası şaşı bir velet var ... ona özellikle uyuzum. Oğlan bir yandan işini yaparken diğer yandan bize bakıp pish-pish sırıtıyor. Anlayacağınız ayar ve kendi kendine gaz verme modundayım (bkn.saf salaklık) dayanamayıp soruyorum. "Niye sırıtıyorsun muhterem valdesinin ellerinden hürmetle öptüğümün çocuğu?" ...ve kavga çıkıyor.
    Genel bir kavga çıkar FB vs. GS meydan savaşı başlar diye düşünüyorum ama öyle olmuyor, biz one-o-one takılıyoruz. Herkes etrafımıza toplanıyor, hatta tezahürat yapıyor ama ne kavgaya karışıyorlar, ne de bizi ayırıyorlar.
    Debeleniyor, birbirimizi yumrukluyor, yuvarlanıyor ... düşüp kalkıyoruz. Kavgamız kayıkhanede başlayıp dışarı çıkıyor, göl kıyısına gidip oradan ilerideki çay bahçesine doğru uzanıyor, sonra otoparkın dış sınırından dolaşıp klüp otobüsünün yanında kavga ediyoruz. Her tarafım ağrıyor, yorgunum ve de artık kavga etmek istemiyorum ... istemiyorum da bu kavga nasıl bitecek?
    Şaşı oğlan sağlam çıkmazmı? ... eleman yıkılmıyor bir türlü ... ya ben? yüzümün, gözümün şiştiğini hissediyorum ama bnim de yıkılmaya niyetim yok. Kavga ederken bir yandan etrafıma bakınıyorum, sonra gözüm bizim büyükler antrenörüne takılıyor. Herif milletle birlikte dikilmiş bizim kavgayı seyrediyor. Şaşı'yı tutup kalan son güç kırıntısı ile pulluk gibi sürerek bulgar hoca'ya doğru götürüyor ve bir kere daha itiyorum. 
    Antrenör, şaşı velet ve ben tam bir 3some edası ile yığılıyoruz çimenlere. Herif küfredip bizi itip kakıyor, birileri koşturup onu kaldırıyor ve aramıza giriyor (bkn.Allaha şükür) son darbeyi indirmem lazım ama değil kavga etmek, elimi kaldıracak halim kalmamış ... bari tüküreyim! diye geçiriyorum aklımdan ve ağzıma dolan kan/tükürük karışımını gez-göz-arpacık yaparak şaşı'ya sallıyorum.
    ...ama olmuyor. Onun yerine menzile giren federasyon görevlisinin kasıklarına garip bir desen çizip herifin pantalonunu berbat ediyorum.
    "Kaldırın, götürün bu serserileri!" diye bağırıyor birileri. Koluma girip benden artanları otobüse taşıyorlar ... otele nasıl gidiyoruz? Odaya nasıl çıktık? ...resmen hatırlamıyorum. O derece dayak yemişim yani.
    Dediklerine göre bütün gece inlemişim ... sabah kalktığımda her tarafım çürük içinde, kafam neredeyse 2x büyümüş ... ağrımayan ne bir kemiğim var, ne de kasım.
    Zar-zor eşofman çekip kahvaltıya iniyorum. Aaaa! Şaşı'da orada, meğer aynı otelde kalıyormuşuz. Yanına gidiyorum, arkadaşları ayağa kalkıyor ... Lan! Kavga edecek halim var mı be? Zaten dağılmışım.
    Eleman kafasını iyice geriye atarak bana bakıyor, gözleri şişmiş ... öyle ki göz göze gelemiyoruz.
    "Köpek enciğine dönmüşsün!" diyorum, sırıtıp cevap veriyor "Kafan öküz kadar olmuş!" ... eh, haklı valla! Başımı sallayıp bizimkilerin yanına gidiyor ve kahvaltı sırasına giriyorum. Yumuşak şeyler koyuyorum tabağıma, dişlerim ve çenem ağrıyor ... eşşo******su sağlam vurmuş valla, ağzımı zor açıyorum, ne dövmüş beni be!
    Bisküvi'yi çay'da yumuşatıp ağzıma atarken şaşı ile göz göze geliyoruz. O da kaşıkla ağzına bal sokma derdinde ... birbirimize gülüyoruz ... sonra vaz geçiyorum, gülünce ağzım ağrıyor.
    ...elemanın eli amma ağırmış yahu! diye geçiriyorum aklımdan. 
     
  10. Kaan Yagizer
    Alın size bir arıza arama komedisi
    İsmi bende saklı bir arkadaşımızın kuZu'suna bakıyoruz. Araç 2012 model Eb ve uzun zamandır halledilemeyen bir de sorunu var.  Sorun şu ... kuZu anasının ak sütü gibi helal olan anahtarlarını tanımıyor. Anahtar ile araç arasında bir soğukluk, küskünlük durumu var ... ama neden?
    ...alalala?
     
    Başladık kafa patlatmaya ... Savaş - Yaşar ve kulunuz k*****n teoriler üretiyoruz, anahtar pilinin bitmiş olmasından girip bozuk immobilizer'e doğru uzanıyor ... yanlış kodlamadan girip uzaylıların lazer saldırısından çıkıyoruz. (bkn. atmak serbest) 
    Lan?!?
     
    Anahtarlar bir türlü kod tutmuyor.
    Keyless'in ana ünitesini kontak anahtarı çerçevesine dokunduracak kadar yaklaştırıyorsunuz ... kuZu o zaman "Ah canımmm! neredesin sennn?" diye sarılıyor ona, ama aracın içinde olsa da diğer zaman anahtara "aşağı mahallenin çocuğu!" muamelesi yapıyor.
    Lan?!?
     
    Bizim Yaşar (elektrikçi) en sonunda daralıyor ....
     
    - Bu böyle olmayacak abi, komple dağıtalım arabayı.
    Savaş (elektrikçi) de fikren ona katılmaz mı?
    - Dağıtalım valla ...
     
    ...Allahtan elemanların ikisi de "Master Tech" yani dağıtsalar da kuZu'yu toparlayacak gibiler.
    - İyi ... dedim, dağıtın o zaman ... ama kuZu'yu b*k etmeyin, topladığınızda sağından solundan çıtırtı gelmesin., parça felan da artmasın!
    - Taam
     

     
    kablo tesisatına bakalım, ön göğüs altı tesisata bakalım, vites konsolunun altındaki alıcı'ya da bakalım ... orada da mı sıkıntı yok? Arka koltuğa bakalım o zaman derken ... anammmm!
    Lan?!?
     
    ...sonra mutlu haber geliyor.
     
    - Bulduk *****!
    - Helal ... neredeymiş?
    - Arka koltuk...
    - ...... hönk?!?
     
    Olay şu ... biliyorsunuz Focus'ta İsofix bağlantısı (kullanacağınız bebek koltuğunun tipine bağlı olarak) müşterinin talebi doğrultusunda (ücretsiz) ayrıca takılıyor. Yani arabaya bebek koltuğu bağlayacaksanız bayinize diyorsunuz ki "Benim XYZ marka koltuğum var, bunun için İsofix takın" bayiniz talep doğrultusunda İsofix koltuk karşılığı getirip aracınıza takıyor, siz de o karşılığa bebek koltuğunu kolayca monte ediyorsunuz.
    ...buraya kadar sorun yok.
     
    Sorun keyless araçta toplam üç tane anahtar okuyucu/algılayıcı olması. Sırası ile arka koltuğun altında, orta konsolun altında ve ön göğüsün içinde üç tane anahtar algılayıcı var ve bunların her birinin (yaklaşık) bir metrelik algılama menzili bulunmakta. Cebinizde anahtar ile bu üç algılayıcıdan her hangi birisinin menziline girdiğinizde kuZu sizi yakalıyor ve "OOoo! abim gelmiş, kapılar!!açılmaya hazır olun ... patron arabaya biniyor" diyor.
     
    Arka koltuğa İsofix karşılığını takan eleman koltuğu devirip kilit mekanizmasını monte ederken kaza ile bu algılayıcıların kablosunu katlamış, katlamak ile de yetinmemiş ... isofix'i tam o kat yerinin üzerine denk getirip kabloyu iyice ezmiş. (bkn.yuh!) kablo ezilince doğal olarak sinyal alıcılar arasında sıhhatli şekilde gidip - gelmez olmuş ; yani aracı anahtar'a "sağır" etmiş.
     
    Kablonun kat yeri düzeltilip İsofix bağlantısı düzgün şekilde yerine oturtulunca ve ezik bölüm elden geçirilince (bkn.kulaklarımı yıkattım, karşı komşudaki sineği bile duyuyorum) kuZu bir anda düzeldi tabi ... anahtar marşbiyel hizasına yaklaşınca "abimsin, hojgeldin!" demeye başladı.
     
    ...Allaha şükür ...şükrediyorum çünkü benim elektrikçilerin kafasına takılmıştı bu mevzu. ViN ile araca yeni anahtar set'i getirtmekten (belki eski set'in içindeki kartlarda bozukluk vardır diye) immobilizer'i komple söküp atmak ve yerine yenisini takmak noktasına kadar gelmişlerdi. (bkn.kafaya takmak) meğer basit bir kablo arızasıymış ... ferahladık yahu  
     
    Servis indim ... elektrikçiler yok.
    - Nerde lan bunnar?
    ara ... ara ...
     
    Arka bahçeye çıkmışlar, çay / cigara keyfi yapıyorlar. Suratlarda y****k bir gülücük. Belli ki arızanın nedenini bulunca rahatlamışlar. Ama bende i***k bitmez ki...
     
    - Cigaranızı için de gelin ... sıkıntılı bir aracım var.
    - ...hayırdır?
    - Sağa sinyal verince radyonun sesi kısılıyormuş...
    - ...hadi be!
    Aslında öyle bir şey yok, ama insanları mutsuz etmek hoşuma gidiyor ... (bkn.evet i****m ne olmuş?)
    - Akşam gerekirse mesaiye kalın, halledin bu işi.
     
    Oğlanların suratları allak bullak ... ben de gülmemeye çalışarak arkamı dönüp gidiyorum.
    muHAHAHA ... yaŞasın kötülük! 
  11. Kaan Yagizer
    ... uzun bir aradan sonra "tüKKan'a" geri döndüm, bir-iki gün daha fuar'a gidip geleceğim ama çoğu bitti, azı kaldı (şükür)
     
    Bilen bilir Fuar'da Ford'un performans! araçlarının (bkn.kuZu) başında dikiliyorum ... amaç olası cins! ve detaylı soruların ilk anda cevaplanması, bunun ötesinde potansiyel müşteriler ile temasın mümkün olduğunca erken kurulması.
    ... doğal olarak pek çok soru ve yorum ile karşılaşıyor insan.
     
    Eleman - Mustang'ın bagajı küçükmüş, kaç litre bu?
    Ben - Dikey koyarsanız üç, yatay yüklerseniz iki ceset! alıyor.
     
    veya
     
    Eleman - Bunun (Mustang 2,3EB) Dizel'i var mı?
    Ben - Yok ama isterseniz LPG taktırırsınız ...
     
    yada
     
    Eleman - Bu kaynaklar (bagaj kapağının altındaki şase kaynaklarını göstererek) neden eğri-büğrü?
    Ben - O kaynaklar Simetri hastalarını krize sokmak için bilerek tasarlandı efendim ...
    Eleman - Neden?
    Ben - Kötülük şirket DNA'mızda var, ayrıca bize çok yakışıyor.
     
    ...gibi,gibi. (siz anladınız)
     
    Sonra "zirve"  noktasına ulaştık.
     
    Öncelikle konu "bu"
     

     
    Malum ABD'de radyo yayınları dijital hale geldi, bu nedenle Stang'ların bagaj (convertible) kapakları üzerinde veya tavanlarının arka kısmında (fastback) minik "yumru"lar var. GPRS ve dijital radyo anteni olan bu yumrular hala "analog" yayın yapılan (Avrupa'nın çoğu ve Türkiye) ülkelerde pek bir işe yaramadığından Avrupa versiyon kuZularda ayrıca bir anten (Convertible) var.
     
    Eleman bagaj kapağının üzerindeki "yumruyu" merak etmiş ... sormuş,  soruşturmuş ... biri ona demiş ki ... "şu kel,sakallı adam var ya ... git ona sor!" Ben bir müşteri ile RS'in kaputunu açmışım, twinturbo ve açık hava filtresi muhabbeti yapıyorum.
     
    - Tık,tık ... aaa? Eleman sokak kapısı çalar gibi işaret parmağının eklemi ile sırtıma vurmaz mı? Tamam! İri yarı bir adamım ama -çelik kapı- muamelesi görmek?!? ... RS'çi arkadaşa "bir saniye" deyip döndüm arkamı. Dana yalamış gibi yatırılmış saçlar, kahverengi yünlü takım elbise, Ayhan Işık'ı ağlatacak kadar ince ve dikkatle düzeltilmiş "mübarek" bıyık ... hııı! dedim kendi kendime, buyurun buradan yakın.
     
    Ben - Efendim?
    Eleman - Bir şey soracaktım...
    Ben - Beyefendi ile konuşuyoruz (başımla RS'çiyi işaret ederek) biraz beklemeniz mümkün mü?
    Eleman - Bu acil ama ...
    Ben - Acil? Hayırdır? Kanamanız mı var?
    Eleman - Anlamadım..
    Ben - Belli! ... buyurun, yardımcı olayım.
    Eleman - Bu ne? (GPRS antenini göstererek) çok merak ettim de...
    Ben - içimden "ey göklerdeki babamız ... bana sonsuz sabır ihsan eyle!" dışımdan = TUTAMAK efendim?
    Eleman - Tutamak mı?
    Ben - Evet ...
    Eleman - ...... "mavi ekran"  (bkn. 404 error)
    Ben - Hiç Amerikan filmi izlemediniz mi? Hani giden arabanın üzerine atlarlar, tavana falan tutunurlar ... kavga sahnesi falan olur ya.
    Eleman - (biraz tereddüt ile...) e...evet?
    Ben - (elimle GPRS antenini işaret ederek) İşte tutamak bunun için konuyor. Biri arabanızın üzerine atlarsa tutunacak yer bulsun,  tutunamaz yere düşer ve ölürse .... Mazallah yani! Başınıza dert alırsınız.
    Eleman - Haaaaaaaaaaa!
    Ben - Yaaaaa!
    Eleman - Teşekkür ederim.
    Ben - Bişi diil ...
     

     
    bkn. aklınızda bulunsun.
     
    The End  ... dağılın, tükkanın önünde kalabalık yapmayın.  
  12. Kaan Yagizer
    Beyrut limanı ... iç savaş devam ediyor ve liman bölgesi neredeyse terk edilmiş durumda. Yanmış bir çimento mikseri'nin gölgesinde bazen piknik yapıyoruz. Darı kamyonları gelip yüklerini alıyor ve karanlığa kalmadan geri dönmek için limanı acele ile terk ediyorlar. Kimi kuzey'e bekaa'ya doğru gidiyor, kimsi ise batı'ya ... mülteci kamplarına.

    - Ne buldum? Biliyonuz mu?
    Kamarotumuz biraz yarım akıllı olduğu için onu pek sallamıyoruz. Aslında iyi çocuk ama bilirsiniz işte, aklı lodos yemiş yosun gibi gidip - geliyor. Bir poşet taze ceviz almışız, gölgede oturmuş çekiç ile ceviz kırıp eŞek öldüren olarak tabir edilebilecek nefasetteki lübnan şarabı ile taze ceviz yiyiyoruz.

    - ne buldun?
    bizimkisi sırıttı, başladı olduğu yerde tepinmeye...
    - bakın!

    ...baktık. Elinde pembe renkli beyaz bir kutu. Kutu beyaz şeritler ile süslenmiş ve üzerinde bir de isim var ... "Nike"
    - nereden buldun lan bunu?

    başı ile arkasında bir yerleri işaret etti...
    - oradan!

    üsteledik...
    - daha ne kadar var peki?
    - bi konteyner dolusu...

    toplu bir "haSSSSSSSS" çekip ayaklandık, yapıştık kamarot'un yakasına...
    - hemen göster o konteyneri...

    Konteynerlerin üzerinde gönderici / alıcı veya gideceği adres bilgisi (güvenlik nedenleri ile...) yazmaz. Sadece onu taşıyan geminin uluslar arası kimlik numarasını ve bir de konşimentoda ki referans numarasını görebilirsiniz.

    ID : 13841083
    Ref : QW12AC165t782VyV16 ... gibi.

    Elinizde bir yük takip cetveli varsa ya da bu tür "gizli" ticari bilgiye ulaşma şansına sahipseniz bu harf/rakam dizini ile o konteynerin içinde ne bulunduğu bilgisine ulaşabilirsiniz. Aksi durumda ... avucunuzu yalarsınız.

    Yani bizim durum kabaca şu ...

    İç savaş nedeni ile kaos'a düşmüş bir ülkenin (Lübnan) en işlek limanında (Beyrut) yarım akıllı bir her*el* tarafınca (bizim kamarot) bir konteyner Nike ayakkabı keşfedilmiş. Liman defalarca bombalanmış, görevliler ya kaçmış ya da taraflardan birisine katılmış ... bir miktar BM askeri var ama onlar konteynerlerin, ya da konteynerlerden arta kalanların güvenliğini sağlamak ile falan ilgilenmiyorlar.

    ...yani ayakkabıları -millileştirebiliriz- nıHaHoHo!!!

    Kamarotu takip ederek konteyneri bulduk. Sol üst köşeden bir isabet almış, büyük ihtimal ile şarapnel ... kapağın üst kısmı sardelye kutusu gibi açılmış. Aradan baktık ... içerisi gerçekten silme ayakkabı dolu.





    ...parayı bulduk leyn!!! ...havasındayız.

    Parayı bulduk ama geminin geri kalanının desteğini almadan o iş hallolmaz. Hemen topukladık geriye ... gidip lostromo'yu bulduk, durumu anlattık. Adam eski kurt, neler görmüş geçirmiş ... hemen gidip baktı konteynere....
    - çenenizi kapatın, ne yapacağımızı ... nasıl yapacağımızı ben söylerim ... dedi.

    ...başladık beklemeye. Sabırsızlanıyoruz tabi, hesap falan da yapıyoruz.

    - Konteyner içten içe 12,5 metre uzunlukta, 2,5m genişlikte ve 2,5metre yükseklikte. Silme dolu olduğuna göre en az 14,000 kutu alır. Şarapnel yedi, yağmurda malın bir kısmı ıslandı diyelim ... kötü hesap yapalım ... 10,000 kutu sağlam kalmış olsun. Türkiye'de 100 doların altında Nike yok, biz yarı fiyatına sattık diyelim ... ne yapar bu? Yarım milyon dolar ... kaç personel var gemide? 32 ... yani adam başı düşer 15,000dolar.
    - iyi para be!
    - öyle valla...

    Anlayacağınız 15,000 doları cebime koymuş gibi keyifleniyorum. Haber gemide yayılmış, insanlar şimdiden o para ile yapacaklarını düşünmeye başlamış. Kimi karı - kız ile ezerim, nasıl olsa haybeden geldi diyor ... kimi peşinat yapıp memlekette bir arsa falan alırım havasında.

    - sol tek!
    Lostromo'nun verdiği haber buydu...
    - konteynerin içindeki bütün ayakkabılar "sol tek" ... kapağı açtık, malı kontrol ettik. Sonra da durum anlaşılmasın diye sıkıca kapattık.
    - ee? ne yapıcaz şimdi?

    Lostromo kaçın kurrası ... onda çözüm bitmez.
    - Sağ tekleri belli ki başka bir konteyner ile yollamışlar. Büyük ihtimal ile konteynerin rengi ve nakliyeci firması da farklıdır (güvenlik için) , ama gene de onu bulabiliriz.
    - Nasıl?
    - Kapağın üzerindeki gemi I.D'si le (I.D : Kimlik)

    Lostromo haklı, başka renk ve başka konşimento numaralı olsa da iki konteyneri aynı gemi getirdiyse kapaktaki I.D numarası da aynı olacaktır. Yani yapmamız gereken bizim bulduğumuz Nike konteynerinin kapağında yazan "ID:13841083" bilgisine sahip diğer konteyneri veya konteynerleri bulmak.
    ...işin ucunda yarım milyon dolar var, bulmazmıyız yahu?

    Başladık aramaya...

    Kimseye çaktırmadan ikili - üçlü devriye çıkarıyoruz limana. Bir yandan işimizi yapıyor, diğer yandan korsan yavrusu havasında liman sahasını hallaç pamuğu gibi atıyoruz.

    ...yok lan yok!

    nerede bu ikinci konteyner?

    bir hafta kadar sonra (ikinci arama turunun sonuna doğru) teoriler üretmeye başladık.
    - belki ikinci konteyner gönderilmeden savaş çıkmıştır...
    - belki sağ tekleri gümrükten çektiler ama sol tekleri alamadan durum b*k* sardı

    ... aslında dilimiz varmıyor ama esas ihtimal herkesin aklında.
    "Sol konteyneri "A" gemisi ile ve Sağ konteyneri de "B" şirketi ile yollamış olabilirler mi?"

    ...eğer öyleyse ikinci konteyneri hayatta bulamayız.
    Pes etmek yok tabi ... aramayı sürdürdük ... sürdürdük ... sürdürdükkkkk
    - yok, yok, yok....

    ... her birimiz limanda en az 1,000Km yol yapmıştır diyeyim (yaya olarak) durumumuzu siz anlayın (içler acıklısı)

    Nerdeyse bir ay boyunca liman bölgesini aradık, yanmış anterpolara bile girdik ama yok, yok, yok... yapılabilecek tek şey manyağa vurup dalga geçmek.
    - sadece sağ tek satan dükkan açsak iş yapabilir miyiz acaba?
    - içine ampul falan taksak bu ayakkabıları dekoratif amaçlar ile satabilir miyiz?

    ... ne b*kt*n bir durumdur bu? Heves nasıl kursakta kalır?
    İşimiz bitip çektirip giderken kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, herkes sanki cebinden 15,000 dolar eksilmiş kadar mutsuzdu, savaş alanından eve sağ salim dönmenin keyfini bile yaşayamıyorduk dersem bilmem inanır mısınız?
    ...pIFFFF (bkn.gitti paracıklar)
  13. Kaan Yagizer
    Yaz günü, okul tatil ... normalde Selim (Yorgun) ile sürterim ama o da Fenike'mi, Finike'mi ...adı neyse artık oraya yazlığa gitmiş. Ben de ona takılsam dert olmayacak ama bir kere gittim ... mekan acaip sakin, 24 saat falan geçirince kafayı yiyecek gibi oldum. Elimde odun ile evin arkasındaki çalılıklarda cırcır böceği öldürmeye (en azından teoride) başladım ... o nedenle Selim -geliyormusun?- dediğinde pas geçtim.
    ...iyi de ben nerede kalıcam be?
    İstanbul'da evim yok ki ... aslında var da, ev kapalı ... bana da anahtar falan vermiyorlar.
    ...eee?
     
    Koray'a yanaştım.... Kekeme Boğaziçinde Master programında, hem cep harçlığı çıkartmak hem de Profesöre y*l*k*lık yapmak için okulda açılan yaz kur'larında okutmanlık yapıyor. Yurtta kalıyor biliyorum ... onu aradım.
    - Yer var mı lan?
    - Va - Va - Varrr
    ...topladım eşyaları, atladım bi arabaya yaLLah Güney kampüs.
    Koray diğer asistanlar ile birlikte ana kantinin ve kütüphanenin olduğu büyük bina'da kalıyor. Yaz olduğu için tonla boş yer var, asistanlar da kafa çocuklar ... kıllık yapmadılar.
    - yayıl, takıl işte ... okul açılana kadar rahatına bak ... dediler.
    - eywallah
    Zaten okul açılmasına yakın kendi mekanıma, Ortaköy'deki geçici yuvama gideceğim.
    ...böylece başladı Boğaziçi'nde ki yaz günlerim.
     
    Yapacak pek bir işim yok, genelde spor salonunda veya orta avluda falan takılıyorum. Bazen aşağı inip boğaz'da volta atıyorum ... kütüphane gerçekten sağlam. Koray'ın öğrenci işlerindeki manitusu bana kimlik'de ayarlamış. Gidip kitap okuyorum, zaman geçirmek için ansiklopedi britannica'nın 35 cildi ve 35 ek cildini okumaktan daha iyi ne olabilir?
    ...bir de manita yapmışım kendime. Henüz bilmiyorum ama Amerika'dan döndükten sonra (yani yıllar sonra) onunla evleneceğiz
     
    Banu bir gün gelip demez mi?
    - Hafta sonu ada'ya gidiyoruz, gelir misin?
    - ....aslında çok işim var ama
    - ...peki sen bilirsin
    - şaka be, ne işim olacak? gelirim tabi.
     
    Sirkeciden vapur, yanımızda biraz eşya var ... toplam altı kişiyiz. Banu ve iki kız arkadaşı ve biz üç herif ... birbirini daha önce hiç tanımamış tek ortak noktaları manitalarının arkadaşlığı olan üç hıyar.
     
    Büyükadadan motora geçtik ... ne motoru ya? Biz ada'ya gitmiyormuyduk?
    - Sedef adasına gidiyoruz canım
    Meğer Banu'nun babasının -özel- ada'da evi varmış ... anlayacağınız o an daha da bi derinden sevdim Banu'yu ...
     
    Ada'da bir halk plajı, bir iskele ... aynı zamanda günübirlikçilere hizmet veren bir lokanta ve market var ... ama o kadar. Bir noktadan sonra yolu güvenlik kesiyor ve ancak evin var ise ada'nın özel bölümüne girebiliyorsun.
    ...kebapppp
     
    Banu'ların evi ikinci kordon'da ... yani deniz kenarında değil ama deniz manzaralı, çam ağaçlarının arasında, önden iki, yandan üç katlı ... tam bir behhh ... behhhh yani.
    ...hafiften de gözüm korkuyor eve bakınca. Kendi kendime diyorum ki...
    - Ulan bu kız gidip beni babasına şikayet ederse o herif tavuk gibi bacaklarımı kopartır, kızı delirtmemek lazım ... dikkatli ol Kaan
     
    Biz eşyaları falan yerleştirirken kızlar market'e gidip alış veriş yapıyor ... odaları paylaşıyoruz, birer neskafe yapıp evin önündeki muhteşem teras'ta keyif çatıyoruz.
     
    Oğlanlardan biri Nike'de pazarlama'da çalışıyor, diğerinin babası ise tahtakale'de tefeci ... yani çulsuz, ne b*k olduğu belirsiz -ezik- bir tek ben varım. Böylece ilk kavga çıkıyor, eleman kolumdaki Seiko5 saate bakıp dalga geçmek için
    - sünnette mi taktılar bunu sana? ...diyor. (bkn.ahanda!)
     
    Kızlar geldiğinde ortalık görece yatışmış durumda, tefecinin oğlunun burnu patlıcan kadar olmuş. Terastaki kanları falan silmişiz ama yerler hala biraz nemli. Arada sırf zevk olsun diye iki tane çaktığım Nike'ci oğlan hafiften söyleniyor ...
    ...tefecinin oğlan ve manitası son vapura atlayıp gidiyor ... bana uyar valla.
     
    Banu -arkadaşlarımı dövme- konulu bir söylev atıyor ama kavganın neden çıktığını anlatınca biraz gevşiyor. Paralı babası olsa da var yok bilen kız, helal olsun.
    ...akşam yemeğini yapıyorum ve ortam iyice gevşiyor. Hatta yemek masasında şakalar bile yapılıyor
    - Kaan'ın saatine laf etmeyin, gözünüzü hastanede açarsınız sonra.
     
    Yaz gecesi, karınlar tok ... orta kalite şarap ile (bolca) kafalar kırılmış ve hafiften muhabbet ediyoruz. Keyifler gıcır...
    ...saat iyice geç olana kadar teras'ta takılıp odalarımıza çekiliyoruz. yatarken söz veriyorum, sabah kahvaltısı benden ...
     
    Uyandığımda nerede ise öğle saati olmuş. Milleti rahatsız etmeden market'e çufçuf'luyorum. Ekmek falan alıp kahvaltıyı hazırlayacağım ... vapurlar halk plajına gelen günübirlikçileri döküp gidiyor. Ekmek alıp market'ten çıkarken tefecinin oğlanı görüyorum ... elemanın burnu daha da çok şişmiş, gözlerinin altı morarmış. Burnunun altında bir de bandaj.
    ...herife sırıtıp (bkn.pis pis) elimdeki poşet ile gitmek için dönüyorum ve güM! ... biri bana arkadan vuruyor.
     
    Cidden mi? Bana mı?
     
    Güvenlikçiler yetişip araya girene kadar tefecinin oğlan ve iki arkadaşı ile birinci sedefadası meydan savaşını başlatıyoruz. Bende de hasar var, kaşım açılmış, sağ elimin parmağı kırılmış ama marketçi, lokantacı, güvenlikçi falan bizi paket edene kadar heriflerin resmen ağz*n* s*çm*ş olduğumu gurur ile belirtmek isterim.
    ...Büyükadadan polis motoru gelip bizi alana kadar iskele'de tutuluyoruz, sonra da mevcutlu olarak Bostancı karakolu.
     
    Bostancı? Hiç sorun değil ... karakol tanıdık : Mükait polisin (rapor tutan kıdemli memur) odasından iki telefon çakıyorum mahalleye.
     
    ...önce yanında Levent (Simtel) ile Kerem (Arap) geliyor ... Kerem'in babası artık milletvekili, Levent ise acaip zengin ... tanınmış. Gelip halime bakıyor ve biraz kafa buluyorlar. Benim t-shirt yırtılmış, ağız burun şişmiş, yüz göz hala kan içinde ve elim olmuş davul. Amir ile konuşuyorlar ve taraflar birbirlerinden -şikayetçi- olmadığı için bizim mevcutsuz! savcılığa sevkimiz konusunda sulh sağlıyorlar.
     
    Levent'in araba ile Kadıköy'e giderken Şifa hastanesine uğruyoruz, kaşımı dikip parmağımı yerine oturtuyorlar ... adliye'ye giderken bi mağaza'ya uğrayıp üstümü başımı düzeltiyoruz. Hesap levent'ten ... canımsın be
     
    Savcı polis raporuna bakıyor, bize bakıyor ... elemanlar Bostancı'da şikayetçi değillerdi ama Kadıköy'de karar değiştirmişler. Savcı bunlara soruyor.
    - Tek başına bir çocuğa üç kişi saldırdınız, sonra da (beni göstererek) bu bizi dövdü diye şikayetçi mi oluyorsunuz?
    ...olay komedi'ye dönüyor. Sonra bana soruyor...
    - Sen bunlardan şikayetçimisin?
    - Değilim Savcı bey.
    - Şikayetçi isen alıcam bunları
    - Şikayetçi değilim Savcı bey, gençler bir hata yapmış.
     
    Adliye'den çıkıyoruz ... bizim çocuklar gelmişler bile. Mahmut sinyal çakıyor ...
    - Sen uza, biz halledeceğiz.
    - Eywallah
    Levent beni Kadıköy'e indiriyor.
    - Paran var mı?
    - Yok
    ... biraz para veriyor, vapura atlayıp hava kararırken ada'ya dönüyorum. Eve bir geliyorum ki Banu çıldırmış, kızın meraktan ve ağlamaktan gözleri pırtlamış be ... anlatıyorum olayı.
    ...bir hatun bu kadar ağır ve içten küfür eder mi? (anatomik açıdan mümkün olmasa da insan ürperiyor yani...)
     
    Optalidon çakıp (kızların çantasında dev bir zula var) üstüne şarap çekiyor ve güm ... vurup kafayı uyuyorum.
     
    Pazar günü sakin geçiyor, acaip ihtimam görüyorum : ...oooh ... hayat.
     
    Pazartesi öğlen gibi okula dönüş, Banu yolda benden ayrılıyor ... eve uğrayacakmış. Eşyalarını okula götürüyorum ... akşam yurttan arıyor.
    - XXXX hastanede yatıyormuş ...
    ...hastane? Tamam hasar verdim ama o kadar da vermedim ki...
     
    Meğer adliye çıkışında Mahmut ve tayfası bunu ve iki arkadaşını g*tl*rinden deşmiş ... üçünün de kıçı kevgir gibi olmuş, hastaneden yatıyorlarmış. Elimde olmadan bir kahkaha patlatıyorum.
     
    - Neye gülüyorsun? ... diye bozuk atıyor Banu... dürüstçe cevap veriyorum.
    - Seiko5'ime laf etmeyeceklerdi.
    ... önce sessiz kalıyor, sonra onu da gülme tutuyor.
     
    Kıssadan hisse ... garibanın saatine, façasına, arabasına laf etmeyin ... tepkisi belli olmaz :
     
     
    Not : Seiko 5 işte böyle bir şeydi ... otomatik mekanizmalı, öküz kadar ve tipsiz bir saatti ... ama benimdi be abicim
     

  14. Kaan Yagizer
    İstanbul ilinin Anadolu! yakasına yeni taşınmışız, yaz günü ... durumu olan Kadıköy'lüler yazlığa falan gitmiş, olmayanlar da o zamanlar faaliyetini sürdüren Moda plajında falan takılıyor. Bıyığı henüz terlememiş Galata P*ç*'yim ama daha semtte kimseyi tanımıyorum, günün standarları ile "takipçi" sayım SIFIR.
    Galata'dan taşınmak istemiyorum diye arıza çıkarttığım için babam bana "SuS Lan!" hediyesi babında bi bisiklet almış ... kontra pedallı alaman harikası onunla tanıştığımda beş yaşında falan ama dert değil. Maarif mektebinin (bu günkü Kadıköy Anadolu...) karşı sokağındaki tamirci amca zinciri değiştirip jantları akord edince bisikletim çi-çekkk gibi oluyor. 

    Şifa yokuşunun tepesine çıkıp salıyorum kendimi aşağı, yol dümdüz Kurbağalı dere'ye kadar (...ki Kadıköylüler ona B*kl* Dere der...) iniyor, sonra ani bir sol viraj ile salı pazarı istikametine ve yoğurtçu parkına doğru dönüyor. Yani zamanında fren yapamazsan ya park'a dalarsın ya da dereye düşersin ... ama yokuştan aşağı tam gaz inmek çok zevkli be abijim  
    Arkadaş falan da olmadığı için manyak gibi günde 15,817 kere yokuşu tırmanıp Saint Joseph'in kapısının orada tribe giriyor, kafama göre bir geri sayım başlatıp 10 - 9 - 8 s*kt*r et, bas gitsin hesabı salıyorum kendimi aşağı. O zamanlar saçlarım var  rüzgar ile ahenkle dans ediyorlar ve ben yokuştan aşağı sapsız balta gibi inerken kahkahalar atıp saçma salak naralar patlatıyorum.
    Bir gün, iki gün ... bir hafta .... eee? Yokuştan inmek zevkli de mahalle post apokaliptik havada. Bi ben varım etrafta gezen, bir de arada sırada karşılaştığım bakkalın çırağı.  Eleman kendini mahalle esnafından saydığı ve de bana -arıza- teşhisi koyduğu için ona laf atsam da hiç cevap bile vermiyor. Kolunda sepeti, sırtında bakkal önlüğü ile kafasına göre takılıyor.
    Pedalı parmağın ucu ile düzeltip ters basarak bisikletin arkasını kaydırmak (kontra pedal bisiklet öyle fren yapardı) falan zevkli ancak belli ki olayı bir üst boyuta taşımak lazım ... ama nasıl?
    Cevap belli ... oyun kağıtları.

    Bizimkiler briç falan oynamayı seviyor, babam da yurt dışından -plastik- oyun kağıtları getirmiş. İki deste dandini bir kutuda ... kutular ise salondaki bardak - kristal dolabının alt çekmecesinde. Bisikletime ses efekti yapmaya karar veriyorum ve plastik oyun kağıtları bunun için biçilmiş kaftan.
    ... işlem basit aslında.
    Arka çatala tutuşturulan mandalın ağzına bir plastik oyun kağıdı takılıyor, jant döndükçe teller plastik oyun kağıdının uç kısmına vuruyor ve bisikletten resmen Vespa sesi çıkıyor ... muHAHAHA!
    Bir deste kağıt ve yeterince mandal ayarlayıp şifa yokuşunu tırmanıyor, kuZu'mu  oyun kağıtları ile donatıp hızlı bir geri sayım ile -basıyorum gaza- ... sonuç MUH - TE - ŞEM beee!  Tarrrrrrrrrrr diye ilerliyorum ve bana yüz vermeyen bakkalın çırağı -noluyo be?- diye dönüp bakınca ona -NaH- bile çekiyorum.  Yokuşun altında vardığımda hemen yukarı dönmeme de gerek yok, düz yolda pedal basmak da çok zevkli ... etrafta kafa sevici bir Tarrrrrrrrrrr ile dolaşıyorum, işte kendimce eğleniyorum.
    Kötü haber şu ki bir oyun kağıdının genelde 10-15 dakikalık ömrü var ... bu sürenin sonunda kağıt bildiğiniz -hamur- halini alıyor, resmen dağılıyor. Ama sorun yok ki ... bende bir ton oyun kağıdı var ... di mi?
    52'lik deste, joker ve destenin içinden çıkan briç+bezik puan tablosu'nun ağzına s*çm*m bütün günümü alıyor. Akşam üzeri eve dönerken mutlu, yorgun ve acaip eğlenmiş haldeyim. Hiç bir şey olmamış gibi hurdaya dönmüş oyun kağıtlarını kutusuna koyuyor ve kutuyu da aldığım yere, kristal dolabının altına özenle yerleştiriyorum.
    ...no piroblem!
    Günler sonra birden ve hiç bir ön belirti olmaksızın annemin saldırısına uğruyorum. Arkadaşları ile kağıt oynayacaklarmış ve kutuyu açtıklarında kağıtların halini görmüşler ... annem suçlunun kim olduğunun tabi ki farkında. Olayı kardeşimin üzerine atayım diyicem (...ilerki yıllarda işe yarayacak olsa da o an için bu seçenek yok, çünkü çocuk daha bir yaşında falan) yemiyorlar ... annem terlikle beni kovalarken bahçeye kaçıyorum.
    - ne yaptın kağıtlara? anlat dövmiycem ...
    - söz mü?
    ...tabi ki yalan.  Plastik oyun kağıtlarını hangi amaç ile kullandığımı itiraf ediyor ve bi ton dayak yiyiyorum. Akşam mevzu babama intikal ediyor, ceza belli ... Nah Bisiklet! Benim kontra pedal bir yerlere gönderiliyor, ya da veriliyor ... bana da kurbağalı derenin kenarına gidip balıkların sırt üstü yüzdüğü siyah-gri suyu seyretmek kalıyor.
    ...bildiğiniz mutsuzum yani... 
    O kontra pedal sahip olduğum ilk ve son bisiklet (motorsikletler hariç) benimle çok kalmış olmasa da onu hatırladığımda hala hafifçe gülümsüyorum dersem bilmem inanırmısınız? 
  15. Kaan Yagizer
    Yaz gecesi hava şurup kıvamında. Öyle ki evde durulmuyor ... salondaki koltuğun, kanapenin minderlerini balkona taşımak, onların üzerine çarşaf serip yayılmak akla gelen tek çözüm. Alahtan sivrisinek felan yok ... anlayacağınız resmen balkon'da yaşamaya başlamışız.
    ... Hacı bi yerlere gidelim, sen izin alabilicen mi?
    Alırmış ... eh iyi! ...nereye gitsek peki?
    - Pasaportum yok benim, yani var da yok gibi...
    - O ne demek be? Pasaportun vardır veya yoktur ... varmış gibi nasıl bir durumdur kızım? ...diyorum.
    Efendim pasaport varmış ama köpek onu ısırmış,didiklemiş yani işe yararmıymış? bilmiyormuş ... 
    - Sen yarın izin işini hallet, akşam gelirken de pasaportu yanında getir ... bakiim
    - Taam
    Bir sonraki akşam tost yerken (akşam yemeği) bir yandan pasaporta bakıyorum (balkonda) köpek falan kemirmemiş, hayvan resmen -yemiş- be! 
    - Yok usta, bununla seni mahalle bakkalına bile almazlar. Türkiye'de bi yere gidelim.
    - XYZ nasıl?
    - Merkez bankası başkanını xxxxmedim kızım, bende o kadar para yok
    - NNN nasıl peki? 
    - cıK, çok kalabalık (harbiden nefret ederim insan denizinde kulaç atmaktan) ...şeye gidelim mi?
    - nereye?
    - Şeye işte ... yani çıkalım yola, öyle akalım. Yorulunca dururuz, yorulmazsak devam ederiz.
    - Plan,program yok yani?
    - yok
    ...bi düşünüp sonra "taam" diyor. İki gün sonra yanımıza az bişiler alıp atıyoruz kendimizi yola. İzmir'e doğru felan gidiyoruz ama o kadar ... başka fikrimiz, düşüncemiz, planımız yok yani. Tam saldım çayıra, Allah kayıra modundayız.
    Aslında fena da gitmiyor ... Bursa'da bir gün kalıyor, İskender yiyip hamama gidiyoruz. Yaz günü hamama gidilir mi demeyin? Tellak resmen rendeliyor beni ... akşam üstü Uludağ'a çıkıp üç kuruşa Beceren'de kalıyoruz ... koca otelde 3-5 müşteri var sadece. 
    - Marmara'ya gidelim mi?
    "Marmara" dediği Marmara adası. Kapıdağ'dan motor kalkıyormuş ... arabayı oraya bırakalım, karşıya geçelim ... orada da pansiyonda falan kalırız. Lan! Ben ne hayal ediyordum, fikre bak ... üstüne demez mi? "Çocukluğum yazları Marmara'da geçti, Babamın vefatından beri gidemedim." ...ya yürü git kızım felan diyemedim bunun üzerine. Çevirdim direksiyonu ... ver elini Erdek. Arabayı sahil kıyısındaki otopark'a bırakıp akşam üzeri motoruna atladık ... ver elini Marmara Adası.
    Yalan yok (içimden) söyleniyorum ... B*k vardı Marmara Adasında felan diye ama bir kere "O.K" demişim işte. 
    ...benim hatunun keyfi yerinde, yarımada'yı devirince boğazda biraz hava yiyiyoruz ama o bile keyfini kaçırmıyor. Motor iskeleye yanaşır yanaşmaz aşağı atlayıp soluğu kordon'da ki kasapta alıyor. Bana düşen onun ve benim eşyaları taşıyarak hanımefendiyi takip etmek. Bir yandan da söyleniyorum "Kasap ne alaka abi? Önce kalacak yer bulsaydık ya?" ... meğer Kasap aynı zamanda sucuk imalatçısı (çok baba sucuk yapıyordu) ucuz - taze ama lezzetli şarap satıcısı (standart ambalaj 1lt. istersen bidonla da veriyorlar) ve emlakçıymış. 
    Adam dükkandan çıkıp elindeki anahtar destesini sallıyor. Meğer millet müşteri çıkarsa kirala diye evlerini ona bırakırmış.  Elemanın traktörün kasasına eşyaları koyduk, biz de tırmandık, başladık gitmeye. Meğer bizim kasap - sucukçu - şarapçı - emlakçı abi aynı zamanda iskeleden/evlere "Nakliye" işi de yapıyormuş. 
    Eleman bizi dağın başında (kelimenin tam anlamı ile) bir eve götürdü ... ev sahibi yaşlı bir çiftmiş ve evi haftalık olarak "eşyalı" kiralıyormuş. Ev güzel gerçekten, kocaman bir terası var ... tamam dedik, tutuyoruz ama nasıl gidip geleceğiz? Sorun değilmiş ... Belde marka bir bisiklet gösterdi bize "Bunu kullanın işte, hem de beleş"
    Eşyaları bırakıp bisikleti traktör kasasına attık, aşağıya (iskelenin de olduğu merkeze) birlikte döndük, para işini falan hallettik önce, sonra başladık alış-veriş yapmaya. Yokuş yukarı bisiklete binemeyeceğimiz aşikar ama poşetleri falan asabiliyoruz üzerine. Öyle de yaptık, adanın suyu nefis olduğu için suya ihtiyaç yok ama yiyecek, içki, ekmek, kavun falan derken bizim Belde bisiklet oldu yük katırı.
    Eve döndüğümüzde hava iyiyce kararmış olduğundan kafayı vurup yattık ... ev hem konum nedeni ile yüksek ve denize dönük hem de kentten uzak. Serin ve temiz havada bir uydum ki ... resmen efsane!
    Sabah kalk, kahvaltı yap ... kumsal uzakta. Aşağıya doğru inen 6.935 basamaklı bir yol var ama geri dönüşte kalp krizi geçirmek neredeyse garanti ... biz de evde takıldık. Yan bahçede kocaman bir hortum var, daralan onu açıp çimenlerin üzerinde duş atıyor ... ev sahipleri şezlongları da bırakmış, onun dışında devirip leşleniyoruz. Arka planda TRT FM çalıyor (nedense radyo bir tek onu çekiyor) bir de TV var ama onu kim seyredecek?
    Akşam yemek için Marmara'ya inip sahilde balık - rakı yapıyoruz .... sonra da Yazlık sinemada dudaklarımız şişene kadar tuzlu çekirdek çıtlatıp dandini tahta sandalyeler üzerinde (minderler büfe'de ayrıca kiralanıyor) Chuck Norris filmi seyrediyoruz.
    Lan!
    Laf ettim ama Marmara adası hiç de fena değilmiş be!
    Üşenmeyip sahile inince deniz tertemiz. Ne soğuk, ne de sıcak ... tam kıvamında. Genelde aileler geldiği için pek eğlence felan yok, bir şemsiye kirala ... altında yatıp kitap oku - denize gir - uyukla - seyyar satıcıdan haşlanmış mısır al olayı yani.
    İlk akşamdan sonra yemekleri teras'ta masa kurup yemeye başlıyoruz. Tepemizde yıldızlar, yaz gecesinde bile kimi zaman ürperiyor insan ... dağ başı öyle serin oluyor. En sonunda dayanamayıp itiraf ediyorum.
    - Baştan sessizce karşı olsam da Marmara hiç de fena fikir değilmiş aslında.
    Manita gülüp bana Scramble kutusunu gösteriyor ...
    - Var mısın oyuna? Kaybeden bulaşıkları yıkar.
    TRT FM'de türkü çalıyor, ben de elimdeki salak harfler ile bir kelime çıkarıp bulaşıklardan yırtmaya çalışıyorum ... gece serin, kafam sakin ...
  16. Kaan Yagizer
    ...geçmiş zaman.
    Borusan Oto'da çalışıyorum.  Bir gün odamda oturmuş kaliteli zaman geçirirken (bkn.tatak çıkarmak) telefonum çaldı. 
    - Ne var? (kibar şekilde telefona cevap vermek)
    - Gel ... gel ... bunu görmen lazım.
    BMW'nin bir kısmı -Individual- kapsamında (Individual : Standartlar dışında aracı kafana göre imal ettirmek) Pre-Order (yani Sipariş Et - Bekle) geliyor. Yanlız individual sipariş verirken acaip - über dikkat etmek lazım, yanlış yaparsan kötü kaçıyor ... arka parka gidiyorum ve beni çağıran teslimat ekibi ile buluşuyorum. Hepsi bir 5"kasanın başında toplanmış.
    - Arabaya bak be!
    ...bakıyorum ... obareyyy
    Nasıl anlatılır ki? Araç opak kırmızı, içi de kırmızı ama ... yani tavan döşemesi kırmızı, ön göğüs kırmızı deri, 8 yöne ayarlı ısıtmalı-soğutmalı-dana derisi koltuklar kırmızı, velür taban halısı kırmızı .. ulan göstergelerinin içi bile kırmızı be.
    Arabaya fil sokmuşsun, sonra da fili uçaksavar ile vurmuşsun ... hayvan arabanın içinde patlamış sanki ... 
    - Eee? Nasıl oluyor bu ya?
    - Yanlış sipariş
    - Aha ... s****k
    - Pish s****k valla
    Çok geçmeden Gen.Müdürümüze kadar ulaşıyor haber. Müşerref hanım önce arızaya geçiyor, sonra da talimat veriyor. 
    - Bunu hemen satın, kim satarsa ona bonus vericem.
    ...bilin bakalım arabayı kim satıyor?
    O sıralar Aksaray esnafı Rus Bavul Ticaretin fena para kaldırıyor. Benim eleman da işe bavul ile başlamış ama çıtayı yukarı çıkarmış. Sermaye eksiği olan rus turistleri kendi pavyonunda çalıştırıyor. Eleman geliyor, bunun mekanda ...işte bir-iki ay çalışıyor, kazandığı para ile alış-veriş yapıyor ve rusya'ya geri dönüyor. Yani kazancını ikiye, üçe katlıyor. Tabi bu işte esas kazanç benim müşterinin ... sonuçta pavyon onun, sermayenin alış-veriş yaptığı dükkan da onun.
    Abi parayı bulmuş, harcayacak yer arıyor. Ben bunu yakalar ve bırakırmıyım?
    Aldım elemanı, götürdüm oto-park'a ... kırmızı 5" o kadar iğrenç ki showroom'a koymamışız. Görenin midesi bulanıyor, derinlik algısı bozuluyor. Gösterdim arabayı, ekipman falan on numara aslında ... milimetrik jantlar, über koltuklar, all leather kaplama, Bosé müzik sistemi ... yok oğlu yok yani. Eleman derin bir nefes alıp demez mi...
    - Aşık oldum lan buna, hem de özel imalat ... dünyada eşi yok ... di mi?
    Aklımdan "kim alır bu kadar iğrencini? Tabi ki eşi yok!" düşüncesi geçse de ...
    - Plaka bile takman lazım değil, öyle kupon .. öyle tek bu araba.  ...diyorum (bkn.yalan değil ki)
    Hemen orada, arabanın başında hızlıca bir pazarlık yapıyoruz. İçeri dönüp kimlik kopyasını falan alıyorum, satış fişini düzenleyip imzalatıyorum ve günlük çek alıp hesabı kapatıyorum. Azıcık indirim yapmış, neredeyse arabayı liste fiyatına vermişim.
    - Ne zaman geleyim?
    Hızlı bir hesap yapıyorum kafamda
    - C.tesi gel, teslim edeyim.
    Eleman gidiyor, ben de satış fişini Müşerref hanıma gösterip havamı attıktan sonra muhasebeye geçiyorum. İşlemleri ilerliyor, plaka çıkıyor, araç PDI'dan geçiyor, temizleniyor ve teslimat bölümüne alınıyor. Her şey yolunda ...
    Cumartesi bizim eleman geliyor ... üzerine ...nasıl anlatsam? Parlak yeşil / kırmızı ve plastikten bir eşofman giymiş ... ayağında ise sivri burunlu kösele ayakkabılar. Yanında bir hatun ... o da aynı renk ve malzemeden eşofman giymiş, hatunun ayağında (eşofmanın altında) öküz gibi topuklu ayakkabılar, saç - baş yapılı, ağır makyaj falan. Bunlara bakarken gözlerim kamaştı, nefesim kesildi desem bana inanın.
    - Hazırmıyız?
    Hazırız tabi ... hatta alın gidin arabayı ... hem de bir an önce.  Hep beraber geçtik teslimata, açtım arabayı ... elemanı şoför koltuğuna davet ettim, hatunu da yan koltuğuna oturttum. Ben de başladım açık camdan kontrolleri anlatmaya, elemanın koltuğunu ayarlamaya ... koltuk hafızası ile falan uğraşmaya. Kadın tam o sırada demez mi ...
    - Ya XYZ bu araba ne kadar b***nmış, kıpkırmızı lan. (kıkırdar) basurlu g*t gibi ...
    Eleman hiç bir ön hazırlık yapmadan sağ yumruğunu hatuna geçirmez mi ... güm - güm ... iki kere ses geldi hatundan. İlk ses bizim eleman ona yumruk atınca, ikinci güm ise kafasını kapalı kapı camına çakınca.  Dondum kaldım tabi ... ne desem ki? ne yapsam?
    - Yani bir kere hafızaya aldığımda koltuk ayarını değiştirmiş olsam da aynı şekle geri dönüyor di mi?
    Hatunun burnu kanıyor ufaktan, ağlıyor da ... eleman hiç bir şey olmamış havasında ama benim araba anlatacak halim kalmamış ki... çağırdım teslimatçıları, gidip indirdim hatunu, teslimat bölümündeki kadınlar tuvaletine götürdüm. Kan ve göz yaşı ile karışık akan rimeller felan (ya da ismi neyse) kadıncağızın yüzü post-modern sanat eseri gibi olmuş. Bekledim kapıda, bir süre sonra makyajını silmiş, burnuna da tuvalet kağıdı tıkmış olarak çıktı dışarı.
    Bizim oğlanlar teslimatı bitirmiş imzaları alıyor olduğundan sessizce beklemek dışında bir işim yok ... yani bir köşeye geçip oturabilirim. Öyle de yaptım ... yaptım ama elemana kızgınım. Yani kadın dövmek olacak iş değil, bunu benim önümde yapmak bana fazlası ile ters, şiddet eylemini Borusan'da yapmak ise iki defa ters. 
    Anlayacağınız epey bir gerginim.
    Eleman para vermeye kalkınca o kafa ile engelledim tabi.
    - Aracınızı iyi günlerde kullanın ama bu tür hareketleri hoş karşılamıyoruz ... bahşiş de almıyoruz.
    - Beğenmediniz mi? (biliyorum parayı kastetmiyor...)
    - Hayır, beğenmedim ... hem de hiç beğenmedim. (o zamanlar daha müşteri memnuniyeti keşfedilmemiş) 
    Aramızda kavga çıktı, çıkacak ... hatun araya girmez mi...
    - Aman boş ver XYZ, uyma elin itine ...hadi gidelim
    "İt" ?!?!?!? ....bunlar çektirip gitsin diye kapıları açtık, eleman ve kan kırmızısı 5" çektirdi gitti.
    Ben hala bana "it" denmiş olmasının şoku içinde cık-cıklayarak odama döndüm ... masamda bir not.
    "Aferin" ...notun altında da Malta Adası ile ilgili broşürler.  Müşerref hanım sözünü tutmuş, bir haftalık Malta seyahati (iki kişilik) hediye etmiş. Moralim anında düzeldi tabi ... otomotiv hayatım boyunca yaptığım en kötü teslimatı unutmayacak olsam da yalan yok ... kocaman bir sırıtış suratımın ortasına park etti.
     
  17. Kaan Yagizer
    ... o ne be ??? demeyin.
     
    Skavenç (Scavenge Box) deniz makinelerinde yağ ve yakıt buharı ile temiz havanın karıştığı ve ardından ateşleme odasına yollandığı yere skavenç denir. Şimdi bu noktada durun ve gözünüzde canlandırmaya çalışın. Pistonunun üzerine masa koyup 4 kişi yemek yiyeceğiniz boyutlarda bir makineden bahsediyoruz, düşük devirli olsa da atalet ve malzeme yorgunluğu nedeni ile elinizi üzerinden çekemeyeceğiniz. Karterine girip dolaşacağınız (...ki an gelir gerçekten girip dolaşmanız ve yağ pompası emme ünitesinin ağzında biriken küspeyi kürekle temizlemeniz gerekir) ya da somunları boru anahtarı ve balyoz ile sıkacağınız (genelde o somunu üç kişilik ekip söküp-takar) boyuttta bir makine bu.
     
    Şöyle anlatayım.
     
    Körüklü belediye otobüsü vardır ya ...
     

    işte o otobüsün üzerine bir tane daha koyun ... aHanda!! karşınızda deniz dizeli
     
    ...üstelik makina dairesinden bu canavardan iki tane var.
     
    İskele - Sancak makinalarının arasında, etrafında, altında ve üstünde ise yardımcı makinalar (genelde 3 adet Cat955 veya muadili) kompresyon tüpleri, santürfüjler, vanalar, onlarca kilometre boru hattı, yüzlerce kilometre elektrik kablosu, merdivenler, köprüler vs.vs.
     
    ...tam bir karmaşadır aşağısı. (bkn.obareyy)
     
    ...bir de skavençler vardır tabi.
     
    Hadi skavenç'e geri dönelim ...
     
    Önden siz buyrun. (resimler http://www.denizciyiz.com/ adresinden alıntıdır) "not:resimdeki makina -minik- tabir edilen cinsten, 35-40k Grosss tonluk gemilerdeki makinalar bu canavarın bir kaç katı büyüklüğündedir."
     
    Ana makina dayanılacak derecede soğusun (40-50 derece) diye beklendikten sonra başlarsın kapakları sökmeye.
     

     
    kapakları açıp ortamı havalandırmak esastır. 
     

     
    kimse zehirlensin, bayılsın istemeyiz ... değil mi?
    ...sonra sıra içeri girmeye gelir.
     

     
    içeri girdiğinizde ise sizi bekleyen manzara (yaklaşık) budur.
     

     
    duvarlar karbonize olmuş yağ ve is + yakıt buharından kalan çiğ fuel-oil (MDO - Marine Diesel-Oil) kalıntısı sizi bekler. 
    ... skavenç temizlenmelidir ... yoksa...
     
    Yoksa yangın çıkar, açık denizde en son isteyeceğiniz şey ise yangındır. (bkn. xxki tutmak) 
     
    O nedenle yılda bir kaç kez (3-4 ayda bir, yakıt kallitesi skavenç temizlik süresini etkiler) dalarsınız içeri.
    Başlarsınız kazımaya - ovalamaya - terlemeye ve lanet okumaya.
     
    ...debelenir - terler - o daracık metal tabutun içinde ister istemez soluduğunuz yakıt buharı artığının bünyenize (sonradan) vereceği zararı düşünmemeye çalışarak daha fazla ve daha fazla ter dökersiniz.
     
    Çıkar, biraz soluklanır ... tuz hapı yutar, su içer ... cigara yakar, daha fazla su içer ve geri dönersiniz.
     
    Tam günlük iştir skavenç temizliği ... sancak makinayı bitirir ... kapatır ... ısıtmaya alır ve iskele'ye geçersiniz. O da bitti mi? Bu defa santürfüjler, süperfan (arabadaki egzost gibi ... ama bunun içinde elleriniz cebinizde dolaşabilirsiniz) yardımcılar, kompresörler, pompalar, tezgah ve panolar ile boğuşursunuz.
     
    Liman makinacı için mesai yapma, iş kazası geçirme ve yemekte falan karşılaştığınızda sizinle kafa bulan güvertecilere kazıtma zamanıdır. Onlar bir gün içeri, bir gün dışarı çekerken siz (belki) tek bir gün karaya çıkar ... o günü de ihtiyaç karşılama, alış veriş yapma vs. ile geçirirsiniz. Soran olursa "aa!bilmem nereye tabi ki gittim, gitmez miyim?" deseniz de ... o kent/liman ile ilgili bilginiz (genelde) liman girişi - gümrük - en yakın market + alış veriş merkezi - bar - kerhane - gümrük ve liman girişinden ibarettir. (bkn.10 kere gidip harita'da Hamburg'u gösterememek) 
     
    ... dertlidir gemicilik, makinacılık ise +1'dir.
     
    Öyle sizi her limanda sevgili felan beklemez  (bkn.olsa iyi olur ama...)
     
    ...macera derseniz ...genelde ölümden ve/veya yaralanmaktan nasıl son saniye'de kurtulduğunuz, nasıl batmadığınız veya limanda hangi boyutta xxxlik sergilediğiniz ile kısıtlıdır.
     
    (forumdaşımız olan) Meslektaşlarım (gerek duyarlarsa) ek yorum yaparlar ama bence gemicilik "Karıyı dul" bırakmaktır, b*k gibi para kazanıp (işi bilen, kafası çalışan denizde iyi para kazanır) onu keyifle ezememektir.
     
    Yapılır mı?
     
    Tabi ki
     
    ...gemicilik aynı zamanda özgürlüktür, 3,000 yılı aşkın bir geleneğin parçası olduğunu bilmek ... doğa ve fizik yasaları ile kavgaya tutuşmak, biri size "Ümit burnunu görmek istiyorum hacı!" dediğinde sırıtıp aklınızdan kıyıda tavuk hesabı kovaladığın penguenleri geçirmektir. 
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  18. Kaan Yagizer
    ....evde kendi çapımda "sanayi" kurdum ya ( salya - sümük, grip geçmedi hala a.q) geik yapabiliyorum

    Soru şu : Nasıl Lakap kazanılır?
    ...aslında cevap belli, bileğinin hakkı ile.

    Ya da şöyle anlatayım ... ben lakabımı nasıl kazandım?

    ...geçmiş zaman. Kemancı acaip popüler, popüler derken mesela Volvox sahne alıyor, hatırlayanınız var mı onları?

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Volvox_%28m%C3%BCzik_grubu%29

    İstanbul'da olduğum zaman oraya takılıyorum, kapı tayfasından bir-ikisi tanıdık ... biliyorlar beni, çatlak ama genelde dert yaratmaz diye yafta yemişim. Galip abi'de (Tekin) abi diyorum çünkü eleman benden 5-6 yaş büyük ayrıca kafası bir başka çalışıyor. Bodyguard'lar aracılığı ile tanıştık Galip abi ile ... benim saçma - sapan hikayeleri duymuş ; bana da anlat dedi ... öyle de yaptım (bkn.aynen bu blog'da yaptığım gibi) Galip abi'nin barın arkasında ufak bir odası var, ufak derken harbi ufak ... odanın zaten yarısı onun çizim masası, boş yerlere de bir - iki sandalye atmışlar. Mekan'a gittiğimde etrafta takılmıyorum, içkimi alıp geçiyorum arka tarafa, kimi zaman çene çalıyoruz, kimi zaman sadece kafa çekiyoruz.

    ...bir akşam Galip abi'ye Çad'da Libya'lı tutsaklara ne yaptıklarını anlatıyorum (ayrı bir hikaye, zamanı gelince onu da yazarım) o da arada kaşlarını çatıp soru soruyor. Bizim kafalar iyi olmuş ama, bilmem kaçıncı bira+votka'yı içiyoruz. Arada birileri gelip gidiyor... ben pek sallamıyor, kafama göre köşede takılıyorum.

    Sonra (saat iki - üç gibi...) bir kaç tane hanım kızımız geldi ziyarete... diyeceksiniz ki sana ne? ...gerçekten bana ne? sallamadım zaten ... onlarda başladı içmeye, hatta bir sonraki tur'u ısmarladılar (bkn.sevindirik olmak) sonra biri bana sordu.

    - Kaan
    - hıı (ben)
    - sen karşıda oturuyorsun dimi?
    - hıı (hala ben)
    - araba ile mi geldin?
    - hıı (evet anlamında)
    - giderken beni de bırakır mısın?
    - olmaz...
    - neden?
    - olmaz işte...

    Galip abi başladı kıkırdamaya, kızlar ayar oldu tabi. Başladılar üstelemeye...
    - neden bırakmıyorsun kızı? ayıp be..
    - kasmayın, olmaz dedim.
    - neden ama neden? neden?

    dayanamadım tabi...
    - bakın bende kafa bi dünya, arabayı otelin altına mı bıraktım? yoksa AKM'nin parkına mı onu bile hatırlamıyorum. Bu kafa ile çıkıcaz dışarı, sabah ayazı bi vuracak ... kafa olacak tam CİLA ... yarım saat debelenicez arabayı bulalım diye. Sonra arabaya binicez, köprüye gideceğiz ... tabi ben bir yere sıvanmazsam. Ehliyeti kaptırmadan köprüden geçmek zor iş (o dönemde alkol çevirmesi yapıyorlardı) hadi diyelim ki geçtik ... sana sorucam evin nerede diye ... sen bana bir saat anlatmak için uğraşacaksın, ben belki anlayacağım belki de anlamayacağım... diyelim ki anladım... seni eve bırakacağım, sen bana "gel bi kave iç, bu kafa ile daha fazla araba kullanma" diyeceksin, ben de mecburen peki diyicem, başlıycam park yeri aramaya .. büyük ihtimal ile iki mahalle ötede falan bi yer bulucam, çıkıcaz yukarı sen bana kave yapıcan, ben kave'mi içicem ... sen "tavla oynamaya mı geldik? nedir yani?" diyicen, ben gene mecburen sana yumulucam ... düzgün hatunsun, yumulmak sorun değil de benim kafa bi dünya. Ya sana yazarken sızıcam, ya da bi b*k yapamıycam ... kız arkadaşların sana soracak "attın herifi eve, nasıldı?" diyecekler (evet...hatunlar bu geyiği yaparlar) sen de yüzünü buruşturup "yapamadı bişi!" diyicen ... camia ufak, millet birbirini tanıyor ... senin yüzünden adım ib*e'ye çıkacak, kısmetim kapanacak. Onun için yok kızım, bırakmam seni.

    Galip abi'den bir muHAHAHAHA! geldi, kızlar epey bir bozuldu ve içlerinden biri bana bağırdı.
    - Hayvan'sın sen, HAYVAN!

    ...işte ben lakabımı bu şekilde, alnımın akı ile ve de hak ederek kazandım
  19. Kaan Yagizer
    ...sosyalleşicez ya, malum bu aralar moda oldu. Dedik ki Pazar günü buluşalım, kahvaltı edelim sonra da Go-Kart'a gideriz, eğleniriz. Yaw falan dedim ama ısrar büyük ... peki.

    Ülen diğer Ford bayileri ile sosyalleşsem ne olcek, sosyalleşmesem ne olcek?
    ...zaten beni sevmezler ki (ben de onları sevmem...ayrı)

    Neyse...

    Gittik sahilde kahvaltı yaptık, sonra da atladık arabalara Topkapı'da (kapalı alan) yeni açılmış (o zaman yeniydi, hala duruyor mu bilmem) mekan'a toplu olarak geçtik. Saat erken, pazar günleri 12,00'de açıyorlarmış ama mekan sahibini tanıyor bizim arkadaşlar, adam kıyak çekmiş (sağolsun) bizim için erken açmış.
    ...ee? daha iyi ... biz bize cartlıyacaz işte

    Getirdiler kaskları ... birer tane kask seçtik, arabalara geçtik. Millet biniyor go-kart'a, çalıştırıyorlar ... gidiyor.
    ...gidiyor da ... ben binemedim ki alete.

    Yahu alet ufacık, ben de kocaman bi herifim. Bacaklarım sığmıyor, dizlerim çenemde. Hadi bacaklarım sığdı ... kıçım sığmıyor be. Fiber koltuk iskeleti yanaklardan kasmış, göyya oturuyorum ama popom mindere değmiyor ki ... elemanın biri geldi, omuzlarımdan bastırıyor aşağı ... pOp ettim, koltuğa oturdum.
    ...oturdum da bu defa da sırtım/omuzlarım sığmıyor.

    41 numara ayakkabıya 45 numara ayak sığdırıyor gibiyim.
    ...neyse

    Garip bir şekilde ... tarif etmek gerekirse at -şeyine- kelebek konmuş gibi bindim gok-kart'a, çalıştırdılar. Gaza bastım ... ıHHHHH

    5 beygirmidir nedir? Alet çim biçme makinesi hızı ile gidiyor (benim altımda) 120 küsur kiloyum, eziyorum go-kart'ı ... eşeğin sırtına binmiş fil misali go-kart'tan garip sesler geliyor ve max. hızım 5km/h'i aşmıyor.
    ...aşmıyor ama diğerleri öyle değil ki!

    Elemanlar ufak - tefek, sırım gibi ... pis herifler yanımdan Uno'dan yol çalan Ferrari misali geçiyor. Spin atıyorlar, virajda yanlıyorlar ...ben ise çuf-çuf tramvay misali sağ şeritten ufak ufak gidiyorum.

    Serdar diye bir eleman var (kulağı çınlasın) bayiler arasında en sevmediğim kişi ... neden bilmem o beni seviyor (en azından öyle söylüyor) ...defalarca belirtmişim -hislerimiz karşılıklı değil, ben senden zerre hazzetmiyorum- demişim ama eleman sallamıyor, nedense kanı ısınmış bana (zevksiz adam)

    ... bu Serdar yanımdan her geçişte, yani bana her -tur- takışında niHaHoHo falan yapıyor, yani dalga geçiyor.
    Genel olarak insanları sevmem ama o durumda Serdar'dan ekstra hoşlanmıyorum ... go-kart yürüse onu virajda sıkıştıracağım, belki arka çaprazdan vurup go-kart'ını devirecek ve onun arabanın altında kalmasını ve boynunu kırmasını sağlayacağım ama ne mümkün?

    ..benim alet yürümüyor ki?
    Ülen yere inip tek ayağımın üzerinde seke-seke gitsem büyük ihtimal ile daha fazla hız yaparım.

    ...demek ki başka bir çare bulmak lazım... ama ne?

    Sonra "ceton" düştü ... bir yandan gidiyorum, bir yandan da bunun gelmesini bekliyorum. Gözüm arkada ... bir baktım bu geliyor ... gene kahkahalar atıyor ... niHaHoHo falan diyor.
    ...tam yanımdan geçerken uzanıp bunun go-kart'ın takla barını yakaladım.

    niHaHoHo sırası artık bende ... Serdar önce uyanmadı ... alet yanlıyor, gaza basıyor ama ilerleme yok.
    - Ne oluyo be?

    ..sonra bir baktı ki beni de çekiyor

    - bıraksana be!
    - ne bırakıcam ya ... niHaHoHo sırası ben-de artıkkkkk

    Öyle yapışmışım ki bunun arabaya, kurtulamıyor bir türlü. Biraz debelendi, baktım döndü elime vuruyor. Neymiş onu bırakcakmışım ... nah bırakırım. Kasıyorum arkadaş ... bı-rak-mam ... kaynak ile bile sökemezsiniz ... o derece yani.

    ...sonra dedim ki ... dur buna bir pislik daha yapayım.

    Taaaaa şirdenden çektim b*lg*mı ve tükürüğü ağzımda toplayıp tüm gücümle Serdar'ın suratına tükürdüm. Elime vuruyor ya ... tükürüğü yiyince afallayacak tabi.
    ...en azından plan bu!

    Unuttuğum nokta kafamda -KASK- olduğu ... ufak bir detay işte.
    ...attığım o efsanevi tükürük kask vizörünün (camının) içinde patladı ... şaşırdım, parmaklarım gevşedi ... Serdar kurtuldu ve bir niHaHaHo çekerek uzadı gitti. Önümü göremediğim için ben de yolun kenarındaki lastiklere yapıştırdım.

    İşletmecinin elemanları geldi, beni aletten çıkarmaya çalışıyorlar ama nafile. Kıçım koltuğa sıkışmış ... şarap şişesindeki mantar gibi resmen yerime kaynamışım.
    ...üç kişi koltuk altlarımdan tutup çekerek beni aletten çıkardığında resmen bir PAT sesi çıktı desem bilmem inanır mısınız?

    Kolum yanmış (sonradan bepanten sürdük ... itişip kakışırken egzost'a falan dokundum her halde) kıçım çürümüş, kaskım tükürük içinde ... ben de s*ç*r*m go-kart'ına havasındayım. Koştum start noktasına, orada 10 kiloluk bir yangın söndürücü var ... adamlar -aman- diyene kadar kaptım yangın söndürücüyü attım kendimi piste.

    Gelene veriyorum karbondioksit itkili köpüğü, spin atıp dağılıyorlar .. etrafı y.söndürücünün sis'i kaplamış ama o gün o saate kadar eğlenmediğim kadar eğleniyorum.

    Mekan sahibi ve köpük yiyen arkadaşlar aynı fikirde değil tabi (niye? ... ne güzel eğleniyorduk aslında) aldılar elimden yangın söndürücüyü, pisti falan temizlediler. Mekan sahibi ile de biraz tartıştık ... o gazla hafiften atar yapınca adam hepimizi kapı dışarı etmez mi? ... hehehehe ... bi ara kavga çıkartalım dedim ama bayi arkadaşlar benim tersime -efendi- tipler.
    - saçmalama, yakışık alır mı öyle şey? ...dediler.

    gözüm kesse gene kavga edicem de bunlar bana el vermez ki ... delikanlılık yapıcaz diye on kişiden dayak yemenin de alemi yok. Ben de gidip Serdar'ın arabasının kapı koluna iş*d*m ... maksat ödeşme olsun tabi. Anlayın nasıl içimde uhte kalmış ...

    ...öyle bir Pazar eğlencesiydi, o biçim sosyalleştik işte (zaten o zamandan sonra bir daha toplanıp birlikte aktivite falan da yapmadık ... acaba neden?)
  20. Kaan Yagizer
    ...başlığı okuyunca saç problemlerinden bahsedeceğimi sananlara : KEL ya da K.E.L Kabataş Erkek Lisesi anlamına da gelir. Artık "Erkek Lisesi" olmasa da boğaz kıyısında saraydan bozma binasında uzun yıllardır ( 1900'lerin başından beri) eğitim veren bu -güzide- kurumdan bahsediyorum.

    ...KEL'i pek çok benzerinden ayıran temel özellik ne oldukça "sert" disiplini (...ki öyleydi) ne de verdiği iyi öğrenimdi (...ki bu da doğruydu) KEL'in en büyük özelliği öğrencilerine, daha doğrusu öğrencilerinin ailelerine makul ücret karşılığında sunduğu -pansiyon- hizmetiydi.
    ...ufak tefek değişiklikler ile bu hizmet (en azından bildiğim kadarı ile) hala sürüyor.

    Nedir -pansiyon- hizmeti?

    ...şudur.

    Diyelim ki bir çocuğunuz var, bu velet size illallah dedirtti ... gönderirsiniz KEL'e, isterseniz h.sonları da orada kalır ve sadece okullar kapalı iken eve döner, ya da yüzünüzü yumuşatır ve onu başımın gözümün sadakası hesabı h.sonları evinize alırsınız. (Bkn.paşa gönül kriteri) Çocuğunuz KEL'de yaşar, orada yer - içer - ders çalışır - hamama gider - saçını keser - kantinde takılır ve biraz da kafası çalışıyor ise Lise'yi bitirir, Üniversite sınavını kazanır.

    ...Üni'yi kazanır derken dalga geçmiyorum. KEL'de "SALATALIĞI burada 4 yıl tut, o bile Mülkiye'yi kazanır" diye bir geik döner diyeyim, gerisini siz anlayın (...gerçekten de KEL mezunlarının sınav performansları efsanevidir)

    KEL'de üç çeşit öğrenci vardı ... okul bitince evinde giden -gündüzcüler- ...ki bunlar gerçekten az sayıdaydı, h.sonları evine giden -evciler- ve okul nüfusu içindeki çoğunluk olan -daimi yatılılar-

    ...ben üçüncü gruba dahildim. (sizce neden?)

    Hayat KEL'de fena değildir ... eğlenecek bir şeyler bulabilirsiniz. Arka bahçedeki yarı nizami beton saha da futbol oynayabilir, iki basketbol sahasında top sektirebilir, klüplere katılıp gereksiz işler ile uğraşabilir (örnek: pul klübü ya da adı artık her ne ise) kantinlerde aylaklık edebilir, hamamda göbek taşına sabun sürüp biraz su dökerek takunya ile buz pateni yapabilir (...ki bu faaliyet genelde revirde biter) sahil'e çıkıp boğaz'ı seyredebilir, balık tutabilir veya üst sınıfların genelde yaptığı gibi Ortaköy tarafındaki Tekel deposu ile bitişik duvardan kaçabilirdiniz.
    ...yaklaşık beş metrelik duvara tırmanır (bizden önceki abilerimizin duvara açtığı ayak basma ve tutunma gediklerini kullanarak) sonra Ortaköy'de bilardo oynar, king çevirir, sandal kiralar vs.vs. lise'den kaçmış p*çl*rin yaptığı şeyler ile uğraşabilirdiniz.

    KEL'de hatay toz pembe diye düşünmeyin ... okulda eğitmenler, okutmanlar ve hatta etüd abileri ve tabi ki üst sınıflardan devamlı şiddet görürsünüz. Hazırlık ve birinci sınıf ikinci kat'a çıkamaz (çıkarsa akşam yatakhanede eşşek sudan gelene kadar dayak yer) ikinci sınıflar ise üçüncü kat'ı rüyasında bile göremez.

    Yani bir dayak döngüsü (benim zamanımda) söz konusudur. Hazırlık sınıftaysan herkes seni döver, okulun önünden geçen köpekler bile seni kovalar, bir'e geçtin mi hazırlıkları döver ve abilerin gözüne batmamaya çalışırsın, iki'ye kapağı attın mı dövecek alt sınıf arar ve bir üçlüğe yakalanmamaya çalışırsın ... son seneye ulaştın mı? O zaman yakaladığına verirsin sopayı.

    ...doğal olarak KEL öğrencisi yarı vahşidir ... ailesi tarafınca kısmen terk edilmiştir, dayak yeme korkusu ile ensesinde göz çıkarmıştır ve şiddet eğilimini bulduğu her fırsatta ortaya çıkarma eğilimine sahiptir.

    Ortaköy sahilinde üç nadide okul yan yana dizilmiştir. Her biri saray eskisi olan bu okullardan ilki KEL, ikincisi Galatasaray Kız Lisesi ve üçüncüsü ise Yüksek Denizcilik Okuludur. Yani GS kız lisesi iki erkek okulunun arasında kalmıştır ve biraz da bu neden ile KEL ile Yüksek Denizcilik devamlı kavga eder.

    Kızlar yüzünden kavga çıkar, GS'li kızlar kendi yaşlarında sümüklü oğlanlar yerine bembeyaz üniformalı üni.öğrencilerine baygın bayın bakar ... Yüksek Denizcilik öğrencileri laci KEL ceketi (mendil cebindeki arma kimlik tespit'i için yeterlidir) giymiş birisini yakaladığında tartaklar döver ... KEL öğrencileri üniformalı bir Yüksek Denizcilik öğrencisini tek yakalarsa piranha sürüsü gibi ona dalar...

    İki okul arasındaki bu sonsuz kavganın bir nedeni de sabah sporudur. Yüksek Denizcilik öğrencileri sabahları (yaz - kış demeden) denize flika indirir ve boğaz'da kürek çekerler ... bu daimi yatılı KEL öğrencileri için bedava eğlence anlamına gelir. Sabah erken kalkar (06.30 gibi) sahile gider ve bir gece önce kantinden toplayıp taşla ezerek katladığımız gazoz kapaklarını sapan ile flika'ya atarsınız.

    Boğaz'ın serin ve taze havası ile ciğerlerinizi doldurur, lunapark'ta ki hedeflere ateş ediyormuşçasına eğlenir ve el-göz koordinasyonunuzu geliştiririsiniz... bundan ala spor mu olur?
    ...Flika'lar KEL'in önünden geçerken dümen kırıp boğazın ortasına doğru açılır ama gemi trafiğine de girmek istemedikleri için gene de sapan menzlinde kalırlar. Daimi yatılılar tespit gibi sahile dizilir ve "atış serbest" komutu ile birlikte cenk'e gider ve düşman piyadesine ok atar gibi gazoz kapaklarını çekip atarlar, çekip atarlar.

    Gazoz kapakları metal sis gibi flika'ya doğru uçar, büyük çoğunluğu kısa, bazıları da uzun düşer ... salvo atıp ıskalarsanız flika'da ki üni.öğrencileri kahkahalar atar.

    ..ama...

    Arada sırada isabet sağlanır ... Yüksek denizcilik öğrencileri kapalı can yelekleri giydiği ve miğfer taktığı için onların canını acıtmak zordur ama gene de bir kürek sallandığı, flika'dan küfürler yükseldiği zaman daimi yatılılar gülmekten geberir. Sabah sporu eğlencelidir. Tabi bu biraz da kıyının hangi tarafında olduğunuz ile alakalıdır. : : :
  21. Kaan Yagizer
    ... Tipitip Fenerbahçe'de takılan bir ciklet satıcısı aynı zamanda da FB fanatiği, biraz saf ... epey güleç yüzlü ve yaşlı anası dışında kimsesiz olduğundan tribünde abileri, mahallede semt sakinleri tarafınca kollanıyor, korunuyor.
    Kafasından yaz - kış çıkarmadığı sarı lacivert ve külah kılıklı beresi ile el tablasında pazarladığı tiptip'e de benziyor.

    Hafta arası, akşam üzeri ... hafiften de yağmur yağıyor. Hasan (Uzun) arabasında takılıyor, yanında manitu. Ufaktan bir şey üzerinde tartışıyorlar. Tipitip'in adetidir, park etmiş arabaları dolaşır, istemiyor olsan da sana ciklet bırakır ve yürür gider, sonra geri gelir ... ona bir sakal atarsın, mutlu olur, seni de rahat bırakır.
    ...Tipitip ciklet bırakacak ya, Uzun'un arabanın şoför camına tıklatıyor bi...

    Hasan başını çevirip bakıyor
    - sonra, sonra ... diyor

    Tipitip gidiyor, on - on beş dakika sonra geri geliyor ve camı gene tıklatıyor. Hasan camı aralasa ciklet bırakacak ... olay bu kadar basit. Ama Uzun'un canı burnunda zaten, Tipitip'in bıdıbısı onu extra geriyor.
    - ya bi s*kt*r git be! ...diye bağırıyor buna.

    Tipitip gidiyor ... on - on beş dakika sonra geliyor .. camı tıklatıyor (gene) Hasan dönüp ona bakıyor ve...
    - olm git, bak döverim ...

    Tipitip'in tepkisi ilginç, meğer gidip taş almış ve o taşı arkasında tutuyormuş. Uzun buna s*kt*r çekti ya, morali bozulmuş. Hasan buna yeniden atar yapınca arkasında tuttuğu taşı çakıyor arabanın kapı camına ve camı kırıyor.
    - Lan ben senin ta .....

    Uzun atlıyor arabadan aşağı, camı kırıp kaçmaya çalışan Tipitipi yakalayıp sokağın ortasında biraz hırpalıyor. Çok değil ama biraz ... yani hastane'ye gitmek gerekmiyor ama eczane'ye uğramak farz.

    Birileri Uzun'un öfkesi geçince Tipitip'ten artanları toplayıp Eczaneye taşıyor. Eczacı elinde geldiğince bizim oğlanı toparlıyor, sonra çay bahçesine geçip oturuyor Tipitip ... ona çay ve kaşarlı sandviç ikram ediyorlar. Bi yandan karnını doyuruyor, bir yandan da ağlıyor bu.

    İki - üç masa ötede ekip okey çeviriyor, bakıyorlar ki Tipitip ağlıyor ... çağırıp, soruyorlar
    - Ne oldu lan sana?
    - Hasan dövdü beni ... diyor Tipitip

    ...neden? O kadarını anlatmıyor, zaten elemanın aklı gidip geliyor. Uzun'un dayağından sonra kafa tam durmuş. Ekibin de kafası atıyor, Hasan'ı tanıyorlar ...
    - gidip ezelim hergeleyi ... yazık değil mi bu çocuğa?

    Hasan o an Azaplı'da kumar oynuyor. Ekip gidip onu eli ile bulmuş gibi kepçeliyor.
    - gel lan! diye yakasına yapışıyorlar ... ve efsane başlıyor.

    Hasan hem uzun (2.10 falan) hem iri (en az 150 kilo) hem de ... nasıl desem? Herifte gram yağ yok ... adam Dalyan'da çalışarak para kazanıyor (o ve ailesi) tekne tamir ediyor, yat kıyıya çekiyor ... beden işçisi yani. Üstelik sinirli bi abi. Ekip bunun yakasına yapışıyor ya ... o da kumar masasından kalkıp ekibe -yapışıyor-

    Ulan Azaplı'nın yarısı polis zaten. Hırsızlık masası köşede barbut atıyor, Cinayetçiler kapı önündeki çardak'ta nargile içiyor, İnfaz yanık çeviriyor. Hasan ayağa kalkıp onu paketlemeye gelen resmi ekibe dalınca mekandaki polisler'de Hasan'a topluca dalıyorlar.
    ... durum 20'ye bir falan ... ama Hasan onları epey bir hırpalıyor. Birisini tutup kave'nin camından dışarı atıyor, masalar sandalyeler kırılıyor ve ikinci kalamış meydan savaşı havada karada yarım saat sürüyor.

    Hasan paketleniyor ... onu ekip oto'suna atıyorlar. Yaralanan polisler ile birlikte Haydarpaşa Numune'ye gidiliyor.

    Doktorlar Uzun'un ters kelepçesini çıkarttırıyor, Hasan ilk önce nöbetçi travma doktoruna kafa atıyor, ardından polislere , hastane personeline, hastalara ve hasta yakınlarına dalıyor.

    ...Hasan'ı yeniden paketleyip Kadıköy Emniyet Amirliğine götürüyorlar. Hasan'ı orada nezarete koyuyorlar, Uzun önce nezaret arkadaşlarını dövüor, sonra içeri dalan polislere dalıyor. Em.amirliği kadrosu bir araya gelip nezarete yükleniyor ve Hasan koma'ya girene kadar onu eziyor.

    Sonuç : en az 30 orta yaralı ve Uzun harbiden koma'da ...

    Uzun'u Çapa'ya kaldırıyorlar, orada iki ay kadar yatıyor .. ardından mahkeme ve paşakapısı ... bir - bir buçuk yıl kadar da orada kalıyor. Ama bu tabi ayrı bir mevzu...

    Hasan'ın olayı duyulunca insanlar Tipitip'e kızıyor ... ona -ispiyoncu- diyorlar ... Tipitip'e ceza vermek lazım, ama ne?

    Olayı Mahmut (Piç) çözüyor
    - Mahkeme kuracağız abicim, ben ve Serçe (Serhat) hakimiz ... Yorgun (Selim) Savcı , Koray (Kekeme) ise Avukat ... keseceğiz cezasını, alın getirin bunu ... diyor.

    Ben, Rauf ve Bunalım (Hakan) Rauf'un arabaya atlayıp H.Paşa'ya gidiyor ve Tipitip'i alıyoruz. Eleman arka koltukta aramızda oturuyor ve tir tir titriyor. Kimse onunla konuşmuyor ve onu burundaki yangın yerine (eski bir köşktü, yaktılar gitti ... şimdi yerinde milyon dolarlık yalı daireleri var) götürüyoruz.

    Mahkeme bizi orada bekliyor. Çay bahçesi kapanmış (saat geç) oradan iskemle ve masa getirmişler. Tipitip'i teslim edip iskemlelere yerleşiyoruz, birileri çekirdek getirmiş ... mahkeme seyredip çekirdek çıtlatıyoruz.

    Selim başlıyor.
    - Efendim bu i**e Uzun Hasan kardeşimizi zarbo'ya (Polis) okumuş (ihbar etmiş) ve Hasan'ın ezilmesine (dayak yemesine) ve dam'a (hapis'e) düşmesine sebep vermiştir. Cezalandırılmasını istiyorum.
    Hakimler Koray'a söz veriyor ... o da demez mi?
    - sa-sa-savun-mamız yok, yok, yok-tur ... a-a-a-asın i**e'yi!

    Millet kopuyor tabi.

    Mahmut le Serçe fısıldaşıyor, sonra Serçe kalkıp kararı okuyor.
    - İ**e ispiyoncu Tipitip, halk mahkemesi seni suçlu buldu ...
    dönüp cellata ( Bülent) emrediyor.
    - Asın i**e'yi.

    Biz kararı alkışlıyoruz, Tipitip ağlıyor .. Bülent bunu yakalayıp ağacın dalına astığı ilmeğin altına götürüyor. Millet kolunu bacağını tutarken ilmek boynuna geçiyor ve iskemleye tekmeyi basıyorlar.

    ...önceden denemişler ... ağacın dalı pek kalın değil, adam asıldı mı dal eğiliyor ... yani tipitipin ayakları yere değecek.

    Ama unuttukları şey şu ... denemeyi yapan eleman atıyorum 70 kilo, bizim tipitip ise en iyi ihtimal ile 45

    İskemleye tekme atılıyor , Tipitip ipte asılıyor, dal eğiliyor, tipitipin ayaklarının ucu yere değiyor. Atalet geçtiği için dal kalkıyor ve ucunda Tipitip ile yükseliyor.

    Bizim ciklet satıcısı olmuş insan yoyo'su ... yukarı - aşağı gidip geliyor ve ipin ucunda çırpınıyor...
    - Lan herif geberiyor!

    Birileri bacağına yapışıyor, bir başkası ipi kesiyor ... Tipitip'i bir arabaya koyup Göztepe SSK'ya götürüyorlar. Nefes borusu biraz ezilmiş, korkudan altına işemiş ama başka derdi yok ...
    - Bu korku yeter ... diyerek bırakıyorlar Tipitip'in peşini ...

    Eleman milletten yüz bulamadığı için (o olaydan sonra) Stad çevresine takılmaya başlıyor, Fener'e gelmiyor ... Hasan çıktığında millet araya girip yeminler ettiği için Tipitip'e bir şey yapmıyor ve tipitip idam'dan resmen kıl payı kurtuluyor.

    ...tabi o ipin ucunda sallanırken o mu daha fazla korktu? yoksa onu şakacıktan asan biz mi? ... bu tamamen ayrı bir konu.
  22. Kaan Yagizer
    Ford bizi Mondeo'nun (şu anda ki eski kasa) testleri için Sardunya'ya götürmüş. Aradan bazıları çıkıp "Bizim bayileri oraya götürmeyin, bunlar bildiğiniz gibi insanlar değil ... kaçarlar, toparlayamazsınız" demiş ise kimse onları dinlememiş (...ki aynen öyle oldu, biz de testlerin ikinci günü akşamı uykumuz geldi diye kaçıp Prag'a topuklamıştık.) ...iyi ki de dinlememiş.

    ... arabalar ile yol testi yapıyoruz, Sardunya bol virajlı (bir yanı dağ, bir yanı uçurum) yollara sahip ...yol notlarını alıp çıkıyor (her arabada üç kişi) bir sonraki durak/dinlenme/yemek alanında grupla buluşuyoruz. ilk gün böyle geçti, halka açık yollarda zevkli, güzel manzaralı bol-bol araç sürüşü. Sonra ikinci gün başladı...

    Liman sahasının bir kısmı kapatılıp pist'e dönüştürülmüş ve bu trfiğe kapalı alanda bizden araçları "zorlamamız" istendi. İstasyonlar halinde çalışıyoruz, 4 veya 5 kişinin yanına bir Ford Turing pilotu veriyorlar, onlar bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini gösteriyor ve sonra da onları taklit etmemiz bekleniyor. Günün sonunda bu istasyon çalışmasından en iyi not alan üç kişi ayrıca ödül kazanacağı için herkes dikkatli, kasıyor.

    Öğle yemeği molası dışında ara vermeden çalışıyoruz, yoruluyoruz (biraz) ama ortam çok eğlenceli, bu nedenle millet mızmızlanmıyor. Böyle bir ortamda sıra TIR sollamaya geldi ... kukalar, lastikler ve taşınabilir bariyerler ile bir istasyon kurmuşlar ... rota şöyle ...



    ...alt kısımda marş'a basıyor ve (kırmızı ok yönünde) ilerliyorsun. Sollama noktasına geldiğinde (ilk yatay mavi çizgi) maksimum hız 50km/h ... bunun üzerindeysen (kocaman bir skorbord koymuşlar kenara hızını görüyorsun) kırmızı ışık yakıp seni geri gönderiyorlar.

    Mavi çizgiyi aşınca gazlamak serbest, senin gidiş-geliş yolda TIR solladığın farz ediliyor ... sollamayı kaç saniyede bitireceğin ise istasyonda başarı sağlamak için gerekli kriter.

    İşaretli noktada sollamayı bitiriyor, ani sağ ile şeridine dönüyor ve ikinci mavi çizgiden, yani zamanlayıcıyı durduran hattan geçiyorsun. Aslında basit , ben bile ilk anlattıklarında anlamıştım (o kadar basit yani)

    ...biz başladık tabi. Süreler de beraberinde geliyor ... her sürücünün toplam 2 hakkı var ve daha iyi olan zaman listeleniyor. Gazlıyor, koşarak geri geliyor ve yeniden arabaya binmek için bekliyorsun ... orada en az 7 - 8 kişilik bir grup var ve bu bekleyenler o biçim tezahürat yapıp, birbirini gaza getiriyor.

    Bizden önce İspanyollar bu istasyondan geçmiş, onların sürelerini sorduk "11-12 saniye gibi" cevabını aldık, demek ki bu sürenin altına inmemiz lazım.

    ...ilk deneme ... kötü kalktım ama onun bir önemi yok, 50km/h geçişinde iyiyim (tam tamına 50) sonra bastım pedala, elimden gelse taban halısını delicem, sollama bitiminde ya Allah diyerek frensiz şerit geçişi yaptım (vites düşürüp kompresyonla kasarak) araç biraz kafa salladı ama topladı. Yeniden gazladım ve 11.7 saniye.

    ..pıFFF

    İndim arabadan, memnun değilim tabi ... daha iyi yapabilirdim diye söyleniyorum kendi kendime. Yürüyerek geçtim kuyruğun sonuna, iki önümde bir kız var. 165 falan, at kuyruklu, sarışın ... bizden mi? Değil ... neyse ... salla ... kuyruğa kaynak yapmış dedim. Milleti seyrediyor ve sıram gelsin diye bekliyorum.

    Sıra kıza geldi, bindi arabaya. Emniyet kemerini taktı ... bastı, sola çıktı, gazladı, sağa geçti ve bitirdi.

    - 9.7

    ....buyur?!? yemin et?!? harbiden mi?!?
    kuyrukta ki maço herifler bir anda sus-pus ... bizden sadece tıSSSSSS sesi geliyor.

    Sıra gene bana geldi, kız hem moralimi bozmuş, hem de gazlamış beni. Sola nasıl çıktığına ve sağa nasıl geçtiğine bakmışım ama. Sert manevra yerine aracı hafifçe yönlendirip akmaya bırakmış.

    ...aynısını yaptım. Ani manevra yerine aracın kinetik enerjisini korumaya özen gösterdim ve sollamanın son kısmında ayağımı hafifçe gazdan çekip vites falan düşürmeden, futbol tabiri ile "şık bir bel hareketi" çekerek istasyonu bitirdim.

    - 10.9

    ...bu iyiydi işte dedim kendi kendime hafiften yengeç gibi yürüyorum geri dönerken (bkn.tieyyyttt dağıtırım leyn) baktım kız yanımdan geçiyor. Dönüp led ekrana baktım.

    - 9.5

    haSSSSS....off yaaa!! Soradan öğrendik ki o kız Avusturya Turing Car yarış takımının üyesiymiş, profesyonel şoförmüş ... iyi de o kadar da fark yenmez ki be kardeşim.

    ...anlayacağınız test'leri terk edip Prag'a kaçtıysam (o akşam) bunun bir nedeni var (bkn.yersen)
  23. Kaan Yagizer
    ...geceyi berbat geçirmişiz zaten. Telefon hatları falan da berbat, sabah olunca dükkana gittim ... hayır, yıkıntı yok ... ama TiVi'de akan haberler berbat. Berbat ne kelime? İçler acısı... ne yapabiliriz ki? Bilmiyorum... o sırada mail kutuma mesaj düştü. Otosan "kriz insiyatifi" başlatmış ... kurulan masayı aradım, biraz konuştuk ... sonra çocuklar ile de konuştuk ve başladık çalışmaya.

    Önce bir liste yaptık ... listedeki ilk kalem ... araç.

    ... 6x2 olmaz, yolların durumunu bilmiyoruz, aradık taradık kamyon işi yapan bir galericide 6x4 hafriyat kamyonu varmış. Kaça satarsın dedik, bi rakam söyledi ... ne için kullanacağımızı söyledik ... hemen ona maliyet rakamına düştü + bize de açıktan -bağış- yaptı.
    - Hayırlı olsun ... dedik (bizim sektörde öyle iş yapılır, hayırlı olsun der ... pazarlığı bitirirsin.) bir arkadaş yolladık ... kamyonu getirecek.

    Sonra başladık gelen haberlere bakmaya, bizim kriz masası ile konuşmaya. Ne lazım? Neye ihtiyaç var? Onu tespit etmeye çalışıyoruz, bir yandan da İstanbul bayileri ile konuşuyoruz, kim bize katılır? Kim parasal ve/veya malzeme desteği sağlar?

    Çocuklar bu arada Valiliğe ulaşmış, kamyonun şase numarasını ve plakasını vermiş. Birini yollayıp aldırdık ... artık kamyonumuzun valilikten onaylı "Hizmet Aracı" belgesi de var.

    Minibüsler ile toptancılara adam yolluyoruz, bayilerden de malzeme - para ve adam geliyor. Saat üç civarı başladık kamyonu yüklemeye, iki büyük ışıldak, jeneratör, plazma kesici, el krikoları, oksijen kesici, bir ton alet (mesela calaskallar) ... tonlarca su, konserve yiyecek, bebek maması, bez, battaniye ve paketlenmiş gıda. Koca kamyon tepeleme doldu ... Otosan'ın kriz masası ile bir kere daha konuştuk. Zaten bizim genel müdür (Ali İhsan bey...) çoktan oraya gitmiş ... akşam olurken tırmandık kamyonun tepesine, bir kamyon ve iki minibüs ile yola çıktık.
    ...moraller hala bozuk ama en azından bir şeyler yapabileceğiz (ya da deneyeceğiz) evde oturup TiVi seyretmekten, tırnak kemirmekten iyidir diyoruz birbirimize. Ama ne ile karşılaşacağız? Henüz kimse bilmiyor.

    Yollar kalabalık, kimileri depremin vurduğu bölgeden kaçıyor, kimileri ise oraya gitmeye çalışıyor. Hava yeni kararmış ki fabrika inşaat alanına ulaştık. Donanma'da ki acil durum merkezi ile koordineli çalışıyorlar ve gelen gönüllüleri sağa - sola gönderiyorlar. Önce yanımızdaki teknik malzemeyi yere indirip istifledik, sonra da Yüzbaşılar'a geçip soğuk hava deposunda çalışmaya başladık.

    Yanımızdaki malzemeyi depo'nun sundurmasına boşalttık, bir kısmımız depoda ki malzemeyi (genelde sebze) sundurmaya çıkartırken diğerileri de devre dışı kalan jeneratörleri ve soğutucuları çalıştırmak için çabalıyor.

    Fark ettik ki jeneratör yakıtı bitene kadar çalışmış, sonra da durmuş.

    ...fabrika'ya geri döndük, durumu anlattık ve Ali İhsan bey'in onayı ile fabrika girişinin hemen yakınındaki Opet'e gidip adamların yakıt tanklarının kilitlerini kırdık. Nöbetleşe el pompası ile çalışarak önce yanımızda getirdiğimiz varilleri doldurduk, sonra da gene Ali İhsan bey'in talimatı ile Opet'e yönlendirilen belediye iş makinalarının depolarını fulledik. (sonrasında çaldığımız o yakıtın bedeli Otosan tarafınca Opet'e ödendi...)

    Yüzbaşılar'a geri dönüp jeneratörü çalıştırdık ... artık soğuk hava deposu o tatsız ama gerekli görev için hazırdı.

    Geri çağırdıkları için fabrika'ya geri döndük ... biraz yemek yedik, biraz elimizi - yüzümüzü temizledik ... sonra Donanma'ya yollandık. Acil durum su hattı pompaları ölmüş ... gidip baktık ... motorlar sağlam, bobin falan yanmamış ama deprem sırasında denize akan veya denizin altında kalan cüruf su girişini tıkamış. Allahtan hava sıcak, soyunup suya girdik ... girişi kapatan ızgaraları söktük, o arada itfaiye de yardıma gelmiş ...devreye tanker ile su basıyorlar (tersinden) biz dışarıdan kürek ile, onlar içeriden basınçlı su ile abanınca çok geçmeden hat temizlendi.

    ...deneme yaptık ... O.K ... böylece deniz kuvvetlerinin acil durum musluklarından deniz suyu da olsa sonuçta su akmaya başladı. Hala yanan noktaları söndürmek için o su elzem ...

    Ana caddeye çıktık, saate baktık ... yakında sabah olacak. Yanımızda kumanya var. Vakıfbank'ın 7/24 ATM cihazının basamağına oturduk, yanımda Levent diye bir arkadaş ... poşette karışık meyve suyu ve yarım ekmeğe sandviç var. ortalıkta pek ışık yok, yolun karşısındaki ev çökmüş, kendi kafasına göre hafiften yanıyor o kadar. El fenerlerimizi kapatıp ekmeğe yamulduk. Sırtımızı da ATM'e dayamışız.

    ...bir artçı vurdu ... zaten 1,000 tane artçı vurduğu için sallamadık tabi. Cam kırılma sesleri falan geldi, öksürük tuttu bizi de. Feneri alıp yaktım ... ulan?!? Levent bembeyaz olmuş ...
    - Un çuvalına mı düştün hanzo? Bu ne hal? ... dedim levent'e ...

    o da yaktı fenerini... bana çevirdi.
    - kendine baksana sen... demez mi?

    ...baktım, evet adam haklı. Ben de toza bulanmışım. Sonra aklımıza gedi, arkama dönüp baktım.

    Sırtımızı dayadığımız ATM cihazı olduğu yerde duruyor ama onun ve bizim üzerimizde yükselen bina artçı deprem sırasında -geriye- doğru devrilmiş, yıkılmış. Az önce orada olan bina artık orada yok! Bina olduğu yere çökse ... ölmüştük, bina yola doğru devrilse ... ölmüştük ... ama geriye doğru devrilmiş ve bizde çizik bile yok.
    ...pıFFF

    Ne yapılır ki?
    Ne denir ki?
    ...çalışmaya devam ettik.

    Belediye Otobüsü kullandık
    Naaş taşıdık
    İş Makinesi Kullandık
    AKUT çağırdı, temel demiri kesmeye gittik
    Kaymakamlık çağırdı hoparlör sistemini tamir ettik
    vs.vs.

    ...üç dört gün sonra dediler ki...
    - işler kontrol altına alındı, evinize dönebilirsiniz.

    ...öyle yaptık. Boşalan kamyonun kasasına doluştuk, kamyon İstanbul'a gelene kadar tentenin altında uyukladık. Biri beni eve bıraktı ... kapıdan girip doğrudan duşa gittim.
    - Bir çöp poşeti getir ... dedim hatuna
    Duşun altında yıkanırken başladım soyunmaya. Kolumdaki saat, ayağımdaki ayakkabı dahil (hatta içinden ehliyeti alıp cüzdanımı da) yani yıkanırken üzerimde ne varda hepsini çöp poşetine doldurdum .... hatun da poşetin ağzını bağlayıp attı hepsini.

    Yıkanmaya devam ettim .... belki bir saat kaldım duş'ta.
    ...çıktım, bir şeyler yedim ama yok ... çok kötü kokuyorum.
    Yeniden duş'a geri döndüm ... bir saat daha.
    - Ekmek çarpsın kokmuyorsun ... diyor hatun ama koku'yu alıyorum abi (siz anladınız ne kokusundan bahsettiğimi)
    ...o geceyi duş ile yatak arasında geçirdim.

    Sabah dükkana gittim, kokuyorum yahu!
    ...bir doktor arkadaşa telefon açtım ...durumu anlattım.
    - O koku senin beyninde, bedenin kokmuyor. Senden başka o koku'yu duyan da yok, kendine biraz zaman tanı ... koku azalacak, öyle olacağını göreceksin. Ama hemen olmayacak ... sabretmen lazım ... dedi.

    Mantıklı...
    ...koku azaldı (hemen değil ama azaldı) aradan bir ay falan geçtiğinde ise artık o koku'yu algılayamıyordum. (...ki bu iyi bir şeydi) ...aradan kaç sene geçti, bilmem inanırmısınız ama o Ağustos'u düşündüğümde hala malum koku'yu -hatırlayabiliyorum- kimi şeyler hafızamda solmuş, bulanıklaşmış ... ama koku? Hayır ... onu hala hatırlıyorum. :(
  24. Kaan Yagizer
    ...sene iyi geçmiş, Ford bizi eşlerimiz ile birlikte "teşekkür" gezisine çıkarmaya karar vermiş. Ford ve bayi çalışanları, Setur operatörleri falan derken yaklaşık 300 kişiyiz.
    İki uçağı silme doldurduk, beleş gezi'nin verdiği overdose neşe ile yola çıktık. Otel baba, hatta fazla baba ... Excelsior otelden çok müze gibi, odalarda ağır kadife perdeler, filmlerde falan gördüğümüz kenarları sütunlu (ya da artık ona ne deniyorsa) yataklar falan.

    ...bize bir kaç alternatifli program yapmışlar. Benim de sadece ilk günüm dolu, komite toplantısı var ... Hatun'da Vatikan'ı görmek istiyor. Ona dedim ki...
    - Hacı sen Vatikan'a git, ben de komite toplantısına katılayım. Ama geri kalan programları pas geçeriz, Roma'yı sana ben gezdiririm.

    ...kırmadı beni, sadece vatikan programına katılmayı seçti ... dolu dolu üç günümüz var ve o zamanı güzel geçirmeyi kafamda planlamışım. Mesela Pantheon'a gidip oradaki resmi rehberi "tavanı niye kapatmadınız ki? Ortası delik kalmış ... paranız mı bitti?" diye ayar edicem ama daha önemlisi Pantheon'un karşısında ki Dolche Vita'da oturup Expresso içicem vs.vs.

    Her gittiğim yerde otelime veya konakladığım yere yakın mekanları şöyle bir gözden geçirir, genelde "esnaf lokantası" kıvamında bir iki "beslenme" noktası seçerim. Komite toplantısı pazarlama programının sunumu fazla uzamayınca erkenden bittiği için kendimi otelden dışarı atıp arka sokaklara ... yani Excelsior'un üzerinde bulunduğu ana cadde'den (via) uzaklara doğru başladım yürümeye.

    Bir de baktım aradığım mekanı bulmuşum ... tataaaaa

    Restore edilen bir binanın altında, daracık bir merdiven ile inilen bodrum kat ve onun da altında ki mahzen denebilecek salon tam da aradığım şey. Bu Ristoranté aile işletmecisi ... baba şef garson, anne kasaya bakıyor, oğlan çocuk ve iki kuzen yemek yaparken kız kardeş ve yeğen servis ile ilgileniyor.
    ...kapıdan girdim ki anne ile kızı kavga ediyor ama yemek servisi aksamıyor ve tümü italyan olan müşteriler durumu sallamıyor.

    Kadın ingilizce bilmiyor ama kocasında biraz hayat var. Akşam için iki kişilik yer ayırtıp çıktım dışarı... acele etmeden otele döndüm, bu arada mezeci/soğukçu arıyorum ... neden derseniz parmesan'ı çok severim ve hazır gelmişken biraz alayım diyorum.
    ..buldum da, vakumlanmış paketlerde 7-8 parça parmesan ile italyanların evde yemek yerken tükettiği "masa şaraplarından" iki tane aldım, otele mutlu mesut döndüm.

    Masa şarabını almışım, parmesan tamam ... mekanı da bulmuşum ... ohhh yani.

    Akşam üzeri hatun geldi, yorulmuş biraz ... Vatikan'ı da sevmemiş (aynen) akşam için nehir kenarında yemek programı var ama ben ısrar edince o gün bulduğum aile lokantasına giyme fikrime O.K verdi.
    ...millet otobüslere doluşup nehir kenarına giderken biz üzerimizde rahat kıyafetler ile çıkıp -özel- mekanımıza doğru yola koyulmuştuk bile.

    ...restoran tam tahmin ettiğim gibiydi. Bir sayfadan oluşan menü ... üç - dört çeşit pizza, iki - üç çeşit pasta ... iki çeşit tatlı ve açık şarap.

    Ortam temiz ama şaşalı değil, arka planda sicilya müzikleri (mandolin) çalıyor ve aile kavga halinde ... çat - pat italyancamla kavgayı takip etmeye çalışıyorum. Siparişimizi alan kız benim lasagnia talebimi iletiyor ama "bu defa düzgün pişir" diye de ekliyor. ocağın başındaki kuzen'de ona "sen iyi yemekten ne anlarsın ki.." diye cevap veriyor anne onlardan bir ton fazla bağırıp "gürültü yapmayın saygısızlar" diyor, baba o karmaşada sesini biraz yükseltip (başka nasıl duyuracak ki?) calzone söyleyince kız - anne ve kuzen ona "sağırmıyız biz? neden bağırıyorsun?" diye geri bağırıyor.

    ...ama yemekler muh-te-şem ... açık şarap hafif biberli gibi ancak yemek ile çok güzel gidiyor. Çok geçmeden hatun itiraf ediyor.
    - mekan dandik ya, yemekler de boktan olur sanıyordum ama yok abicim, nefis hepsi.

    Otele dönerken biraz yolu uzatıyoruz, tepeleme dolmuşuz ya ... diğer türlü uyku tutmayacak, belki biraz yürümek iyi gelir diyoruz.

    Başlıyor günlerimiz böyle geçmeye ... sabah kahvaltı edip çıkıyoruz dışarı. Programa falan takılmadan geziyoruz, akşam üzeri de otele dönüp biraz dinlendikten sonra bizimkilere (artık işletmeci aileye böyle diyoruz) gidip masamıza oturuyoruz.

    Seyahatin dördüncü akşamında "gala" yemeği var. Rahmi Bey Roma'nın en güzel mekanlarından bir tanesini bizler için kapatmış. Villa Milani denen bu işletme sadece güzel yemek değil, aynı zamanda da tüm şehrin panaromik manzarasını sunuyor.

    http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187791-d4504580-Reviews-Villa_Miani-Rome_Lazio.html

    ...diğerlerinden sıyırdık ama gala yemeğine de gitmemek olmaz.

    Cicilerimizi giyip otobüse biniyor ve altı - yedi otobüslük kafile halinde yola çıkıyoruz. Mekan'ın manzarası gerçekten enfes, kış olmasına rağmen şansımıza hava açık ve söz verildiği gibi roma ayaklarımızın altında serilmiş.

    ...masalara dönüp yerleşiyor ve menü'ye bakıyoruz.
    - O ne lan? ...elimde olmadan atar'a bağlıyorum. Menü - ekşi kremalı yabani kuşkonmaz çorbası , trüf mantarlı ördek sote falan şeklinde. Hatun ile göz göze geliyoruz...
    - aç kaldık sanki? ... diyor ... valla öyle, aç kaldık a.q

    Teşekkür konuşmalarından falan sonra afiyet olsun diyorlar, yemekler servis ediliyor ama ıhhh ... çorba ber-bat ... bu ne yaaa? Hanıma fısılıyorum ...
    - kaçalım mı kız?
    - kaçalım valla ... bizimkilere gidelim
    - taam.

    Gidip bir setur görevlisi buluyor ve ondan bize taksi ayarlamasını talep ediyorum ... masaya dönüp hanımı alıyorum ve fazla dikkat çekmeden (low profile) uzuyoruz.
    - isterseniz biraz bekleyin ... başkaları da otele erken dönmek istedi, onlar için otobüs ayarladık ... diyorlar.

    İyi de biz otele değil, pizza kemirmeye gitmek istiyoruz.
    - yok, teşekkürler ... biz taksi ile devam edelim ... diyorum.

    Arkadaşlar ile biraz geyik yapıyoruz (onlar otobüsü bekleme kararı almış...) sonra da taksi'ye binip sicilyalı'ların mekanına akıyoruz. Yemek nefis, Milani'de önümüze konan -şey-den en az on kat daha güzel ... gene eşek gibi yiyip yürüyerek otele dönüyoruz. Daha kapıdan içeri giriyoruz ki başlıyor telefonum çalmaya.
    - Alo?
    - iyimisin? ... nerdesin?
    - İyiyim oteldeyim ... ne oldu ki?

    ...telefon kapanıyor ama bir kaç saniye sonra gene çalıyor, bu defa arayan patron ... iyi olup olmadığımızı soruyor ... ne oluyor ya?

    Sonra öğreniyorum ... bizden hemen sonra kalkan ve milleti Villa Milani'den otele getiren otobüs kaza yapmış, yoldan aşağıya uçmuş.

    http://arsiv.sabah.com.tr/2006/02/08/gnd106.html

    ...hadi be?!?

    Hanımı otel'de bırakıp hastaneye topukluyorum. Kötü haber üzerine kötü haber geliyor ... o gece resmen bir kabus. Sabah Ali bey (Koç) Roma'ya gelip bize katılıyor, T.C. Büyükelçilik çalışanları da resmen üzerimize titriyor.
    ...Ali bey bize özel uçaklar ayarlıyor, pasaport kontrolünden dahi geçmeden ülkeye dönüyoruz ... yaralılar ve vefat eden arkadaşlar ise daha sonra ambulans uçaklar ile getiriliyor.

    Herkes şok tabi ... iyi başlayan bir gezi nasıl olur da böylesine b*k* sarar? Kimsenin aklı almıyor...

    ...günler sonra taksi'ye binme kararımızı ... otobüs teklifini red edişimizi konuşuyoruz. Ortak noktamız ise şu.
    - Sicilyalılar biraz daha kötü yemek yapmış olsa biz de büyük ihtimal ile o otobüste olacaktık...

    Kısmet işte ... ya da kısmetsizlik. Canımızı kaliteli yemeğe borçluyuz (bir anlamda)
  25. Kaan Yagizer
    ...eskiden öyle her sokak köşesinde Nike, Adidas veya Reebok falan yok. Ortalama tüketicinin bulabileceği en baba lastik (eskiden spor ayakkabıya öyle deniyordu ... lastik) ayakkabı ise RAF veya Mekap ... yani kot pantalon veya düzgün spor ayakkabı isteniyorsa öncelikle paranız olacak ... bu bir, ikincisi de gideceğiniz yeri bileceksiniz.

    Alamanya'dan eniştegiller falan getirmiyorsa bu tür kaçak alışveriş yapılabilecek iki nokta var o günlerde ... tophane'de ki amerikan pazarı, şimdilerde yıkıldı ... yerine bir ton nargileci açıldı ama tophane rıhtımına gelen gemilerden alınan kaçak malların satıldığı yerdi amerikan pazarı (isminden belli değil mi?) ya da kapalıçarşı bedesten.

    Üstelik öyle her istediğin modeli her numarasını falan da bulamıyorsun ... ayağına uyan ayakkabı, ya da kıçını sığdırdığın kot denk geldi mi? Fazla cıvıtma ... yap pazarlığı, al gitsin ... o noktadayız.

    ...normalde acaip zil! takılırım, ama Yorgun'un abisi Selim'e koltuk çıkmış ... bahar geliyor, gidin kendinize faça yapın demiş. Yani sponsorumuz var ... biz de atladık Selim ile birlikte vapura, önce amerikan pazarı ... converse falan var ama bize uyan deri ayakkabı yok. Benim de, Selimin de ayaklar aynı numara 45 ... yani 10,5 ... o kadar talep edilen bir ayak numarası değil, doğal olarak amerikan pazarında beyaz uzun konçlu converse dışında ayakkabı bulamıyoruz.

    ...ee napicez?

    Aynen (yaya olarak) kapalıçarşı'yı tuttuk ... bedestende ki ufak dükkanlarda tezgah altı iş yapılıyor ... polis falan basar diye de en az iki - üç erkete ortalıkta.

    Sorduk soruşturduk ... bi dükkana gittik, ikinci dükkan derken üçüncü dükkan'da ... aHanda!

    Adam bize demez mi ...
    - Yeni Adidas'lar geldi ...
    ..ulen adama sarılıp öpesim geldi ... abi daldı tezgahın altına, çıkardı iki kutu ... Adidas'lar, hem de kısa konçlu ve de deri ... auwww ... ağlayacağım yahu.

    Stan Smith o dönemin en popüler ayakkabılarından ... şimdilerde pek bir havası kalmadı ama o zaman STANSMITH!!! falan havasındayız ...ve de herif bize iki çift birden teklif ediyor.

    ...hafif bir pazarlık denemesi, yaLan tabi. İki tane de Wrangler alırsak ne olur ... abi b*k*n* yiyim yol paramız kalmadı falan geyiğinden sonra al takke ver külah anlaştık. Attık ayakkabıları ve kot'ları poşetlere ... mercan yokuşundan sallanıp vapur'a yollandık.

    Akşam F.B klübünde yaz eğlencesi var ... çekelim kız gibi Stan Smith'leri ... kot'ları, hava atalım falan diye konuşuyoruz bir yandan. Ama öyle sevinçliyim ki ... anlatılmaz yani.

    ...Yorgun'un evde hemen deniyoruz kotları, Adidas'ların bağcıklarını takmaca ... sıfır kilometre beyaz çorap'lar falan da hazır (ne iğrenç dimi? beyaz çorap ... ama o zaman moda, M.Jackson bile beyaz çorap giyiyor) traş oluyor, Yorgun'un abisinin aqua velva losyonuna tecavüz ettik sonra atıyoruz kendimizi sokağa.

    Ulen yürüyorum ama nasıl? Sanki ayağım yere değmiyor, bembeyaz Stan Smith'ler kirlenecek diye kaldırımdaki tozlardan bile kaçınıyorum ... o havadayım yani.

    ...çay bahçesinde takılıyoruz biraz ... millet haset yapıyor biz de eğleniyoruz.
    - ne o lan banka mı soydunuz *bn*l*r falan diyorlar, gevrek gevrek gülüyoruz ... keyifler yerinde.

    Akşam olunca geçiyoruz klübe, giriş paramız yok ... o nedenle komşu Yelken Klübüne sızıp plaj bölümünden Fenerbahçe klübüne yatay (ve beleş) sızma yapıyoruz, hemen kalabalığa kaynamaca. Havalar beşyüz, keyifler gıcır ve masa masa dolaşıp beleş tuborg gold bira otlanıyoruz. Milletin yaşı tutmuyor, o kalabalığa içki satılmaması lazım ama kimin umrunda? Herkes gidip klüp bahçesindeki büfe'den bira alıyor, getiriyor.

    ...bir ara F.B liseli kızların masasında takılıyorum. Bi hatun var aralarında, pek muhabbete katılmıyor ... genelde sessiz kalıyor ... ne bileyim? Biraz mesafeli, biraz c00l tavırlar sergiliyor. Kız ilgimi çekiyor ... gidip yanına oturuyorum. Bahçedeki çınar ağacının etrafındaki alçak duvarın üzerinde oturuyor hatun, ben de yanında park etmişim.

    Kafama göre geyik yapıyorum, kendimi tanıtıyorum ... bir - iki şey söylüyor, kendi çapımda bağlama çekiyorum ama nafile, kızcağız arada sırada gülümsüyor olsa da ses çıkarmıyor.
    ...alalala??? o kadar da itici bir tip değilim ki???

    Elimdeki tuborg şişesini ona doğru uzatıyor ve soruyorum.
    - içer misin?

    Kızcağız elimdeki bira şişesine bakıyor, bana bakıyor, şişe'ye bir kere daha bakıyor ve ...

    Abi ahir ömrümde ben öyle bir daha benzerini görmedim diyeyim ... kız resmen itfaiyenin basınçlı hortumu vardır ya, hani açarlar ... önünde duramazsın ... aynen öyle bir şiddet ile kusuyor.

    Aslında kusmuyor, o boya tabancası, ben de motor kaputuymuşum gibi beni tepeden tırnağa (...hem de kelimenin tam anlamı ile..) resmen ... nasıl desem?? Sıvıyor.

    Saç diplerimden (evet o zamanlar saçlarım var) ayağımdaki Stan Smith'lere kadar komple kusmuk ile kaplanıyorum ... nasıl ya? nasıl ya?????

    ...inanılmaz derecede sinirleniyorum tabi. O an kaşındığımın, kusmak üzere olan bir kızın yanına gidip oturduğumun, deyim yerinde ise bela aradığımın ve sonunda belayı'da bulduğumun bilincinde değilim.

    Kıza bir tane çakasım var ama hayır ... ömrüm boyunca kadına el kaldırmadım (hala) kaldırmam da ... ben de gidip hemen çaprazımda dikilen ve bizim durumumuzu hayret ile seyreden (konu ile kesinlikle ilgisi - alakası olmayan) ve kim olduğunu hala bilemediğim bir oğlanın ağzının ortasına oturtuyorum yumruğu.
    ...oğlan OHŞ falan diye kapaklanıyor yere, ben de o hırs ile yürüyüp gidiyorum.

    Adım attıkça ayaklarımdan forş - forş diye sesler geliyor ... kızın kusmuğu ayakkabılarımın içine bile dolmuş...pıFFF

    Selim'lerin eve gidip soyunuyorum, duş alıp kot ve ayakkabının durumuna eğiliyorum. Kot lavabo'da soğuk su ile yıkanınca idare eder hale geliyor ama Stan Smith'lerin durumu kötü. Diş fırçası ile dikişlerin arasını, kürdan ile ayakkabı bağı deliklerini ve havalandırma için açılmış noktaları falan temizliyorum.

    Islak bez ile ayakkabının içini temizleyip sökülen tabanı ayrıca yıkıyorum ... sonra da kurusun + havalansın diye Adidaslar ile Kot'u balkona asıp bir kere daha duş alıyor, banyoyu temizliyorum. Artık son duruma sabah bakacağız. Elimden daha fazla ne gelir ki?

    Sabah kalkar kalkmaz duruma göz atıyorum, kot iyi durumda ama Stan Smith'ler için aynı şey söylenemez ... ayakkabı'nın gözünün fer'i gitmiş ... o bembeyaz deri lekeler ile dolu. Giymeye giyilir ama Adidas'larımın o auwww durumu bir daha geri dönmemek üzere bizim hane'yi terk etmiş.

    Biri dokunsa ağlayacağım yani ... Allahtan kimse dokunmuyor da karizma'yı çizmiyorum. O hafta okula giderken Stan Smith'leri giyiyorum ama Kabataş'ta kimse -yeni- ayakkabılarımın farkına bile varmıyor ... hava falan da atamıyorum. Anlayacağınız mutsuz çocukluk : Bir , gariban ben : Sıfır durumu bir kere daha tecelli ediyor.

    Ahanda Stan Smith'ler ... ulen hala güzeller be !!! Gidip bi koşu alasım geldi valla ...


×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.